‘’Chelsea sonunda galip‘’
Şampiyonluk yolunda Manchester City’nin puan kaybettiği bu haftada şampiyonluk yolunda azalan umutları canlandırmak isteyen Chelsea ile lig dördüncüsü olarak son Şampiyonlar Ligi biletini kapmayı hedefleyen Tottenham’ın karşılaşmasında gülen taraf ev sahibi Chelsea olurken, kazanan tarafın sahaya koyduğu oyun sonuca diret etki etmese de gelecek maçlar için yeni fikirler verdi.
Tottenham topu verdi, Chelsea aldı
Tottenham tamamen topu Chelsea’ye vererek geride beklemek üzerine bir kurguyla sahaya çıkarken, Chelsea son maçların aksine topa sahip olmayı hedefleyen bir oyun kurgulamış. Conte’nin böyle bir oyun oynamak isteyeceği o kadar barizken Tuchel de buna yönelik bir oyun planlamış. Bu oyunu oynayabilmek için de birkaç maçtır kenarda oturttuğu Jorginho’yu ilk 11’de başlattı. Bu oyun sayesinde ilk yarıda topa %75 oranında sahip olmasına rağmen yaratıcılık problemi oldukça göze çarptı. Conte’nin tamamen 0-0 üzerine kurulu ve skoru oyun sonuna kadar tutarak, oyun sonunda yapacağı değişikliklerle skor bulma planı uzun bir süre işe yaradı. Ancak Chelsea’ye hiç net fırsat vermeyen Tottenham Ziyech’in sansasyonel golüyle geriye düşünce maç öncesi kurulan plan sekteye uğradı.
Akışkan bir diziliş ve Mount’un özel kullanımı
Maç boyunca net bir diziliş ile oynamayan Chelsea sahaya 4-1-4-1 gibi çıkmış olsa da zaman zaman üçlü savunma düzeniyle de oynayan akışkan bir takım gördük. Özellikle Hudson-Odoi ve Mount’un konumlanmaları ve saha içi görevleri ev sahibinde gördüğümüz yeniliklerdi. Savunmadan çıkarken üçlü bir savunma hattıyla Hudson-Odoi ve Azpilicueta’nın kanat bekleri gibi oynadığı ve genişlik sağladığı, Jorginho ve Ziyech ile topun kontrol edildiği bir düzende en önemli yenilik Mount’un kullanımıydı. Merkez orta saha ikilisinin sağ tarafı gibi görünen ancak çoğu zaman sağ kanatta Tottenham beki ve stoperinin arasında ortalığı karıştırarak fırsat yaratmaya çalışan Mount, aynı zamanda yardımcı bir forvet gibi Lukaku’ya da alan açmaya ve onun üzerinde olan ilgiyi azaltmaya çalıştı. Özellikle oyunu sağ taraftan şekillendirmeye çalışan Chelsea, Mount’un sayesinde bu bölgede sağladığı sayısal avantajlarla fırsat yaratmayı denese de rakip ceza alanına girmekte oldukça zorlandı. Ancak Chelsea karşısında o kadar vasat ve hücumu zorlamayan bir takım vardı ki hiçbir kontra endişesi olmadan oyunu rakip yarı sahaya rahatça yıkıp pozisyonları zorladılar. Hücuma bu kadar yığılınca akan oyunda net pozisyonlar bulunmasa da kaliteli bir ayak sayesinde bulduğu uzaktan bir şut, sonrasında iyi bir duran top organizasyonu ile iki gol bularak rahatça maçı kazandılar.
Tottenham’ın hücum plansızlığı
Tottenham sahaya zaman zaman 3-5-2 zaman zaman 4-4-2 şeklinde dizilse de topu tutmak isteyen bir Chelsea’ye topu tamamen vermeleri onlar için bir hata oldu. Ayrıca herhangi bir hücum planı yapmamış olmaları oyun anlamında hep geride kalmalarının ana sebebiydi. Özellikle Son’un yokluğunda bu takımın yaratıcılık görevinin yalnızca Kane’in ayağına kalması ve onun da iyi bir gününde olmaması Chelsea’nin işini oldukça rahatlattı. Conte’nin kurguladığı topsuz oyunda takımın Chelsea’yi presle hiç hataya zorlamayı denememesi bariz bir hata olarak göze çarptı. Chelsea’yi hataya zorlamamaları hızlı toplarla ileri çıkma planlarını tamamen etkisiz kıldı. Rakibini hiç tehdit edemeyen Tottenham, maçın ilk düdüğünden itibaren dakikalar ilerledikçe artan bir Chelsea baskısı ile karşı karşıya kaldı. İlk golü yedikten sonra bile reaksiyon veremeyen Tottenham’ın oyunun 1-0 geçen kısacık bölümündeki görüntüsü bile maçı kazanmayı hiç istemiyormuş gibi görünmelerine yetti. Skor 2-0 olduktan sonra Conte değişiklikler yapsa da tamamen oyundan düşüp adeta maçı bıraktılar.
İki takımın ortak problemi: Yaratıcılık
Ligde son dört maçında puan kaybedip zirveden oldukça uzaklaşan Tuchel’in ekibi, bu galibiyetle üç puan hasretine son verse de diğer iki rakibinin de birkaç maçlık puan kaybetmesini beklemek zorunda. Lige verilen aranın ardından iki takımın da oldukça zorlu fikstürlerle başlayacağı düşünülürse lig sonunda oldukları yerlerin daha üstünde olabilmeleri için lige verilen arada yaratıcılık sorununu çözmeleri şart gibi görünüyor.
‘’Tuchel'in seçimleri Chelsea'yi yarıştan kopardı‘’
İngiltere Premier Lig’de şampiyonluk yolunda sezonun en kritik maçlarından bir tanesi olan Manchester City – Chelsea maçı, M. City için kendisinin bu yarıştaki iki büyük rakibinden birini saf dışı bırakmak, Chelsea içinse kapanmayacak boyutlara yaklaşan puan farkını indirip şampiyonluk umutlarını sürdürmek açısından oldukça önemli bir maçtı.
Tuchel’in hatalı oyunu
Maç öncesi Guardiola ve Tuchel’in taktik savaşına sahne olması beklenen bu maçta, tempo kolay kolay yükselmedi. Chelsea, Liverpool maçındaki gibi Kante-Kovacic ikilisiyle orta saha merkezini kurarken, Jorginho’yu yedek bırakarak tamamen topsuz bir oyun kurguladığını daha maç önünde belli etti. Ancak M. City karşısında tamamen topsuz kurgulanan bir oyunla sahaya çıkmak oldukça büyük bir hata olarak göze çarptı. Çünkü M. City’nin yüksek tempo oynamaya meyilli olmayan ancak düşük tempoda istediği şekilde maçı götüren görüntüsüne karşılık olarak Chelsea tarafı dinamik orta sahası ile yüksek tempoda M. City’i hataya zorlayarak tehlikeli bölgelerde top kazanabilirlerdi. Kazanılan bu toplarla Chelsea hücumcuları karşısında oldukça ağır kalabilecek Stones-Laporte ikilisine karşı hızlı ataklarla etkili olabilirlerdi. 9. dakikada savunmadan pasla çıkabildikleri nadir anlardan birinde buldukları pozisyonda Ziyech son pası atamamış olsa da Lukaku stoperlere çıkarabileceği bu sorunu göstermişti. Tuchel bir kontratak oyunu planlamış olsa bile tempoyu bir türlü yükseltemedikleri için M. City’e en iyi yaptıkları şeyi yapmaları konusunda izin vermiş oldu. Karşılama hattını her ne kadar önde kurarak M. City’den kazandıkları toplarla tehlike yaratmayı planlasalar da M. City topla oynadığı her saniye Chelsea savunma hattını geriye itmeyi başardı. Bu noktalarda Chelsea’nin M. City’e karşı pres denememesi de büyük bir hata olarak değerlendirilebilir. Tüm bu oyun anlayışı beraberliğin Chelsea’nin işine geldiği durumlarda anlaşılabilecek olsa da kesin galibiyet gereken bu maçta kabul edilebilir değildi.
Chelsea’nin kadro ve diziliş hataları
Tuchel oyun yaklaşımında olduğu kadar diziliş ve kadro seçiminde de hatalıydı. Savunmasından başlayacak olursak, Christensen ve Chalobah’ın yokluğunu ve Azpilicueta’nın sağ kanat bekinde oynadığını düşünürsek, sezon boyunca çok fazla maça çıkmayan ve kadrodaki 6. stoperi olan Sarr’ı ilk 11 başlatması ve onun oynaması için savunmadaki asıl sol stoper Rüdiger’i sağ stoper yapması savunmanın dengesini bozdu. Sol kanat beki Alonso’nun savunmada yarattığı zaafa ek olarak Sarr’ın orada oluşu ve yaptığı pas hataları sonucu M. City o bölgede adeta maden buldu. O bölgede oynayan Sterling maçın en iyi oyuncularından birisi olurken, Tuchel bu durumu 80 dakika boyunca sadece izlemekle yetindi. Hücumdaysa direkt kaleye gitmek isteyen bir takım için Pulisic her ne kadar uygun bir oyuncu olarak görünse de bu dönemde oldukça formsuz. Ziyech’in koşucu bir oyuncu olmaması ve büyük maçları kaldıramaması onu bu maçta yanlış tercih yapıyor. Özellikle son haftaların en formda ismi Mount ve Lukaku’yu oyun anlamında çok daha rahatlatıp, rakip savunmayı daha çok tehdit edebilecek Havertz varken…
Üçlü yerine dörtlü savunma düzeni ile Sarr yerine oynayabilecek Jorginho veya Mount ile çok daha iyi bir performans alabilecek Tuchel, bu sezonu kritik anlarda bu dizilişten vazgeçmemesi sebebiyle kaybetti. Kesinlikle kazanması gereken bu maçta Havertz ve Jorginho’yu hiç oyuna alamayan, Mount’u ise sadece 10 dakika oyunda tutabilen Tuchel, kendisini yenmek için o kadar da zorlamayan rakibine karşı maçı çok kolay kaybetti.
M. City zaaflarına rağmen zorlanmadı
M. City ise kazanması elzem olmayan bu maçta çok zorlanabilecek zafiyetlerine rağmen rakibinin de seçimleriyle birlikte oldukça rahat bir galibiyet aldı. Aslında sahte 9’lu gibi görünen sistemde Foden yine en uçta klasik 4-3-3 forveti gibi oynayınca oldukça etkisiz kaldı. Grealish’in de kötü oyunu hücumu oldukça sınırlamasına rağmen Sterling ile fırsatlar yakaladı ancak hala ceza sahası içinde bitiricilik sorunu oldukça göze çarpıyor. Guardiola kısa zamanda M. City’nin en etkili olduğu Bernardo’nun sahte 9 olduğu düzene geri dönebilir. Yine de yedek kulübesinin bu kadar zayıf olduğu bir durumda o kadar da iyi oynamadan maç kazanmak M. City adına oldukça önemliydi. Şampiyonluk yolunda farkı iyice açan M. City, bu galibiyetle birlikte şampiyonluk yolunda bir büyük adım daha atmış oldu.
‘’Chelsea - Liverpool derbisinde kazanan Manchester City‘’
Şampiyonluk yarışında puan kaybına tahammülü kalmayan Chelsea ve Liverpool’un maçı ne kadar istediklerini kanıtladıkları bir maç oldu. Maç öncesi olayları, maç içindeki aksiyonları, bireysel performansları, temposu ve sansasyonel golleriyle Premier Lig’de bu sezonun unutulmayacak maçları arasına girdi.
Çılgın tempo golleri getirdi
Uzun zamandır izlediğimiz belki de en yüksek tempolu maçtı. Zaman zaman tempoların bu seviyelerde olduğunu Premier Lig’de sürekli görüyoruz ancak bu maçta o kadar uzun süre yüksek bir tempo vardı ki iki takımın da üç puana ihtiyacı olmasına rağmen maçın sonlarında tempoyu yükseltecek enerjileri kalmadı. Maçın bu kadar yüksek tempolu başlamasının sebebi iki takımın yaptıkları tercihlerdi. Tuchel’in Jorginho’yu keserek Kante ve Kovacic’le maça başlaması top tutmak yerine orta sahayı hızlı bir şekilde geçip yine ilerideki hızlı üçlüsüyle seri bir şekilde pozisyonlara girmeyi hedeflemesi bunun en önemli sebebiydi. Birinci bölgelerde savunmadan oyun kurarken yapılan baskılar ve bu kadar yüksek tempo beraberinde iki takım için de çokça hata ve top kayıplarını da beraberinde getirdi. Bu hataların birinde maç başında Liverpool golü bulunca tempo doruk noktasına ulaştı. Öne geçmenin etkisiyle Liverpool topu biraz daha Chelsea’ye bıraksa da ev sahibi ekip tempoyu düşürmedi. Bunun sebebi Lukaku’nun da kadro dışı kalmasıyla beraber set oyununda etkili olamayacak olmalarıydı. Aslında bu oyun tam da Salah ve Mane’nin işine gelecek olsa da mutlak zafer için Tuchel’in alması gereken bir riskti. Böylece orta sahaların hızlı geçildiği bir oyunla birlikte iki takımın da defans arkasına kanatlardaki hızlı oyuncularını kaçırma şansı artmış oldu. Bu düelloda kazanan yine Liverpool olunca skor 0-2’ye geldi. O dakikadan sonra Chelsea yavaş yavaş oyundan düşmeye başladı. Chelsea’nin takım boyu çok uzarken presin etkisi de düşünce, Liverpool hem çok kolay top çevirmeye başladı hem de hücumcuları koşu alanları buldu. Kontrolün tamamen Liverpool’da olduğu bu sekans Kovacic’in jeneriklik golüyle son buldu. Belki sıradan bir golün böyle bir etkisi olmazdı ancak böylesi bir gol Chelsea’yi kendine getirdi. Bu sayede ilk yarı bitmeden vites yükselten ev sahibi, çok iyi bir geçiş hücumuyla bir gol daha bularak maça tekrar ortak oldu.
Kondisyonlar düşünce puanlar paylaşıldı
Liverpool bu maçta özellikle Firmino’yu çok aradı. Firmino’nun ileride top tutarak Salah ve Mane’ye servis yapabileceği bir oyun varken, Jota bu konuda etkisiz kalınca Liverpool Trent’in uzun toplarıyla fırsat bulmaya çalıştı. Yine Chelsea de ikinci yarıda Pulisic ve Mount’un yerlerini değiştirip onları savunma arkasına kaçırmayı deneyince bir süre sürekli havada kalan bir top izledik. Dakikalar geçtikçe yorgunluğun artışıyla birlikte iki takımda tempoyu düşürmek zorunda kaldı. Özellikle Liverpool’un sezon başından beri süregelen 60. dakikalar sonrası oyundan düşüşü yine bu maçta da kendisini gösterdi. 70. dakikada artık temponun o kadar yükselmeyeceğini görerek merkez kontrolünü ele almak isteyen iki teknik adam da orta sahaya birer oyuncu daha ekledi. 3-4-3ten 3-5-2 ‘ye dönen Chelsea’ye karşı Jota’nın yerine orta oyuna giren Chamberlain ile birlikte Salah ve Mane’nin en uçta olduğu bir Liverpool 4-6-0’ı vardı. Bu değişiklikler sonrası merkezler kapatıldıktan sonra yorgun iki takım birbirlerine karşı pozisyon bulmakta zorlanınca maç da bu skorla bitti.
Kayıp lüksü kalmadı
İki takımın da puan kaybetmesiyle bu maçın kazananı şüphesiz M. City oldu. Chelsea ve Liverpool’un zirveden 4 maç geride oldukları düşünülürse artık iki takımın da puan kaybı lüksü kalmadı. Chelsea’nin sakatlık krizlerine ek olarak ortaya çıkan Lukaku kriziyle birlikte devre arasında birden fazla transfere ihtiyacı olduğu görülüyor. Liverpool ise Afrika Uluslar Kupası’na gidecek Salah ve Mane’nin yokluğunda iki maça çıkacak. İki maç az gibi görünse de bu oyuncular geri geldiklerinde çoktan bitmiş bir şampiyonluk mücadelesiyle karşılaşabilirler.
‘’Manchester City'den şanslı galibiyet‘’
Manchester City’nin şampiyonluk yolunda rakipleriyle arayı açmasını önleyecek maçlar serisinin ilki olan Arsenal deplasmanı, Manchester City için beklenmediği kadar zor geçti. Arsenal ise büyük maç kazanamama sendromu devam ettirirken, bu defa oyun olarak domine edilmediği hatta büyük bölümünde üstün taraf olduğu bir maçı geride bıraktı.
Merkez kontrolü maçın hikayesini belirledi
Son zamanlarda İngiltere Premier Lig’deki en formda iki takımın önemli bir ortak noktası var. İkisi de yoğun bir şekilde topa sahip olma oyunu oynuyor. M. City bu konuda belki de dünyanın en iyisi ancak Guardiola ekolüyle yetişen Arteta da takımının yükselen formuyla birlikte bu oyunu oynatıyordu. Bu maçta da Arsenal, kısa sekanslarda topa sahip olsa da çoğunlukla bir geçiş oyunu planlamış, kaptığı toplarla Saka ve Martinelli’nin kanatlardaki hızlı top taşımalarıyla gol bulmayı hedefleyen bir oyun kurgulamış. Partey ve Xhaka ikilisiyle merkezi iyi kapatırken, zaman zaman önde yaptıkları şok presler dışında baskı hattını ikinci bölgelerinde yaptıkları için alanı iyi daraltıp M. City’ye pozisyon şansı tanımadılar. Özellikle son 11 maçını kazanarak vites yükselten M. City’nin belki de rakip yarı sahada pozisyon üretme konusunda en zorlandığı maç oldu. Bunun en büyük sebebi de Guardiola’nın oyun tercihi oldu. Sahte 9’lu santrforsuz oyunundan bu maçta vazgeçen ve Gabriel Jesus’u santrfor olarak oynatan Guardiola, Mahrez’in etkisiz oyunu ve Sterling’in dar alanlara sıkışıp kalması sonucu orta sahada sayısal üstünlüğü Arsenal’a verdi. Öyle ki pas akışının neredeyse hiç durmadığı M. City, maçın 8. dakikasındaki bir sekansta oyunu kurarken bir anda top atacak oyuncu bulamadı. Aslında neredeyse tüm takımlarda gördüğümüz bu durum, söz konusu M. City olduğunda oyun anlamında sorun göstergesi olarak göze çarpıyor. Buna rağmen ana planından uzun süre vazgeçmeyen Guardiola, Arsenal eksik kalana kadar oyun üstünlüğünü ele geçiremedi. Kırmızı kartın ardından hem Arsenal orta sahadan eksilip hem de M. City Jesus / İlkay değişikliği yapınca orta sahadaki sayısal üstünlük M. City tarafına geçti. Topa zaten sahip olan City, merkezdeki üstünlüğü de alınca oyunda kontrolü sağlamayı başardı. Golü çok zorlamamasına rağmen biraz da şanslı bir şekilde bulduğu golle maçı kazanan M. City, şampiyonluk yolunda büyük bir adım attı.
Arsenal tecrübesizliğinin kurbanı
Arsenal için bu maç yükselen form grafiğinin en önemli testiydi. Özellikle ideal 11’i ile sahaya çıkabilmiş olmaları, takım olarak ne seviyede olduklarını görmeleri için önemliydi. Sezon başında 5-0’lık hezimetle sonuçlanan M. City maçından sonra değişen oyuncular ve gelişen oyun düşünüldüğünde dört ayda bunun yapılmış olması takdiri hak ediyor. Bu maç özelinde çok iyi bir sınav veren Arteta’nın ekibi kırmızı karta kadar oyun olarak üstün olan taraftı. Özellikle savunma anlamında oldukça iyi iş çıkaran Londra ekibi, ilk yarıda M. City gibi bir takıma isabetli şut attırmayarak bunu kanıtladı. İkinci yarıda ise 30 dakika bir kişi eksik oynarken bile tamamen geriye çekilmeden net gol pozisyonları vermemeyi başardılar. Tüm bunlara rağmen maçı kaybetmelerine sebep olan iki sebep vardı. Tecrübesizlik ve Xhaka… Yıllardır kendisini büyük hata yapmama konusunda bir türlü geliştiremeyen Xhaka’nın sebep olduğu penaltı sebebiyle yükselen tansiyon sonrası, saha içinde bir türlü sakinleşemeyen Arsenal’li oyuncular tecrübesizliklerinin kurbanı olarak 5 dakikada oyunu rakibine teslim etti. Penaltı öncesi penaltı noktasıyla uğraşan Gabriel, orada gördüğü sarı karttan iki dakika sonra amatörce bir hareketle kırmızı kartı görüp maçın kaderini değiştirdi. Tansiyonun yükseldiği anlarda sakin kalamamak genç takımların genel bir sorunu olsa da bu seviyedeki bir takım için baş ağrıtabilecek sonuçlar doğurabilir. Buna rağmen Arsenal şanssız bir sonla maçı kaybetse bile, hem 11 hem 10 kişiyken oynadığı oyunla gelecekte elit bir takım olma potansiyeli vaat ederek taraftarlarını memnun etmeyi başardı.
‘’Leicester'dan Liverpool'a darbe‘’
Maç öncesi beklenenden çok daha keyifli bir maç olan Leicester City - Liverpool karşılaşmasında yalnızca bir gol olsa da keyifli bir futbol karşılaşmasından beklenebilecek her türlü aksiyon vardı. Mücadele, yüksek tempo, penaltı, kaçan gol pozisyonları ve harika bir gol. Drama severler için de görece zayıf takımın büyük takıma çelme takması da işin cabası oldu.
Merkezi kapat, puanı al
Maç daha ilk dakikadan itibaren yüksek tempo ile başladı. İki gün önce oldukça yorucu bir M. City maçına çıkan Leicester City beklenenin üstünde bir eforla sahaya çıktı. Gol yememek üzerine bir plan kurgulasalar da Liverpool’u aşırı geride karşılamadılar. M. City maçındaki 4-4-1-1 düzeninden vazgeçen ve 4-3-1-2 düzeniyle sahaya çıkan ev sahibi ekip, bir önceki maçından ders almış göründü. Kanat oyuncuları Ayoze Perez ve Lookman’ı yedek bırakan Brendan Rodgers onların yerine merkezde defansif yönleri kuvvetli fizikli orta sahalar olan Doucure ve Choudhury’i kullandı. M. City karşısında iki penaltı yaptıran Tielemans da yine yedekler arasındaydı. Liverpool’a karşı en iyi taktik olan merkezi kapatmak için fazlasıyla defansif orta saha kullanan Leicester, sakatlıklardan ötürü stoper pozisyonunda da bir defansif orta saha kullanmak zorunda kaldı. Maçın ilk kırılma anı olan Salah’ın kaçırdığı penaltı da yine bir defansif orta saha hamlesini stoper olarak yapan Ndidi’nin faulüyle geldi. Bu penaltının kaçmasıyla beraber tempo iyice yükselse de Liverpool bulduğu çok az fırsatı gole çeviremedi. Fırsatların azlığının en büyük sebebiyse Thiago’nun yokluğunda Liverpool’un topu bir türlü ileri taşıyamamasıydı. Mane ve Salah’a ne kanattan merkezden top ulaştırılamaması hücum organizasyonlarının oluşmasını önündeki en büyük engeldi.
Süregelen kondisyon sorunu
İkinci yarıya yine çok daha iştahlı başlayan bir Liverpool izlesek de sezon boyunca süregelen en büyük sorunları yine ortaya çıktı. Liverpool maçta 60. dakikaya gelindiğinde her defasında kondisyon sorunu yaşamaya başlıyor. Yoğun fikstür ve kadro derinliğinin olmaması bunlarda bir etken olsa da takımın çok yaşlanmış olması bundaki en büyük etken. Klopp da bunun farkında olup 3 değişiklik hakkını da 3 orta sahayı değiştirerek kullansa da giren oyuncuların kalitesi o kadar düşüktü ki tempoyu istenilen seviyeye yükseltemediler. Tam temponun düşmeye başladığı anda Rodgers’ın oyuna aldığı çabuk oyuncusu Lookman golü bulunca Leicester iyice geriye yaslandı. Kalelerinde gördükleri tek isabetli şutun gol olması da Liverpool’un bu maçtaki şanssızlığıydı ancak yine de maç boyu kazandıkları fırsatları gole çevirebilmiş olsalar birden fazla golü rahatlıkla bulabilirlerdi.
M. City, Liverpool’dan üstün
Leicester maçı Liverpool’un neden M. City’e göre yarım gömlek daha düşük seviyede bir takım olduğunu gösteren bir maç oldu. Aynı takımla iki gün arayla karşılaşan iki şampiyonluk adayından biri 6 golle kazanabiliyorken diğeri gol atamıyor. Bunun sebebi M. City tarafında herhangi bir oyuncunun form düşüklüğü gol bulma konusunda sorun yaratmazken, Liverpool’da Salah ve Mane ikilisinin ikisi birden gününde olmadığında Liverpool’un hücum kapasitesi yarı yarıya düşüyor. Durum böyle olunca as stoperleri sahada olmayan, duran top savunması sorunlu ve sezon boyunca gol yemediği sadece bir maç bulunan bir takıma bile gol atmanız mümkün olmayabiliyor. M. City’nin 6 puan gerisinde kalan ve Chelsea ile oynayacak olan Liverpool, bu maçtan da alacağı bir mağlubiyetle bir anda kendisini yarış dışında bulabilir. Bu sebeple Leicester maçındaki puan kaybının ardından Chelsea – Liverpool maçı da erken final anlamı kazandı.
‘’Lukaku etkisi‘’
Son zamanlarda oynadığı futbolla izleyicileri tatmin etmeyen ve kaybettiği puanlarla şampiyonluk yolunda büyük yara alan Chelsea, teknik direktör Steven Gerrard’ın gelişiyle form tutarak ligdeki zorlu takımlardan biri haline gelen Aston Villa karşısına çıktı. Werner, Havertz gibi hücumda önemli oyuncuları eksik olsa da Lukaku, Kante ve Kovacic gibi bu takımın seviyesini oluşturan oyuncuların geri dönüşü, şampiyonluk yolundaki bu kritik maçın kazanılmasında en önemi faktördü.
İlk yarıda Aston Villa üstünlüğü
Bu maç aslında oyunu enine genişleterek oynamaya çalışan Chelsea ile merkezi iyi kapatmaya çalışan Aston Villa’nın mücadelesi şeklinde geçti. 4-3-2-1 dediğimiz çam ağacı dizilişiyle sahaya çıkan Aston Villa, geride merkezi kapatarak savunma yapıp, Chelsea’yi kanatlara yönlendirerek tehlikeli olmayan noktalarda rakibinin topa sahip olmasına izin verdi. İlk yarıda Chelsea’nin savunma üçlüsünün ve Jorginho’nun hücum katkısı vermemesi Chelsea’yi hücumda nicelik olarak eksik bıraktı. Kalan 6 oyuncuyu 7 kişiyle kolay bir şekilde savunan Aston Villa, kaptığı toplarla da çok hızlı tek toplarla ileri üçlüsünü buluşturarak gol bulmaya çalıştı. Bu yaklaşımla oyun anlamında başarılı da olan ev sahibi ekip, yakalanan pozisyonlardaki son paslarda iyi kararlar verebilse, Chelsea için bu maç ilk yarıda çok zora girebilecek bir şekle bürünebilirdi.
Bir hamle, üç kazanç
Tuchel ilk yarıdaki bu problemden çok rahatsız olmuş olacak ki sezon boyunca aldığı en radikal kararlardan birini aldı. Sezon başından beri ısrar ettiği 3-4-3 dizilişinden 4-3-3’e hatta 4-2-4’e dizilişine geçti. Stoper Chalobah’ı çıkartıp Lukaku’yu oyuna alan Tuchel, bu şekilde maç içinde üç farklı kazanç elde etti. Birincisi Lukaku’nun oyuna girişiyle rakibin iki stoperini sadece onunla uğraşmaya mahkum etti ve en uçta verimsiz oynayan Pulisic’i daha verimli oynadığı kanat mevkisine çekti. İkincisi de savunmadan eksilmiş olmasına rağmen hücumda öyle bir tehdit oluşturdu ki Aston Villa’nın rahat çıkmasını engelledi. Aston Villa maçın sonunda risk alarak ileri çıktığında da Lukaku’nun nasıl bir tehdit olduğunu penaltıyı alırken gördük. Üçüncüsü ve en önemlisi de dizilişi değiştirdiği için ilk yarıdaki en büyük sorun olan hücumdaki sayısal üstünlüğü sağladı.
Lukaku’nun ne kadar sakatlıktan çıkmış ve düşük formda olsa da Chelsea’ye hem oyun hem skor anlamında büyük katkı yapıyor. Onun oyuna girişiyle yapılan ortaların bir hedefi oluştu ki ikinci golü de bu yolla buldular. Aston Villa stoperleri onunla uğraşmaktan başka noktalara odaklanamadılar. Özellikle Mings, ikinci golde çok büyük bir hata yapmasa da Lukaku golü attığında hata yapmış gibi göründü ve maçın geri kalanında oyundan düşerek sürekli hata yapmaya devam etti. Kante ve Kovacic’in dönüşü oyunun temposunu artırmasının yanı sıra, Jorginho’nun üstündeki yükü aldıkları için oyun kurulumunu kolaylaştırdı.
Zorlu fikstür öncesi iyi sinyaller
İkinci yarıdaki performansıyla beraber son zamanlarda krize giren oyununu çözme işaretleri veren ve sezon başındaki halini hatırlatan Chelsea, şampiyonluk yarışından kopma noktasına gelmişken aldığı bu galibiyetle yarışta kalmaya devam etti. Özellikle ocak ayında Top 6 takımlarıyla 5 resmi maçı bulunan Chelsea, kritik oyuncularının iyi dönüş sinyalleri vermesiyle birlikte bu maçlardan alacağı iyi sonuçlarla bir anda kendisini yeniden zirvede bulabilir.
‘’Yenilmezler‘’
Lider Trabzonspor, Emre Belözoğlu’nun yönetiminde ligin en formda takımlarından birisine dönüşen Başakşehir karşısına çıkarken maç öncesinde iki takımın da kolay yenilmiyor oluşu maçın karakterini belirledi. İki takımın da gol beklentilerinin 1’in altında kalması, iki takımın da önceliğinin gol yememek olduğunun bir kanıtıydı.
Trabzonspor’un eksikleri
Maç başında Trabzonspor yoğun ön alan presiyle Başakşehir’i kendi yarı sahasından çıkarmamaya çalışırken, Başakşehir bu yoğun pres altında oyunun ilk 15 dakikasında zorlansa da tehlikeli olabilecek bölgelerde topu kaybetmedi. Sonrasında oyuna alışan ve varlık göstermeye başlayan, hatta devre sonuna doğru kontrolü ele alan bir Başakşehir vardı. Bunun olması da çok normal çünkü Abdullah Avcı’nın eski öğrencileri güçlü pas oyunlarını oynamaya alışkın tecrübeli bir ekip. Bunun yanı sıra Trabzonspor’un eksikleri onların güçlü oyununu da sekteye uğratıyor. İki stoperin olmayışı oyun kurulumunu ve savunmadan güvenle çıkışı zorlaştırırken, sezon başından beri zayıf olan sol bek pozisyonu hem savunmada zayıf nokta yaratırken hem de hücumda takımı sınırlıyor. Nwakaeme’nin olmayışı da takımın hücum gücünü en az bir seviye aşağı çekiyor. Tüm bu eksikler ve Emre Belözoğlu’nun Başakşehir performansı düşünüldüğünde, belki de lig sonuna doğru kendisinin en yakın takipçisi olabilecek bir rakibe yenilmemiş olmak Trabzonspor için kabul edilebilirdi.
‘Grande’ Hamšík
Hamšík’in bu akşam gösterdiği performans Trabzonspor’un ligdeki konumunun en önemli sebeplerinden bir tanesi. Slovak yıldız, o kadar oyunun içinde ve azmiyle diğer oyunculara örnek oluyor ki diğer oyuncuları da yükseltiyor. Geriden oyun kurulumunda bağlantı oyuncusu olması sayesinde Trabzonspor özellikle iki as stoperi yokken onun sayesinde sorun yaşamıyor. Sadece bu bile başlı başına büyük bir sorunu çözüyorken, takımın en çok isabetli pas yapan oyuncusu olmasının yanı sıra maçın da en çok top kazanan ve en çok koşan oyuncusu oldu. Bu kadar fiziksel eforun yanında bir de Cornelius’a attığı yaratıcı pas gibi sürekli oyunu skor anlamında etkileyecek denemelerde bulunmaktan geri kalmadı. Hamšík bu sezon takımın seviyesini yükselten ve kimliğini oluşturan en önemli oyunculardan biri oldu.
Emre Belözoğlu’nun Başakşehir’i
Başakşehir’in Emre Belözoğlu yönetiminde çıktığı seviye gerçekten inanılmaz. Ülkemizdeki teknik direktörlük kariyerlerinin en gösterişli girişlerinden birine imza atan Emre Hoca, 15. sıradan aldığı takımı Avrupa potasına çıkarmayı başardı. Aykut Kocaman gibi bir teknik direktörün başarısız olduğu bir ekibi alıp, farklı bir oyunla başka bir seviyeye çıkarmak oldukça büyük bir iş. Belözoğlu, Başakşehir’i geriden iyi oyun kuran, güçlü rakiplere karşı iyi geçiş oyunu oynayabilen, nispeten topu kendilerine veren rakiplere karşı toplu oyunu da iyi kurgulayabilen bir takım haline getirdi. Takım savunmasını çok iyi yapan, kolay kolay gol yemeyen, öne geçtiğinde de skora hakim olabilen bir ekip olan Başakşehir, Trabzonspor maçında da bu özelliklerinin hepsini maçın belli noktalarında gösterdi. Hücum gücü nispeten zayıf bir Trabzonspor olsa bile ligin açık ara en önde olan takımına karşı neredeyse net pozisyon vermeyen Başakşehir, belli bir kimlik sahibi takım olarak sezon sonunda Trabzonspor’a yetişemese bile ikinciliğin en büyük adayı olma izlenimi veriyor.
Şampiyonluk konsantrasyonu
Şampiyonluğun en büyük adayı Trabzonspor devreyi farkı açmış bir şekilde kapatırken, Abdullah Avcı ve Trabzonspor’un rehavete kapılmamış ve eksiklerin farkında görüntüsü onları daha da favori yapıyor. Özellikle Avcı’nın maç sonunda sol bek, stoper ve kanat oyuncusu transferi yapmayı düşündüklerini söylemesi teşhisin ne kadar doğru konulduğunu gösteriyor. Trabzonspor bu farkındalık ve planlamayla devam ederse, yıllardır hasret kaldıkları lig şampiyonluğuna sezon bitiminden haftalar öncesinden ulaşabilirler.
‘’Klasik derbide istifa sesleri‘’
Yılın son derbisi Beşiktaş – Fenerbahçe maçı beklentilerin çok da uzağında olmayan iki tarafın da yenilmemek için uğraştığı, ancak Beşiktaş’ın ikinci yarı başlangıcıyla ikinci golü bulması arasındaki zaman dışında iki takımın da ortaya iyi bir oyun koyamadığı, bireysel performansların öne çıkarak maçın skorunu belirlediği bir maç oldu. Beşiktaş için her zamanki gibi bir derbi maçı olsa da Fenerbahçe özelinde saha dışında yaşanan olaylarıyla daha çok hatırlanacak bir maç oldu.
Plansız Fenerbahçe
Fenerbahçe geride beklediği bir oyun planı, geçiş oyunu kavramından çok uzaktı. Rakibi pres uygulayarak hataya zorlamak yerine rakibinin kendi kendine yaptığı hatalar üzerinden fırsatlar çıkarmayı hedefleyen bir oyun planıyla sahaya çıktı. Topu rakibine veren ve sadece iyi alan kapatarak rakibinin hata yapmasını bekleyen bu anlayışta, Fenerbahçe maç boyunca etkisiz bir oyun oynadı. Akın sürekliliği bile sağlanamamış bir anda, topun Beşiktaş ceza sahasına geldiği anda Larin’in eline çarpan bir top ve aniden kazanılmış bir penaltı öne geçildi. Daha sonra Vida’nın akıl almaz hatası ile ikinci golü bulan Fenerbahçe bundan sonra da etkisiz oyununu sürdürmeye devam etti. Fenerbahçe iki gol bulmuş olsa da oyunun hiçbir aralığında takımca iyi performans verememiş olması, takım içindeki sorunların giderek büyüdüğünü açıkça gösteriyor.
Önder Karaveli’ye şans verilmeli
Beşiktaş, Fenerbahçe’nin topu tamamen bırakmasıyla birlikte maç boyu topa sahip olan ancak tehdit yaratmaktan oldukça uzak bir oyun oynadı. Josef de Souza hırslı ve azimli oyunuyla ne kadar iyi bir derbi oyuncusu olduğunu gösterdi. Özellikle attığı iki golde de büyük yetenek gösteren Souza, açık ara sahadaki en iyi oyuncu olduğunu gösterdi. Önder Karaveli’nin Can-Oğuzhan değişikliğiyle oyun kontrolünü ele alması ve bu sayede kurduğu baskı ile beraberliği bulmuş olması, maç içi müdahalelerinin takımı yönetebilecek düzeyde olduğunun bir göstergesi. Beşiktaş yönetiminin aceleyle yeni bir hoca getirmek yerine sezon sonuna kadar Önder Karaveli’ye şans vermesi, o sırada Önder Karaveli’yle devam edilmeyecek durumlardaki alternatiflerini de daha uzun sürede bulabilmesi açısından alacağı en mantıklı karar olabilir.
Fenerbahçe’de ibre yönetime döndü
Fenerbahçe’nin saha içi sorunlarını konuşurken saha dışı detaylarından bahsetmemek mümkün değil. Yeni teknik direktör haberlerine yalanlama gelmemesi, Pereira’nın tamamen takımdan kopmuş görüntüsünü karşımıza getiriyor. Kötü kadro seçimleri, yanlış değişiklikler, özensiz oyun planları gibi tüm detaylar Pereira’nın çoktan işi bıraktığını gösteriyor. Tüm bunlara rağmen haftalardır basın toplantılarında takımda hiçbir sorun yok gibi konuşması artık alaycı bir tavır olarak da anlamlandırılabilir. Ancak Pereira’nın penceresinden bakmak gerekirse de hiçbir konuda arkanızda durmayan ve sürekli işinize karışan, bunlardan doğan olaylar sonucunda da faturayı size kesip yeni hoca bakmaya başlayan bir yönetim varken işinize ne kadar odaklanabilirsiniz. Hele başkanınız sizin yerinize adı geçen isimlerden biriyle maç öncesi basına fotoğraf verecek şekilde samimi görüntüler veriyorsa bu hiç kolay değil. Taraftar da sorunun Pereira’da değil, çok büyük kredi verdiği yönetim ve Ali Koç’ta olduğunu düşündüğü için ilk defa başkanın adıyla istifa seslerini yükseltti. Fenerbahçe taraftarı artık işler iyi gitmediği için değil, gelecekte iyi gideceğine inanmadığı için yönetimi istifaya davet ediyor. Taraftar desteğini iyice kaybeden Ali Koç yönetiminin ömrü iyice azalırken, Fenerbahçe için sezon sonunda olağanüstü bir seçim de ufukta görünmeye başlıyor.