Arama

Popüler aramalar

‘’Değişim şart‘’

Ligde galibiyet alma konusunda son zamanlarda en çok yaşayan ekiplerden iki tanesinin karşılaşmasında şaşırtıcı olmayan şekilde galip çıkmadı. Son 9 maçında yalnızca 1 galibiyet alabilmiş Göztepe karşısında bile kazanmayı başaramayan Fenerbahçe son 6 lig maçında yalnızca 1 galibiyet alabilmiş durumda. Maç içerisinde oyun olarak çok büyük sorunlar olsa da bu sorunun kaynağı yine saha dışındaki sorunlar demek çok da yanlış olmaz.

Saha içindeki sorunlardan başlamak gerekirse Fenerbahçe’nin bir oyun planının olmaması en büyük sorun. Fenerbahçe’nin sahada ne oynamak istediğini veya bir oyun planının olduğunu anlamak oldukça güç. Sezon başında bir kimliği, bir taktiği ve oynamak istediği oyunu rahatça görebilirken bugün sahaya çıkan takımın İrfan’ın bireysel becerisi dışında bir etkinlik gösterdiği 1 dakika bile yok. Ligin en zayıf ekiplerinden birine karşı bu kadar zayıf oynanan bir futbolun yanında oyuncu değişiklikleri de çok anlaşılır değildi. Takımın ayağına baktığı tek oyuncu olan İrfan oyundan alınıyor, Chelsea’ye transferi söz konusu olan Szalai takımın dördüncü stoperi konumunda maç sonunda oyuna giriyorken sahada varlık gösteremeyen oyuncular 90 dakikayı tamamlamaya devam ediyor. Tüm bunlara rağmen Fenerbahçe’nin bu maçtaki en önemli eksiği, maç sonlarında skoru bulamasa bile yapması gereken büyük takım baskısının yapılmıyor olmasıydı. Uzun lafın kısası Fenerbahçe’nin sorunu takım kimliğinin kaybolmuş olmasıydı.

Biraz daha saha dışına dönecek olursak Fenerbahçe’nin asıl sorunu teknik direktör Vitor Pereira’nın işi bırakmış görüntüsü. Sistemini üçlüden dörtlüye döndürdükten sonra adeta işine küsen, çıkardığı takımla da yaptığı değişikliklerle de umursamazlığını belli eden Pereira artık Fenerbahçe defterini kapatmış görünüyor. Fenerbahçe yönetimi ya hocayla konuşup takımı yönetme özgürlüğünü tamamen kendisine bırakmalı ya da hocayla el sıkışıp yolları ayırmalı. Çünkü bir değişiklik yapılmadığı takdirde takımın bu halinin devam edeceği çok açık.

Puan farkı çok daha kritik noktalara gitmeden alınacak doğru bir kararla Fenerbahçe ligde çok rahat ikinci olabilir. Bununla beraber Trabzonspor arayı açmış olsa da uzun lig maratonunda onların da krize girmesi mümkün. Böyle bir durum olursa Fenerbahçe’nin yeniden şampiyonluk yarışına ortak olması da ihtimal dahilinde. Bu sebeple Fenerbahçe yönetimi daha fazla zaman kaybetmeden ne yapması gerektiğine karar vermeli ve sezon sonuna kadar bu kararın arkasında durmalı.

30 Kasım 2021, Salı 08:39
YAZININ DEVAMI

‘’Manchester United'dan Chelsea'ye çelme‘’

Solskjaer’in ayrılışının ardından şu an için Carrick yönetimindeki Manchester United, lig lideri Chelsea’ye konuk oldu. Bu zorlu deplasmandan 1 puan çıkarmayı başaran Manchester United, Chelsea’yi durdurmanın yolunu diğer takımlara gösterecek işler yapmayı başardı.

Bu defa 4-3-1-2

Ronaldo’nun yedek başlaması kuşkusuz alınmış radikal bir karardı. Maç önü eleştiri alsa da sahaya çıkan 11’in oynadığı oyun göz önüne alındığında, bunun ortaya konulmuş iyi bir plan olduğunu söylemek mümkün. Kazanılan topları Sancho ve Rashford gibi atletlerle bir anda karşı kaleye taşımak üzerine bir oyun planlayan kırmızı şeytanlar bu planda oldukça başarılı oldu. Manu’nun bu sezon denediği birçok dizilişin ardından bu maçta ortaya koyduğu 4-3-1-2 dizilişi, Chelsea’nin hücumdaki iyi yönlerini sınırlayan iyi bir karşılama oyunu sağladı. İleri hattıyla yaptığı merkeze yaptığı baskıyla Jorginho’nun merkezden oyun kurmasını engelleyerek topu kanatlara sürükledi. Kanatlarda topu alan kanat beklerini de hem kendi bekleriyle hem de orta sahanın o taraftaki oyuncusuyla karşılayarak o alanları kapattı. Böylece ileride sadece merkezi kapatırken, kendi 1. bölgesindeyse kenarları kapatarak iyi bir karşılama oyunu elde etti. Maguire, Varane ve Shaw’ın yokluğunda her ne kadar sakar bir savunma hattıyla oynamış olsa da merkez orta sahalarının üçünün de defansif katkı vermesi sonucu Manchester United’ın taktiği başarılı olmuş oldu.

Chelsea’nin hücum verimsizliği

Chelsea tarafında ise Tuchel bu maç özelinde Juventus maçındaki kazanan yapıyı bozmak istemedi ancak bu maçta sadece geride bekleyeceği belli olan krizdeki bir Manchester United’a karşı çok daha net oyuncu profilleri ile sahaya çıkabilirdi. Sonradan aldığı oyuna aldığı oyuncuların oyuna pozitif etkisi düşünüldüğünde, Tuchel’in sahaya çıkan 11’i için yanlış oyuncu tercihleri yaptığını söylemek yanlış olmaz. Ön alanda çok iyi baskı yapan, topa %66 ile sahip olan ve maç boyu oyun kontrolünü elinde tutan bir Chelsea olmasına rağmen ileri üçlüsünün dar alan becerilerinin yetersizliği, hakim oyunlarının skora yansımasının önüne geçti. Chelsea’nin sahip olduğu 24 şutta 6 isabet, rakip ceza sahasında 46 kez buluşma ve 2.51 gol beklentisine rağmen akılda kalan net gol fırsatlarının çok az olması aslında Chelsea’nin etkili alanda çok da verimli olmadığının bir göstergesi. Oyuna girdikten sonra Manchster United’ın dengesini bozan ve dar alanda etkili olabilen Mount ve Pulisic oyun başında Hudson-Odoi ve Loftus-Cheek’in yerine sahada olsa bugün farka gitmiş bir Chelsea’den bahsediyor olabilirdik. Manu’nun iyi karşılama planına karşı uzun bir süre müdahale yapmayan Tuchel için bu konuda doğru hamleleri çok geç yaptı denilebilir.

Premier Lig’de zirvede bulunan Chelsea en yakın rakipleri Liverpool ve Manchester City’e göre hücum verimliliğinde oldukça sınırlı görünüyor. Savunmada çok iyi iş çıkarmalarına rağmen hücumdaki eksikler ilerleyen süreçte beklenmedik puan kayıplarına sürükleyebilir. Hücumda sahip olduğu kaliteli ayaklarını çok daha iyi kullanmaya başlayan bir Chelsea şampiyonluğun en büyük adayı olabilir.

29 Kasım 2021, Pazartesi 11:20
YAZININ DEVAMI

‘’Manchester City güle oynaya‘’

Şampiyonlar liginde erken finalin ikinci randevusunda Manchester City, PSG’yi 2-1 yenerken sahada adeta bir futbol şöleni vardı. Guardiola ve Pochettino’nun karşılıklı taktik savaşının yanı sıra sahadaki isimlerin kalitesi müthiş bir maç izlettirdi.

Önde baskıyla topa sahip olma

M. City maça üçüncü bölgede yoğun presle başlarken aynı zamanda pas açılarını o kadar iyi kapattı ki PSG savunması topu ya çok riskli paslaşmalarla çıkardı ya da ileri vurmak zorunda kaldı. City bu baskıyı o kadar akıcı ve hatasız yaptı ki izlerken çok basit göründü. Bu açıdan kollektif oyun ve takım uyumu dediğimiz şeyin önemini gördüğümüz bir maçtı. Bunun o kadar da kolay bir şey olmadığını aynı maç içinde ara ara PSG’nin ön alan baskısı yapmaya çalıştığı anlarda, M. City iki üç pasla bu baskıyı kırarken çok net bir şekilde gördük. PSG çıkarken uzun vursa da kısa paslarla çıkmaya çalışsa da City’li oyuncuların orta yuvarlak civarında sürekli topu kazanıp hücum başlattı. Maç boyunca topa sahip olma oranları %55/%45 civarlarında City lehine olmasına karşın, City topa hep ikinci ve üçüncü bölgede sahip olurken PSG’nin çoğunlukla kendi yarı sahasında topa sahip olması yediği baskıyı gösteren en önemli emarelerden biriydi.

Neymar ve Messi’yi sahada tutma problemi

PSG’nin bu baskıyı yemesinin en önemli sebebi aslında PSG ileri üçlüsünün savunma katkısı vermemesi. Mbappe savunmasına ara ara yardım etse de Messi ve Neymar’ı aynı anda saha tutmanın böyle bir dezavantajı var. Bu oyuncuları bir arada tutarken bu sorunu yaşamamanın tek yolu ise topa sahip olmak. Böylece daha az savunma yaparak bu oyuncuların bireysel yeteneklerinden hücumda daha iyi faydalanabilirsiniz. Barcelona’da bu ikilinin sorun yaşamamasının en önemli sebebi de takımın sürekli topa sahip olmasıydı. Ancak PSG’nin böyle bir oyun oynamamasının yanında bir de karşısında topa sahip olma konusunda şu an dünyanın en iyisi olan takım olunca, PSG’nin çok da yapacak bir şeyi kalmadı. Hal böyle olunca da ileri üçlü dışında kalan gerideki sekizli nicelik olarak o kadar eksik kaldı ki City topu her aldığında bir anda rakip ceza sahasına geldi. Dar alanda sayısal dezavantajı nispeten sınırlayan PSG savunmasında günün en iyileri Kimpembe ve Marquinhos olmasa maç ilk yarıdan bile çözülebilirdi.

Satranç maçı gibi

Foden, Grealish, De Bruyne, Torres gibi eksiklere karşın hücum etkinliğinde hiç eksiği yokmuş gibi oynayan City tarafında sezon boyunca eksikliği çokça hissedilen santrafor eksikliği bu maçta daha çok hissedildi. Özellikle ilk yarıda Jesus da yedek olunca, M. City topları rakip ceza sahası içine kadar getirse de atakları bitirmekte sorun yaşadı. Pep de bunu görmüş olacak ki PSG’nin bir anda bulduğu golün ardından hemen Jesus’u oyuna attı. O dakikadan sonra maç boyu denenen soldan sağa atılan diyagonal paslarla Mahrez’i topla buluşturup sonrasında ceza sahasında bir etkinlik yaratma çabaları da sonuç vermeye başladı. City ilk golü bulduktan sonra Pochettino’nun galibiyet ihtiyacından dolayı aldığı Di Maria riski maçın çözen faktör oldu. Di Maria’nın girişinden sonra hücuma dönük oynaması geri sekizliden bir oyuncuyu eksiltince, oyun rus ruletine evrildi. PSG bariz gol fırsatını kaçırıp, City maç boyu denenen organizasyonla ikinci golü bulduktan sonra kontrolü tamamen eline alarak yaptığı en iyi yaptığı işi yaptı. Satranç gibi karşılıklı hamlelerle geçen maçta Guardiola’nın ‘şah’ dediği pas yaparak oyunu soğutma hamlesine, Pochettino bir karşı hamle bulamayınca adeta mat oldu.

Burak Özkarpuzcu

25 Kasım 2021, Perşembe 15:00
YAZININ DEVAMI

‘’Özlenen derbi‘’

Oyun kalitesiyle, taktik detaylarıyla, zaman zaman yükselen tansiyonuyla ve en önemlisi dramatik finaliyle son yılların belki de en unutulmayacak derbisi geride kaldı. Hem son anları hem de skoruyla 2012’deki Galatasaray-Fenerbahçe süper finalini hatırlatan bu maç, yine benzer bir sona sahne oldu. Galatasaray bu defa 2012’deki derbi kadar bariz bir üstünlük sergilemese de, yine de oyun olarak özellikle ikinci yarıda çok daha etkili olan ve pozisyonları bulan taraftı. Ancak Fenerbahçe’nin hem son zamanlardaki formsuzluğu hem de son yıllardaki derbi galibiyeti hasreti göz önüne alındığında, bu galibiyet biraz şanslı olsa da çok özel bir galibiyet.

Üçlü savunmanın sonu mu geldi?

İlk 11’lerin açıklanmasının ardından Galatasaray daha beklenen bir takımla sahaya çıkarken, maç öncesi Fenerbahçe’nin ilk 11’ini sahaya yerleştirmek bile oldukça zordu. Aslında üçlü savunma kurgusunu böyle bir derbi öncesinde bozmak hem büyük bir risk hem de büyük bir hata. Özellikle Galatasaray gibi bekleri çok sorunlu bir takıma karşı, oyunu çok daha rahat genişletebildiğiniz ve rakip beklerin zayıflığından maksimum faydalanılabilecek üçlü savunma sistemlerinin tam da iyi işleyebileceği bir maçta, dörtlü savunmaya dönülmüş olması Vitor Pereira’nın üçlü savunma konusunda ne kadar tutkulu olduğu düşünülürse gelecek adına hiç de iyiye işaret değil.

Başarılı rakip hazırlıkları

İki takımda aslında iyi bir karşılama oyunu planlamış, birbirlerinin eksiklerine iyi cevap verecek kontralar kurgulamış. Maçta son yıllardaki derbilere göre daha pozitif bir futbol olmasının en önemli sebebi de bu. Galatasaray’ın oyun kurma problemine yönelik Fenerbahçe’den ikinci ve üçüncü bölgelerde yapılan pres gelirken, Galatasaray Marcao’nun takıma katılmasından sonra bu sezon yaptığı en iyi iş olan kısa ve seri paslarla bu presi bir anda kırıp Fenerbahçe’nin bu sırada arkada verdiği boşluklardan yararlanmaya çalıştı. İki takımda aslında iyi şanslar bulsa da şansını değerlendiren Galatasaray oldu. Üçlünün sağ stoperi olarak oynamaya alışan Tisserand, yine o mevkide oynuyormuş gibi hareket edince Kerem bir anda demarke bir şekilde kaleciyle karşı karşıya kaldı ve gol de kaçınılmaz oldu. Gol dışında da savunmada oldukça fazla sayıda yerleşim hatası yapan Fenerbahçe’nin, rakibine 2 gol beklentisi vermesine rağmen 1 gol yemiş olması Kim ve Berke’nin gününde olmasıyla açıklanabilir.

İki takımın da çözülmesi gereken sorunları var

Maç öncesi beklendiği gibi iki ekip de karşılama oyunlarını oldukça iyi oynarken toplu oyunlarda sıkıntı yaşadı. Üç golün tamamı kazanılan topların rakip kaleye hızlı bir şekilde iletilmesi sonucu geldi. Ancak iki takımın da oyun anlamında geliştirmesi gereken yönleri var. Galatasaray’ın Morutan’ı Feghouli’nin yerine çekip, Halil’i ileri üçlünün sağ tarafında yine sahte forvet rolünde oynattığı, en uçta da Mostafa ya da Diagne ikilisinden birini kullandığı bir sistemde daha başarılı bir oyun elde edebilir. Gerçek bir santraforla oynamanın verdiği skor katkısı, ileri uçta top tutabilme, fiziksel mücadele gibi avantajlardan faydalanırken, aynı zamanda Halil’in şu an getirdiği dinamizmi sahaya yansıtabilir. Fenerbahçe tarafında ise kadro, sezon başında tamamen üçlü savunma oynayacak şekilde kuruldu. Bek rotasyonunda oynayabilecek oyuncular hem nitelik hem nicelik bakımından eksik olduğundan bu sistem sürdürülebilir değil. Ayrıca şu ana kadar kazanılmış oyun alışkanlıklarının sezon ortasında değiştirilmesi yine negatif sonuçlar doğurabilir.

Bu mağlubiyet bir derbi mağlubiyeti olması açısından Galatasaray tarafı için olumsuz olsa da oyun anlamında gelecek adına kaygı verici değil. Fenerbahçe içinse bu galibiyete son zamanlardaki negatif havayı dağıtacak bir kıvılcım gözüyle bakılabilir. Saha dışındaki faktörlerden çok saha içine odaklanan ve taktiksel anlamda kendi hocasını kısıtlamayan bir Fenerbahçe için bu galibiyet, önümüzdeki haftalarda alınacak sonuçların çok kritik olacağı dönem öncesi yeni bir form durumunun mihenk taşı olabilir.

22 Kasım 2021, Pazartesi 09:46
YAZININ DEVAMI

‘’Manchester United yokuş aşağı‘’

Sir Alex Ferguson sonrası bir türlü toparlanamayan Manchester United belki de o dönemden sonraki süreci ele alırsak en buhranlı dönemini yaşıyor. Hiçbir dönemde bu kadar harcama yapmayan, eldeki kadrosu her zaman diğer takımlara nispeten yetersiz olan Manchester United, 2. bitirdiği sezonlarda bile bu sezonki kadar iyi bir kadroya sahip olamamıştı. Ancak iyi bir kadro ne kadar kötü olabilirse şu an o kadar kötü Manchester United.

Watford maçı özelindeyse takımın odaklanma sorunu yaşadığı çok açık. Üçlü savunma ile çok da bir şeyin değişmediğini gören Solskjaer, bu maçta dörtlü savunmaya geri döndü. Her ne kadar formsuz olsalar da takımın en önemli silahlarının kanatlardaki atlet oyuncuları düşünüldüğünde, 3-5-2 dizilişi bu takım için en verimsiz dizilişlerden biriydi. Belki 3-4-3 dizilişinin bu takıma çok daha uygun olduğunu söylemek çok yanlış olmaz ama takımın en büyük sorununun teknik taktik detaylar olmadığı çok açık.

Sıfır konsantrasyon

Daha maçın başında takımın en teknik oyuncularından Bruno Fernandes, ters bir vuruşla topu kendi yarı sahasından rakibine doğru atıyor, rakip topu kazandıktan sonra McTominay acemice bir müdahale ile rakibini ceza sahası içinde yere düşürüyor, rakip penaltıyı kaçırmasına rağmen Wan Bissaka ceza sahasına erken girdiği için rakip penaltıyı tekrarlayıp onu da kaçırıyor. Tüm bu olaylar yaşandıktan sonra dakika 11 ve skor 0-0’dı ancak United tarafında odaklanmış tek oyuncu iki penaltı kurtaran De Gea ve maçın favorisinin de Watford olduğu barizdi.

Maça savunma önünde Matic ve McTominay ile başlayan bir takımdan ne beklersiniz? Katı savunma ve merkezden asla pozisyon vermeyen bir takım beklenebilir. Ancak pozisyon vermemeyi bırakın, en basit top sürüşlerinin rakip üzerine yapılıp topun kaybedilmesi, savunma yerleşik durumdayken bile rakibin tek forvetinin ceza sahası içinde demarke kalması gibi durumlar maçın normaliydi.

Solskjaer’in Van de Beek saplantısı

Watford gibi küme düşme adayı bir takıma karşı bile Van de Beek ile başlamamak çok büyük taktiksel hata. Savunmadan top çıkarırken büyük sorun yaşayan hatta bunu çözmek için Bruno’yu geri getirmek zorunda kalan bir takım, elindeki geriden oyun kurabilecek tek oyuncuyu neden yedek oturtur sorusunun mantıklı bir cevabı yok. Daha önceleri o rolde Pogba oynadığı için bir yere kadar anlaşılabilir olan bu seçimin, bu maçta onun olmadığı da düşünülünce anlaşılabilir hiçbir tarafı kalmıyor. Zaten ikinci yarı oyuna girdiği gibi işleri değiştirip bir de gol atsa da Maguire’ın kırmızısı maçın bitimine daha 20 dakika varken son düdüğü bekler hale getirince, Van de Beek’in oyunda olmasının da çok bir anlamı kalmadı.

Bitmiş bir hikaye

Solskjaer bu saatten sonra dünyanın en formda oyuncularını da oynatsa, en iyi taktik varyasyonları da üretse alabileceği verim çok düşük. Sahadaki tüm oyuncuların negatif vücut dili, ne hücumda ne savunmada konsantrasyon olmayışı, Ronaldo gibi bir karakterin bile pes etmiş görüntüsü aslında Solskjaer’in buradaki hikayesinin çoktan bittiğinin göstergeleri. Çoktan bitmiş hikayeleri sürdürmeye çalışmak her zaman hikayenin içindekiler için güzelmiş gibi görünse de aslında hikayenin etrafındaki herkese zarar verir. Manchester United ve Solskjaer ilişkisi de şu an bunun en bariz örneği. Watford maçıyla beraber Manchester United yönetiminin de hızlı bir hoca değişikliğine gitmesi artık bir sürpriz değil gereklilik.

21 Kasım 2021, Pazar 11:23
YAZININ DEVAMI

‘’Play-Off vizesi aldık ama…‘’

Mucizeyi gerçekleştirip Dünya Kupası’na direkt gidemedik belki ama elimizde olan Play-Off biletini kaptırmadık. Zaten tek maçlık durumlarda önemli olan her zaman için skordur. O yüzden skoru almış olmak ve bunu öne geçince çok iyi kapanan bir takıma karşı geriye düştükten sonra yapmış olmak milli takımımız adına en olumlu gelişme. Kuntz ilk büyük sınavını başarıyla geçti ancak hataları veya eksikleri de yok değil. Yolumuza devam ediyor olsak da bu eksikleri tamamlamadan Play-Off maçlarında karşımıza çıkabilecek ekipleri elememiz oldukça zor olabilir.

Karadağ maçında çıktığımız 4-4-2 formasyonu iyi oynandığı takdirde hem hücumda çok kişiyle oynayabileceğimiz hem de savunmada iyi alan kapatabileceğimiz bir diziliş. Hücumlarda Kerem’in forvetleşip, Abdülkadir’in sağ iç gibi olduğu bir nevi 4-3-3 gibi olan ama beklerin ileri gidişiyle beraber 2-3-5 gibi geniş bir formasyonla oynayan milli takımımız dizilişleri güzel oturtsa da oyuncuları optimum verimde kullanma konusunda sorunlar yaşadı. Hücum organizasyonlarımızın birçoğunu sol kanattan yaptık ancak oyun kurulumunun sağ taraftan yapılması gerekliydi. Özellikle bu maçta Abdülkadir’in dar alan becerisi ve oyun görüşünü Zeki’nin bindirme kalitesini göz önüne alırsak, kendi sol bloğuna kaymış Karadağ savunmasının ters tarafına atılacak ani bir top, Kerem gibi defans arkasına sızan, kendini unutturan ve en önemli gol silahımız olan oyuncumuzu daha verimli kullanmamızı sağlayabilirdi. Attığımız ilk gol de bu senaryonun ilk denenmesinde geldi. Ancak bunun asıl plan olmadığı maç içinde yalnızca bir kere denenmesinden belli oluyor.

Maç kadrosundaki en büyük zayıflığımız hamleli oyuncu eksikliğiydi. En önemli hücum oyuncularını koronavirüs sebebiyle oynatamayan ve hücumda oldukça sınırlı bir ekip olan Karadağ’ı, kaybettiğimiz her top sonrası bir anda ceza sahamızın önünde bulmamızın en büyük sebebi, sonlandıramadığımız ataklar sonrası rakibin kontralarında Çağlar-Merih ikilisi karşılayana kadar hiç kimsenin hamle yapamamasıydı. Çağlar bugün kusursuzdu ancak her zaman olmayabilir veya Çağlar-Merih ikilisini çaresiz bırakacak durumlar da olabilir. Bu kadar geçirgen bir orta saha ile Play-Off’larda görmek istemeyeceğimiz skorlarla karşılaşmamız ihtimal dahilinde. Tüm bunlar düşünüldüğünde orta sahada bir tane hamleli oyuncuya ihtiyacımız olduğu çok açık.

Savunmada sorun yaşatan sonlanmayan atakların en büyük sebebi ise maalesef Burak Yılmaz. Hantal Karadağ savunmasını hızlı paslaşmalarla delmeye çalıştığımız anlarda Burak’ın bu oyuna belli bir standardın üstünde katkı verememesi hem hücum sürekliliğimizi azaltıyor hem de rakip kontrataklarına davetiye çıkarıyor. Cılız şutları, çok emek verilen hücum organizasyonlarının boşa gitmesine sebep oluyor. Hala takımda olması gerekli ancak o bölgede yeni oyuncuları denememiz daha da gerekli.

Hakan Çalhanoğlu forvet arkasında oynarken yaşadığımız skor katkısı eksikliği/kaliteli oyuncu paradoksundan oyuncuyu biraz daha geriye çekerek kurtulduk. Belki de Kuntz sonrası milli takımda verimi en çok artan oyuncu olan Hakan konusunda Kuntz övgüyü hak ediyor.

Bir başka övgü konusu ise öne geçtikten sonra geri çekilmeyip hala topu tutarak oyunu kontrollü bir şekilde soğutmamız. Özellikle yapılan değişikliklerle fizik ve mücadele gücü daha yüksek, savunma yönünden daha kuvvetli ama pas da yapabilecek oyunculara geçişimiz, son anlarda oyun temposunu iyice düşürmemizi sağladı. Bunu yapamıyor oluşumuzun bedelini Letonya ve Karadağ maçlarında kaybettiğimiz puanlarla ödediğimizi düşünürsek, Dünya Kupası’na direkt gidemeyişimizin bir sebebinin de bu olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Kuntz’un gelişinden sonra kısa sürede büyük gelişme kaydeden milli takımımızın geliştirmesi gereken daha birçok nokta var. Seri başı olmadığımız için rakiplerimiz o kadar da kolay olmayabilir ancak şanssız olmayan bir kura ile formda girdiğimiz ve sakatlık yaşamadığımız bir Play-Off dönemi bize Dünya Kupası vizesini getirebilir. Geliştirdiğimiz yönlerimizi, kapattığımız eksiklerle güçlendirirsek tek maçlı eliminasyon sisteminde her şey mümkün.

17 Kasım 2021, Çarşamba 10:23
YAZININ DEVAMI

‘’Yine mucize peşinde‘’

Tarihi boyunca son anlardaki mucizelerle bir şeyler başarmış bu takım yine bir mucizeyi gerçeğe çevirmeye çok yakın. Yine umutların kesilmeye başladığı anda hem biz istediğimiz sonuçları alıyoruz hem de diğer maçlarda lehimize beklenmedik sonuçlar geliyor. Cebelitarık’a karşı aldığımız iyi sonucu daha da anlamlı kılan Norveç ve Hollanda’nın puan kayıplarıyla beraber grupta liderlik ihtimalinin güçlü bir hale gelmesiyle, gecenin en karlı çıkan takımı kuşkusuz Türkiye oldu.

Tüm bu gelişmelere ve 6-0 gibi net bir skora rağmen ayaklarımızın yere basmasında fayda var. Çünkü ne kadar net bir galibiyet almış olsak da takımın sorunsuz olduğunu söylemek sorunları göz ardı etmek olur. Yine de milli takımda her şeyden önce değişmesi gereken mental değişimin yaşanması, hem Dünya Kupası Elemeleri için hem de sonrası için umut verici. Kuntz’un gelişinden sonra oluşan takım olma olgusu, başarılı olduğumuz her dönemde olduğu gibi bu dönemde de olması gereken başlıca unsur. Ancak Cebelitarık’ın fark yerken bile sadece daha fazla gol yememeye çalışan, aradaki kalite farkının çok açık olduğu bir ekip olduğunu unutmamak gerek. Bu kadar farkın üstüne bir de maçın başında çıkan kırmızı kart, oyunu bir anda hücum antrenmanına dönüştürdü. Maç öncesinde atılması planlanan fark atılmış olmasına rağmen, bu hücum antrenmanının ne kadar başarılı olduğu tartışılır. Maçın 0-0 geçen ilk 10 dakikasında rakip savunma sadece nicelik olarak varlık gösterebilirken hücum varyasyonlarımız oldukça sınırlıydı. Gol de zaten Kerem’in ekstra çabasıyla geldi. Erkenden attığımız bu golle kilit erkenden açılınca maç farka gitti ancak daha kaliteli savunmalara karşı hücum hattımız oldukça sınırlı görünmeye devam ediyor. İkinci golde ve sonrasında ara ara gösterdiğimiz çizildiği belli olan organize ataklara daha çok çalışmamız ve önümüzdeki maçlarda bunların sayısını artırmamız oldukça önemli.

Şenol Güneş döneminde en çok eleştiri konusu olan oyuncu değişikliklerinde ise gelişme kaydedilmiş olması da takım adına pozitif gelişmelerden biri. Skor istenildiği gibi gitmesine rağmen oyundaki problemin görülüp doğru teşhis konulmasıyla yapılan devre arasındaki bek değişiklikleri, oldukça modern bir oyunu geliştirme hamlesiydi ve ikinci yarıda takımı daha da rahatlattı. Ancak 69. dakikada takım gol ararken Abdülkadir Ömür gibi bir seçenek varken Kenan Karaman’ın oyuna girişi ve maç boyu kötü bir performans sergileyen Barış Alper Yılmaz’ın 90 dakika sahada kalması akıllarda soru işareti yarattı.

Karadağ maçı artık hayati bir öneme sahip ve Kuntz’un en önemli sınavı olacak. Hollanda-Norveç maçı da en az bizim maçımız kadar önemli hale gelirken son maçların sonucuyla beraber grupta tam bir kaos ortaya çıkmış oldu. Milli takımımız belki dünyanın en iyisi değil ama bu kaos ortamlarının ve son anların en tecrübelisi.

14 Kasım 2021, Pazar 09:17
YAZININ DEVAMI

‘’Arsene Wenger: Kroenke geldiğinde Arsenal'den ayrılmalıydım‘’

Bu hafta yayınlanan Arsene Wenger: Invincible adlı belgeselde kariyeriyle ilgili birçok konuyu ilk kez dile getirdi.

‘’Başka bir yere gitmeliydim’’

Özeleştiri yapan Wenger şunları söyledi: ‘’Benim en büyük kusurum bulunduğum yeri çok sevmemdi. Başka bir yere gitmeliydim. Kendimi tamamen Arsenal ile özdeşleştirdim ve bu şimdi pişman olduğum çok büyük bir hata. Şimdi oraya gitmek için özel bir sebebim bile yok. Fransa milli takımına, üç kez İngiltere milli takımına, iki kez Real Madrid’e, Juventus’a PSG’ye ve hatta Manchester United’a bile gidebilirdim.

‘’2007 dönüm noktasıydı’’

Highbury’den Emirates’e geçiş sürecinin zorluğunu anlatan Wenger konuyla alakalı şunları söyledi: ‘’Çok zor olacağını görebiliyordum. Çünkü proje için karşılayabileceğimiz bütçe 200 milyon strelinken, projeyi 428 milyon sterlinle bitirdik. 2007 dönüm noktasıydı. David Dein’in Stan Kroenke’yi kulübe getirmek üzere bir anlaşması vardı ve yönetimle ilk kez bu sebeple gerginlik yaşadık. Projenin sonuna kadar gittim ama doğru şeyi yaptım mı merak ediyorum. Yeni stadyuma taşındıktan sonra ilk iki sıradan üç ve dördüncü sıralara geriledik, daha sonra da en iyi oyuncularımızı kaybettik. Borçlarımızı ödeyebileceğimiz bir seviyede tutmak için kısıtlı kaynaklarla çalıştık. Açıkçası 2006’dan 2017’ye kadar en iyi işimi çıkardığımı düşünüyorum.

’Tutkum bencilliğimi yarattı’’

‘‘Kendimi suçlu hissediyorum çünkü futbola olan tutkum etrafımdaki insanlarla yeterince ilgilenmeme sebep oldu. Ancak bu kaybetmeme arzusu sizi insanlıktan çıkarıyor ve bir parçanızı yok ediyor. Birçok büyük şampiyonla tanıştım ancak onlar sadece kaybettiklerini konuşuyorlar. Başarıyı özümsemek kolaydır ama yenilgiler daima kalıcıdır. Kaybettiğimizde o kadar acı oluyordu ki bazı zamanlar kustuğum bile oldu.’’

08 Kasım 2021, Pazartesi 13:24
YAZININ DEVAMI