Arama

Popüler aramalar

‘’Kötü oynayarak maç kazanılır mı?‘’

Az farkla ya da 1-0 kazanılıp kalesinde rakibin fazla göründüğü maçlar için yapılan yorum eskiden beri aynıdır: Kötü oynadı ama kazandı. Peki, bir futbol takımı kötü oynayarak maç kazanabilir mi, bu yargı ne kadar doğrudur?

Son yıllarda istatistikler futbolda önem kazanmaya başladı. Oyunun gidişatının nasıl olduğu hakkında yardımcı bilgiler vermektedir sayılar. Ancak istatistiklerin doğru okunduğu konusunda kuşkularım var.

Rakip kaleye yapılan her orta ve çekilen her şut bu eylemleri yapan takımın hanesine olumlu istatiksel bilgi olarak yansıtılıyor.

Şutun ve ortanın değeri

Şutun da ortanın da değer olabilmesi için en azından rakip kaleyi, kaleciyi ve savunmayı tehdit edici nitelikte olmalıdır. Şut ve orta “bir daha yaptıklarında gol olabilir” duygusuna sürükleyip onları endişe içine itebilmelidir.

Birkaç kale boyu yukardan giden şutlar ve şandel bir şekilde gönderilip rakip kaleci tarafından rahatça alınan ortalar istatistiklere girmemelidir.

Rakip kaleye onlarca şut çekip orta yapan takım maçı kaybediyorsa, kazanan takım otomatikman kötü oynayarak kazanmış oluyor! Peki, çekilen şutların ve yapılan ortaların neden sonuca etki etmediği üzerine ne kadar kafa yoruyoruz? Bu eylemlerin sonuç verici bir niteliğe dönüşmemesinin nedenleri nedir?

İşte bu noktada daha derin istatistiklere bakmak gerekiyor ki, bu konu hem zordur hem de saptanması kolay değildir. İstatistikler genellikle oyunun hücum tarafıyla ilgilenmektedir ve savunmada daha çok kalıp maçı kazanan takımın defansif yetkinliği ve oyuncularının doğru hamleleriyle, doğru organizasyonuyla pek ilgilenmez.

Peki, kazanan takım nasıl haklı oluyor?

Kötü oynayıp kazanma yanılgısının karşısına da, “kazanan takım haklıdır” yargısını koyarız ki, bu daha doğru gibi gelmektedir bana. Kazanan takım mutlaka görünmesi zor derin istatistiklerde doğru hamleler yapmıştır. Savunmada rakiplerinin şut çekme, duvar pası yapma, defansın içine sızma eylemlerine sınır koymuştur.

Kendi oyun anlayışıyla maça başlayıp işler yolunda gitmediği anda küçük gözlemlerle farklılıklar yaratmak, oyun içinde yeni alanlar yaratıp yeni sınırlara dayanarak tutarlı bağlantılar kurmak ilk bakışta dikkat çekmez ancak sizin kötü gördüğünüz takımın kazanma yolundaki iyi girişimleri olabilir. Kazanan takım düşünsel olarak daha sağlamdır ki bu da fizik mücadeleye önemli katkı yapar.

23 Ekim 2021, Cumartesi 11:33
YAZININ DEVAMI

‘’Sergen Yalçın dökülüyor!‘’

Bugün Beşiktaş’ın Sporting ile Şampiyonlar Ligi karşılaşması var. Hiç kuşku yok ki bu maç öncesinde bütün Beşiktaşlılar takımları hakkında iyi şeyler duymak isterler, buna hakları da var. Ancak ve ne yazık ki, Beşiktaş teknik direktörü buna izin vermiyor.

Sivasspor maçında topa vurduğu için hakem tarafından tribüne gönderilen Yalçın aslında büyük bir cezadan kurtuldu. Çünkü topa vurmadan önce ettiği küfrü dudak okuyarak ince eleyip sık dokuyarak saptamaya ihtiyaç yoktu. Bütün izleyicilerin açıkça görüp tespit ettiği ağır küfrü yetkililer görmedi, ya da görmek işlerine gelmedi.

Bir maçlık cezasını Başakşehir karşılaşmasında çektikten sonra ligde takımının yedek kulübesindeki yerini alacak. Sergen Yalçın’ın, yedek kulübesindeki yerini almasının takımına ne kadar yararlı olacağı tartışma konusudur. Çünkü Yalçın sadece kulübede değil, yedek kulübesinin dışında da dökülüyor. Bilindiği gibi “dökülmek” futbolda formsuzluğu, iyi oynamamayı anlatan bir mahalle arası sözcüktür.

Yalçın öğretemiyor ama öğrenim ömür boyu sürüyor

Beşiktaş teknik direktörü daha önce “ben futbolcuya gol atmayı öğretemem” dedi. Oysa eğitim bilimi derki, eğitim belli bir dönemde öğrenim ise ömür boyu sürer. Yalçın forvetlerine gol atmayı öğretemiyorsa, defans oyuncularına savunma yapmayı hiç öğretemez. Çünkü kendisi ömründe bir kez olsun savunma yaparak oynamadı. Bu söylemin anlamı şudur “benim futbolcularım sahada bildikleri gibi oynarlar.”

Nitekim Beşiktaşlı futbolcuların kafalarına göre, bildikleri gibi oynadıklarının bir örneğini Başakşehir karşılaşmasında Güven Yalçın’ın hesapsız kitapsız, bilgisiz ve amaçsız çektiği şutlardan gördük. Bir pozisyonda Rıdvan Yılmaz 40 metre civarında bir depar atarak sol taraftan arkasına bindirme yaptı. Ama o arkadaşının koşusunu tamamlamasını beklemeden şutunu çekti. Rıdvan iki kolunu yana açarak geriye döndü.

Beşiktaş’ın elinde kalan sadece futbol şansı!

Futbolcusuna gol atmayı öğretemeyeceğini söyleyen bir teknik adam büyük olasılıkla maçtan sonra Güven Yalçın’a ne yaptığını ve ne yapması gerektiğini de anlatmamıştır.

Teknik direktör ben gol atmasını öğretemem diyorsa oyuncu da “ne yapayım teknik adam öğretemiyorsa ben de deneyip yanılarak öğrenmeye çalışırım” diye düşünmez mi?

Sergen Yalçın’ın döküldüğünün bir örneğini de bu akşam oynanacak Sportif maçı öncesinde söylediklerinden anlamak mümkün. Sporting’e karşı nasıl bir performans ortaya koyacaklarını ve maçı kazanıp kazanamayacakları konusunda bilgisi olmadığını da söyledi Yalçın.

Doğrusunu isterseniz böylesi birçok konuyu bilmediğini açıklayan bir teknik direktöre ilk kez tanık oluyoruz. Ve bu çalıştırıcı Beşiktaş teknik direktörü! Ne diyelim? Hiç inanmadığım bir dilekle yazıyı bitirelim: Bu akşam Sporting karşısında Futbol şansı Beşiktaş’ın yanında olsun…

19 Ekim 2021, Salı 12:25
YAZININ DEVAMI

‘’Futbolda birlikte oynamanın önemi…‘’

Türkiye Ulusal Futbol Takımı tarihinin en önemli başarılarını ne zaman ve nasıl edindi. Sorunun yanıtını yaşı uygun olan herkes bilir. 2002 Kore-Japonya’da yapılan Dünya Kupası’nda ve 2008 Avrupa Şampiyonası’nda üçüncülük.

Peki, bu takımlar nasıl oluşturuldu? Piontek’in belirlediği genç oyuncuları Fatih Terim Galatasaray’da topladı. O oyuncular dört yıl üst üste şampiyonluk kazanıp bir de Avrupa kupası edindi. İskeleti Galatasaray’dan kurulan takım Dünya Kupası üçüncüsü oldu.

2008’de Avrupa üçüncüsü olan takımda ise 20 oyuncu U13’den U21’e kadar birlikte oynamışlar. Bu 23 kişilik kadronun içine dışarıdan sadece Kolin Kazım, Mehmet Auerlio ve Hakan Balta monte edilmiş. Hakan Balta’da Almanya’dan gelmiş. Sadece Tümer Metin altyapı takımlarında görülememiş, direk A Ulusal takıma alınmış.

Gençler neden başarılı olur?

Bir arada uzun süre birlikte oynayan genç futbolcular neden başarılı oluyor? Genç oyuncuların kafasında daha az yerleşik düşünce oluyor. Dolayısıyla daha uysal ve daha korkusuzlar. Gelecek hesabı yapmaz, ileride yaşanabilecek olumsuzluklardan ve kaygılardan etkilenmezler.

Küçük yaştan itibaren birlikte oynamaya alışmış olan oyuncular birbirlerini daha iyi anlıyor, organik olarak birlikte büyüdükleri için birbirlerinin sıra dışı özelliklerine uyum gösterebiliyorlar. Biri öne çıktığında diğeri arkasını kolluyor; pozisyon değişimleri akıcı, neredeyse bilinçaltı dürtüleriyle gerçekleşiyor. Böylesine otomatik hale gelmiş bir futbol ancak derin bir karşılıklı anlayıştan kaynaklanabilir. Bu da en kolay genç yaşta ortaya çıkabilir.

Avrupa Şampiyonası’nda gençler neden başarılı olamadı?

2002 ve 2008’de kazanılan uluslararası başarı bu satırlarla dile getirmeye çalıştığım “öğrenilmiş futbolu” bize anlatmıştır ama ne yazık ki anlamaya çalışan çok azdır. Beşiktaş ve Trabzonspor’un zamanında altyapılarla edindiği başarılar da genç oyuncuların önemini hep vurgulamaktadır.

Peki, Avrupa Şampiyonası’na giden genç oyuncularımız neden başarılı olamadı? Bu arada, bugünkü Ulusal takımla ilgili bir düzeltme yapmam gerekiyor. Bugünkü ekibe Cumhuriyet tarihinin en iyi kadrosu demiştim. Sözümün arkasındayım. Ancak en iyi takımı değil. Çünkü bizim çocukları tek tek topladığınız zaman büyük bir değer ortaya çıkıyor. Ne var ki o değeri işleyip “takım” haline getirecek bir teknik adama sahip değildik.

Adım gibi biliyorum ki bugünkü kadronun yarıdan fazlası Şenol Güneş’e güvenmiyordu. Letonya yengisinden sonra başta teknik adamlar olmak üzere futbolcuların çılgın bir sevinç gösterisi yapmalarının altında yatan gerçek de bu olsa gerek.

Bir anımsatma daha; 2010 Dünya Kupası’nda şampiyon olan İspanya’nın 23 kişilik kadrosunun 20’si La Liga’da oynuyordu. Takımın iskeleti Cruyff’un kurduğu Barcelona’nın futbol okulundan yetişmişti.

14 Ekim 2021, Perşembe 12:41
YAZININ DEVAMI

‘’Stefan Kuntz'un gözyaşları!‘’

Letonya ile oynadığımız Ulusal maçın uzatma dakikalarının sonunda atılan penaltı golünden sonra yaşanılanların abartı ötesi bir davranış olduğunu baştan söylemeliyim. Teknik direktör Stefan Kuıntz’dan futbolculara ve yedek oyunculara kadar, anlaşılması zor olan garip sevinç gösterilerini nereye koyup nasıl yorumlayacağımı bilemedim.

Böylesi abartı ötesi sevinç gösterileri sırasında aklıma hemen şu soru gelir: Kuntz ve ekibi gruptan çıkıp Katar’da dünya şampiyonu olursa ne yapacaklar? Bundan daha büyük sevinç gösterisi nasıl olur?

Letonya beraberliği korumak için kapanmasa…

Öte yandan izlediğim filmler bir yana ağlayan bir Alman’a ilk kez tanık oldum. Üstelik maçta insanı ağlatabilecek bir değer ortaya koyan futbol yetkinliği de yoktu. Letonya, beraberliği korumak için savunmaya kapanmasa sonucun bizim lehimize olacağını kestirmek de güç.

Grupta daha önce oynayıp farklı öne geçtiğimiz maçların tümünde yaşadığımız puan kayıpları da, Letonya’nın düştüğü hatanın benzeri olarak belleklerimizde kaldı. 4-2 kazandığımız ilk Hollanda maçında da 3-0’dan sonra Şenol Güneş skoru korumak için Caner Erkin’i oyuna aldıktan sonra skor 3-2 ye geldi. Burak Yılmaz’ın serbest vuruştan attığı gol olmasa sonucun nereye varacağı belli değildi.

Kuntz U21 şampiyonluklarından sonra da ağladı mı?

Kuntz’un gözyaşlarını duygusal bir patlamaya bağlamak da doğru değil. Benim gibi çok sık duygusal patlamalar yaşayan, çocukluğumdan beri defalarca izlediğim dramatik Türk filmlerini bugün izlediğim zaman bile gözyaşlarını tutamayan biri olarak Kuntz’a bir anlam veremedim. Sinemada izlediğim “Babam ve Oğlum” filminde kaç mendili ıslattığımı ise unuttum!

Daum’un ulusal marşımızı yalan yanlış okuması anlaşılırdır, onun kişiliğine uygundu. Ancak Stefan Kuntz’un ortada hiçbir şey yokken, kazanılmış üç puanın dışında oynanan oyunun umut vermediği bir durumda ağlamasını bir yere koyamadım.

Benim gibi gözü yaşlı biri Galatasaray’ın Avrupa Şampiyonu olduğu Kopenhag’daki maçı yerinde izlemesine karşın ağlamadı. Futbol tarihimizde ilk kez Avrupa Şampiyonu olan Galatasaray ile birlikte olmanın sevincini, onurunu, gururunu yaşadım ama ağlamadım. Kuntz, Alman U21 takımlarında iki kez dünya şampiyonu oldu. Merak ediyorum o zaman da ağladı mı? Eğer ağlamadıysa bu Kuntz’da bir iş var! Ya bildiğimiz Almanlardan değil ya da Alman değil!

13 Ekim 2021, Çarşamba 13:01
YAZININ DEVAMI

‘’Daha önce neredeydin Hamit Altıntop?‘’

Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Ulusal takımın İtalya karşısında ortaya koyduğu futbolu gördükten sonra bu köşede çırpınıp durduk. Ne diye? Özetle bu takımın bir oyun anlayışı, oyun düzeni, futbol mantığı yok, Şenol Güneş derhal görevden alınmalıdır diye…

Norveç maçından kazanılamayan galibiyetten sonra ise play off umudunu da büyük olasılıkla yitiren Ulusal takım için Hamit Altıntop “bu takım altı ay içinde inanılmaz kan kaybetmiş” dedi. Yıllardır anlamadığım konuların başında bu gibi konuşmalar gelir. Yani sonucu gördükten sonra tespitte bulunmak…

Oysa yöneticilerin görevi testi kırılmadan önlem almak, yol göstermektir. Hamit Altıntop Ulusal takım sorumluluğunu yeni üstlendi ama bu federasyon göreve geldiği günden beri yöneticilik yapmaktadır. Takımın kötü gidişatına müdahale etmek için birinci derecede sorumlu olmak şart mıdır?

Altıntop, Güneş ile görüştüğünde neler konuşuldu?

Şenol Güneş zaman zaman Hamit Altıntop ile görüştüğünü söylemişti. O görüşmelerde neler konuşuluyordu, Şenol Hoca uyarılıyor muydu, ona farklı bir yol mu gösteriliyordu? Yoksa Güneş anlatıyor Altıntop da dinleyip onay mı veriyordu?

Neyse, geride kalanları unutmamak ama geçmişe de takılıp kalmamak gerekir. Stefan Kuntz’un ilk maçında Hamit Altıntop’un yol göstericiliğinde bir takım seçip sahaya çıkarttığını biliyoruz. Zaten dibe vurmuş bir takımın bundan daha alt seviyeye ineceğini sanmıyorum. Bu nedenle yakın gelecekte çıkışa geçeceğini söyleyebilirim. Bunun mesajlarını da gördük.

İleride baskı önemlidir ama…

Ulusal takım, Şenol Güneş’in oynattığı karmaşık futboldan düzenli oyuna geçiş yapabileceğini gösterdi Norveç karşısında. Çok uzun zamandır ileride baskı yapan bir Ulusal takım izlememiştik. Norveç maçında bu baskının bir kısmını gördük, gol de bu baskı sonucu kazanılan topla atıldı.

Ancak rakip sahaya yerleşip modern anlamda baskı yapmak ve bu baskıyı uzun süre devam ettirmek için üstün fiziksel özellikler gereklidir. Ulusal takımın fizik olarak çok geriye gittiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Bir basit örnek bu gerçeği gözler önüne serebilir.

Yusuf Yazıcı’nın çektiği şutlar

Oyunun son bölümlerinde maça dahil olan Yusuf Yazıcı rakip ceza alanının çevresinden iki şut çekti. Şutların ikisi de birkaç kale boyu yukarıdan gitti. Böyle vuruşlar futbolcunun kas kuvvetinin yetersizliğinden kaynaklanır.

Kaslar güçsüz olduğundan vuruş anında ayak bileği kilitlenemez(sabitlenemez) ve doğru vuruş tekniği de uygulanamaz.

Bizim futbol dünyamız çalışarak, gayret ederek, emek vererek var olunabileceğinden daha çok inanarak işleri yürütmeyi öncelikli hale getirmiştir. Bu bağlamda mental güce fiziksel güçten daha fazla önem verilir.

Oysa güçlü bir fizik yeterince mental yeterlilik yaratabilir. Rakiplerle fiziksel olarak baş edebilmek kaybolan özgüveni de yerine getirebilecektir.

Burak ve Caner’e hizmetleri için teşekkür edilmeli

Bilim ve esinlenme gerçeğe giden yolun sonunda doğruya ulaşmanın iki şaşmaz kılavuzudur. Hamit Altıntop’un söyledikleri arasında benim için en kıymetli olan bilimden yararlanarak eğitime önem verecekleridir. Teknik adam eğitimini yeniden ele alıp planlama yapacaklarını söylemesi de değerlidir.

Eğer bu hamleler ahbap çavuş ilişkilerinden arındırılıp iş gerçekten ehline verilerek yapılırsa Stefan Kuntz’un eli de güçlenmiş olur. Bu arada Kuntz’un kısa süre içinde yapacağı ilk iş takımı Burak Yılmaz ve Caner Erkin’den kurtarmaktır.

Norveç’ten yenilen gol sırasında Caner’in durumunu ve Burak Yılmaz’ın neredeyse kendine çelme takarak düşüp penaltı almak isteğini hepiniz görmüşsünüzdür. Maçtan sonra konuştuğum futbolseverlerin hiçbiri beraberliğe ya da Dünya Kupası finallerine gidememeye üzülmediklerini söylediler.

Ancak Burak’ın hareketinin herkesin yüzünü kızarttığını düşünüyorlar. Gerçekten de kendi ligimizde bu tür hareketlerin üstünü bir şekilde örtebiliyoruz ama uluslararası alanlarda gerçekten hiç hoş durmuyor…

10 Ekim 2021, Pazar 10:57
YAZININ DEVAMI

‘’Yüzyıllık sorunlar nasıl çözülür?‘’

Bu akşam Katar’da yapılacak olan 2022 Dünya Kupası finallerinin eleme maçlarına yeni bir umutla başlıyoruz. Aslında ilk karşılaşmalarda edindiğimiz galibiyetlerle grubun favorileri arasına girsek de, bugün artık ikinci olabilir miyiz düşüncesinin peşine takılmış durumdayız.

Türkiye’de futbol oynadığı günlerin üzerinden çok zaman geçmesine karşın ülkemizin genel mantalitesi hakkında fikir sahibi olduğunu düşündüğüm Stefan Kuntz ile yapılacak yeni başlangıç mutlaka farklı olmalıdır. Alman teknik adam öncelikli olarak mutlaka yapılanmaya önem vermelidir. Rekabet sürecek ama yapılanma öne alınacak.

Cumhuriyetimiz henüz yüzüncü yılına ulaşmadı ama bu topraklarda yüz yıldan fazla bir süredir futbol oynanıyor. Ancak sorunlar bir türlü giderilemiyor.

Eski yöntemlerle sorunlar çözülemez

Futboldaki sorunlarla yüz yıldan uzun bir süre boyunca başa çıkılamamışsa, o sorunların eski yöntemler ve eski kurallara göre toplanan verilerle de çözülmesi beklenemez. Baştan sona farklı bir futbol modeli oluşturmamız zorunlu hale gelmiştir.

Bu farklı modeli oluşturmakta rehber daima bilimsel veriler olmalıdır. Futbol söz konusu olduğunda çoğunluk futbol ailesinin bir arada olduğunu söyler.

Oysa bu bir arada ve birleşik olmak sözde kalmaktadır, içselleştirilememiştir. Futbol dünyasının büyük bir aile olmadığını hatta bölünmüş, parçalara ayrılmış olduğunu futbol iklimindeki çekişmelerden, karmaşadan hatta kavgalardan anlıyoruz.

Gerçek birleştirici bilimdir

Bilimsel verilerin öncülük ettiği yeni bir model derken güvencemiz bilimin gerçek anlamda birleştirici olmasıdır. Bilim öğretir, geliştirir ve birleştirir.

Ne kadar çok şey öğrenirsek o denli çok bilinmeyene komşu oluruz, böylece daha fazla çalışmanın gerekliliğini fark ederiz. Bilim, nesnel bilgilerin peşinde amansız bir kovalamaca değildir, yaratıcı bir insan etkinliğidir.

Yüz yılı aşkın bir zamandır futbol oynanan bir ülkede daha önce uygulanan programlar neden işe yaramadı? Çünkü harcanan para ile gösterilen çaba arasında ters orantı vardır.

Gayret, çaba ve çalışma paranın önüne alınmalıdır

Para harcanınca her şeyin yerli yerine oturacağını sanıyor, gayreti, çabayı, daha çok çalışmayı bir kenara bırakıp örgütlenme ve organizasyondan yolumuzu ayırıyoruz. Hiç kuşku yok ki bilimin öncülüğünde köklü bir toplumsal ve ekonomik dönüşüme gitmeden yüz yıllık sorunlar çözülemez.

Türkiye’de insanlar ihtiyaçlarını çalışarak, emek harcayarak değil konuşarak çözebileceklerine alıştırıldılar. Kanımca işe buradan başlamak, inanmak yerine bilmek aşamasına geçmek gerekir.

08 Ekim 2021, Cuma 17:23
YAZININ DEVAMI

‘’Stefan Kuntz'un seçimi!‘’

Demokrasisi güçlü, insan ilişkilerinde akrabalık, kan bağı ve yakınlık gibi feodal bağları kopardığına inandığımız Almanya’da önemli görevlere hak edenler getirilir büyük olasılıkla. Bu bağlamda Ulusal takımın yeni teknik direktörü Stefan Kuntz ülkemiz futbolunun geleceği için önemli bir seçimdir.

Bizim futbol dünyamızda herkesin gözü üstyapılarda olduğu halde Almanlar için daha önemlisi altyapılardır. Dolayısıyla altyapılarda görev verdikleri hocalar Alman futbolunun geleceğine en önemli yatırımdır. Bu bağlamda Stefan Kuntz’dan günü kurtarmak yerine geleceği kurmasını beklersek başarılı olabiliriz. Ancak geleceği kurmanın tek başına bir teknik adamın işi olmadığını unutmadan…

Şenol Güneş mi yoksa Stefan Kuntz mu haklı?

Ne var ki Alman teknik adam Norveç ve Letonya karşılaşmaları için A Milli takım seçiminde hanesine bir eksi yazdırdı. Önceki teknik direktör Şenol Güneş’in “yavaş” olduğu gerekçesiyle takıma almadığı, ülkemizin son şampiyonu Beşiktaş’ın teknik direktörü Sergen Yalçın’ın hakkında “hangi yeteneği var” dediği Caner Erkin’i yeniden kadroya alması, Halil Dervişoğlu’nu ise görmezden gelmesi nasıl açıklanabilir? Kim haklı? Şenol Güneş ve Sergen Yalçın mı yoksa Stefan Kuntz mu?

Gerçi Alman teknik adamın henüz futbolumuza ve dolayısıyla Ulusal takıma tam egemen olduğu söylenemez. Hatta bu kadroyu kendisinin seçtiği bile kuşkuludur.

Yaklaşık iki hafta içinde izlediği maçlarda yabancı futbolcuların arasına serpiştirilmiş üçer Türk’e dikkat kesilmek kolay değildir. Yanına aldığı yardımcıları da yabancı ve ülkemiz futbolunu yeterince tanımıyorlar.

Halil Dervişoğlu neden kadroya alınmadı?

O zaman sormak gerekir; Caner Erkin’i kadroya alıp Halil Dervişoğlu’nu dışarıda bırakmak kimin fikridir?

O Halil Dervişoğlu ki, Cebeli Tarık karşısında neredeyse bunalıma girmiş olan Ulusal takıma galibiyetin kapısını aralayan golü atmış, Hollanda karşısında kazanılan tek sayıyı rakip kaleci ve savunmaya yaptığı pres sonucunda neredeyse tek başına yaratmıştı.

İlk gördüğüm günden bu yana “ayak bileklerinde Cruyff esintileri var” dediğim Halil ülkemiz futbolunun on yılına damgasını vuracak bir oyuncu iken Ulusal takıma çağrılmaması kimin seçimidir?

Ülkemiz Liginin şampiyonu Beşiktaş’ın kalecisi Ersin varken Sinan Bolat’ın seçilmesi de yine bir seçim yanlışlığı olsa gerek.

05 Ekim 2021, Salı 11:40
YAZININ DEVAMI

‘’Vitor Pereira yanlış mı anlaşıldı?‘’

Örneğin üçlü savunma anlayışıyla oynayarak kaybettiği karşılaşmadan sonra “maç başladıktan itibaren sistem ve taktik birbirine karışır” demiş. Portekizli hocanın söylediği teknik bir yorumdur. Ancak bu noktada bir tercüme hatası olduğunu düşünüyorum.

Gazeteciler neden sormuyor?

Ya da sistem ile taktiğin neden birbirine karıştığı açıklayıcı bilgiler verilmeye muhtaçtır. Pereira açıklamıyorsa basın toplantısına katılan gazeteciler sormak durumundadırlar.

Çünkü sistem ve taktik birbirine karışmaz. Hoca “oyunun başlangıcında gördüğünüz dizilişler(sistem) maç başladıktan sonra değişir. Üçlü savunma zaman zaman beşli de olabilir” anlamında açıklama yapmıştır. Nitekim Fenerbahçe Olimpiyakos’tan yediği üç gol esnasında da savunmada 6-7 oyuncusu vardı.

Olimpiyakos, Fenerbahçe kalecisi Altay’dan dönen toplarda ceza alanı çevresini çok etkili bir şekilde kontrol edip goller atmasına karşın sarı lacivertliler savunma organizasyonu yapamayıp defansta kümelendiler sadece.

Hoca istemedikçe futbolcular taktik değiştiremez

Medyada birçok arkadaşımız konuşurken ya da yazarken sistem ile taktiği aynı anlamda kullanıyorlar. Bu da kavram karmaşası yaratıyor. Pereira sistemle taktik birbirine karışıyor diyecek kadar bilgisiz olamaz.

Bir takım taktik konularda karmaşa yaşarsa bu hocadan kaynaklanır. Kurduğu taktik anlayışın uygulanmasında sorun var demektir. Hoca istemedikçe taktik anlayışta bırakın karmaşa yaşamayı değişiklik bile yapılamaz. Oyunun başında yenilen bir golden sonra taktik disiplinden kopmak ise kabul edilemez.

Her futbolcu bireysel, grupsal ve takım taktiklerine üst düzeyde bir disiplin anlayışıyla bağlı kalmak zorundadır. Bir futbolcu takımın her şeyi değil sadece bir parçasıdır. Bu anlayış içselleştirilemezse taktikler doğru uygulanamaz.

01 Ekim 2021, Cuma 13:27
YAZININ DEVAMI