‘’Hakan Çalhanoğlu derbi sonrası sosyal medya paylaşımıyla meydan okudu: ‘'Forza Inter''‘’
Geçtiğimiz yaz transfer döneminde Milan’dan ezeli rakibi Inter’e transfer olan milli oyuncumuz Milan taraftarları tarafından yoğun tepkiye maruz kalmıştı. Transferin ardından oynanan ilk Milano derbisinde de gözler yine Hakan’ın üzerindeydi. Maç boyunca oldukça iyi bir performans sergileyen eski Milan 10 numarası, ilk goldeki penaltıyı aldıran oyuncu olurken penaltıyı gole çeviren isim de yine kendisi oldu. Attığı gol sonrası sevincinde gelen tribün tepkilerine yaptığı ‘sesiniz gelmiyor’ hareketi ile tepkilerin daha da artmasına sebep oldu.
Maç sonrası Instagram’dan yaptığı paylaşımda milli oyuncumuz gol sevincini ‘’Forza Inter’’ açıklamasıyla paylaştı. Paylaşım altında Inter taraftarlarının destekleyici yorumlarıyla birlikte Milan taraftarlarının eleştirel yorumları bir arada yer bulurken, Milan taraftarlarıyla Hakan Çalhanoğlu’nun arası açılmaya devam ediyor.
‘’Liverpool sonunda mağlup‘’
Premier Lig’in 11. haftasında West Ham United evinde Liverpool’u ağırladı. Bu haftanın açık ara en heyecanlı geçen maçında ev sahibi ekip, ligin tek namağlup takımı Liverpool’a 3-2’lik skorla ilk mağlubiyetini tattırırken izleyenler içinse tam bir futbol şölenine sahne oldu.
Maçın ilk yarısı ile ikinci yarısı arasında West Ham’ın oyunu gece ile gündüz kadar farklıydı. Daha maçın başında Liverpool kalecisi Alisson’un basit bir hata sonucu topu kendi ağlarına göndermesiyle öne geçen West Ham United, bundan sonra hücumu hiç düşünmeyerek tamamen topun arkasına geçti ve bir karşılama oyunu oynadı. Trent’in 41. dakikada attığı muhteşem frikik golüne kadar neredeyse hiç ileri çıkmayan West Ham, bu dakikadan sonra oyun anlayışını tamamen değiştirerek maça ortak bir oyun oynamaya başladı. Öyle ki ilk yarı bittiğinde West Ham’ın skor tabelasındaki sayısına rağmen kaleyi bulan şutu yoktu. Bunun karşılığında ligin en iyi hücum ekiplerinden birine özellikle bu kadar formdayken pozisyon şansı bile vermediler ancak West Ham’ın bu oyunu tamamen David Moyes’un bilinçli bir tercihiydi. Haftalardır görüldüğü üzere Liverpool ikinci yarılarda özellikle oyunun son 30 dakikasında takımca kondisyonu düştüğünden etkili bir oyun oynayamıyor, goller yiyerek önde olduğu maçlarda bile puan kaybedebiliyor. Liverpool’un orta saha merkezinde oyuncuların sakatlık probleminden dolayı oyuncu değiştirmekte zorlanması da buna eklenince West Ham’ın ilk yarıda tek yapması gereken, olabildiğince Liverpool’u yorarak ikinci yarıda kendisi için olabildiğince kolay bir rakibe dönüştürmekti. West Ham karşılama oyun planıyla çıktığı maçta bir de maça goll başlayınca rüya gibi bir senaryo ortaya çıktı. Topu rakibe verip arkasına geçerek beklediler. Liverpool %69 ile topa sahip olsa da Firmino’nun yokluğunda rakip yarı sahada pas oyunu oynamakta oldukça zorlandı ve büyük efor sarfetti. Buna rağmen duran toptan bulunan gol dışında kaleye isabetli şut bile atamadılar.
İkinci yarıda ise bambaşka bir maç izledik. West Ham ilk yarıda skor 1-1’e geldikten sonra oynadığı oyunu, tempoyu daha da yükselterek oynamaya başladı. Bu sayede karşılıklı şansların bulunduğu bir oyuna dönüldükten sonra ilk 15 dakikadan sonra temposu düşmeye başlayan Liverpool’a kendi yarı alanını geçtikten hemen sonra pres yapmaya başlayan West Ham bu sayede kazandığı toplarla fırsatlar bulmaya başladı. İkinci golde de Bowen’ın böyle bir pozisyonda kazandığı topla bir anda patlayıcı hızını kullanarak Liverpool defansını delmesi sonrası attığı pasla kaleciyle karşı karşıya kalan Fornals takımını tekrar öne geçirdi. Liverpool reaksiyon veremeden, köşe vuruşundan bir gol daha bulduktan sonra Liverpool kenarda ne kadar hücum oyuncusu varsa oyuna aldı. Origi bireysel yeteneğiyle çok şık bir gol atsa da tamamen kapanan West Ham’ı çözmeye yetecek o ikinci golü bulamadı.
Bu sezon geçen sezonki başarısının üzerine koyarak ilerleyen West Ham’da menajer David Moyes 20 maçtır kaybetmeyen Liverpool karşısında taktik dersi verdi. 11. haftayı zirvenin 3 puan gerisinde kapatan West Ham, Premier Lig’in en flaş ekibi olarak yoluna devam ederken sezon sonunda oldukça iyi yerde bitirme potansiyeline sahip görünüyorlar.
‘’Manchester derbisinde gülen taraf Manchester City‘’
İngiltere Premier Lig’in 11. haftası Manchester derbisine sahne olurken, Manchester United Old Trafford’da ağırladığı rakibi Manchester City karşısında sahadan 2-0 mağlup ayrıldı.
Maç öncesi beklendiği gibi yoğun bir ön alan presiyle başlayan maçta Guardiola’nın hedefi, tam kadroyken bile savunmadan top çıkarmakta zorlanan rakibinin, Pogba’nın da yokluğunda tamamen sorun yaşayacak olmasından faydalanıp tehlikeli noktalarda topu kazanarak gol pozisyonlarına girmek, ya da topu kontrolüne almaktı. United bu problemi Bruno Fernandes’i geriye getirip onunla top çıkararak çözmeye çalışsa da bu bir çözüm olmadı. Yaptığı presle M. United savunma hattını iyice geriye iten M. City hücumu oyun üstünlüğünü ele almaya başardı. Aşırı geride kurulan savunmaların en büyük sorunu olan yapılan hataların geri dönüşü olmaması durumu, sahada çok kısa sürede etkisini gösterdi. Bailly’nin kaleye çok yakın mesafeden yaptığı ters vuruş kaleci De Gea’yı daha maçın 7. dakikasında çaresiz bıraktı.
M. City skoru erkenden bulmanın rahatlığıyla sezon boyunca oynadığı aynı oyunu, United tarafından hiçbir direnç görmeden rahat bir şekilde oynadı. 2-3-5 dizilişiyle, oyunu genişleterek, top rakibe geçtiğinde ön alan baskısıyla rakibinin yarı alanı geçmesine bile izin vermeden topu geri alıp yine kendi oyunlarını oynadıkları bir rutine döndü. M. United savunmayı o kadar geride kurdu ki dönen toplar da hep City’li oyuncularda kaldı. United taraftarlarının homurdanmalarıyla 25-30. dakikalar arasında ileri çıkmayı deneseler de beklerin arkasına atılan toplarla kalelerinde çok büyük tehlikelere maruz kalınca tekrar geri çekilmek zorunda kaldılar. City’nin ileri 5’lisinin sürekli yer değiştirdiği dinamik oyuna M. United savunması hiç cevap veremedi ve kalelerinde sürekli pozisyon gördüler. Öyle ki De Gea çok kritik kurtarışlar yapmasa maç çok kısa sürede skor olarak da Manchester United’ın istemeyeceği noktalara gidebilirdi.
M. United ikinci yarıda Sancho’yu oyuna alarak daha hücumcu bir oyun oynamaya çalışsa da, City ilk yarısını önde kapattığı her maçta olduğu gibi top çevirip tempoyu düşürerek United’ın oyuna geri dönmesini engelledi. United ikinci yarıda kaleye tek bir isabetli şut bile atamazken maç boyunca rakip ceza sahasında yalnızca 4 kez topla buluşabildi. Oyun olarak sahada olumlu hiçbir nokta görmeyen taraftarlar maç boyunca tepki gösterdi.
M. United’da taktiksel zayıflığa rağmen bu maçtaki en büyük problem agresiflik ve mücadele eksikliğiydi. Özellikle Ronaldo gibi bir karaktere sahip bir takımın bu profilde olması oldukça şaşırtıcı. Bu da oyuncuların menajer Solskjaer’e inancının bittiğini gösteren önemli işaretlerden biri. Maç sonucu çok kötü gözükmese de sahada oyun olarak adeta ezilen Kırmızı Şeytanlar için bu maçın 5-6 gol yenilmiş bir maçtan çok da farkı yoktu. Bu bakımdan Solskjaer, Tottenham maçında kazandığı krediyi Atalanta ve M. City maçlarının ardından bir hafta içerisinde harcamış görünüyor.
‘’Trabzon gümbür gümbür‘’
Mücadelesiyle, sertliğiyle, golleriyle ve en önemlisi dramatik sonuyla Beşiktaş - Trabzonspor maçı hafızalarda yer edecek bir derbi oldu. Beşiktaş için girdiği kriz durumundan çıkmak adına, Trabzonspor içinse hem puan farkını artırmak hem de rakiplerine gözdağı vermek açısından önemli bir maçtı.
Maçın ilk yarım saati oldukça sert geçti. Sık sık duran oyunun bu kısmının oyun akıcılığı sekteye uğrarken bu sekansın sonu bu sertlikten nasibini alan Bakasetas’ın oyundan çıkışıyla geldi. Burası maçın kırılma anıydı. Bordo mavili ekibin en büyük gol tehditlerinden biri devre dışı kaldı ancak Siopis’in oyuna girişiyle aslında Trabzonspor’un oynamaya çalıştığı karşılama oyununa daha uygun, fizikli ve daha iyi savunma yapabilen bir merkez yapısı kurulmuş oldu. Hatta Hamsik’in Bakasetas’ın yerine geçişiyle ilk yarının sonuna kadar eski günlerinden enstantaneler izleme fırsatı bulduk ki Trabzon’un devre sonunda attığı gol de bu anların birinde Hamsik’in attığı klas bir ara pası sonucu geldi.
Edgar Ie ve Bruno Peres gibi iki as savunma oyuncusunun eksikliğine ek olarak sol bekinde de orta saha orjinli Trondsen’in oynadığı bu takımın savunma dörtlüsünden sadece Vitor Hugo’nun bu savunma hattının birincil oyuncusu olduğu düşünülürse, Trabzonspor savunmasının Beşiktaş hücumcularına ceza sahası içinde neredeyse hiç fırsat vermeyerek inanılmaz bir iş çıkardığını söyleyebiliriz. Beşiktaş hücumundan dönen topları da toplayan taraf çoğunlukla Trabzonspor oldu. Bu noktadan bakıldığında Siopis’in oyuna girişinin olumlu tarafı bir kez daha göze çarpıyor.
Beşiktaş tarafından bakıldığında, bu takım yaklaşık bir buçuk senedir çok iyi oynadığı bir oyun planına sahip. Savunmacıları öne çıkararak oyun boyunu kısaltan, böylece oyunu rakip sahaya yığan, ön alanda iyi pres yaparak bu bölgede top kazanan, beklerinden aldığı genişlikle ceza sahası içinde konumlanan oyuncularına boşluk yaratan, dönen topları toplayarak sürekli hücum eden böylece savunmasındaki problemleri hiç hissettirmeyen güzel bir oyun planı var. Bu planı kaliteli oyuncularla oynayınca da rakip karşı plan üretse bile yetersiz kalıyor. Ancak Beşiktaş bu maçta ne dönen topları toplayıp akın sürekliliğini yapabildi ne de beklerle oyunu genişletebildi. Bu problemlerin üstüne ara ara bulunan pozisyonlarda da rakibin hata yapmayan bir kalecisi olunca, savunmanın bireysel bir hatası dışında gol bulmak oldukça zorlaşıyor. Sergen hocanın da maç sonu dediği gibi bir değişiklik şart. Kaliteli ayaklarınız formsuz olduğunda ya da rakip yeterli bir karşı plan ürettiğinde başka bir oyununuz olmalı, kilidi bir şekilde açmanın farklı yollarını bulmalısınız. Ancak her durumda bu takıma devre arasında bir golcü şart. Bitiricilik bakımından eksikliğin yanında sayısal açıdan da yetersiz olunan bu bölge aslında sezon başı kadro planlamasında da birtakım sorunlar olduğunu gösteriyor.
Maçın sonunda gelen dramatik gol pozisyonundaysa Beşiktaş savunmasının hafif koşar tempoda savunmaya gelişi ve Umut’un Cornelius’u savunması gereken yerde, Nwakaeme’ye yardım savunmasına gelmesi, savunmadaki teknik problemlerin yanında mental problemlere de işaret ediyor. Maçtaki bir başka mental problem işaretiyse, maç sonunda Uğurcan’ın Beşiktaş taraftarıyla girdiği polemikti. Bu kadar yetenekli milli bir sporcunun böylesi iyi bir performans sonrası adeta kendini kaybetmesi hoş olmadığı kadar kendi kariyerine de zarar verebilecek türden.
Bu maçla birlikte Beşiktaş için kriz zincirine bir halka daha eklenirken, Trabzonspor kritik bir galibiyet alarak hem kendileri için önemli bir eşiği atladı, hem de puan kaybetmesini bekleyen rakiplerine güç gösterisi yaptı. Üç derbi maçını da oynamış olmasına rağmen yollarına namağlup devam etmeleri onları bir kriz yaşamadıkları sürece sezonun en büyük favorilerinden biri yapıyor.
‘’Yeni Plan‘’
Net bir skor, harika bir oyun, geriye yaslanarak rahatça bitiş düdüğü beklenen bir maç. Fenerbahçe taraftarının özlediği ne varsa bu maçta vardı. Maç öncesi hiç kimse bu kadar net bir oyunla gelen net bir skor beklemiyordu, özellikle kadrolar açıklandıktan sonra. Takımın en kilit isimleri Altay ve Valencia’nın sakatlığının yanında Mesut Özil ve Gustavo’nun eksiklikleri göze çarpıyordu. Rossi ve Szalai’nin kesik yiyerek sezon boyu birbirleriyle neredeyse hiç oynamayan Meyer, Mert Hakan, İrfan, Berisha gibi oyuncuları görmek herkesi düşündürtmüştür. Ancak Vitor Pereira, sezon başında Fenerbahçe taraftarlarının kendisi için söylediği ‘vardır bir bildiği’ söylemini bu defa boşa çıkarmadı.
Dizilişte, oyun planında ve buna bağlı olarak da oyuncularda da radikal değişikliklere gidildi. Sezon başından beri kötü giden maçlarda oyun içinde bile değişmeyen 3-4-3 dizilişi bu maçla 3-5-2’ye yerini bıraktı. Sezon boyu kim oynarsa oynasın sistemden dolayı üzerine aşırı yük binen merkez ikili problemi burada bir fazla oyuncu oynatılarak çözüldü. Takımın merkezi bu kadar desteklenince oyun oynamak daha da kolaylaştı.
Sahada sezon başından beri beraber görmediğimiz oyunculardan kurulu orta saha ve hücum hattındaki oyuncuların tek bir ortak özelliği vardı; yüksek pas kalitesi. Daha önceki maçlarda yüksek ön alan baskısıyla desteklenen bir pres oyunu izlerken bu maçta ilk defa pas üzerinden oynamaya çalışan bir takım izledik. Bu oyunu teknik oyuncularla oynayınca 30 dakikada maçı çözen Fenerbahçe, neden rakibinden çok daha kaliteli bir takım olduğunu gösterdi.
Bireysel olarak bakıldığında bu oyunun en kilit ismi İrfan, hücumda sezon boyu eksikliği yaşanan yaratıcılık problemini nasıl çözeceğini takım arkadaşlarına yarattığı şanslarla gösterdi. Berisha, attığı mükemmel vole golü ve Meyer’e yaptığı çok estetik asiste ek olarak, çevresinde pas yapabilen oyuncular olduğunda ne kadar değerli bir oyuncu olduğunu belli etti. Mert Hakan attığı başarılı paslarla ve çok iyi bir bağlantı oyuncusu performansıyla bu sezon açık ara oynadığı en iyi maçı harika bir golle süsledi. Sosa defansif eforunun yanında, kapılan topları hızlı bir şekilde hücuma ileterek Fenerbahçe’nin girdiği birçok hızlı atağın başlangıç noktası oldu. Aslında her oyuncu için ayrı ayrı konuşuyor olabilmek, her oyuncunun belli bir rolünün olduğunu ve Fenerbahçe’nin ne kadar bilinçli bir oyun oynadığının bir başka kanıtı.
Zor bir süreçten geçen ve ligde son 3 maçını kaybeden Fenerbahçe’de yeni bir oyun planıyla alınan bu net galibiyet, kullanılabilecek bir B planını ortaya çıkarmış oldu. Bu maçın çok kısa sürede çözülmüş olması ve rakibin hiç direnç gösterememesi bazı soru işaretlerini yanında getirse de, farklı durumlarda kullanılabilecek yeni bir oyun planının ortaya çıkışı, önümüzdeki maçlarda hiç kuşkusuz Fenerbahçe’nin elini güçlendirecektir.
‘’Aynı senaryo, aynı son‘’
Değişen hiçbir şey yok. Yine Sporting’e karşı, yine büyük savunma sorunları, yine sakatlıktan dolayı takımın yarısının eksik olduğu bir kadro, yine rakibin kanat beklerinin demarke kalması üzerinden yenilen ataklar, yine 4 gol yenmesiyle sonuçlanan bir maç… Bu defa tek fark ilk maçta attığımız bir golü de atamamış olmamızdı.
Şampiyonlar Ligi çok heyecan verici bir platform ve burada oynamanın değeri gerçekten çok büyük, eğer gerçekten oynamak için gelmişseniz. Beşiktaş’ın Sporting karşısına hangi hazırlıklarla, hangi oyun planıyla geldiğini anlamak oldukça zordu. Üzerine çok da fazla kafa yormadan bir Sporting analizi yapmaya başladığınızda bile gözünüze çarpan ilk şeyler 3’lü savunma oynamaları ve kanat beklerinin hücuma katılarak oyunu genişletmesi oluyor. Özellikle bunu 4-1 yenildiğiniz bir maçtan sonra görmeniz çok daha kolaylaşırken bunu görememenin tek yolu, bir sorun olmadığını söyleyerek gözünüzü kapatmaktır.
Maç içerisinde Beşiktaş’ın rakibi üzerine çalışmadığı çok net bir şekilde görülüyordu. Sporting’le oynanan ilk maçta da kanat beklerinin demarke pozisyonda sürekli tehdit yarattığı bir oyun izlememize rağmen bu maçta da bir önlem alınmamış. Ghezzal ve Larin’e bu oyuncuları savunmaları söylenmişse de çok büyük hata yapılmış. Çünkü bu oyuncular savunma yapmak için geriye geldiklerinde, gol atma şansları sıfıra yakın bir yere gelmiş oluyor.
Mehmet Topal – Josef - Atiba üçlüsüyle ne beklenerek sahaya çıkıldığını anlamak ise oldukça güç . Sadece savunma yapabilecek ve ileri top çıkarma konusunda sıkıntı yaşayacakları daha kadroya yazarken belli olan bu üçlü, fazla garantici bir seçim olsa da rakibin asıl tehdidinin kanat bekleri olduğu düşünüldüğünde yanlış bir yere alınmış önlem olduğunu söylemek çok da zor değil. Özellikle Josef ve Atiba varken Mehmet Topal yerine, daha önce iyi performanslar veren Can Bozdoğan tercihi yapılsa belki hem bu kadar baskı yenilmezdi hem de ileri top taşıyarak hücuma biraz daha bu yöne katkı verilebilirdi.
Beşiktaş’ın oyun planı neydi? Hücum planı neydi? Hücum planı var mıydı? Bunlar cevap bulması oldukça zor sorular. Tamamen savunma yapmaya odaklı bir merkez orta saha ile rakibi olabildiğince tutarak hızlı kontralarla gol bulmaya çalışmaksa eğer, ileride oynayan 3 oyuncunun (Ghezzal-Kenan-Larin) hiçbirinin yeterince süratli olmaması bu planı olanaksız kılıyor. Kaldı ki bu üçlüye top atacak merkez oyuncularının hücumda üreticiliğinin ve top tekniğinin düşük olması kontra oyununu daha başlamadan bitiriyor. Tüm bu sebeplerden Beşiktaş’ın ne oynamak istediğini veya ne planlayarak sahaya çıktığını anlamak oldukça güçtü.
Rıdvan’ın penaltı pozisyonunda yaptığı hamle çok amatörceydi ancak takımın o pozisyondan sonra mental olarak bu kadar dağılması asıl amatörce olan kısım. Gruptaki en dişimize göre takıma karşı 4 gol yemek bir yana, rakip sadece girdiği net pozisyonları bile gole çevirse maç 6-7’ye gidebilirdi. Grupta final niteliğindeki bu maça sanki formaliteymiş gibi dağınık çıkılmış olması aslında maçtaki birçok soruna rağmen en rahatsız edici görüntüydü.