‘’Şampiyonluk hak edilerek kazanılır…‘’
Bırakın oynayanları izleyenleri bile yorgun düşüren futbol tarihimizin en uzun maratonu nihayet sona erdi. Nasıl ki, 42 kilometre 195 metrelik maratonu kazanan sporcu madalyayı hak etmişse, Beşiktaş’ta bu şampiyonluğu bileğinin hakkıyla kazanmıştır.
Futbolu tüm diğer spor dallarından ayıran bir önemli özelliği var; lig süresince şampiyon olma olasılığı defalarca el değiştirebilir. Maratonun büyük bölümünü önde götüren Beşiktaş iki hafta kala neredeyse Fenerbahçe’ye kaptırıyordu zirveyi.
Fenerbahçe Sivasspor karşılaşmasını kazandığı anda son haftaya şampiyon olarak girecekti. Finalde ise Galatasaray avantajlı olduğu halde Beşiktaş tek gol pozisyonu bulamadan iki duran top golü ile ipi göğüsledi. Futboldan sonra en çok ilgilendiğimiz Basketbol ve Voleybol’da bile böylesi bir değişkenlik göremezsiniz!
Sezon başlangıcı korkutucuydu…
Beşiktaş’ın tüm avantajlarını yitirerek son dönemece endişeli girmesinin türlü nedenleri vardır kuşkusuz. Şimdi onları yazarak Beşiktaşlıların keyfini kaçırmak niyetinde değilim. Bu konulara dönmek için önümüzde zamanımız olacak. Ancak şampiyon olan takımın mutlaka rakiplerine göre iyi yaptıkları işler vardır.
Siyah beyazlı takımın sezon başlangıcı sadece endişe verici değil aynı zamanda korkutucuydu. Beşiktaş’ın halini gören medya mensupları arasında bu takımın küme düşmemek için mücadele vereceğini yazanlar bile oldu.
Kuyunun dibinden suyun yüzüne çıkmak…
Ancak Beşiktaş’ın gidişatı ve yazgısı Aboubakar, Ghezzal, Souza ve Rosier’in transferiyle değişti. Değişimi yaratan sadece bu oyuncuların katılımı değil aynı zamanda, teknik adam katkısı ya da oyuncuların kendiliğinden uyguladıkları bir sistem ortaya çıkmasıydı.
Fenerbahçe’nin medyada yazılanlardan sonra keşfettiği 4.6.0 dizilişini Beşiktaş en başta yakalamıştı. Düzen, belki Avrupa standartlarında değildi ama Türkiye’ye fazla gelmişti. Yeni uygulama deyim yerindeyse Beşiktaş’ı kuyunun dibinden suyun yüzüne çıkartmıştı.
Topa sahip olmak rakiplerini yordu
Aboubakar’ın transferi sonucunda özünde santrfor olan Larin orta alanın en dış kulvarında görevlendirilince sistem kendiliğinden 4-5-1 oldu. Aboubakar’ın orta alana gelip pas oyununda etkin görev almasıyla forvet oyuncuları ile orta alanda görev alan futbolcular iç içe geçip birlikte hareket eder oldular.
Bu yapı ile topa sahip olmak Beşiktaşlıları değil rakiplerini yordu. Rakiplerine göre az sayıda oyuncunun katılımı ile ligi uzun süre avantajlı olarak önde götürmenin sırrı da burada olsa gerek. Topa sahip olmanın verdiği kendiliğinde motivasyon Beşiktaşlı oyuncuları canlı tuttu. İnişli çıkışlı bir performansın yerini devamlılık aldı.
Forvetsiz kazanmanın yolunu buldular
Şampiyonluğa oynayan iki rakibi son haftalarda bile arayış içindeyken Beşiktaş’ta kimlerin görev alacağı netti. Yine iki rakibi beşer forvetleri ile lüks peşindeyken Beşiktaş forvetsiz oynamanın yolunu bulup avantajını kullandı. Çünkü topa sahip olunarak pas oyunu takımın temelini sağlam bir yapıya oturtmuştu. Beşiktaş yapı ile değil mevkiler ile uğraştı.
Kısa erimli turnuvalarda hatta Dünya Futbol Şampiyonası’nda bile rastlantılar sizi zirveye taşıyabilir. Ancak 42 haftalık bir ligde kimse tesadüfen şampiyon olamaz. Bu salgın döneminde herkese yakışan başarıyı alkışlamaktır. Beşiktaş’a yakışan ise kendisini geliştiren değerli rakiplerine karşı ağırbaşlılığını korumak ve onlara hak ettikleri değeri vermektir…
‘’Gecenin karanlığında aydınlığı aramak…‘’
Sağlıklı bir toplum yaratılmadıkça sağlıklı bir futbol ortamı da oluşturulamaz. Sadece futbolun kültürünü sağlam temellere oturtarak toplumu olumlu yönde etkileyebilir miyiz? Hiç kuşku yok ki, yararı olur ancak kökten değişim için yeterli olacağını sanmıyorum.
Ama sonuçta hepimiz insanız. En zor koşullarda bile insanlık erdemini elden bırakmamak gerekir. Tam da bu noktada ülkemiz futbolu bir akşamın karanlığından aydınlık bir yol arayarak çıkış bulmaya çalışacak.
Herkesin bir düşüncesi, herkesin bir yol arayışı var. Ancak mutluluğun, aydınlığın yolu birçok yan yollardan beslense de, insanlık erdemi denilen anayolda birleşir hepsi.
Sağlıklı düşünce, sağlıklı bir kafa yapısı, toplamda sağlıklı bir beden her şeyden üstündür. Sağlık bütün diğer insani değerlerden öylesine üstündür ki, Arthur Schopenhauer’in dediği gibi sağlıklı bir dilenci hasta bir kraldan daha mutludur.
Sporcuya yakışır sağlam bir irade ve birde temiz bir vicdan, işte bu niteliklerin yerini hiçbir zenginlik, hiçbir mevki, hiçbir kupa ve hiçbir şampiyonluk alamaz.
Sokrates kendisine sunulan lüks malları görünce “ihtiyacım olmayan ne çok şey varmış” demiş. Bu akşam Türk futbolunun temsilcilerinin ihtiyacı olan şey şudur: Sporcuya yakışır rekabet gücü ve tertemiz bir vicdan.
Bu sporsal ve insani değer ortaya konulursa kazanan herkes olur. Kaybetmiş gibi görünenlerin aslında kazandıklarını önümüzdeki dönemlerde görürsünüz.
‘’Adem Ljajic futbolu ne kadar biliyor?‘’
Kariyerine bakıldığında olağanüstü bir çizgi yakaladığını gördüğümüz Adem Ljajic’in otuz yaşına doğru yol aldığı şu günlerde, futbolun bilgi kısmıyla yeterince işi olmadığından, yükseklerin zor koşullarından düzlüğe inmek zorunda kaldığına tanıklık etmekteyiz.
19 yaşında Partizan’dan Fiorentina’ya transfer olan Lajic belli ki İtalya’da büyük bir çıkış yakalaması umuduyla transfer edilmiş. Çizmenin en önemli takımları Roma, -arada kiralık Torino- ve Milan takımlarında forma giyerken herkesin beklentisi Ljajic’in hatalarından arınıp futbolu daha üst düzeyde oynamasıydı.
Ljajic’in transferine kim karar verdi?
Ne var ki Sırp futbolcu, futbol oynamanın sadece topla fazla ve gereksiz oynamak olduğu noktasında kaldığından, Beşiktaş’ta daha da gerileyerek kariyerinin sonuna doğru yolculuk yapmaktadır.
İtalyan takımları tarafından bizim için büyük sayılacak paralar ödenerek transfer edilen Ljajic, Beşiktaş’a da 6,5 milyon Euro’ya mal oldu. Öyle sanıyorum ki, Ljajic’in transferinde menajerlerin ortaya koyduğu kariyer çizgisi belirleyici olmuştur. Roma, İnter, Milan adları sayıldığında bizim yöneticilerimizin iştahı hemen kabarmıştır.
Genç yaşta İtalya’dan neden gönderildi?
Ancak hiç kimse şunu sormuyor: Bu oyuncu 19-25 yaşları arasında bu takımlarda oynadıktan sonra en verimli olacağı dönemde neden gözden çıkartılıyor? Bu soruyu sormak ve Ljajic’in yolculuğunun neden yüksek Alplerden İstanbul düzlüğüne indiğini sorgulayabilecek nitelikte futbol bilirkişilerine ihtiyaç vardır.
Bu kişiler ülkemiz futbolunda var mıdır, varsa kimlerdir? Teknik direktörler yanıtı verilebilir ancak Nsakala’yı transfer eden teknik adama nasıl güveneceksiniz?
Ljajic modern futbola yatkın mı?
Bir pozisyon bile bir futbolcu hakkında fikir yürütüp karar vermek aşamasına gelmek için yeterlidir. Geçmiş yıllarda Ljajic’in modern futbola yatkın olmaması konusunda birçok kusurlu davranışını gördüğüm halde, belki ben yanılıyorum diye düşündüm. Ne var ki son oynanan Karagümrük maçı beni bir kez daha haklı çıkardı.
Sırp oyuncuya sol taraftan bir pas atıldı. Günümüz futboluna yatkın bir oyuncu o pozisyonda topu sağ taraftaki Larin’e tek pasla aktarır o da topu ağlara gönderirdi. Ya da kaçırırdı, bu Ljajic’in sorunu olmazdı. Ancak Ljajic topa basarak rakibi ile mücadeleye girdi. Onun tarzı bu, önce topla oynamak…
Beşiktaş’ın kayıplarını net görmek istiyorsanız…
Bu yanlışı hem Beşiktaş’ı olası bir golde etti, belki şampiyonluktan da edecek hem de kendini sakatladı. Basit oyunu ilke edinemeyen futbolcuların nelere mal olduğunu gösteren tipik bir pozisyondur Ljajic’in yaşadığı durum.
Dolaysıyla Beşiktaş’ın son dönemlerde yaşadığı kayıpların nedenleri şans, kader, kısmet gibi soyut kavramlarla açıklanamaz. Nsakala ve Ljajic’e bakın, neler olduğunu göreceksiniz… Yarınki maçta Rıdvan Yılmaz’a dönülüyorsa “teknik adam güvenilirliği” konusunda Beşiktaşlılar ne düşünürler? Beşiktaş sınama-yanılma yöntemiyle, teknik adamlık öğrenme yeri değildir…
‘’Sergen Yalçın'ın Nsakala'sı‘’
Beşiktaş, Paok ile oynadığı ilk Avrupa maçında rahatsızlığım nedeniyle hastanede yatmaktaydım. Maçı hastanedeki odamda televizyondan izledikten sonra “eyvah” dedim içimden. Welinton ile Nsakala’nın sahada duruşlarını, pozisyon alışlarını, savunma prensipleriyle ilişkilerini görünce telefonuma sarılıp birkaç Beşiktaş yazar ve muhabirine “ne olur bu iki futbolcuyu araştırın, hangi koşullar altında, Beşiktaş’a nasıl alınmışlar, bu iki oyuncu mutlaka araştırılmalıdır” diye mesaj gönderdim. Hiç kimseden ses çıkmadı.
Bu iki oyuncu yüzünden yitirilen puanlar nedeniyle Beşiktaş şampiyonluğu kaybetme noktasına geldi. Gelinen noktada Galatasaray büyük olasılıkla şampiyon olacak. Eğer Fenerbahçe’nin başında gerçek bir teknik direktör olsa son iki haftaya gelindiğinde şampiyonun adı Fenerbahçe olacaktı.
Diğer büyükleri yarışın içine Yaçlın’ın hataları getirdi
İşin ilginç yanı başında gerçek anlamda teknik direktörü olmayan Beşiktaş ve Fenerbahçe yarışta geriye düştüler. Bir başka deyişle teknik direktör farkı hiç hesapta olmayan Galatasaray’ı en avantajlı konuma getirdi.
Gerçek bir teknik direktör olarak kabul etmediğim Sergen Yalçın için kimse elindeki diplomayı öne sürüp daha önce birkaç takımdaki yarım yamalak çalışmasını gündeme getirmesin. Tıp fakültesini bitiren doktor da hemen ameliyata girmiyor.
Sergen Yalçın sorunları sezon başında görmeliydi
Sergen Yalçın gerçek bir teknik direktör olsaydı Nsakala ve Welinton’un Beşiktaş’a alınmasına karşı çıkardı. Varsayalım ki alındılar. O zaman Paok maçındaki görüntülerde ben değil Sergen Yalçın’ın “eyvah” demesi gerekirdi. O zaman bu iki oyuncunun yerini nasıl dolduracağını düşünmeliydi. Gerçek teknik direktör böyle olunur. Sorunları sezon başında görebilmekle…
Geçen sezon Abdullah Avcı ile yollar ayrıldıktan sonraki ilk maçta Beşiktaş’ın başında Şenol Fidan sahaya çıktı. Beşiktaş’ın sol beki Rıdvan Yılmaz’dı ve hepimiz ona hayran kaldık. Sergen Yalçın görevi devralınca ilk işi Rıdvan’ı kulübeye almak oldu. Sonrasında Beşiktaş kadrosunun en zayıf halkası olan Nsakala’yı oynatmak için bin dereden su getirdi. Sonuç; Karagümrük maçında da takımına iki gol yedirdi.
Sergen Yalçın A2 takımından neden istifa etti?
Mustafa Denizli Beşiktaş teknik direktörü iken Sergen Yalçın’da A2 takımının sorumlusuydu. Neden istifa ettiğini biliyor musunuz? Yalçın’ın gerekçesi şuydu: ”Mustafa Denizli altyapıyla ilgilenmiyor.” Peki, Sergen Yalçın Beşiktaş’ın başına geldiğinde ilk uygulaması ne oldu?
Altyapı ve Beşiktaş kadrosunda olan tüm gençleri yok pahasına başka takımlara göndermek, Fatih Aksoy’u Alanyaspor’a verip, Nsakala’yı almak… Sizin teknik direktör olduğunu sandığınız kişi işte budur. Teknik direktörlük bir liderlik ve kültür adamlığı işidir. “Ben kitap mitap okumam, oyunu okurum” diyen Yalçın’ın işin kültürel boyutlarıyla ilgilenmediği zaten ortadadır, öyle değil?
‘’Sergen Yalçın'dan Gordon Milne olur mu?‘’
İnandığımdan değil ama dikkatimi çektiği için yazıyorum, Beşiktaş’ta ne zaman Sergen Yalçın ön plana çıkartılsa puan kayıpları yaşanıyor. “Sergen Yalçın’ın dokunuşları” öylesine ön plana çıkartıldı ki, neredeyse onu Gordon Milne ile eşdeğer tutup, Fatih Terim’in ise önüne geçirdi bazı medya mensupları. Oysa Sergen Yalçın çok değil iki sezon önce teknik direktörlük belgesine bile sahip değildi, başkalarının diplomasıyla hocalık yapıyordu.
Bu durum ülkenin futbol ayıplarından biri olarak karşımızda duruyor ve ne hikmetse bu yalana federasyon da ortak oluyor. Kural koyan Futbol Federasyonu kendi kurallarını yerle bir ediyor. “Süper Lig ve 1.Lig’de hocalık yapmak için UEFA Pro Lisansı şarttır” kuralını koyan da federasyon, bunu yok sayan da…
Yalçın teknik direktörlüğünü kanıtladı mı?
Fenerbahçe’nin teknik direktörü kim? Federasyona giden sözleşmede Erdinç Sözer, uygulamada Emre Belözoğlu!!! Henüz teknik direktörlüğünü kanıtlamamış, hiçbir başarı edinmemiş olan Sergen Yalçın’dan nasıl oluyor da bir Gordon Milne üretilebiliyor? Eh, deveyi konuşturduğumuza göre Sergen Yalçın’dan Gordon üretmek iş olmasa gerek!
Gordon Milne yaklaşık 20 yaş ortalamasında bir takımla üç yıl uğraştıktan sonra üst üste şampiyonluklar kazandı. Yani bana söylediği gibi “çocuklar büyümeden şampiyon olamıyorlar.” Sergen Yalçın’ın takımında ise 39, 33, 32, 31, 30 yaşlarında oyuncular var.
Rıdvan Yılmaz’ı Nsakala’ya kurban etti
Bunların hangisine dokunmuş? Elinde 19 yaşında bir Rıdvan Yılmaz ve 21 yaşında Montero var, onları da oynatmıyor, Nsakala gibi hemen hemen her maçta Beşiktaş’ın başına bela olan bir oyuncuya Rıdvan’ı kurban ediyor.
Gordon Milne Alain Walsh’ta ısrarcıydı. Medya “Süleyman Seba’nın asker arkadaşı” diyerek onunla alay ediyordu ama Walsh o dönem İngiltere’nin yaşayan en büyük üç golcüsünden biriydi. Orta alan oynadığı halde 177 gol atmıştı. O günlerde medyanın bu tür bilgilerden pek haberi olmadığından işi espriye döküyorlardı.
Sergen Hoca Montero’ya neden dokunamıyor?
Peki, Welinton ve Nsakala ne yapmış, neyi kanıtlamış da Beşiktaş’ta oynamayı hak etmişler? Bu iki oyuncunun Beşiktaş’a gelişinin altında yatan gerçeği kimse deşmiyor, kimse de bir açıklama yapmıyor. Sergen Yalçın bunların neresine dokunup, ne yarattı?
Ligin ilk yarısında Fenerbahçe maçının kazanılmasında önemli rol oynayan 21 yaşındaki Monterio’ya neden dokunamıyor? Unutmayın, ligin bitimine iki maç var, henüz Beşiktaş hiçbir şey kazanamamıştır, Sergen Yalçın ise teknik direktörlüğünü kanıtlamamıştır. Bence Sergen Yalçın takıma dokunmasın, rahat bıraksın yeter…
‘’Ders veren mi, oyunu okuyan mı?‘’
1990’lı yılların başlarında üst üste şampiyon olan Beşiktaş’ta “Metin-Ali-Feyyaz” sloganı tribünlerin coşkusunu artırırken, kazanımların büyük çoğunluğu sağ taraf ataklarıyla gerçekleştirilirdi. En iyi ayak içi pas veren, en iyi orta yapan, en iyi köşe vuruşu ve penaltı kullanan, ayağına aldığı topu asla kaybetmeyen Rıza Çalımbay o günlerde ülkemizin “düz futbolcusu” olarak tanımlanmasına karşın aynı zamanda takımın serbest vuruşlarının da sahibiydi.
Bu özelliklere sahip Rıza Ulusal takım formasını ancak otuzuna yaklaştığı günlerde giyebildi. Bugün de aynı anlayış pek değişmiş değil. “Yetenek” ile “düz”lük arasında gidip gelmekteyiz.
Sağ kanat ustası Rıza Çalımbay’dı
Sağ “düz”lükten akıp giden Rıza Çalımbay’ın girişimlerine hiçbir takım engel olamazdı. Beşiktaş’ın her rakibi Rıza’yı durdurmak için hafta boyunca çalıştıklarını ve bunu başaracaklarını söylerlerdi de, yine de Rıza’nın durdurulması mümkün olmazdı.
Çünkü o Beşiktaş, Rıza Çalımbay üzerinden kurduğu düzeni aylarca hatta yıllarca çalışmıştı. Çalışmaya hayran olan yetenek de böylece gelişip serpilmişti. Rıza Çalımbay’ı o takımın sağ tarafından çıkardığınızda büyük olasılıkla “Metin- Ali-Feyyaz” sloganı da Türk futbolunun köşe başlarından birine yazılmamış olacaktı.
Bu sezon da sağ kanat etkin
Bu sezon Beşiktaş’ın sağ kenarında yine benzer bir hareketlilik var. Ghezzal-Rosier birlikteliğinden sonuç alıcı ataklar geliştirilmektedir. Bu ikiliye önlem alındığında Beşiktaş’ın en önemli hamlesinin işlerliğini yitireceği düşünülüyor.
Üstelik bu ikilinin Rıza Çalımbay’dan daha yetenekli olduğu(bence bu düşünce doğru değil) varsayılıyor. Ne var ki bu ikiliyi durdurmak, Çalımbay’a engel olmaktan daha kolaydır. Örneğin, Vodafon Park’daki son maçı Trabzonspor böyle kazandı.
Onyekuru oynarsa neler olur?
Beşiktaş’ın gücü savunmada değil, hücum oyunundadır. Welinton ve Nsakala’ya güvenilerek savunma yapılamaz. Dolayısıyla beraberliğe oynayacak olan Beşiktaş maçı kaybeder. Beşiktaş’ın sağ tarafını durdurmanın en etkin yollarından biri Onyekuru hamlesidir.
Son maçlarda ortalıkta görünmeyen Onyekuru bu maçın adamı olabilir. Kerem Aktürkoğlu’nun çabukluğu da düşünülürse Beşiktaş savunmasının işinin hiç de kolay olmayacağı anlaşılır.
Ders almayan ama ders vereceğini söyleyen Fatih Terim ile kitap-mitap okumadığını, oyunu okuduğunu söyleyen Sergen Yalçın’ın söylemlerinden hareket edecek olursak hareketli ve seyir zevki yüksek bir maç izlenme olasılığı daha ağır basıyor. Bu oyun anlayışı içerisinde gol sayısını ise iki takımın kalecileri belirleyecektir…
‘’Bir vuruş bir şampiyonluk getirir‘’
“Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir askeri, bir asker bir muharebeyi, bir muharabe bir savaşı, bir savaş bir ülkeyi kurtarır.” Anadolu’da çok bilinen bu özlü söylemin Moğol İmparatoru Cengiz Han’a ait olduğu söylenir.
Yaşamsal olayların birbiriyle nasıl ilişkili olduğunu anlatan bu söylemi futbola nasıl uygulayabiliriz? Futboldaki temel teknik hareketlerin, gerek savunmada gerekse atakta, mıh ile ülke arasındaki bağlantı kadar önemli olduğunu hiç düşündünüz mü?
Basit bir top kontrolünün, harika bir gol ile sonuçlanacak atakları başlattığı aklınıza hiç gelir mi? Bir top kontrolü bir gol pasını, bir pas bir vuruşu, bir vuruş bir maçı, bir maç bir şampiyonluğu, bir şampiyonluk bir takımı hatta bir camiayı kurtarır yeri geldiğinde. Örnek mi istiyorsunuz?
Beşiktaş’ın devre arasında kadrosuna kattığı Kanadalı Larin’in yaptığı vuruş. Osmanlıspor-Beşiktaş karşılaşmasının maç eleştirisinde kısaca değinmiştim. Larin, Osmanlısıpor ceza yayının üzerinden sağ ayağıyla bir plase vuruş yaptı.
Çoğu santrfor şut çekse bu denli hızlı gitmezdi top. Sivasspor maçında attığı iki gole bakmıyorum. Ancak daha çok dikkatimi çeken o vuruştur.
Peki, Kanadalı genç santrfor yaklaşık 4-5 aydır Şenol Güneş ile antrenman yapmıyor mu? Bir teknik direktör, oyuncusunun maç kurtaracak özelliklerini bu süre içerisinde göremiyorsa ne zaman görecek? Önümüzdeki yıl Larin maç kurtaracak vuruşlarını yaptığında, o ünlü şarkı sözleri aklımıza gelmez mi? “Daha önceleri nerelerdeydiniz?”
Kuşkusuz bu sorunun da yanıtı var: O günlerde Şenol Güneş Vagner Love ile uğraşıyordu. Brezilyalı santrforun Alanyaspor’da attığı golleri Beşiktaşa’da kazandıracağını sandı Şenol Hoca. Oysa Love’un alınması zaten sınırlı olan Beşiktaş’ın atak gücünü daha da aşağıya çekti.
İnsan böyle anlarda düşünmeden edemiyor ve aklına gelen şu soruyu hemen soruveriyor: Love ile uğraşılacağına Larin’in farkına varılabilse en azından Beşiktaş önümüzdeki sezon santrfor aramıyor olacaktı.
Bunun kararını verecek olan kimdir? Elbette ki teknik direktördür. Herkesin gördüğünü, en azından ligin sonunda Larin’in farkına varanlardan çok daha önce Şenol Güneş’in görmesi gerekmez mi?
Büyük olasılıkla önümüzdeki sezon da, Şenol Güneş kendini haklı çıkartmak için yine Larin’i oynatmayacak. Ama bugün onu alkışlayan tribünler gerçeği gördü. En küçük başarısızlıklar da bir vuruş ile bir takımın kurtuluşu arasındaki ilişkiyi anımsayacaklardır.
Not: Bu yazı 24 Mayıs 2018’de yazıldı.
‘’Optimal canlılık yakalanınca böyle oluyor…‘’
15 Ekim 1989 günü Beşiktaş, İnönü Stadı’nda Adana Demirspor’u 10-0 yendiğinde maçı stattan izlemiş ve Cumhuriyet gazetesine eleştiri yazmıştım. Siyah beyazlı takım 20 Eylül 1993 günü de Trabzonspor’u 7-1 yenmiş ve Adana Demirspor karşılaşmasına benzer bir oyun tarzı sergilemişti. Ancak Güney temsilcisine karşı alınan tarihsel galibiyetin yanı sıra oyun açısından da futbolda çok ender görülen bir yapı vardı alanda.
15 Ekim’deki maçın ertesi günü gazetede çıkan yazımın başlığı “optimal canlılık” tı. Sadece futbol maçlarında değil insan yaşamda da optimalı bulunca hayat ona hem mutluk verir hem de yaşamdan zevk alınır. İster boğazda dolaşın isterse ormanda, her şeye güzel bakar, güzel görür insan…
Birlikte sohbet ettiğiniz bir arkadaş grubunun içindeyseniz ve onların geneli gergin ve tartışma pozisyonundaysa bile siz optimal canlılığınızı korursunuz, doğru olan neyse o kendiliğinden dudaklarınızdan dökülür.
Adana Demirspor maçından sonra ikinci kez bir futbol takımının neredeyse her şeyi doğru yaptığını gördüm. Futbolda hep doğru yapılmaz, bu olanaksızdır. Ancak optimalı yakaladınız mı yorgunluk nedir bilmezsiniz.
Her şey otomatik hale gelmiş gibi kendiliğinde olur. Attığınız çalım, verdiğiniz pas, çektiğiniz şut hep amacına ulaşır. Mahalle arasında çocukluğunuzda oynadığınız gibi eğlenceli ve özgür bir ortamın içinde bulursunuz kendinizi.
Bütün futbol takımlarının maç sırasında aradıkları; ucundan, kenarından ve kıyısından da olsa optimalı yakalayıp rakibe üstünlük sağlamaktır. Ama bu hiç kolay değil! Rakiplerinizin yaptığı plan sizi optimaldan alıp gerginliğe doğru yol aldırır. Rakibinizin özgürlüğünüze sınır koyması ayaklarınıza bağ olur.
Pozitif psikolojinin konularından biri olan Optimal canlılık liderler tarafından birlikte çalıştığı ekibini motive ederek yakalanacağı gibi, futbolcuların kendiliğinden, özellikle zor dönemlerde elde ettikleri başarılar sonucunda da yaşanılabilir.
En iyi oyuncularını sakatlıklar yüzünde yitiren Beşiktaş, çaresizlikten çare üretince, forma giyen her oyuncu sahip oldukları değerlerin farkına vardılar. Sonrasında ise optimal motivasyonla zirve yaptılar…