‘’Sergen Yalçın'ın çaresizliği‘’
Geçen yıl Sergen Yalçın’ın yerine hoca aranırken transfer edilen Aboubakar ve üç arkadaşıyla çıkışa geçen Beşiktaş’ta herkesin yüzünde güller açmaya başlamıştı. Gitti gidecek derken başındaki kara bulutlar dağılan Sergen Yalçın kendine gelmiş, takım kazandıkça özgüveni yükselmişti.
Öyle ki bir sene önce tam da ligin bu haftalarına denk düşen bir dönemde Sergen Yalçın, Hürriyet gazetesinden İsmail Er ile geçekleştirdiği söyleşide “kitap mitap okumam, oyunu okurum” demişti. Hep söylerim, bugünün futbolunun içinde toplumun önüne çıkmış insanlar söylediklerine dikkat etmeliler.
Futbol herkesi ters köşeye yatırabilir
Çünkü futbol insanların söylediklerini çürütmek, üzerinden çok zaman geçmeden, futbol deyimiyle söz sahiplerini ters köşeye yatırmak konusunda inanılmaz bir özelliğe sahiptir. Futbol, günü, yeri ve zamanı geldiğinde herkesi yanıltır!
Zamanında ismet Paşa(İnönü) “Ağızdan çıkan söz aynı tüpten çıkan macun gibidir, bir daha geri koyamazsınız” demişti. Gerçi daha sonra oğlu Prof.Dr. Erdal İnönü tüpten çıkan diş macununu tekrar yerine konulabileceğini kanıtlamıştı ama ağızdan çıkan söz için henüz böyle bir gelişme olmadı. Ancak ağızdan çıkan sözlerin yanlışlığı ortaya çıkınca sözünü geri alma, özür dileme gibi bilenen en basit nezaket kuralları vardır.
Teknik ekip çaresiz kalır mı?
Ne var ki, Sergen Yalçın’dan henüz yanlışından dönme gibi bir erdeme doğru adım atmanın ipuçlarını bile göremedik. Oyunu okumakta iddialı olan Yalçın son oynanan Alanyaspor maçından sonra hiçbir şeyi anlamadığını, kendilerini çaresizce oturan bir teknik ekip olarak görmenin sıkıntılarını dile getirdi.
Yani, özetle, bir yıl içinde oyun okumaktan çaresiz kalmaya varan bir yolculuk. Onca transfer ve takıma takviyeden sonra gelinen nokta, teknik direktörün bu olanlardan sonra sorumluluk almaktan kaçması…
Bu da bizim futbol kültürümüzde çok görülen bir anlayış değil. Sonuçlar ne olursa olsun teknik direktörler hep sorumluluğu kendilerinde toplamışlardır. Çünkü teknik kadroyu oluşturup, futbolcuları takıma alan teknik adamdır.
Takımda Aboubakar gibi bir “köşe taşı” yok!
Geçen sezon başında işler kötü giderken yapılan transferlere ilişkin bir soruya “bunu yönetime sorun demişti”. Acaba bu sene de benzer şeyler mi oldu ki, Sergen Yalçın sorumluluktan kaçıyor? Bence Sergen Yalçın’ın en önemli sorunu bu yılki Beşiktaş’ta Aboubakar gibi bir “köşe taşı” bulamaması.
Blokları ya da duvarları birbirine yapıştıran, binayı dengeleyen, sağlamlaştıran, üstüne konulacak ağırlıkları taşıyabilen bir yapıdan yoksun olması. Köşe taşı yerine normal duvar taşlarını köşe taşı diye kullanırsanız elinizdeki yapı sarsıntılara uzun süre dayanmaz. Dolayısıyla bu durumdan şikayetçi olacak en son kişi de siz olmalısınız…
‘’Stefan Kuntz'un disiplin anlayışı!‘’
Ulusal takımımızın teknik direktörü Stefan Kuntz’un medya mensupları ile Riva’da yaptığı toplantıdan sonra Alman hocanın basına yansıyan görüşlerinin beni düş kırıklığına uğrattığını peşinen söylemeliyim.
Zayıf bir takım olarak bilinen Cebeli Tarık’a altı gol atılması küçümsenmemelidir. Bu galibiyet değerlidir. Çünkü içinde bulunduğumuz hassas dönem göz önüne alındığında, bugünün futbol dünyasında bazen mahalle arasında bile altı gol atamazsınız.
Ancak yapılanı da göklere çıkartmanın bir anlamı yok! Böyle şatafatlı galibiyetlerin arkasından teknik ekibin yaptıklarıyla direkt bağlantı kurmak gazetecilik açısından anlamlı olsa da mesleki açıdan çok değerli değil!
Kutz’un uygulamaları yeni değil
Çünkü Kuntz’un maçlardan önce yaptıklarının hiçbirinin yenilik olmadığını bilenler bilir. Yemeklere Burak Yılmaz’ın komutlarıyla başlayıp onun emriyle sofradan kalkılması, Alman hocanın maçlar öncesinde gruplar halinde toplantı yapması 50-60 yıl önce de uygulanırdı.
Birlikte yemek yemek, birlikte hareket etmenin uzun yıllar önce grup dinamiği ve disiplin açısından az da olsa önemi vardı ama bugün ne kadar değer taşıdığı soru işaretidir. Çünkü bu tür davranışlar ve uygulamalar neredeyse askeriyede bile kalmadı!
Evet, Almanların disipline ne denli önem verdiklerini biliriz. Hatta ulusal simgelerinin “Orman” ve “Ordu” olduğunu da biliriz. “Ordu gibi disiplinli, orman gibi bir arada” sloganı Almanları anlatır. Almanlar uygun adım yürüyen bir ordu gibidir.
Başkaları için sıkıcı gelen bu disiplin anlayışı Alman için yaşamın ihtişamıdır. Çoğu insan ormanda yalnız kaldığında korkar en azından ürperir ama Alman kendini güvende hisseder. Orman romantizmi Almanların şiir ve şarkılarına da yansımıştır.
Kuntz henüz kendini güvende hissetmiyor!
Ormanda kendini güvende hisseden Alman belli ki bizim aramızda aynı güven duygusunu bulamadı! Kuntz’un uygulamalarından anladığım budur. Kos koca bir ülkenin Ulusal takımının oyun yapısını bozduğu açık olan Burak Yılmaz ve Caner Erkin ile yola devam edip Rıdvan Yılmaz ve Halil Dervişoğlu’na dört elle sarılmaması eldeki hammaddenin işlenmesinde zaman yitirmek anlamını taşıdığı halde bunu görmüyor. Nede olsa o da eski bir futbolcu ve deneyimli oyuncuları takımın dışında bırakmanın getireceği sıkıntıları biliyor.
İşler iyi giderken sorunlara, eksikliklere dikkat kesilmek, sorunları görebilmek sadece futbolda değil topluluklarda ve toplumsal yaşamda da hayatın gidişatına amaca doğru vermek demektir. Yıllardır hep yazıp duruyorum; önemli olan pırıl pırıl gökyüzünde fırtınayı görebilmektir.
Gençleri kazanmak için bir turnuvayı kaybetmeyi göze alabilmek…
Kişisel olarak ben, Letonya’yı yendikten sonra gözyaşı döken bir hocadansa Rıdvan, Kerem, Halil, Berkan ve Barış Alper gibi gençleri kazanmak için bir büyük turnuvayı kaybetmeyi göze alabilen hocalardan yanayım.
Kuntz, bugün gelinen noktada bile Burak Yılmaz’ın takıma verdiği zararı göremiyor. Bu zarar Burak’ın takıma verdiği komutlardan bile daha fazladır. Cebeli Tarık karşılaşmasında bir pozisyonda Halil Dervişoğlu üç metreden topu kafa ile kaleye vuracağına arkadaki Burak’a indirdi.
Top kaleye yüzü dönük Kerem’in önüne düştü ancak sırtı kaleye dönük olan Burak topa müdahale ederek onun golü atmasına da engel oldu. Bu durum bizim zamanımızda da aynıydı. Hiç değişmedi! Genç oyuncular büyüklerden çekinir. Geçmişte bu yüzden takımdan koparılan gençler bilirim.
Kuntz takımı emir kumanda ile değil, bilgi ile yönetmeli
Alman hoca, takımın yemeklerdeki emir kumandasını Burak Yılmaz’a vereceğine onun neden bu kadar çok ofsayta düştüğünün nedenlerini araştırıp öğrensin, Caner Erkin’in “doldur boşalt” anlayışının bize kaybettirdiklerini görebilsin.
Ben ona yardımcı olayım! Burak Yılmaz’ın vücut kütlesi ağır olduğundan ilk çıkışları zayıftır. Rakiplerine üstünlük sağlamak için önceden devinmek, hareketlenmek zorundadır. Bu da onu Avrupa’daki forvetlerin içinde en fazla ofsayta düşen oyuncu konumuna getiriyor. Vücut devindikten sonra devrini bulduğundan hızlanabiliyor ancak çıkıştaki ağırlığın üstesinden gelemediği için ofsayttan kurtulamıyor.
Stefan Kuntz’dan beklentimiz, takımı emir kumanda ile değil de bilgi ile yönetmesidir. Bilgi eksikleri giderir, geliştirir, yetiştirir, grup dinamiğini pekiştirir, adaleti sağlar, insanları geliştirdiğinden güven ortamı yaratıp başarıya giden yolu aydınlatır. Özetin özeti bilgi güçtür…
‘’Atatürk ne istedi, biz ne yapıyoruz?‘’
Atatürk sadece bir dahi, lider, büyük bir devlet adamı değil aynı zamanda dünyayı, dünya haritalarını, dünya coğrafyalarını değiştiren 20. yüzyılın tek adamıdır. Çanakkale savaşında henüz Kurmay Yarbay rütbesinde iken o yıllarda Düvel-i Muazzam denilen dünyanın en muazzam devletleri olan İngiltere ve Fransa’yı yenerek tarihin akışını değiştirdi.
Eğer bu devletleri yenmese Çanakkale Boğazı’ndan Karadeniz’e ulaşacaklar ve Rusya’da süren iç savaşa müdahale ederek hem birinci dünya savaşını sonlandıracak hem de Çarlık Rusya Devleti’nin devamını sağlayacaklardı. Atatürk onları Çanakkale’den geçirmeyerek Sovyet Devleti’nin kurulmasının yolunu açtı.
İstanbul ve Anadolu’nun büyük bir bölümü işgal altındayken Muazzam devletleri tekrar yenerek Türkiye Cumhuriyet’ini kurdu. Dünya halklarının umudu oldu. Onun büyük başarısı işgal altındaki devletlerin özgürlüğüne kavuşmasının koşullarını hazırladı. Hindistan İngiliz işgalinden, Cezayir Fransız baskısından böyle kurtuldu.
Önce kendi halkına güvendi
Atatürk bu büyük başarıları kazanırken bir tek dayanağı vardı, Anadolu halkı. Kurduğu cumhuriyetin ayakta kalıp başarılı olması için ne yapmak gerektiğini çok iyi biliyordu. Toplumun en altına, hücrelerine inip yatırımı oralara yapacaktı. Alta yapılan yatırım görünmezdi ama devleti ayağa kaldıracaktı.
Totaliter, baskıcı rejimlerin liderleri gibi üstyapıya yatırım yapıp şatafatlı işler peşinde koşarak umut ticareti yapmadı. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Halkevleri gibi halkı aşağıdan yukarıya doğru geliştirecek, kültür devrimini gerçekleştirecek hamleler yaparken sporu da ihmal etmedi.
Önce çocuklar ve gençler sonra milli sporcu
1923’deki Bilim Kurulu’ndaki konuşmasında spordaki hedefi gösterdi: “Türk Milli Eğitimi’nin görevi öncelikle çocukların, gençlerin ve her yaştan Türk insanının beden talimini düzenlemek, sonra milli sporcular yetiştirmektir.”
Bugün bizim gibi antik kaplumbağaların altyapı, öz kaynak diye çırpınmasının nedeni işte budur. Atatürk’ün söylediklerinin farkında olmak, 1923’de söyledikleri gelişmiş bütün dünya ülkeleri tarafından uygulandığı halde bizde bugün bile anlaşılamamış olmaması manidardır.
“Çocukların ve gençlerin beden talimi” yeterince anlam kazanmış olsa zaten çığ gibi milli sporcu yetiştirebiliriz. Oysa biz üçgeni tersine çevirip geniş taban yerine küçücük tavana yatırım yapıyoruz. Ülke sporunu ve futbolunu yönetenler dört futbol takımının peşine takılıp, biraz da milli takımla ilgilenerek ülkenin gerçek öz kaynaklarının, bizi başarıya götürecek değerlerin atıl kalmasına hatta yok olmasına neden oluyorlar.
Stefans Kuntz bile bir maç kazanmanın peşinde
Ülke futbolunu aşağıdan yukarıya yeniden organize etmek için getirdiğimiz Alman teknik adam Stefan Kuntz bile “ilk hedefimiz Cebeli Tarık ve Karadağ maçlarını kazanmaktır” diyor. Kazansanız ne olacak? Daha önce kazandık da ne oldu? Avrupa şampiyonasından sıfır puanla döndük.
Kanımca biri Stefan Kuntz’a Atatürk’ü anlatsın. Onun 1923’de “Muhterem Valiler, Belediye Başkanları en ufak mezradan en büyük şehirlere kadar spor tesisleri kurun ve bunlara muazzam bütçeler ayırarak beş yıllık planlarla bakım ve onarımını yaptırınız” dediğini de Kuntz’a söylesin. Zararı olmaz, yararı olacağından eminim.
Bir insan dünyanın yazgısını değiştiriyor, yeni bir ülke kuruyor ama bu ülkenin futbol yöneticileri futbolumuzu bırakın yönettikleri kulüplerin kaderini değiştiremiyor. Ne yazık! Büyük Öke Atatürk’ün anısı önünde saygıyla eğilirim.
‘’Psikolog Sergen Yalçın!‘’
İnsan etkinliklerinin hiçbiri fotokopi makinesinden çıkmış gibi birbirinin aynı, tıpkıbasım olamaz. İnsanlar, alet edevatlar aynı olsa da zaman farklıdır. Bu nedenle yapılan işler hep farklıdır. Ancak “tıpkıbasım” konusunda Sergen Yalçın futbol tarihimizde bir ilke imza attı! Böylece futbol tarihine de geçmiş oluyor Ali Rıza Bey.
Bilindiği gibi geçen sezon Dolmabahçe’de oynanan maçta Beşiktaş yine 2-1 yenilmişti Trabzonspor’a. O gün yazdığım yazıyı çok iyi anımsıyorum. Özetle “hiçbir savunma önlemi almadan ataklara çıkan Beşiktaş, atakları bitiremediği için iki karşı atak golü yedi” diye yazmışım.
Teknik direktör farkı belirleyici oldu
Dün de Beşiktaş mahalli deyimle cümbür cemaat atakta, atak bitirilemiyor, yine iş başında Nwakaeme ve yine gol. Adım gibi biliyorum Abdullah Avcı Beşiktaş’ın bu kusurunu futbolcularına belletmiş ve hatta şöyle demiştir:
“Beşiktaş’ın atağını kestikten sonra topu mutlaka Nwakaeme ile buluşturun, sonuç alırız”. Yine adım gibi biliyorum ki, Sergen Yalçın “hücuma çıkıp top kaptırdığınızda savunma güvenliğini elden bırakmayın, rakip hücumlarının başlangıcında topun Nwakaeme ile buluşturulmasına engel olun” dememiştir.
Nereden biliyorsun, soyunma odasında mıydın diye soracak olursanız, iki teknik adamın oyuna bakışından, oyuna yaklaşımından, uygulamalarından ve oyuncu değişikliklerinden…
Kimin değişiklikleri işe yaradı?
Bakasetas sakatlanıp oyundan çıkınca Abdullah Avcı onun yerine Siopis’i aldı. Bu hamla ile Beşiktaş’ın orta alandaki başarılı pas organizasyonuna taş koydu. Sergen Yalçın’ın çabuk Nkoudou’yu oyuna almasına karşı hamle olarak Abdullah Avcı Dorukhan’ın yerine daha çabuk olan Serkan’ı aldı. Nkoudou Serkan Karşısında hiçbir varlık gösteremedi.
Abdullah Avcı iyi oynamasına karşın Djaniny’nin yerine daha güçlü olan Cornelius’u oyuna dahil ederek maçı kazanmak için bir hamle daha yaptı. Ancak Sergen Yalçın rakip savunmayı en çok zorlayan, genç, arzulu ve çok yönlü bir forvet olan Güven Yalçın’ı hiç gerek yokken oyundan alıp yerine kalabalık savunma arasında oynayamayan tek yanlı Kenen Karaman’ı aldı.
Teixeria’nın hangi yetenekleri var?
Oyunda kaldığı 75 dakikalık süre içerisinde tek bir olumlu hareket yapmayan Teixeria’ya o kadar sabır neden gösteriliyor? Yeteneklerini göstersin diye mi? Brezilyalı oyuncunun geçmişini bilmem ama bugününe baktığımda hangi yeteneklerinin olduğunu biri anlatsa da ben de öğrensem.
Anlaşılan işin anlı sezon başında yapılan transferlere bağlı. Beşiktaş dün akşam Dolmabahçe’de değil sezon başında kaybetmiş. Geçmişine bakılarak futbolcu transfer edilir mi? Ben de zamanında Yeşilköy’deki Atatürk Ormanında, İstanbulspor antrenmanlarında on arşın atlıyordum, şimdi yarım metre ancak!
Sergen Yalçın maç sonunda psikoloji dersi verdi!
Neyse bunlar teknik ve yönetimsel konular. Ali Rıza Sergen Yalçın Bey ve yönetimi bu konuları bizden iyi bilirler! Ancak Sergen Yalçın’ın bilmediğimiz bir özelliğini de Trabzonspor maçı sonrası öğrendik! Meğerse Yalçın aynı zamanda psikologmuş! Maçtan sonra şöyle buyurmuş “Şampiyonlar ligi maçlarından sonra oyuncularımızın motivasyonu bozuluyor, onları yeniden motive etmek, psikolojilerini düzeltmek çok zor değil”.
Psikanalizin kurucusu Sigmound Freud, onun Ardılı Frankfurt Okulu temsilcisi Eric Fromm, Bireysel Psikoloji ekolünün kurucusu Alfred Adler, analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung gibi psikoloji biliminin üstatları yüz yılı aşkın zamandır insanların psikolojisini düzeltemediler ama bizim Sergen Yalçın için psikoloji kolay bir konu! Ne diyelim Allah Yalçın’a kolaylıklar, Beşiktaş yandaşlarına da sabırlar versin…
‘’Gençlik rüzgarı Seyrantepe'den esiyor…‘’
Galatasaray’ın Lokomotif Moskova karşısında ortaya koyduğu futbol bizim ligimizde dahil olmak üzere son yıllardaki en iyi oyundu. Konuk ekibin de kazanmak zorunda olması futbolun akıcılığına katkı yaptı, onlar da Galatasaray’a oyun olarak yanıt vermeye çalıştılar ama sarı kırmızılı futbolcuların bireysel becerileri ile baş etmekte zorlandılar. Sonuç beraberlik olsa da Galatasaray futbol olarak açık ara öndeydi.
Bu öne geçmenin koşullarını 30 metrelik bir alana sıkışan oyunda Galatasaraylı futbolcuların bireysel becerileri belirleyici oldu. Bugün hemen hemen her takım pas oyunu oynayarak tüm takımı maçın içine sokmaya çalışıyor. Futbolcuların bireysel becerileri gelişmeden takım oyunu da tam olarak uygulanamıyor.
Pas oyunu ve bireysel becerinin önemi
Çünkü pas yolları kapatıldığında bireysel beceri kaçınılmaz oluyor. Oyuncu ne denli becerili olursa olsun, bu becerisini takım oyunu üzerinden devreye sokmalıdır. Ancak bazen takım oyununa geçiş yapabilmek için alanın boyutlarını genişletmek bireysel davranışlardan geçebiliyor.
Bunun en basit uygulamasını Galatasaray’ın golü sırasında Halil Dervişoğlu’nun hareketlerinde gördük. Rakip Halil’e faul yaptığı halde genç forvet ayakta kaldı. Rakibinden kurtulduğu anda önünde bir yarım saha kadar boş alan yaratmış oldu. Sayısal üstünlükte üçe iki Galatasaray lehine dönüştü.
Futbolun, amaç rakibe her bölgede sayısal üstünlük sağlamak ilkesi de böylece gerçekleşti. Artık Galatasaray için gol atmanın birden fazla seçeneği bile ortaya çıkmıştı, Sağ tarafta çok daha uygun bir seçenek olduğu halde Feghouli zor olanı seçip, golü attı.
Bu gol ve yaratılan birçok gol durumu 30 metrelik alana sıkışan oyunu çözen beceri fazlalığı sayesinde oluştu. Morutan, Halil, Kerem, Cicildao ve Feghouli rakibi oyundan düşürecek bireysel hareketlerde çok başarılıydılar. Hatta ilke olarak benimsenmemesine karşın Marcao’nun geriden adam eksilterek yaptığı çıkışlar da işe yaradı.
Fatih Hoca’nın öğretici konuşması…
Fatih Terim’in Galatasaray forvetleri için yaptığı değerlendirmenin de ne kadar değerli ve öğretici olduğunu Lokomotif Moskova maçında gördük. Türkiye’de ister yerli isterse yabancı olsun teknik direktörler öğretici, kamuyu aydınlatıcı söylemlerde bulunmuyorlar. Maçlardan sonra herkesin söyleyebileceği genel konuşmalarla adet yerini bulsun diye konuşuyorlar.
Oysa Fatih Terim “Mostafa ve Diagne gol atıyorlar ama Halil takımı oynatıyor” dedi. Son dönemlerde bir teknik adamın ağzından çıkan en öğretici tümce… Takım oynayınca da gol bir şekilde atılır.
Galatasaray bu sezon başında yeni bir hamle yaptı. Bu yeniden yapılanma hamlesinin ürün vermesi için Terim Ocak 2022’yi işaret etmişti. Ne var ki Galatasaray o tarihi iki ay öne çekmiş durumda. Gençlik rüzgarı Seyrantepe’den doğru esmeye başladı…
‘’Vida ve Ersin ne yaptı?‘’
Beşiktaş Hatay’da maçı tek gol ile kaybetti. Bu golün yapılışı sırasında Vida ve kaleci Ersin’in yaptıkları hatalar dikkat çekti ama yeterince üzerinde durulmadı. Çünkü Mehmet Topal’ın attığı tarihe damga vuracak nitelikte olan gol haklı olarak daha fazla tartışma konusu oldu.
Öncelikle şunun altını çizmek gerekiyor: Beşiktaş ne Vida ve Ersin’in hataları sonucu yenilen gol ile ne de hakem Cüneyt Çakır’ın ofsayt gerekçesiyle geçersiz saydığı gol sonucunda yenildi. Beşiktaş takım halinde belki de geçen yıldan bu yana en sıradan maçlarından birini oynadığı için yenildi. Bu arada Hatayspor’un takım olarak gücünü, bu ligde her takımı rahatlıkla yenebileceğini de eklememiz gerekiyor.
İlkesel hatalar yapıldı
Futbol sadece oyuncuların bedensel becerileri, yatkınlıkları ve yetenekleriyle oynanmıyor. Oyun bilgisi, toplamda düşünsel nitelikler de maçın kazanılıp-kaybedilmesinde önemli rol oynar. Vida ve Ersin’in yaptığı hatalar sadece basit bir kusurla geçiştirilemez. Oyunun ilkesel yapısıyla ilgiliydi yenilen gol sırasındaki davranışlar.
Günümüzde stoperlerin oyun kurması kaçınılmazdır. Modern bir takımdan söz ediyorsanız oyun kaleciden başlamak üzere kurulup, olgunlaştırılır. Ancak tandemde görevli oyuncular top sürerek ileri çıkmazlar. Çünkü onların top sürmek(dripling) konusunda alışkanlıkları yoktur. Bu konuda dünyaya gelmiş olan en iyi futbolcu olan Beckenbauer bile daha çok pas yaparak çıkardı oyuna.
Top sürerek oyuna çıkan stoper rakip baskısı ile topu kaybedince yeri bomboştur. Çünkü o anda oyunun olgunlaştırılıp hücumun düzenlenmesi için yanındaki sağ bek de ileri çıkmıştır. Sonuç ortada…
“İleriye kayma hareketi” nedir?
Peki, Ersin Destanoğlu ne yaptı? Yine oyunun temel ilkelerinden biri ihlal edildi. Kaleci kalesini ne zaman terk etmelidir. Rakipler şut çekeceği zaman kale çizgisinden 2-3 metre ileri hareket ederler. Buna “kalecinin ileriye kayma hareketi” denir. Bu hareketin yapılmasında amaç rakiplerin vuruş açısını daraltmaktır. Bir başka deyişle kaleci aksiyon alanını genişletir. Aksiyon alanı genişleyince vuruş açısı daralır. Ancak şut anını iyi saptayıp, sezmek gerekir.
Kaleyi terk etme eylemi ise rakipler savunmacılardan kurtulup kaleciye doğru top sürerken gerçekleştirilir. Bu eylemde kural şudur: Eğer savunmacılarınızdan biri topla gelen forveti yakalayabilecek, onu rahatsız edebilecek konumdaysa kalenizi terk etmeyin. Nitekim Monterio rakibini yakalamış ve rahatsız etmişti. Ersin kalesinde kalsa büyük olasılıkla gol yenmeyecekti.
Genç kalecilerin altyapı sorunu var
Son yıllarda yetişen genç kalecilerimizle hepimiz övünüyoruz. Çoğu altyapı ürünü… Ancak onlar oynadıkça altyapıya ilişkin sorunları da daha fazla ortaya çıkıyor. Biz genelde topla ilişkilerine bakıyoruz ancak oyun bilgisi ve mental altyapı konularında sorunları olduğu çok açık. Benzer eksiklikleri kaleci Altay ve diğerlerinde de görmekteyiz.
Gençlerin oynayarak deneyim kazandıklarını beklediğinizde daha ileri hamleler yapmakta geç kalıyorsunuz. Eksikler temel eğitimde giderilip yukarıya hazır gelirlerse o zaman bir üst aşamaya geçilebilir ancak…
Beşiktaş’ın ofsayt gerekçesiyle geçersiz olan golü için eski hakemler çeşitli yorumlar yaptılar. Bu yorumlar bana “ortaya karışık” gibi geldi. Kanımca bu gol ter temiz bir“goldür”. Bu golün kayıtlara gol olarak geçmemesi hakemliğimizin düzeyini de kanıtlar gibidir sanki…
‘’Fenerbahçe'de işler nasıl gidiyor?‘’
Bilgiye inanılmaz bir hızla ulaşılan günümüz dünyasında eğer yorumcular diziliş ile taktikleri birbirine karıştırıyorsa, ikisinin de yeri ve farklılıkları tam olarak belirlenememişse, dışarıdan bakanlara için Fenerbahçe’de işlerin yolunda gitmediği algısı doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkar.
Ne var ki Fenerbahçe’de işler kusursuz olmasa da söylendiği ve düşünüldüğü kadar kötü de gitmiyor. Hatta kaybedilen Alanyaspor maçının ayrıntılarına bakıldığı zaman bile sarı lacivertli takımın aşama yaptığı görülebilir.
Hangi konuda aşama yapmıştır Fenerbahçe? İster bir futbol uzmanına sorun isterseniz futbolun amatör bir gönüllüsüne, futbolun bugünkü temelinin takım oyunu üzerine kurulduğunu söyleyecektir. Peki nedir takım oyunu?
Tek başına değil birlikte oynamak…
Basitçe yanıtlayacak olursak, oyuncuların futbola ilişkin sorunlarını tek başına değil de birlikte çözmeleri. Daha da basitleştirirsek, futbolcunun tek başına yapamadığını birlikte yapmak. Bugünün futbolu bu basit ilke üzerine kuruludur.
Bazen bir futbolcu tek başına bir işi başarabilir. Ancak böyle durumda o oyuncunun harcadığı enerji takımın o bölgesinde boşluk yaratır ki, oradan gedikler açılır. Oysa birlikte yapılan işlerden sağlam sonuçlar elde edilir, birlikten güç doğar. Takımın genel performansında enerji düşüklüğü görülmez tersine enerji tasarrufu sağlanır.
Fenerbahçe birlikte hareket edip birlikte oynamanın olumlu ip uçlarını verdi Alanyaspor karşısında. Henüz sezon başı sayılabilecek bir dönemde yardımlaşarak maç süresince prese dayalı oyundan örnekler sergilediler. Maçın kaybedilmesi ayrıntılarda saklı olan dayanışma çabasının görülememesine neden oldu.
Oyun tamam ama futbolcu davranışları gelişmeli
İstenilen oyun oturmaya başlamış ama bu oyun hemen sonuç vermez. Sonuç vermesi için de önünde çok uzun bir lig dönemi var. Oyunun içindeki futbolcu davranışlarının olgunlaşıp pekişmesi sonuca ilişkin sorunların çözümünü de kolaylaştıracaktır.
Fenerbahçe yandaşlarının büyük beklentiler içinde olması doğaldır. Çünkü söylemler oyunu geliştirici yönde değil de sonuç alıcı fikirler üzerine oturtuldu. Onun içindir ki tribünler daha fazla seyirci çekiyor. Bu, futbolcular üzerinde bir baskı oluşturabilir. Geçen sezon kendi alanında kaybettiği rekor sayıdaki maç da bu baskının bir sonucu olsa gerek.
Ancak bu sezon oynanan prese dayalı futbol sonuç verdikçe sanırım baskı da ortadan kalkacaktır. Ayrıca iyi futbolcunun tanımında baskı altında oynayabilme becerisi varsa Fenerbahçeli futbolcular bunu kanıtlayabilmelidir.
‘’Beşiktaş'ın derbideki görünümü…‘’
Siz bakmayın Sergen Yalçın’ın imza törenine 30 bin Beşiktaş taraftarının gittiğine. Özünde, Yalçın’ın futbol oynadığı dönemde de siyah beyazlı yandaşlarla ağlı ballı oldukları söylenemez. Hatta Sergen Yalçın’ın taraftarlardan çekindiğini, etkilendiğini, gerektiğinde onların gönlünü hoş tutmak için gözbebeği haline getirdiği bazı futbolcularından da vaz geçebileceğini gördük derbide.
Sporting maçında, deyim yerindeyse yerlerde sürünen Nsakala ve Welinton’un ikisini birden kadro dışında bırakmak 1,5 yıldır görülmüş bir uygulama değildir. Ancak taraftar korkusu Sergen Yalçın’a doğruyu gösterdi. Hafta arası oynanan Avrupa maçında tribünler tarafından şiddetli protestoya uğrayan iki oyuncu başlangıçtaki 11’de görevlendirilip benzer hatalar yapsaydılar Ali Rıza Bey’in durumu ve konumu ciddi şekilde tartışma konusu olacaktı.
Welinton ve Nsakala’yı tribünler kadro dışına itti
Karşılaşmadan sonra Beşiktaş çalıştırıcısının galibiyeti tribünlere bağlaması da bu düşüncelerimizi destekler niteliktedir. Welinton ve Nsakala’yı tribünlerin itirazı kadronun dışına aldı. Buradan baktığınızda da Sergen Yalçın’ın tribünler için söylediklerinde haklılık payı var. Tribünlerin kadroya müdahalesi söz konusuysa Yalçın’ın derbide iyi bir teknik adamlık örneği sergilediği nasıl yazılıp, söylenebilir?
De souza, Pjanic ve Ghezzal ile ideal orta alana sahip oldu mu Beşiktaş? Sadece Cicaldau’nun attığı gole baktığımızda bu üçlünün ne kadar doğru olduğu hakkında bilgi edinebiliriz. Galatasaraylı oyuncu şut çekip golü attığında yaklaşık olarak on metre yanında hiçbir Beşiktaşlı futbolcu yoktu. Ghezzal kanatta Pjanic ve Teixiera rakibinin arkasında kalıp onun ne yapacağını izlemekle yetindiler.
Pjanic iyi futbolcu ya Teixiera?
Kuşkusuz Pjanic iyi bir futbolcu. Sahadaki duruşu, boş alan bulmadaki mahareti, oyun kurma ve pas dağıtmadaki becerisi, onun geçmişinden getirdiği özellikleri. Ancak Teixeira için aynı şeyleri söylemek zor. Brezilyalı futbolcu konusunda Beşiktaşlı yöneticilerin menajerlik ilişkilerinden etkilendiğini söylesem ağır olmaz umarım. Sürekli kalabalıklar içine girip top yitiriyor. Basiti varken zor işlere soyunuyor.
Necip Uysal her teknik adamın kadrosunda isteyebileceği bir oyuncudur. O her yerde oynayabilir ama bugünkü Beşiktaş kadrosunun genel yapısına bakıldığında Pjanic ile birlikte oynaması halinde orta alandaki boşluk doldurulabilir. Tandemin ideal ikilisi de Vida ve Monterio’dur. Genç İspanyol’un geriden oyun kurma becerisinden yararlanılabilir. Sağ stoperde yani gerçek yerinde oynayacak olan Vida Monterio’nun deneyim sorununa da çare olabilir.