Arama

Popüler aramalar

‘’Ülke futbolu nasıl düzelir?‘’

TRT Spor’da haftanın beş günü yayınlanan “Spor Manşet” programında Cem Dizdar “tükenmez” bir enerjiyle ülke sporunun ve futbolunun durumunu gözler önüne seriyor. Serkan Yetkin de iyi bir yöneticilik yaparak Cem’in konuşmasına izin veriyor, onun “Coşkun Çoruh” gibi yol almasını sağlıyor.

Hemen hemen her programda 10 bin saat antrenmandan söz ediyor Cem Dizdar. Buna aklı yatan kaç insan var bilemiyorum ancak söz konusu çalışmaları yapmadan ve 10 yıllık bir dönemin içine bilimsel, pedegojik, sosyolojik ve psikolojik verileri de serpiştirmeden evrensel sporcu olmanın olanağı yoktur.

Kolay elde edip kolay tüketmek…

Bu çok zor bir uğraş, devletin spor politikalarına değin uzanan, kulüplerin beşer yıllık planlamalara iş olsun diye değil, ülkenin gençliğinin geleceği için baş koymasıyla gerçekleştirilebilecek bilimsel bir organizasyondur. Sporu yönetenlerin sosyal ve ekonomik beklentileri bu organizasyonun sonuçlarını beklemeye yetmediği için her kes kolay yolu seçiyor. Yani kolay elde edip kolay tüketmeyi...

On bin saat gerçeği öne sürülürken, 10 yıllık dönemde sadece kulüp organizasyonlarını kapsamamaktadır. Çocuğun sokakta kendi başına oynayıp sportif becerileri kendisinin keşfetmesi de bu sürenin içine dahildir.

Çocuklar 6-13 yaşlar arasında öğrenir

Dolayısıyla kulüp organizasyonlarında çocukların alacağı eğitimin de birtakım kriterleri vardır. 10 bin saatin içinde nelere dikkat edilmesi gerekir? En başta çocuklar ve gençlerin tüm sportif becerileri 6-13 yaş arasında öğrenip geliştirebilecekleri bilinmelidir. Bu dönemde çocuklar asla yarışmacı olmayacak “oynama” ve “eğlenme” fikri ön plana çıkartılacaktır

Erken profesyonelleşme bir dizi zoraki yaşam deneyiminin bir sonucu olarak tek boyutlu bir benlik kavramına neden olur. Tek bir spor dalında profesyonelleşme ise mükemmelliğin ve duyarlılığın artırılmasına karşılık, özgürlüğün kademeli olarak kaybolmasına neden olur.

Dengeli ve çok yönlü olmanın yolu…

Yumuşak ve eğlenceli bir yaklaşımla karşılaşan sporcular, bu şekilde bir yaklaşımı görmeyen sporculara göre daha dengeli ve çok yönlü olarak yetişmektedirler. Bu, onların kendi spor dallarında elit düzeye ulaşma şanslarını artırmaktadır.

Birkaç spor dalını deneyen ve daha geç yaşlarda profesyonelleşen gençler, erken profesyonelleşen gençlere göre daha yüksek performans düzeyine ulaşırlar, profesyonellik süreleri de artar.

6-13 yaşları arasında birkaç spor dalına yönlendirilen çocuklar zihinsel olarak canlanır yeni görüşlere açık olurlar. Genç sporcular, genç yaşta ne kadar çok spor dalıyla uğraşırlarsa zihinsel oluşumlarına ve vücut bileşimlerine uygun bir spor dalını seçerken kendilerini o kadar rahat hissederler. Hangi spor dalında profesyonel olarak başarılı olacaklarını bilirler.

Demokratik bir toplumda kural değiştirmenin yolu…

Gençlik döneminde denenen spor dalı sayısı arttıkça sporda başarılı olma ve buna bağlı olarak elit sporcu olma şansının da arttığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Büyük olasılıkla bu durum, çok sayıda spor dalını deneyen genç sporcuların daha geniş kapsamlı hareket becerileri ve karar verme becerileri kazanmalarından kaynaklanır ve bu, yaşamlarının ilerleyen dönemlerindeki başarılarına katkıda bulunur.

Bunlar sporcu yetiştirme dediğimiz devasa organizasyonun sadece bir bölümü. 10 bin saatin içine bunları yerleştirmeden de sporcu olunabilir ama evrensel sporcu olunamaz, kendilerine yerel ya da alt liglerde yer bulabilirler ancak…

Doğaldır ki, demokratik bir toplumda kural değiştirmenin tek yolu, davranışı değiştirmek için yarışma yapısını değiştirmektir. Bunları anlamak ve uygulamak çok zor olduğu için insanlar hakemlerin peşine düşüyorlar…

Not: Coşkun Çoruh bir Artvin halk oyunudur.

16 Nisan 2021, Cuma 13:50
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe'de doğru olanı kim buldu?‘’

Takımdaki onca futbolcuya karşın sezon başından beri taraftarlarını bir türlü mutlu edemeyen Fenerbahçe’ye kimin eli değdi de Malatyaspor karşısında doğruyu buldular? Beşli orta alan ve tek santrfor uygulaması ilk kez gerçekleşti. Böylece doğru oynayan, birlikte hareket edip birlikte gidip-gelen bir yapı oluştu.

Sezon başından bugüne süregelen, kanatlara uzun pas atılıp, topla buluşan oyuncuyu tek başına bırakan oyun anlayışı yerini kısa paslarla, birlikte hareket eden bir takıma bıraktı. Bu sayede Fenerbahçe’yi rakip ceza alanına en fazla adam gönderen ve dolayısıyla rakibin savunma bölgesinde gerektiğinde 4-5 pası üst üste yaparken gördük.

Bu pas yapma alışkanlığı olan oyuncuların becerilerini ortaya koymak demekti. Ayrıca rakip ceza alanının içine çok oyuncu göndermek için fazla forvet gerekmediği de bir kez daha ortaya çıktı.

Futbolda çok basit ve herkes tarafından bilinen bir gerçek vardır. Teknik adamlar oyun planını, taktiklerini eldeki futbolcuların yapısına göre belirler. Maçın ilk yarısında bu anlayışa göre alana çıkartılmış bir Fenerbahçe vardı.

Bu doğru takım bir gol atarken, ikinci yarıda eskiye dönen yanlış takım iki gol attı. Ne var ki, ikinci yarıdaki yanlış takım kalesinde eski maçlarda olduğu gibi yenilgiye varacak pozisyonlar da yaşadı.

Valencia sakatlanınca zorunlu olarak yapılan değişiklikte sadece Gustavo oyuna alınsa ilk yarıdaki yapı bozulmayacaktı büyük olasılıkla. Orta alandan çıkan futbolcuların yerine forvete alınan Osai, Cisse ve Sinan Gümüş’ten her biri oyuna dahil oldukça Fenerbahçe’nin oyun kalitesi de bozuldu. Birlikte düşünen, birlikte hareket eden oyuncularından tek başına davrananlara dönüş yapıldı.

Sinan Gümüş’ün attığı rastlantı golün dışında bu üçlünün hiç biri maça katkı yapmadı. Bekler de ataklara katılınca kalabalık orta alandan yoksun kalan Fenerbahçe’nin direnci kırıldı, kalesinde üst üste pozisyonlar gördü. Bunları izleyen herkes görmüştür, Fenerbahçe’nin teknik kadrosu gördü mü acaba?

13 Nisan 2021, Salı 10:34
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'ın pozisyonları…‘’

Mohamed Mostafa’nın attığı gol öncesinde Babel’in göğüs kontrolü sırasında yanlış teknik kullanması topun eline değmesine neden oldu. Aslında son derece deneyimli ve futbol tekniği gelişmiş, topla beden ilişkisi uyumlu olan Babel’in böylesi basit bir hareketi yaparken hataya düşmemesi gerekirdi. Ancak futbolun doğası herkesi açmaza düşürebiliyor.

Bu pozisyonda Babel’in yapması gereken kollarını vücuduna yaklaştırmak değil uzaklaştırmak, yana açmaktı. Çünkü kollar öne gelince göğüs kasları(musculus pectoralis) kasılır, sertleşir ve topun kontrolü zorlaşır. Kollar yana açılırsa bu kez kaslar gevşer ve top adeta göğse yapışır. Dolayısıyla kontrolü de kolaylaşır. Küçük bir ayrıntı ama şeytan da buralarda gizleniyor.

Etebo’dan Muslera’ya hatalar zinciri…

Galatasaray’ın yediği golün başlangıcında Etebo iki rakip arasında topu kontrol etmeye çalışıyor. Tamamen yanlış bir tutum… Böyle anlarda takım kontra yakalanabileceği olasılığına karşılık önce savunma güvenliği söz konusudur. Bu nedenle gerekirse topu gelişigüzel o bölgeden rakip sahaya ya da saha dışına atmayı düşünmelisiniz.

Donk, rakip neredeyse kale sahasının köşesinden içeri girecek buna karşın gevşek markaj yapıyor. Rakibin topa vurması için ona yeterince alan ve zaman bırakıyor.

Muslera rakibin vuruşunu kalenin önüne çeliyor. Bunu ancak genç ve acemi kaleciler yapar. Deneyimliler ise elinin içinden kaydırarak topu kalenin dışına doğru yönlendirir. O zaman rakip köşe vuruşu kullanır. Ömer Bayram’ın markaj ve ters kademe hatası da ortadan kalkar.

Donk’un kırmızı kartı tartışılmaz!

Donk’un direkt kırmızı kart görmesi tartışmasız doğrudur. Bu pozisyonun sana-bana göresi olmaz. Çünkü Galatasaraylı oyuncunun girişimi masum bir atak durdurma hareketi değildir. Karagümrüklü Sobiech’in arkası dönüktür ve korumasızdır, çaresizdir.

Bu durumda madeni kramponları Aşil Tendonu’na doğru yönlendirmek sadece futbolcunun sağlığını değil meslek yaşamını da tehdit eder. Tendonun kopması altı ay maç oynayamaz duruma gelmek demektir. Dolayısıyla sadece o anda Karagümrüklü oyuncuyu değil, gelecek günlerde oynanacak tüm maçlarda futbolcuları korumak için bu kırmızı kartı göstermek kaçınılmazdır.

Kerem ve Mevlüt’e yapılanlar penaltıdır

Maçın sonlarına doğru Kerem’e arkadan yapılan hareket basit gibi görünse de penaltıdır. Kerem çabuk ve hızlı bir oyuncudur. Hız arttığı zaman denge ve kontrol zorlaşır. Dokunmak bile onun topla ilişkilerini bozabilir. Tamamen arkada kalmış rakip savunmacı neden elini rakibe uzatır ki?

Luindama’nın Mevlüt’e yaptığı hareket de penaltıdır. Bir oyuncu topa yükselirken, daha yukarıya uzanabilmek için “kol çekme” hareketini yapar. Atletizmde koldan destek alarak hızlanabilmek için her antrenmanın bir bölümünde kol çekme çalışılır.

Ancak oyuncu hızlanırken de, yükselirken de kollarını önden yukarı çeker. Arkaya doğru kollarını açarak yükselen oyuncu hem gerekli mesafeyi alamaz hem de rakibine zarar verir. Dolayısıyla Luindama’nın yaptığı hareket penaltıyı gerektirirdi. Hareket bilimi(kinesyoloji) böyle buyuruyor…

11 Nisan 2021, Pazar 10:00
YAZININ DEVAMI

‘’Caner Erkin'den lider olursa…‘’

Fenerbahçe’de Erol Bulut-Emre Belözoğlu değişikliği yapıldıktan sonra Belözoğlu’na bel bağlayıp ondan çok şey bekleyenlerin yanılgısı teknik direktörlük mesleğinin ne olduğuna ilişkin köklü bilgileri olmadığıdır kanımca.

Gerçek bir teknik direktör olmak için çoğunlukla bir ömür bile yetmiyor. Fatih Terim’in ve Şenol Güneş’in neler yaptığını, ne durumlara düştüklerini son iki hafta içinde birlikte gördük.

Futbol kariyerinin büyük olması, büyük hocalarla çalışması bazen avantaj sağlayabilir. Ancak o dönemlerde Emre Belözoğlu sadece bir futbolcudur ve kendinden sorumludur. Kendinden sorumlu iken etrafında nelerin olup bittiğine dikkat kesilen futbolcular sıra dışıdır.

Belezoğlu futbolu bıraktığı yerden işe başlayamaz!

Evet, Belözoğlu sıra dışı bir futbolcuydu. Ancak koşullar farklılaştı. Futbolu bıraktığı yerden işe başlayamaz. Diyalektik düşünceyi nefis bir biçimde özetleyen Charles Bukowski’nin dediği gibi “Bıraktığın yerden başlamak diye bir şey yoktur, çünkü ya bıraktıkların orda değildir ya da bıraktığın gibi değildir.”

Takımdan sorumlu olmak bambaşka değerler gerektirir ki, Belözoğlu bu değerleri ortaya koyacak, onları birlikte olduğu futbolcularla paylaşıp test etmek olanağını ilk kez şu günlerde yaşamaktadır.

Doğaldır ki, teknik direktörlük konusunda hiçbir deneyimi olmayan, daha önce de değindiğim gibi, profesyonel futbolculuğu döneminde üç-beş çocuğu karşısına alıp onlara futbola ilişkin bir takım değerleri anlatmamış olan birinin yeni görevinde futbolcularının insafına sığınmaktan başka çaresi yoktur!

Belözoğlu futbolcuların insafına sığınmış durumda

Önünde zamanı olsa deneme yanılma yöntemiyle bu çaresizliğin üstesinden gelebilir. Aslında daha önce hamle yapılsaydı bu uzun lig maratonunda deneme ve değişikliklerini de yapabilirdi. Ne var ki, şimdi çok geç ve sahadaki uygulamaların bizlere yansımalarını gördükçe Emre Belözoğlu’nun futbolculara teslim olduğunu söyleyebiliriz.

Emre Belözoğlu’nun teknik direktörlük konusunda Caner Erkin’den daha fazla bilgisi olduğunu kim söyleyebilir, bunu kanıtlamanın bir yolu var mı? Teknik direktörlük bu denli kolaysa belge almak için konulan onca kurs ve seminere ne gerek var?

Belözoğlu’nun yetersizliğini futbolcular biliyor!

O eğitim etkinliklerine bir de yılların deneyiminin eklenmesi gerekiyor. Bu durumu bütün futbolcular biliyor ve onun içindir ki Caner Erkin kendiliğinden takımın lideri konumuna geldi. Belezoğlu Caner’e “sen şunu yanlış yapıyorsun” diyebilir mi?

Söylediği an Caner elini sakalına götürüp bıyık altından tebessüm edecektir ki, onun da ne anlama geleceğini orada bulunan herkes bilir.

Eskiden de başına buyruk oynardı ama son zamanlarda bu tutumunu abarttı. Taçlar, köşe vuruşları ve duran toplarda topun başında hep Caner…

Caner’e istediği gibi davranmasını kim söylüyor?

İki haftadır bazen, Fenerbahçe’nin ataklarını organize etmek anlamında on numara pozisyonuna ve hatta sağ kanada kadar bile gidebiliyor. Sol ayağıyla top ortalamanın dışında önemli bir özelliği olmayan Caner Erkin’e sahada istediği gibi davranma imkanını kim veriyor?

Emre Belözoğlu soyunma odasında ona bu şekilde oynamasını mı söylüyor? Söylüyorsa, teknik direktörlük konusunda alfabenin ilk harfine bile gelememiş demektir.

Ne denli etkili olursa olsun bir oyuncu yüz metrenin üzerinde bir mesafeyi kat edip, yerini boş bırakarak, ters taraftan köşe vuruşu kullanmaya gönderilmez.

Bu denli çok transfer yapan Fenerbahçe’de topu ceza alanının içine doğru gönderecek oyuncu mu yok? Üstelik Emre Belözoğlu’nın yenilik diyebileceğimiz tek kıpırtısının, bazı köşe vuruşlarının paslaşarak yapıldığı bir durumda…

10 Nisan 2021, Cumartesi 12:56
YAZININ DEVAMI

‘’Oynarken futbolu öğrenebilmek…‘’

Fenerbahçe’nin bu sezon yediği gollerin büyük çoğunluğu tam bir defansif karmaşa içermektedir. Szalai’nin transferi ve Macar futbolcunun çoğu zaman bütün defansı kurtaran olumlu girişimlerine karşın sarı lacivertli takım amatörce gol yeme sorununa çözüm bulamadı.

Oysa Fenerbahçe’nin sezon başında göreve getirdiği teknik direktör Erol Bulut futbolcuğunda sol bek oynardı. Yani zamanında Fenerbahçe’nin sol bekiydi. Bir savunma oyuncusu teknik direktörlük aşamasına geldiğinde, futbola ilişkin en iyi bildiği konuların başında savunma prensipleri ve savunmada nasıl davranılacağını bilmesi ve takımına öğretmesidir.

Denebilir ki, Brezilya Ulusal Takımı’nda oynamış Gustavo’ya ve devre arasında Fenerbahçe’ye gelen en pahalı oyunculardan biri konumundaki İrfan Kahveci’ye geriye dönüp futbolun alfabesi mi öğretilecek? Evet, öğretilecek…

Futbolu bırakmış ünlü oyunculara spor akademisinde ve federasyonun açtığı kurslarda anlattığım derslerde tanık oldum ki, ünlü oyuncuların büyük çoğunluğunun futbolun en temel prensiplerinden haberleri yok!

2002 Dünya Kupası’nda üçüncü olan takımın futbolcularına federasyon özel bir kurs açıp direkt olarak A diploma vermeyi planlamıştı. O kursta da ders anlattım. Türkiye’nin en ünlü oyuncularının şaşkınlık içinde “aa biz bunları bilmeden oynuyormuşuz” dedikleri belleğimdeki tazeliğini korumaktadır.

Kaleci Rüştü Rençber’e o günlerde “kalecinin ileriye kayma hareketi” ni anlatmıştım. Rüştü de aynı tepkiyi vermişti. Belki uyguluyor ama teorisini bilmiyordu. Teorisi olmadan pratik, karanlıkta el yordamıyla yürümeye benzer…

Fenerbahçe’nin Malatyaspor’dan yediği gol tam bir savunma felaketi! Oysa yapılacak olan hem kolay hem de çok basittir. İrfan Can Fofana’dan çalımı yediği an Gustavo rakibi karşılamak üzere çizgiye kayacak İrfan Can ise kestirmeden defansın ortasına gelecekti. Böylece Fenerbahçe bu golü yemeyecekti. Bu gol belki de Fenerbahçe’yi şampiyonluktan edecek.

Gustavo ve İrfan Can her şeyi doğru yapsaydı da bu gol yenilebilirdi. Çünkü futbolda kesin, matematiksel doğrular yoktur. Ancak ilkelere bağlı oynamak şarttır. İlkelere bağlı olarak oynarsanız da bu tür goller yersiniz ama daha az yersiniz, daha fazla da gol atarsınız.

Ayrıca Caner Erkin gibi ağır bir savunma oyuncunuz varsa bu tür golleri yersiniz. Yine denebilir ki, Caner o anda köşe vuruşunu kullanıyordu. Caner’in yerine görev yapan oyuncu kendi koridorunda kalır, köşe vuruşunu da başka biri kullanırdı. Sonuçta gol geçmişte olduğu gibi yine Caner’in bölgesinden geldi. Serdar Aziz ise başka bir sorundur.

Serdar çapraz bağ ameliyatı oldu. Kaç kez yazdım bilmiyorum, bir kez daha anımsatmakta yarar var; bilim der ki, çapraz bağ ameliyatı olan bir sporcu bir daha asla başlangıçtaki performansına ulaşamaz. Zaman içinde daha da geriler. En azından tepki(reaksiyon) kuvveti ve sürati zayıflar. Bu tür oyuncuları transfer etmeyiniz…

Doğada boşluk da yoktur nedensiz bir şey de… Aynı golleri yiyorsanız Einstein’in dilini çıkartarak güldüğü fotoğrafına bir bakın…

09 Nisan 2021, Cuma 13:36
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş için zor dönemeç‘’

Aboubakar, Ghezzal, Rosier ve Souza’nın transferi futbolda çok az rastlanacak bir biçimde Beşiktaş’ın bütün çehresini değiştirdi. İlk beş maçta sadece dört puan toplayan siyah beyazlı takım bu dörtlünün katılımıyla adeta şaha kalktı. Bu yükselişin nedenleri genellikle Sergen Yalçın’ın dokunuşlarına bağlanarak Kasımpaşa maçına kadar gelindi.

Kasımpaşa’ya kaybedilen üç puandan sonra Beşiktaş’a bakışlar da yorumlar da değişti. Sadece Aboubakar’ın tek başına takımın yüzde 50’den fazlası olduğu yorumlarıyla da karşılaştık. Nitekim Kasımpaşa karşılaşmasının ikinci yarısı rakip kale önünde oynanmasına karşın tek bir anlamlı gol durumu yaratılamadı.

Aboubakar’dan yoksun forvet bölgesindeki eksikliğin Larin ile giderilebileceği düşünülüyordu. Bu düşüncede olanlar haksız da sayılmazlardı. Çünkü Larin çok iyi bir forvettir. Bütün genç oyunculara yaptığı gibi, Şenol Güneş onu da kulübede unutup takım ligden kopunca şans vermese, gerçeği görüp daha önce hamle yapabilseydi Kanadalı bu sezona gelmeden önce yerini ve değerini bulabilirdi.

Bu sezon Larin Aboubakar ile birlikte oynamaya alıştı. İnsan bedeni de bilgisayara benzer bir bakıma. En son kaydedilenler bellekte kalıyor. Bu bağlamda Aboubakar’dan yoksun kalan Larin Kasımpaşa karşısında başarılı olamadı. Bu akşam Alanyaspor karşısında daha iyi bir performans ortaya koyacağını sanıyorum. Ancak Alanyaspor son maçlarında kayıplar yaşasa da güçlü bir takım.

Güney temsilcisinin Beşiktaş’a karşı gücü ilk maçta uyguladığı oyun anlayışına dayanmaktadır. Alanya’daki ilk devre maçında Beşiktaş’ın top kullanabilecek bütün oyuncularına yakın markaj uygulayıp adeta hepsine kilit vurdular. Beşiktaş topu kullanamayınca etkisiz kalıp maçı kaybetti. Alanyaspor hem top kazanmakta hem de topu kullanmakta Beşiktaş ile başa baş oynayabilecek bir kadroya sahip.

Kuşkusuz bu aşamadan sonra oynanacak her maç her takım için zordur. Ancak Beşiktaş’ın virajı daha zorludur. Alanyaspor, Beşiktaş’ın bundan sonra oynayacağı takımlar arasında en rahat olanı. Son iki maçında beş puan kaybeden siyah beyazlıların stresi daha yoğun olacak. Beraberlik bile üç takımı eşit Trabzonspor’u ise onlara daha da yaklaşacak bir konuma getirebilir. Zirvenin gözü bu akşamki maçtadır…

07 Nisan 2021, Çarşamba 11:52
YAZININ DEVAMI

‘’Emre Belözoğlu'nun futbola yaklaşımı‘’

Milli maçlar için lig ara verildiğinde Fenerbahçe’de yapılan teknik adam değişikliğini izleyen günlerde Emre Belözoğlu basının karşısına çıktı. Samandra’da yapılan toplantıda Belözoğlu’nun konuşmaları bana beklediğimden çok daha nitelikli geldi.

Futbola bakışı, oyuna ilişkin görüşlerini anlatış biçimi ve Ümit Özat’ın tahrik edici çıkışına bile kimseyi kırmadan diplomatça yanıt vermesi, futbol dünyasında çok sık karşılaştığımız konuşma biçimi değildi.

2000’li yılların başında Galatasaray’da oynarken rakip sertliğinde yerde kıvranıp canımızı yakan küçük Emre büyümüş, kocaman bir adam olmuş, Fenerbahçe’nin futboldaki geleceğine yön verecek bir lidere dönüşmüştü. İlk görüntüleri bu yöndeydi.

Anlatım kalitesi dikkat çekici

Konuşması ve futbola yaklaşımı ile hem derin hem de düzgün bir ifade zenginliği sunan Emre Belözoğlu’nun Denizlisipor karşısında nasıl bir teknik adamlık örneği sergileyeceği ve Fenerbahçe’de yapabileceği yenilikleri merak eder oldum.

Kuşkusuz yeni denemeler yapmak için ligin geriye kalan dönemi uygun olmayabilir. Ancak yine de Erol Bulut’tan daha farklı dokunuşlar yapması beklenirdi, beklenenler olmadı.

Erol Bulut tarafından neredeyse unutulan Sinan Gümüş’ü sağ tarafta görevlendirmek, o nitelikli konuşmaların içinden çıkabilecek değerde bir yenilik değildi. Hatta bırakın yeniliği “eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağardı” öz değişini anımsatacak bir uygulama da sayılabilirdi.

Yenilik yapmak zordur ancak…

Hayatın her alanında olduğu gibi futbolda da yenilik yapmak zordur ama yenilikleri sahiplenen de çok olur. Örneğin 3.5.2 dizilişine geçişte bu sistemi ilk önce Hırvat teknik adam Ciro Blazevic Dinamo Zagrep’i çalıştırdığında uyguladığını savundu. Luis Menotti’den Arjantin milli takımını devralan Carlos Bilardo’da bu dizilişe sahip çıktı.

Ancak 1991’de teknik direktörlük kursuna girdiğimizde “Pratik Saha Uygulamaları” dersimize Metin Türel ile birlikte giren o dönem milli takım hocası Piontek’e 3.5.2’ye ilişkin bir soru sorup şu karşılığı almıştım: “Orta alanda 7-8 çok kaliteli oyuncum vardı. Hiç birinden vazgeçemiyordum. Üstelik o dönem rakipler bir ya da iki forvetle oynuyorlardı. Dört savunmacıyla onları beklemek akılcı gelmedi bana. Böylece 3.5.2’nin ilk uygulayıcısı oldum.” Piontek bu uygulaması ile Danimarka’nın başında Avrupa Şampiyonluğu gördü.

Carlos Alberto Parreira’nın tespiti

Orta alanın kalabalık tutulmasına ilişkin 2003’te Rio de Janeiro’daki bir basın toplantısında Fenerbahçe’nin eski teknik direktörü Carlos Alberto Parreira 4.6.0 dizilişinin geleceğin sistemi olacağını söylemiş ve Bercelona uzun süre bu uygulamayı sahaya yansıtmış, başarıdan başarıya da koşmuştu.

Fenerbahçe’nin orta alanında birbirinden değerli oyuncuları var, forvettekiler de beklendiği kadar golcü çıkmadılar. Sözgelimi Gustavo, Ozan Tufan, Sosa, Pelkas, İrfan Kahveci ve Mert Hakan’dan kurulu sıfır forvetli bir diziliş neden başarılı olmasın?

Üstelik Gustavo’nın dışındakilerin hepsi fovet özellikleri olan orta alan oyuncuları. İleriye en yakın oynayan da Pelkas olabilir. Doğaldır ki böyle bir uygulama yapmak için olabilen ile mümkün olamayanı başarmak arasındaki ince çizgiyi görebilmek önkoşuldur…

06 Nisan 2021, Salı 12:53
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'a ne olmuş böyle?‘’

Ülkemizde futbolun oynanış biçimi ve kalite düzeyi genelde evrensel boyutlara ulaşmasa da, bu anlamda futbol oynamaya en yakın takım Galatasaray’dır. Son 20 yılı gözünüzün önüne getirdiğinizde sarı kırmızılıların diğerlerinden ayrıldığını görürsünüz.

Dolayısıyla Galatasaray bizleri izlenebilir bir futbol tarzına daha çok alıştırdı. Bu sezon Beşiktaş’ı bir kenara koyarsak, Başakşehir’den önce kazanılan iki şampiyonluk sırasında bile Galatasaray’ın savunmadan oyun kurarak ataklara çıkması ve kanatlarda kurduğu üçgenlerle rakip savunmaların arkasına adam kaçırarak goller atması takım oyununa ilişkin görüntüler sergilerdi.

Rizespor maçından daha kötüydüler

Hatayspor karşısında izlediğimiz Galatasaray ise kendi sahasında Rizespor’dan dört gol yiyen takımdan daha kötü, daha karmaşıktı. Bu Galatasaray’a takım bile denilemez. Çünkü “takım” sözcüğü kendi içinde birtakım anlamlar yüklenmiştir.

En basit tanımlama ile birlikte hareket eden, birbirlerinin eksikliklerini tamamlayan, başarılarını ve sevinçlerini paylaşan, bir amaç uğruna birlikte mücadele eden gruba takım adı verilebilir. Galatasaray’da takım tanımlamasının içinde öne çıkan unsurların hiç birini göremedik ne yazık ki…

Savunma hataları vardı. Ancak o hataların benzerleri daha önce de yapılmıştı. Ne var ki oyunun doğru oynanması anlamında kural hatası yaparak gol yemek ile bir futbolcunun yapacağı hata sonucunda kalenizde gol görmek arasında fark vardır. Birisinde savunma ilkelerini çöpe atmışsınızdır diğerinde pozisyon kusuru işlemişsinizdir.

Savunma prensipleri nerede?

Galatasaray’ın yediği üç gol de, futbolda savunma ilkelerinden koptuğunuzda başınıza nelerin geleceğine ilişkin tipik örnekler sergilemektedir. İlk golde Şener’in rakibi “yönlendirme” hatasına, başka mevkilerden devşirme olsalar da stoperlerin “denge” ve “kontrol” hatası eklenmiştir. Hadi Saracchi’nin onca uzak mesafeden şandel gelen ortada yaptığı zamanlama hatasını da bireysel olarak kabul edelim…

Ya ikinci gole ne demeli? Şampiyonluğa oynayan bir takım böyle gol yerse taraftarlar şampiyonluk beklentisini ertelesinler. İkinci gole dikkatli bakın Galatasaray’ın ne halde olduğunu görürüsünüz. Neredeyse 60 metrelik yerden, kaleye paralel bir pas ceza alanının üzerine gönderiliyor.

Topun bu gidişi sırasında geçen zaman içerisinde futbolda bir değil birkaç olay gerçekleştirilebilir. Topa vuracak rakibin üzerine en az üç kişi gidip vuruş açılarını kapatması gerekirken sadece Etebo gidiyor. O da doğal olarak bir aldatmayla etkisiz kalıyor.

Ceza alanı yayı ne işe yarar?

Hal böyle olunca Hatayspor’un golüne şapka çıkartmaktan başka bir davranış kalmıyor. Ceza alanı yayı sadece penaltı atışı sırasında 9.15’i belirlemek için çizilmemiştir. Kaleyi karşıdan gören bir alan olduğu için çok tehlikelidir.

Bu noktalardan yapılan vuruşlar ya gol olur ya da sizi psikolojik olarak yıpratır. Eğer rakipler şut çekecek oyuncuları boş bırakırlarsa, nadir bulunan bir çiçek olan gollerden her karşılaşmada bir demet yapılır.

Onyekuru’nun hali nedir?

Onyekuru’nun sahadaki görüntüsüne baktığınızda da, Galatasaray’ın hal ve gidişini anlayabilirdiniz. Üçüncü dönemdir Galatasaray’a geliyor, onun futboldan bu denli koptuğunu ilk kez görüyorum. En önemli özelliği olan rakip savunma arkasına attığı deparları bir kez bile görmedik.

Tersine, oynamamak, oyuna katılmamak için sürekli kendi savunmasının içine saklanıp savunmaya da bir katkı yapmadı. O kadar isteksizdi ki, rakibin kırmızı kart gördüğü pozisyonda bile zoraki ilerledi. Bizim bildiğimiz Onyekuru o pozisyonda ya gol atar ya da bir an önce ceza alanına girerek penaltı yaptırırdı.

Bu Galatasaray’da bir iş var!

İkinci yarıya çıkarken dört oyuncuyu birden değiştirmek, karmaşık takımı daha da karıştırmaktan başka işe yaramadı. Sadece Halil Dervişoğlu ve Oğulcan çabaladı onlarda bireysel olarak tek başına mücadele ettiler. Bu gibi durumlarda önce sahadakilerini kendine getirecek yollar aranmalı. Sahayı değiştiremiyorsanız kulübeyi devreye sokarsınız.

Anlatmaya çalıştığımız Galatasaray görüntülerinin, hocanın içeride ya da dışarıda kalmasıyla bağlantılı olabileceğini sanmıyorum. Levent Şahin aklı başında genç bir teknik adam… Uzun zamandır Fatih Hoca’nın yanında görev yapıyor. Ancak Terim tribünde olduğu sürece ondan bağımsız kararlar almasına izin verilmez.

Epey zamandır birlikte oynayan futbolcular var. Bu oyuncuların adlarını tahtaya yazdıktan sonra “çıkın oynayın” deseniz bile bundan daha başarılı olurlar. İşin içinde iş var mı bilemiyorum. Eğer varsa, açığa çıkartmak, Galatasaray’ı yakından takip eden muhabir arkadaşların boynunun borcudur…

04 Nisan 2021, Pazar 12:40
YAZININ DEVAMI