‘’Strateji ve taktik yetersizliği…‘’
“Eğer düşmanı ve kendini biliyorsan, yüz savaşın sonucunda bile korkmana gerek yok. Eğer kendini biliyor ama düşmanı bilmiyorsan kazandığın her zafer için bir de yenilginin acısını tadacaksın, Eğer ne kendini ne de düşmanı biliyorsan, her savaşta yenik düşeceksin.”
Savaş stratejisi uzmanı Çinli General Sun Tzu “Savaş Sanatı” adlı kitabında Şenol Güneş’in Ulusal takımı nasıl ve neden yönetemediğini açıklamış. Güneş kendini ve ekibini tanısa bile rakiplerini yeteri kadar bilmediği için generalin dediği gerçekle yüz yüze kaldı.
Her zafer için bir de yenilginin acısı tadıldı. Grup maçlarında Fransa karşısında kazanılan zaferlerin acısı finallerde üç maçı da kaybederek tadıldı. Kendini ve rakiplerini tanımamanın acı sonuçları…
Yorgunluk ve çöküş söz konusu olamaz!
Aslında askerlik ve savaş terimi olarak futbola giren strateji ve taktiklerden yeterince yararlanılmadığında karşımıza Şenol Güneş’in başında bulunduğu Ulusal takım gibi ne oynayabilen ne de koşabilen yapılar ortaya çıkıyor.
Son günlerde “Bizim Çocuklar” için yorgunluğa bağlı olarak sürantrene yorumlarının çoğaldığını okumakta ve izlemekteyiz. Hattı buna bağlı olarak takımın bir çöküş yaşadığını söyleyenler bile var.
Bilginin güç olduğu bir çağda Avrupa vitrinine çıkan bir takım böyle bir “psikolojik çöküş” yaşıyorsa bu çok ama çok vahim bir durumdur. Çünkü bu durum sadece teknik kadroyu değil eğer varsa federasyonun Bilim Kurulu’nu, Danışma Kurulu’nu ve hatta Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’nu da direkt olarak bağlar. Ciddi ülkelerde bu durum soruşturma konusu bile olabilir.
Topa sahip olmadan topun peşinden koşmak
Ancak takımın çöküş, yorgunluk ve sürantrene duruma geldiğini sanmıyorum. Şenol Güneş’in yanlış strateji ve taktikleri yüzünden takım topa sahip olamamış ve topun peşine koşarak performans düşüklüğü yaşamıştır.
Turnuvaya katılan bütün takımlar pas oyununa dayalı güvenli futbol oynarken biz topu çabuk kaybedip yeniden kazanmak için enerji harcadık. Bu da genel bir yorgunluk ve çöküşe dönüşmedi ama maç içi düşüşe neden oldu.
İtalya’ya kaybedildikten sonra kendini ve rakibi bilerek düzenlenecek strateji ve taktikler yerine Burak Yılmaz, Hakan Çalhanoğlu ve Cengiz Ünder gibi oyunculardan olağanüstü beklentiler içerisine girildi.
Kusursuz hareketler mi, ortalama çözümler mi?
Stratejik anlamda, zamanında üstlenilen ortalama çözümler, çok geç üstlenilmiş mükemmel kararlardan daha iyidir. Futbolda, bizde genel bir kanı haline gelmiş olan büyük kararlar ya da çok büyük becerilerle elde edilen galibiyetlerden çok, zamanında ve basit uygulamalar bir araya gelerek daha büyük ve anlamlı sonuçlar doğururlar.
Olağanüstü işler ve beceriler futbolda ender ortaya çıkan uygulamalardır. Ancak basit ve doğru bir top kontrolü ya da sıradan bir ayak içi pas karşılaşmanın her dakikasında karşımıza çıkan temel teknik hareketlerdir. Maçı bu gibi basit ama temel hareketleri doğru ve zamanında yapan takımlar
kazanıyor, olağanüstü işler yapanlar değil. Avrupa Şampiyonası’nda oynanan her karşılaşmada karşımıza çıkan gerçek “basitlik” tir. Basiti yapmak için çok çalışanlar başarılı oluyorlar…
‘’Altın tencereye bakır kaşık…‘’
Seferovic’in attığı birinci gol sırasında İsviçreli futbolcunun etrafında dört oyuncumuz var. Hepsi de gölge markajı yapıyorlar. İşin başında Merih Demiral topu kafa ile kornere atabilir hatta kalecisine bile geri pası verebilirdi, vermedi. Sonrasında oyun terse dönünce “Türk Duvarı” yıkıldı.
Oysa benim futbol oynadığım dönemden bu yana söylenen bir gerçek vardır; kalemizden uzakta gevşek, rakip kalemize yaklaştığında sıkı markaj yapın. Kaldı ki bugün artık kaleden uzakta bile sıkı markaj yapılıyor. Bunu da beceremediğimiz için Galler karşılaşmasında Bale orta alandan Ramsey’e gol pası verdi.
Her takım neden topa sahip olmak istiyor?
İkinci golde ise yine dört kişi Seferovic’in etrafındaydı aynı gevşek markaj devam edinci bu kez boşta kalan Shaqiri’ye top aktarıldı ve ciddi hiçbir takımın yemeyeceği kadar basit bir golü kalemizde gördük.
Bugün Avrupa’da oynanan futbolun içinde oluşan savunma sistemleri ceza alanı çevresinden şut çekilmesine izin vermiyor. Topa sahip olunarak çok pas yapma uygulamasının nedenlerinden biri de budur. Hızlı pas yaparak yeni şut olanakları bulmak...
Almanlar 12 İsviçreliler iki pasta gol atıyor
Ama bizim takım için etkili markaj söz konusu olmadığından İsviçreliler iki ya da üç pasla goller attılar. Şakiri’nın attığı iki golde de kendini rahatsız edecek tek bir oyuncu bile yoktu. Almanya Portekiz gibi takıma karşı 12-13 pas yaparak gol atabiliyor ama İsviçre bize karşı iki pasta gole gidebiliyor.
Ne savunmada organizasyon var ne de hücumda inisiyatif alan. Herkes oyunu ileride olgunlaştırarak oynuyor bizimkiler ise Burak Yılmaz’a uzun paslar atarak...
Evet, Avrupa Şampiyonası zordur. Hatta Dünya Şampiyonası’ndan bile daha zordur. Burada babadan kalma yöntemlerle başarı olunamaz. İyi futbolculara sahip olunup da, onların oynatılamamasına ne denir? Altın tencerenin bakır kaşıkla karıştırılması olabilir mi sorunun yanıtı. Altın tencereye platin kaşık yakışmaz mı?
‘’Şenol Güneş neyi yapamıyor?‘’
Teknik direktörlerin doğal etkileme becerisinden(karizma) sık sık söz edilir. Bu konuda Fatih Terim ile Şenol Güneş’i karşılaştırmaya kalksak, Terim’in açık ara önde olduğu kabul edilir.
Aslında “karizma” denilen kavram bizde çok da somutlaştırılamamıştır. Oyuncularını “vatan, millet edebiyatı” ile hazırlamaya çalışanların karizmatik olduğu sanılır.
Oysa teknik direktörün doğal etkileme becerisi somut olaylar ortaya koymasıyla gerçekleşir. Teknik direktörün futbolcularını etkilemesinin en etkin yolu onların potansiyelini ortaya çıkartabilme becerisidir.
Teknik direktörler bir şeyi yoktan var eden insan değildir. Elinde futbolcuları vardır. O futbolcuların sahip olduğu insani ve sportif değerlerin nasıl ortaya çıkacağını bilmelidir.
Teknik direktör katalizördür
Örneğin teknik direktör oyuncularını “inanmak”, “motive etmek” “hırslandırmak” gibi duruma göre değişebilen soyut kavramlarla yönlendirmek yerine, futbolcularının sahip olduğu değerleri ortaya çıkartmak ve bu değerlere onları inandırmak yoluyla sorunları çözebilmelidir.
Yani teknik direktör katalizördür. Katalizör ne demek? Tepkimeyi(reaksiyonu) hızlandıran unsur demektir. Örneğin; oksijen ve hidrojen atomlarını bir tüpe koyup su elde etmek istiyorsunuz. Günlerce bekleseniz bile bir damla su elde edemezsiniz.
Çünkü atomları hızlandırıcı bir katalizöre ihtiyaç vardır. Tüpün içine bir platin çubuk soktuğunuz anda tepkime hızlanır, tüpten duman çıkar. Bu duman suyun oluştuğunun belirtisidir. İşte teknik direktör de böyle bir hızlandırıcıdır. Oksijen ve hidrojen atomları futbolcularsa, platin çubuk da teknik direktördür.
Futbolcularının değerlerini ortaya çıkartamıyor
İşte Şenol Güneş’in yapamadığı budur. Futbolcularının sahip olduğu değerleri ortaya çıkartamıyor. İletişim eksikliği en önemli sorunlarından biri. Bir önceki yazımda bir dostumun dediği “hiç kimseyle geçinemez” yargısını düşündüğümüzde, geçimsiz biri nasıl takım ve birlik oluşturacak?
Son aldığım bir bilgi ise şöyle: Şenol Güneş, Beşiktaş teknik direktörlüğü yaptığında hiçbir yönetici ile konuşmazmış. Başkanın dışında hiç kimseyle iletişim kurmaz hatta takım otobüsünün yanına gelen yöneticilere hep antipatik davranırmış.
Futbol gibi birlikte hareket edilerek birlik sağlanan bir uğraşın içinde tek başına hareket etmek insanı daha da yalnızlaştırır. Kanımca Güneş’in teknik direktörlük dönemi kapanmıştır.
‘’Bunu ancak Şenol Güneş başarabilirdi!‘’
Genel olarak spor, özelde futbol ülkenin kültürünün aynasıdır. Buna 40 yıla yaklaşan yazı yazma dönemimin en başından beri inanmaktayım. Futbola ilişkin yazı felsefemi genelde bu düşüncenin üzerine oturtmaya çalışırım. Dolayısıyla futboldaki başarı ve başarısızlıkları kişilere bağlamak çok da anlamlı değildir.
Ancak ülkenin sorunları ne denli ağır olursa olsun bu sorunların üstesinden gelebilecek kapasiteye sahip bireysel çabaların olması gerekiyor, mutlaka da vardır. Onlar nerededir bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa o da Şenol Güneş onlardan biri değildir.
Şenol Güneş neyi başardı?
1996 yılında Avni Aker Stadı’nda Fenerbahçe’ye 2-1 yenilerek şampiyonluğu kaybettiği gün Şenol Güneş’in teknik adamlığına olan inancım ciddi şekilde sarsılmıştı. O günden sonra birçok sorunu olan ülkemizde sorumluluk alarak “yük taşıyacak” bir kişilik olmadığı hissi giderek daha da belirginleşti kafamda.
2002 Dünya Kupası’nda bütün ülkeyi sırtında taşıyan, futbolumuzu FİFA sıralamasında yedinciliğe kadar yükselten Galatasaray ağırlıklı takımdan Şenol Güneş’de payına düşeni aldı. Bursaspor’a şampiyonluk sonrasında gitti.
Samet Aybaba ve Bilic’in hazırladığı Beşiktaş’ta görev aldı, en azından beş yıl şampiyon olabilecek takımı neredeyse dağıttı! Sürekli stoperlerle uğraştı, Sonradan çaresiz kalınca altı ay yanında oturttuğu Tosic’i oynatınca şampiyonluklar geldi. Mario Gomes mucizesi de işin başka bir boyutu. Şimdi de Lucescu’nun kurduğu takımı yönetmeye çalışıyor ama olmuyor!
Takım seçmekte başarılı!
Trabzon futboluyla yakından ilgili amatör olarak politikaya da kafa yoran bir dostuma Şenol Güneş’i sordum. “O çay içmeye gelir” dedi. Anlayamadım! “Şenol Güneş asla çay demlemez, demlenmiş çayı içer” diye açıklama yaptı.
Bir başka Trabzonlu dostuma sordum. Kendisi 40 yıldır futbolun içindedir. “Şenol Güneş kimseyle anlaşamaz” dedi. İstanbulspor’da görev yaptığı dönemde, daha önce benim de futbolcum olmuş bir oyuncu devre arasında Şenol Güneş’in konuşmalarını dinledikten sonra “Hocam ben İstanbul çocuğuyum ama sizin konuşmalarınızdan hiçbir şey anlamıyorum” deyince onun futbol hayatını bitirmiş.
Sorunsuz takımda sorun nasıl yaratılır?
Sorunları olan ülkemizin, sorunları bizden çok daha az olan ülkelerde top koşturan futbolculardan oluşan Ulusal takımını da sıradanlaştırdı son olarak. Olayları zihinsel olarak bir türlü birbirleriyle bağdaştıramayan Şenol Güneş ne takımı kurabiliyor ne de takımı yönetebiliyor.
Ne yazık ki takımı futbolcuların insafına özellikle de Burak Yılmaz’ın keyfine bırakıyor. Dikkat edin burada da stoperlerle uğraşıyor. Kendini takımın kalecisi zannedip önünde bir Dozer Cemil ile Necati Özçağlayan mı arıyor?
Merih olmadı, Kaan olsun, Yusuf olmadı, Cengiz olsun, Ozan olmadı, İrfan Can oyuna girsin. Takım kurma da oyuncu değiştirme de tamamen sınama yanılma yöntemine dayalı. Zihinsel faaliyetlere, bilgiye dayalı hiçbir uygulama yok! Başka türlü 24 takımın en kötüsü nasıl olur bu oyuncular? Sorunları az olan bir takımın içinde büyük sorunlar nasıl yaratılır, Şenol Güneş’e sorun!
‘’FİFA sıralaması ne kadar belirleyici?‘’
İtalya karşısında ortaya konulan futbol kimseyi tatmin etmediği için bugünkü Galler ve sonraki rakibimiz İsviçre daha da ciddi birer engel haline geldiler. Her biri bireysel olarak başarılı ama farklı takımlardan geldiklerinden “takım olma” konusunda sıkıntı yaşanması bu akşamda sonucu belirleyecek etkenlerden biri olsa gerek.
“Takım arkadaşı” ve takım olmanın futboldaki en basit örneğini Lionel Messi’nin Barcelona’daki başarısına karşın Arjantin Ulusal takımında kendini gösterememesinden biliyoruz.. Benzer bir durumu Fransa şampiyonu olan Lille’de bu onuru yaşayan Burak Yılmaz, Yusuf Yazıcı ve Zeki Çelik de görmekteyiz.
Güçsüzün kendini güvende hissetmesi
Kürek sporunda yapılan bir araştırmaya göre gücü yetersiz olan bir kürekçi güçlü bir takım arkadaşıyla birlikte kürek çektiğinde daha uzun süre dayanabiliyor ve performansı belli bir miktarda da olsa artıyor.
Bu noktada insan psikolojisi devreye giriyor ve güçsüz kürekçi kendini daha fazla güvende hissettiğinden dolayı performans artışı gösteriyor. Böylece coşku, efor ve dirençte takım olmaktan kaynaklanan artış devreye girmiş oluyor.
Lille’de ve Avrupa’nın diğer takımlarında başarıyla mücadele eden oyuncularımız takım olmanın güven ve coşkusundan henüz yeterince yararlanamadılar büyük olasılıkla.
Bu kadar değerli oyunculardan kurulu bir Ulusal takımın bugünkü maçı aştıktan sonra üstüne koyacağına inananlar çoğunlukta olmasına karşın Galler’in FİFA sıralamasında üstte olması da yeterince endişe yaratmaktadır.
Doğru oyuncular seçip doğru taktikle oynamak…
Ne var ki futboldaki başarıyı ne bu sıralamalar ne de bizim parasal değer olarak Galler’den daha pahalı olmamız belirliyor. Kuşkusuz uzun süreli, kaybettiğinizde telafisi olan lig maçları için bu ölçü ve değerler önemli olabilir.
Ancak kısa süreli turnuvalarda bunlar çok da belirleyici olmuyor. Asıl belirleyici olan doğru oyuncuları seçme, doğru taktikler ve takım oyunudur.
Turnuvada izlediğimiz her takım taktik düzene bağlı bir şekilde oynuyor. Bu turnuvada pek şans verilmeyen Almanya’nın muntazam taktik oyununu ve rakibi çözmeye dayalı ayağa derin paslarını gördükten sonra taktik yetkinliğin futbolda sanıldığından daha değerli olduğuna bir kez daha inandık.
Almanya yenilmesine karşın göz ve gönül okşayıcı bir futbol oynadı. Bizim takımın sorunu burada yoksa FİFA sıralamasında geride olması değil…
‘’Şenol Güneş'in oyuncu değişiklikleri‘’
Teknik adamların oyuncu değişiklikleri konusundaki tutarlılıkları çoğu zaman tartışma konusu olmuştur. Pandemi döneminden önce uygulanan üç oyuncu değişikliğinden ilki devre arasında ikincisi 60.dakika civarında üçüncüsü ise 80. dakikada yapılmaktaydı.
Üçüncü oyuncu takımın o anda edindiği skora bağlı olarak uzatma dakikalarına kadar geciktirilebiliyor. İstatistikler böyle diyor.
Oyuncu değiştirmekte bu kurala uymayıp çoğunlukla değişikliklerde geç kalan teknik adamlar, oyuncularının performansının oyundan alınmalarını gerektirecek kadar bariz bir şekilde düştüğü anı tespit edemiyorlar.
Bu tür teknik adamlar için psikologların bir gerekçesi var: Teknik adamlar ilk on birde başlattıkları oyuncularına güvenirler. Buna sosyal psikolojide “demirleme” denir.
İş işten geçmeden değişiklik yapmak
Bu tutum içinde olan teknik adamlar performans düşüklüğü artık tamamen belirgin hale gelene kadar bekledikleri anlamına gelir. Bu durumda çoğu zaman iş işten geçmiş olur. Dolayısıyla teknik adamlar oyuncu değişikliğini gözleri ve beyni ona bunu söylemeden önce yapması gerekir.
Başlangıçtaki 11’lerde genelde tutarlılık göstermediği söylenen Şenol Güneş için sonradan müdahaleleri ile oyunu değiştirdiği görüşünü benimseyen eleştirmenler var. Ancak İtalya maçındaki anlaşılması güç vasat oyun medyayı öylesine meşgul etti ki, Şenol Güneş’in Yusuf Yazıcı’yı oyundan alması dikkatlerden kaçtı.
Şenol Güneş Yusuf Yazıcı’yı neden değiştirdi?
Yusuf Yazıcı neyi eksik yaptı ki oyundan alındı? Şenol Güneş maç sonu konuşmasında bu konuya açıklık getirdi mi? İlk yarısı berabere giden ve rakibin anlamlı bir üstünlüğü henüz belirgin hale gelmemişken devre arasında oyuncu neden değiştirilir?
Kendi kalemize attığımız gol öncesinde atak Yusuf Yazıcı’nın kontrol ettiği sağ taraftan sola döndürülerek geliştirildi. Yusuf oyunda kalsaydı acaba o atak aynı şekilde gelişebilecek miydi? 0-0 devam eden bir oyuna en azından maçın 55-60. dakikasına kadar aynı kadroyla devam etmek doğru olmaz mıydı?
İkinci yarıda yapılan değişikliklerin oyunu 3-0’a getirdiği üzerine biraz daha yoğunlaşacağımıza, karşı atak düzeninde etkili olan Cengiz Ünder’in neden oynatılmadığı üzerine daha fazla kafa yorduk. Bütün Avrupa çok pasa dayalı set oyunu oynarken bizim karşı atak üzerine odaklanmamız doğru mu?
Şenol Güneş Yusuf’un yerine Cengiz’i erken ve gereksiz bir şekilde oyuna alarak İtalya’yı yenmeyi mi amaçladı? Bu konu Şenol Güneş tarafından açıklanmaya muhtaçtır.
‘’Sonuç değil oyun endişe vericidir‘’
İtalya ile oynadığımız maçın üzerinden üç gün geçmesine karşın Ulusal takımın görüntülerine ilişkin sağlam veriler bulmakta zorlanıyorum. 37 yıldır futbol üzerine yazılar yazıyorum hiç bu denli zorlandığımı anımsamıyorum. Cumhuriyet tarihinin en iyi Ulusal takımı 8-0’lık yenilgiler dönemindeki gibi çaresiz kaldı İtalya karşısında.
Yanlış anlaşılmasın, derdim 3-0’lık sonuçta değil, geleceğe yönelik hiçbir ışık vermeyen oyun anlayışı ile ilgilidir. O çok abartılan, “Mancini devrimi” olarak nitelendirilen İtalya Ulusal takımı görkemli organizasyonlarla atmadı golleri. Yediğimiz üç gol de kendi basit hatalarımız sonucunda oluştu. İkinci ve üçüncü bölgede top tutamamak yüzünden maç bizim kalenin önünde oynanınca hatalarda oluştu.
Takımların tamamı birbirine benziyor
Üç gündür oynanan bütün maçları izledim. Biz hariç oyun anlayışı bakımından hemen hemen bütün takımlar aynı kurgu ile oynuyorlar. Turnuvanın favorilerinden Belçika ile finallere ilk kez katılan Kuzey Makedonya’nın taktik anlayışlarında pek bir fark yok.
Bütün ülkeler pas oyununa dayalı oynuyorlar. Pas trafiğini hızlı yapanlar ve futbolcu kalitesi yüksek olanlar, dolaştırılan topla rakip savunma arasında gedik açmayı başarabiliyorlar. Demek ki UEFA’nın önerdiği standart yerli yerine oturuyor.
Futbolcularımızın faklı ülkelerde oynaması…
Acaba oyuncularımızın farklı ülkelerde oynaması belli bir standardın oluşmasına engel mi oluyor? Sözgelimi, 2010 Dünya Kupası şampiyonu İspanya’nın o günlerde oluşturduğu 23 kişilik kadronun 20’si İspanya Ligi’nde top koşturuyordu. Dışarıda oynayan üç kişiden biri golcü Torres’di, diğer ikisi de turnuva boyunca görev almamışlardı.
Mancini’nin oluşturduğu İtalya takımının da tamamına yakını Çizme’de oynuyorlar. Kuşkusuz artık dünya küçük! Oyuncular birbirlerini her yerde gözleyip, izleyerek tanıyabiliyorlar. Ancak aynı ortamda rekabet etmenin bir avantajı olmalı ki İtalyanlar da kendi liglerine görev yapan oyunculara döndüler.
Futbolcu kalitesi ve birbirlerini anlamak…
Artık futbol düşüncede ve eylemde önceleme yapabilen oyuncular üzerine kuruluyor olsa gerek. Top rakibe geçtiğinde düşünce ve eylem birliğine engel olabilmek için futbolcu kalitesi kadar onların birbirlerini anlamaları da önemli hale geldi.
Bizim kaliteli kadromuzun futbol alanında anlamsız bir uygulama içinde olmalarını başka nasıl açıklayabiliriz? İtalya’nın bizi oynatmadığı düşüncesi doğru olabilir ama karşılaşmanın tamamını açıklamakta yeterli değildir…
‘’Gölge oyunu‘’
Teknik direktörlerin antrenmanlarda sık sık uyguladıkları bir yöntemdir gölge oyunu. Top ayağında olan oyuncuya gölge markaj yapar arkadaşı. Topu rahat kullanması için baskı uygulanmaz.
Top ayağında olan futbolcu da istediği hareketleri rahatlıkla yapar. Takımın top kullanma becerisini geliştirmek için uygulanan bir çalışmadır.
Şenol Güneş Almanya kampında sık sık gölge oyunu oynatmış olmalı ki futbolcularımız rakiplerini hiç ama hiç rahatsız etmediler. Sanki gölge oyunu İtalya karşısında da devam ediyordu.
Bütün takımı kendi ceza alanı çevresine yığıp savunma amaçlı bir oyun planlandığı halde hiç savunma yapmayan bir Ulusal takım gördük Roma Olimpiyat Stadı’nda.
Takımın oyun planı yok
Sadece birinci golün yapılışına dikkat ederseniz takımın vahim durumunu görmüş olursunuz. Topu soldan sağ tarafa aktaran İtalyan futbolcunun etrafında dört oyuncumuz var ama hepsi gölge markajı hatta göz markajı yapıyor.
Ulusal takımın herhangi bir oyun planı yoktu. Başında teknik direktörü olmayan bir takım nasıl oynarsa bizimkiler de öyle göründü. Turnuvanın gizli favorisi olarak gösterilen bir ülkenin Ulusal takımının amatör seviyeye kadar gerilemesinin önemli nedenlerinden biri Şenol Güneş’in takımı gereği gibi yönetememesidir. Güneş kos koca bir Ulusal takımı neredeyse Burak Yılmaz’ın kişisel keyfine teslim etmiş.
Güneş oyuna değil kendini savunmaya kafa yoruyor
Maçtan iki gün önce Şenol Güneş’in kaybetmeye karşı bilinçaltında geliştirdiği gerekçeden söz etmiştim. Şenol Güneş Ulusal takıma oynatacağı futboldan daha çok, yenilgiden sonra kendini nasıl savunacağına kafa yoruyor sanki.
Bu gerçek Almanların bile dikkatini çekmiş. Almanya da Telekom’a ait güçlü bir medya şirketinin internet sitesinde Şenol Güneş’in maçtan sonraki konuşmasının son bölümünü yayınlanmış. Özetle şöyle diyor Güneş:
“Biz İtalya’yı yenseydik İtalya’dan çok daha büyük takım olmayacaktık. Ama bunu söyleyenler var. Bizim onlara cevap vermemiz doğru değil. Onlar da kendi dünyalarında yaşıyor.” Bu nasıl bir maç sonu konuşmasıdır?
Almanların bile dikkatini çekmiş
Site başlığı da şöyle vermiş: “Şenol Güneş takımı eleştirilere karşı savunuyor”. Şenol Güneş takımın yüceltilmesinden neden korkar. Sadece biz mi övüyoruz Ulusal takımı? Bütün Avrupa aynı kanıda değil mi?
Takım büyütülür ve kaybederse faturanın kendisine çıkartılacağını biliyor Şenol Güneş. Bütün uğraşı takımı değil kendini korumaktır aslında. Şenol Güneş turnuvanın en yaşlı hocası değil, kupanın eleştiriden en çok korkan hocasıdır da aynı zamanda…