Arama

Popüler aramalar

‘’Sergen Yalçın'a göre hakem…‘’

Beşiktaş teknik direktörü Sergen Yalçın sadece hakemlerden değil, ligde karşılaştığı takımlardan da şikayetçi olmaktadır zaman zaman. Yani Yalçın, sadece kendine göre hakem istemiyor, rakiplerinin de Beşiktaş’a uygun bir şekilde futbol oynamasını istemekten geri durmuyor. Antalyaspor ile 1-1 berabere kalındığı gün, yayıncı kuruluşa yaptığı maç sonu konuşması unutulacak gibi değil.

Sergen Hoca Antalyaspor’un çok fazla savunma yaptığını söyleyip böyle oynamamaları gerektiğini istemişti. Hal böyle olunca hocanın hakemlerden şikayetçi olması hatta Halil Umut Meler’i Beşiktaş maçlarına istememesi çok da abartılı bir durum olmasa gerek. Lig lideri hakemlerden şikayetçi olursa lig sonuncusu ne yapsın?

Bir teknik direktörün Merkez Hakem Komitesi’nin işine müdahale ederek, atamalara yön vermeye çalışması bize özgü bir şey olsa gerek. MHK’nın Meler’i üst üste Beşiktaş’ın maçında görevlendirmesi ise futbolumuzda ilk kez görülmüş bir uygulama olmasına karşın son derece yerindedir.

Meseleyi ister Sergen Yalçın’a gözdağı olarak ele alın isterseniz MHK’nın resti şeklinde niteleyin, görevlendirmenin önünde ne etik ne de yasal bir engel vardır. Bir engel gibi görülecek bir olasılık vardır, o da maçın öncesinde ve sonrasında polemik yaratacak konuşmaların doğuracağı endişe. Varsın konuşulsun, insanlar buna da alışsın. Konuşuldukça tabu olarak görülen uygulamalar normalleşir.

Milli maçlar öncesinde Beşiktaş-Fenerbahçe karşılaşmasını yöneten Halil Umut Meler başarısız olsaydı bu hafta dinlendirilirdi. Başarılı olduğuna için yeniden görev verildi. Atandığı maç Beşiktaş karşılaşması gibi görünse de aslında başka bir oyundur.

Çünkü bu kez Beşiktaş’ın rakibi Kasımpaşa’dır ve maç başka bir sahada oynanacaktır. Hakem takım isimlerine göre maç yönetmez. Alana çıktığında renklerle ilgilenmez. Renkler sadece pozisyonların karara bağlanmasında yardımcıdır. Hakemin görevi kuralları doğru uygulamaktır…

02 Nisan 2021, Cuma 13:31
YAZININ DEVAMI

‘’Şenol Güneş başarabilirdi ancak!‘’

Cumhuriyet tarihinin en iyi takımı olsanız da teknik direktör hatasıyla, amatör oyuncuların bir araya geldiği ekiplerden birine kolayca dönüşebilirsiniz. Ulusal takımın yediği ilk iki golde birinci derece hatalı olan Caner Erkin ile oyuna başlamak takımın yazgısını en baştan hazırladı.

Ligdeki Göztepe maçında yaptığı amatörce savunma hatası yüzünden Fenerbahçe yönetimi tarafından bir ay kadro dışı bırakılan Caner Erkin’in tek yönlü bir futbolcu olarak uluslararası alanlarda iş yapmayacağını bilmeyen, göremeyen bir teknik adamın öğretmenliğinden değil, öğrenemediğinden ve öğretemediğinden söz edilebilir ancak.

On maçta iki gol atan bir takıma karşı…

Oynadığınız takım son on maçında sadece iki gol atmış, karşılaşmaların genelini 3-0,5-0, 6-0 gibi skorlarla kaybetmiş. Sizin elinizdeki takım ise tarihinde ilk kez grubun iki güçlü takımını net skorlarla yenmiş. Hem de kendi oyununu oynayarak, gücünü rakiplerine kabul ettirerek…

Ama elimizde öyle bir güneş var ki, bırakın batıyı ısıtmasını önündeki küçücük Letonya’nın üstümüze çöken karanlığını bile dağıtamıyor. Hollanda maçında oyuna aldığı Caner ile 3-0 önde götürdüğü maçı kaybediyordu neredeyse.

Burak Yılmaz’ın duran top golü Hızır gibi yetişmese maçın nereye varacağı belli değil. Savunması olmayan tek yanlı Caner ile savunma yaparak oyunu tutmaya çalışmıştı Şenol Güneş. Burak’ın golü her şeyin üstünü örttü.

Baş rollerde Caner Erkin!

Caner Erkin ilk golde arkasından gelen kendi adamına yaklaşacağına ortadaki Çağlar Söyüncü’nün yanına koşuyor. Dolayısıyla tutması gereken adamı da golü atmakta zorlanmıyor. İkinci golde ağır kalarak ofsaytı bozuyor. Tam üç rakibin kalecimizle karşı karşıya kalmasını sağlıyor. Biri kaçırsa diğeri atacak…

2-0 öne geçtiğimiz dakikaların hemen sonrasında Caner ile Letonyalı bir oyuncu 3-4 metre içinde başa baş kaldılar. Burada çabukluğun devreye gireceği ve dolayısıyla Caner’in ağır kalacağı açıktır. Letonyalı oyuncunun buradan çıkarttığı topu pozisyona dönüşmeden Çağlar kornere attı. Üst üste kullanılan iki köşe vuruşundan biri gol olacaktı. Küçük bir ayrıntı gibi görünüyor ama şeytan ayrıntıda gizlenir. Futbolda küçük hatalar çok büyük sonuçlar doğurur…

Takım Caner Erkin’in üstüne devrildi

Futbol bir takım oyunudur, bir futbolcuya bu denli yüklenilmez diyenleriniz olabilir. Ben de derim ki, futbol kusursuzluk ile sıradanlığı bir arada bulundurur. Teknik direktör sıradan seçim yapıp, oyunun devamında sıradan hamleler yaparsa takıma domino etkisi yapar. Caner Erkin’in yaptığı hatalar sonucunda bütün takım onun üstüne devrildi. Şenol Güneş devrilen bir taşı bile doğrultamadı…

Bu arada Burak Yılmaz ve Yusuf Yazıcı’nın olağanüstü kötü oyununu da unutmamak gerekir. Burak’a atılan topların yüzde sekseni duvara çarpar gibi geri döndü. Şenol Güneş, topun durduğu bir anda yanına çağırıp onu bir kez bile ikaz edemedi. Hadi Burak’ı eleştirmekten korkuyorsun, o zaman şöyle diyebilirsin: “Kaptan sen bu takımın sahadaki sahibisin. Sen toparlanmadan takım ayağa kalkamaz!” İşte, size hem tatlı bir eleştiri hem de oyuncuya sorumluluk yüklemenin bir yolu…

Güneş’in kendini kurtarma hesabı

Oyuncu değişiklikleri tam bir felaket! Kendi takımında yıprandığı için oynatılmayan Taylan Antalyalı rakibe verdiği paslarla onları üstümüze davet etti. Yapılan onca yanlış değişikliğin yerine ilk golden sonra sadece Caner-Umut Meraş değişikliğini yapabilseydi takım normal yoluna girerdi. Caner’i ikinci golü yedirdikten sonra bile değiştirmedi, neden?

Çünkü o zaman Şenol Güneş kendisiyle çelişecekti. O çelişkinin ortaya çıkmaması için oyunun sonlarına değin Caner ile devam etti. Şenol Güneş’in en iyi yaptığı işlerden biri takımı değil kendisini nasıl kurtaracağının hesaplarını yapmasıdır.

Yorgunluk meselesine gelince… Cumartesi’nden Salı’ya arada üç tam gün var. Bir futbol takımı bu süre içerisinde hem düşünsel hem de fiziksel yorgunluktan arındırılabilir. Bu başarılamamışsa yine ucu teknik direktöre dayanır. Bütün takımlar yedi günde üç maç oynadı. Bu noktada Şenol Güneş’in tutunacağı bir dal var sadece; hiçbir takım üst üste grubun güçlü takımlarıyla oynamadı…

31 Mart 2021, Çarşamba 11:03
YAZININ DEVAMI

‘’Seçeneği çok milli takım‘’

2022 Dünya Kupası finallerine başarılı bir başlangıç yapan Milli takım için haklı olarak övgü dolu yorumlar yapılıyor. Takımın başarısına ilişkin ne söylense yerine oturuyor. Birileri yazmışsa dikkatimden kaçmıştır ancak yine de ulusal takımın dikkatlerden kaçmaması gereken bir başka özelliğine değinmek gerektiği kanısındayım.

Daha ilk bakışta seçeneği bol bir kadroya sahip olduğumuzu açıktır. Seçeneği boldan kastim savunma ve orta alanda sayısal anlamda çok oyuncu bulunması değildir, birçok oyuncunun asıl mevkilerinden farklı alanlarda da başarılı bir şekilde görev yapabilecekleridir.

Ozan Tufan takımın jokeridir

Bu ulusal takımın jokeri Ozan Tufan’dır. Hani Beşiktaş’ın jokeri Necip Uysal’dır ya, Ozan çok daha etkili bir jokerdir. Onun Fenerbahçe’de neden kulübeye mahkum edildiğini herkes gibi ben de anlayabilmiş değilim. Sağ beki, sol bek, orta alanın her yerinde ve kanat da oynayabilir. Sıkışırsanız stoper bile oynatıp geriden ataklara katabilirsiniz.

Kaan Ayhan sadece stoper değil sağ bek de oynar ki, takımında da oynuyor. Okay Yokuşlu bugün için ön libero oynuyor. Ancak gerektiğinde orta alanın değişik yerlerinde ve stoperde görev yapabilir. Çağlar Söğüncü ön libero ve orta alanın sol tarafında, hatta sol kanat oynayabilir. Hakan Çalhanoğlu orta alanın her bölgesinde görev yapabilir.

Burak ve Kenan çok yönlü forvetler…

Burak Yılmaz fiziksel görünüm olarak klasik santrfor tipini örneklese de aslında sahte dokuz olarak da görev yapabiliyor. Kanatlara çıktığında o bölgenin oyuncusu gibi davranabiliyor. Kenan Karaman kanat ve santrfor oynayabiliyor.

Özet olarak denebilir ki, ulusal takımın oyuncularının Caner Erkin’in dışında kalanların hiç biri tek yönlü değil. Değişik bölgelerde değişik seçenekler sunabilen bu milli takımın başarısının bir kısmı da oyuncuların bu özelliklerine bağlı.

Boy ortalaması uzun ama çabuk...

Herhangi bir hesap yapmadım ancak sanırım milli takımın boy ortalaması Norveç’ten aşağı değil. 1.90’ın üzerinde oyuncularımız var ama buna karşın çabukluklarında sorun yok. Çağlar’ın Norveç’e attığı kafa golüne ve genelde Kuzeyliler tehlikeli olabilecek kafa vuramadıklarına göre zamanlaması da yerinde oyuncularımızın.

Kafa vuruşlarında zamanlama boydan her zaman daha önemlidir. Sadece 1.78 boyunda olan Metin Oktay gibi kafaya çıkan ve onun gibi kafa vuruşu yapan bir santrfora sadece yurt içinde değil uluslararası alanda da 60 yıldır tanık olmadım. Gerçi o günler için Metin Oktay’ın boyu uzun sayılabilir ancak zamanlaması eşsizdi.

“Çek bir Letonya”

Letonya ile 2003 yılında, 2004 Avrupa Şampiyonası elemeleri için oynadığımız play-off karşılaşmasını İnönü Stadı’nda Fanatik adına izlemiş ve yorumlamıştım. Gazete’nin kura çekildiği günkü manşeti “Çek bir Letonya” idi. İstediğimiz olmuş ama Riga’da 1-0 yenildikten sonra İnönü Stadı’ndaki rövanş’ta

2-0 öne geçmemize karşın maç 2-2 bitmiş ve elenmiştik. 2002 Dünya Kupası üçüncüsü takımın Letonya’ya elenmesi kupanın en büyük sürprizi olarak kabul edildi.

Takımımız 2-1 öndeyken bir atağımızda top direkten döndü ve aynı atağın karşı yönde gelişmesi sonucu beraberlik golünü yedik. Golü atan Letonyalı oyuncunun köşe gönderini çıkartıp silah gibi kullanarak arkadaşlarını taraması mizanseni bugün bile belleğimdeki tazeliğini korumaktadır.

Ne var ki köprünün altından çok sular geçti. Oyunu her yönüyle oynayabilen, kapalı savunmaları açmakta yerden ve havadan birçok silahı olan milli takım bu karşılaşmadan da istediğini alacaktır. Kaybedecek bir şeyi olmayan Letonya rahat biz ise kazanmaya istekliyiz. İki büyük kazanımdan sonra bir futbol kazası olur mu? Bu olasılık hep vardır ama yok denecek kadar da azdır…

30 Mart 2021, Salı 12:42
YAZININ DEVAMI

‘’Yetenek ve teknik ile aldatılmak…‘’

19 yaşımda spor akademisi öğrencisiyken İstanbulspor’da da futbol oynamaktaydım. Akademi’deki futbol hocamız Milli takım ve Fenerbahçe’nin teknik direktörü rahmetli Sabri Kiraz’dı. Kiraz Fenerbahçeliydi ve bugünkü stadın merdivenlerini çıkarken kalp krizi geçirip aramızdan ayrıldı. Onun ölümünden sonra Fenerbahçe Stadı’na asansör yapıldı.

Sabri Kiraz gibi kariyerli bir futbol hocası bir daha akademilere gelmedi. Onun bizlere verdiği birbirinden değerli bilgiler önümüzü aydınlattı. Henüz futbol kariyerinin başındayken Sabri Kiraz gibi bir efsane hocadan değerli bilgileri alan futbolcuların gelecekte farklı olacakları açıktır.

Ancak o gençlerin büyük bir bölümünün teknik adamlıkta önleri kesildi. Bazıları sistemin filitreleme aygıtından kurtulup piyasa da yer edindiler. Onlar da var olmak için akademili olmaya değil de, eski futbolculuklarına sığındılar, araştırmacı teknik adamlık yolundan saptılar.

“Biz teknik değiliz!”

Sabri kiraz son derece sakin ve yavaş konuşurdu. Öyle ki, futbol sahasında sözlerini anlayabilmek için deyim yerindeyse ağzının içine girerdik. Söyledikleri bu tarzıyla daha kıymetli olurdu her halde. Sözlerini duyar belleğimin hiç unutulmayacak bir yerine saklardım. Unutamayacağım ve öğrendiğimden beri peşini bırakmadığım bir gerçeği bize üstüne basa basa söylemişti:

“Çocuklar, gerek yabancılar gerekse içerdeki futbol düşünürleri(!) bizim yetenekli ve teknik olduğumuzu söylerler. Ancak gerçek öyle değil. Biz teknik değiliz. Tekniğimiz kötü olduğu için kaybettiğimiz topları kazanmak uğruna da kondisyonumuzu tüketiyoruz.”

Bilimsel gerçeğin dilencisi oldum

Bu önemli gerçeği öğrendiğimden beri yani tam 45 yıldır yetenek ve teknik konusunda bilim insanlarının söylediklerinin dilencisi oldum neredeyse. Bugün her fırsatta yetenekli-düz futbolcu ayırımı yapıladursun bilim büyük sporcu olmanın kriterlerini saptamış durumdadır.

Büyük bir sporcu ya da futbolcu olmanın on kriteri varsa doğal yetenek altıncı sıradadır. İşin bir tek sırrı var o da sistemli çalışmaktır. Metodik çalışma olmadan ne yetenek açığa çıkar ne de teknik gelişir. Büyük Atatürk “Bir tek şeye ihtiyacımız var, o da çalışmaktır” sözlerini iş olsun diye söylememiştir kuşkusuz.

Bu milli takım tekniğin tanımıdır

Gerek içerde gerekse Avrupa ülkelerinde şu ya da bu şekilde altyapı eğitimi alıp diğer arkadaşlarını geride bırakacak aşamaya gelmiş olan gençler Lucescu tarafından, neredeyse dip, köşe kurcalanarak bulunup bugünkü milli takım oluşturulmuştur. Onlar da yetenek ve teknik konusunda pratikten somut bilgiler vermektedir. Yani bilimin doğrusuyla pratiğin doğrusu birbiriyle örtüşmektedir.

Eskiden topla en fazla oynayan, en fazla çalım atan ve de topla en fazla cambazlık yapan oyuncular en yetenekli, en teknik oyuncular olarak nitelendirilirken, bugün artık topla en az oynayan oyuncu tekniğin tanımına uymaktadır. En fazla tek top oynayan ve tek paslarla topu amaca yönelik oynayan oyuncular günümüzün futbolcularıdır ki, tek top oynamak basittir ama basit olan aynı zamanda görkemlidir de.

Güçlü rakip sizi geliştirir

Burada da yine Johan Cruyff’un efsane sözleri karşımıza çıkıyor: “Futbol basit bir oyundur, ama basiti yapmak zordur.” Çünkü futbolda bir hareketi basitçe yapabilecek hale getirmeniz için belki de milyonlarca kez tekrar etmeniz gerekecek, yani bir tek şeye ihtiyacınız var; “çalışmak”.

Ağırlıklı olarak bizden yetişip Avrupa’ya giden ve eski kıtada altyapı eğitimi alan oyunculardan kurulu bugünkü ulusal takımın, iki zorlu rakibi de alt ederken ne kadar çok tek pas yaptıklarına dikkat etmişsinizdir kuşkusuz.

Atağa çıkarken dar alanlardan tek paslarla çıkıp attığımız gollerin hazırlanışında da bu görüntülere sıkça rastladık. Bizim çocuklar Avrupa’da güçlü takımlara karşı rekabet ediyorlar. Rakip güçlü ise siz de güçlenirsiniz. Güçlü rakip sizi geliştiren en önemli araçtır futbolda…

29 Mart 2021, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hollanda'daki maç lideri belirler‘’

Avrupa’nın bir numaralı santrforu olmaya doğru hızlı adımlarla ilerleyen Erling Haaland’ın, henüz 20 yaşında olmasına karşın adının Real Madrid ile anılması ister istemez rakiplerinde çekince hatta korku yaratıyor. Ancak bir futbolcunun üst düzey oyunlar ya da liglerde tek başına fazla anlam ifade etmemesinin örneği de yine Norveç ulusal takımında görülebilir.

Sörloth bizim ligimizin gol kralıydı ancak Leipzig’de kadroya bile giremiyor. Onun böyle olacağı Trabzon’dan yola çıkışından belliydi. Bizim ligimizin savunma oyuncularını kuvvetiyle dağıtırken, Almanya liginde kendisinden daha kuvvetli savunmacılar bulunca soluğu kulübede aldı doğal olarak. Hiç kuşku yok ki üst düzey ligler için kuvvetli olmak önemlidir ama sadece kuvvet de yetmiyor.

Haaland-Sörloth ikilisini etkisiz kılmak yeterli gibi görünse de Milli takımımızın oynadığı kaliteli futbol karşısında Norveçliler sıradan bir takım gibi göründü. Onların iyi futbolculara sahip olduğu kuşku götürmez. Ulusal takım üçüncü bölgede çok başarılı bir şekilde rakibe baskı yapınca onlar savunmada top dolaştırmak zorunda kaldılar. Bu, yan ve geri paslar topla oynama avantajını onlara verirken, ileride bel bağladıkları ikiliyi topla buluşturmak için alan ve zaman bulamadılar.

Norveç’in ileri ikilisinin son derece başarısız görünmelerinin bir nedeni de Ulusal takımın oyun anlayışı ile ilişkiliydi. Messi bile “ben tek başıma hiçbir şey değilim, başarımı arkadaşlarıma borçluyum” diyebiliyorsa, Haaland’a giden yollar kesilirse, top ona gitmez, topsuz da fazla bir işe yaramaz! Orta alan oyuncuları ile desteklenen bekler orta yapılmasına engel olunca rakibin silahları etkisiz hale geldi.

Üst üste alınan iki galibiyet gösterdi ki grupta Türkiye ve Hollanda düzeyinde başka takım yok. Tam anlamıyla izlemediğim halde, genlerinde Yugoslavya futbol geleneği olan Karadağ bile Norveç’in üzerine çıkabilir. Hollanda ile deplasmanda oynanacak karşılaşma grup liderini belli edecek büyük olasılıkla…

28 Mart 2021, Pazar 12:54
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe'de çok başlılığın zorunlu sonucu…‘’

Futbol takımlarında çift başlılık son yıllarda çok sık görülmeye başlandı ve kanıksandı da… Artık Türkiye Liglerinde teknik direktörün işine karışmayan başkan yok gibidir. Bundan rahatsız olan teknik direktör de parmakla gösterilecek kadar azdır.

Çünkü teknik direktörlerin anlamlı bir bölümü işlerinin ehli olarak değil, ne yazık ki ikili ilişkiler sonucunda “birilerinin adamı” niteliğiyle işbaşı yapıyorlar. İlkeli teknik adamların en alt liglere hatta amatör liglere mahkum edildiğini de çok yakından bilmekteyim.

Fenerbahçe’de Emre Belözoğlu ataması daha ilk baştan bilinenin ancak geç de olsa devreye sokulan bir uygulamadır. Çünkü Fenerbahçe’nin sezon başı planlaması yapılırken bırakın çift başlılığı üç hatta dört başlı bir yapı oluşturuldu.

Bir yanda transferlerin genelini araştırıp Başkan Ali Koç’un onayına sunan ve Koç’un da Comolli de olduğu gibi gözü kapalı onay verdiği bir “firma” etkisi, diğer tarafta Lemos, Tsserand ve Samatta’nın transferini gerçekleştiren Emre Belözoğlu ve hiç tarzım olmadığı halde, affınıza sığınarak yazacağım; zurnanın son deliği Erol Bulut… Yani Başkan Koç, araştırma firması, Emre Belözoğlu ve Erol Bulut…

Futbol yönetim bilimi, sevk ve idare konusunda çok ince elenip sık dokunması, verilen kararların beyin fırtınası şeklinde tartışmaya açılarak belirlenmesi gerekliliğine karşın teknik anlamda çok başlılığı kaldırmaz. Teknik adamların kendi içinde fikir alış verişinde bulunması başka, onların dışında kalanların müdahalesi daha başkadır.

Şimdi direksiyon Emre Belözoğlu’nun eline verilmiştir. Belözoğlu ömründe beş minik takım oyuncusunu bir araya getirip yönetmeden Fenerbahçe’nin başına geçiyor. Bana kimse kalkıp Emre’nin büyük futbolculuğundan, futboldaki kariyerinden söz etmesin! Alex de Souza bile U 21 takımıyla teknik adamlığa başladı.

Teknik direktörlük kariyerine başlayan bir eski futbolcu, bütün oyunculuk dönemini yakıp küllerinden yeniden doğmadıkça büyük bir teknik adam olamaz! Bu düşüncemi teknik adamlığa başlarken Fatih Terim’e de söylemiştim, bana hak vermişti.

Futbol tarihi istisnaların dışında bu tür olaya tanık olmamıştır. Olsaydı, Pele’den, Maradona’dan, Alfredo Di Stefano’dan olurdu. Beckenbauer devam ederdi, edemedi… Hagi kısa süre sonra dünya futbolunda teknik adam olarak söz sahibi olurdu, olamadı…

Bu konuda bir tek istisna var o da Johan Cruyff’tur. O, ne yapsa büyük olurdu zaten. Apartman görevlisi olsa, sadece binayı değil apartmanda oturan bütün insanları yönetirdi. Taksi şoförü olsa, sadece yolları bilmez şehrin mimari yapısına bile egemen olurdu.

Fenerbahçe’de beklenilen ama geç kalınan operasyon gerçekleştirilmiştir. Belözoğlu, kan değişikliğinin vermiş olduğu hareketlilik ile başarılı olursa, önümüzdeki dönemler için parlatılacak. Eğer sonuçlar iyi olmazsa, “ne yapalım, oynanmış otuz maçtan sonra ancak bu kadar olur” denilerek diğer üç baş kendini aklayacak, Erol Bulut’un sırtına daha çok yük yüklenecek.

Anlayamadığım şudur: Daha işin başında yetkisizleştirilen, hadi yetkileri sınırlandırılan diyelim, Erol Bulut’a neden bu denli yükleniliyor? Diyelim ki helva yapmak için eline un, şeker ve yağ verdiniz. Ateş başkalarının elindeyse Erol Bulut ne yapabilirdi? Yapacağı tek şey istifa etmekti, istifa her şeyi ortaya çıkaracağı için, büyük olasılıkla ona da izin verilmemiştir…

26 Mart 2021, Cuma 13:21
YAZININ DEVAMI

‘’Büyük takım gibi oynamak…‘’

Türkiye-Hollanda karşılaşmasından önce tanımlanması zor bir duygu yoğunluğu yaşadım. Ulusal marşımız seslendirilirken beyaz formalı 11 genç adam hep bir ağızdan söylüyorlardı marşımızı. Bu ana takıldım! Oysa bazen haftada üç gün oynanan lig maçlarında, iki takımın toplamında ancak üç beş kişinin dudakları kımıldardı. Futbol alanına çıkıldığında herkesin söylediği bir ulusal marş merasimini özlemişiz ya da söylenmeyen marş durumunu kanıksamışız…

Oyun gerçek anlamıyla “büyük” bir karşılaşma oldu. Alınan sonuç bir yana maçın büyümesinde asıl rolü Türkiye Ulusal Takımı oynadı. Daha önce Dünya Şampiyonu Fransa’yı yenmemize karşın bugüne değin hiçbir ulusal karşılaşmayı bu denli üst düzeyde oynamamıştık.

Çünkü oyunun anahtarı da kilidi de bizim elimizdeydi. Bu nitelikleri ikinci bölgede birbirini karşılayan iki takımın becerilerinden ve ortaya koydukları fizik mücadeleden anlamak mümkündü. Dar alan futbolu bizim ezelden gelen sorunlarımızdan biriydi.

Ne var ki, neredeyse ayak basacak alan bulmanın bile zor olduğu ikinci bölgeden öylesine başarılı çıkarttık ki topu, Hollanda kalesinin önünde bir anda istediğiniz hareketleri yapacak alan genişliği bularak oynadı bizimkiler. Dar alandan çıkarken top cambazlığı ile futbol tekniğinin ne olduğunun ayırımını gözler önüne seren Ulusal takım oyuncuları buldukları geniş alanların değerlenmesi için çabuk oyunu öncelediler. Henüz ilk golde herkesin sağ ayağıyla vuracağını düşündüğü halde çabuk davranan Burak Yılmaz sol vuruşu ile golü attı.

Maçın 3-0’dan sonraki bölümü bu büyük oyuna karşın, Şenol Güneş’in yeniye güvenmeme, eskiden medet umma duygusu içinde olduğunun bir göstergesi olsa gerek. Caner Erkin’i sözüm ona önlem olsun diye oyuna aldı ama takımı iyice alanının çevresine hapsetti. Zaten savunması olmayan Caner ortalarda dolaşıp dururken bir de ödüllendirilerek kaptanlık bandı takıldı koluna.

Böyle güzel bir oyun ve sonuçtan sonra eleştirmenin hoş olmadığını biliyorum. Ancak şahlanmış ve bundan sonra da bu konumunu koruyacak olan ulusal takımın dizginlerini bıraksın Şenol Hoca. Gereğini onlar yapacaktır…

25 Mart 2021, Perşembe 12:01
YAZININ DEVAMI

‘’Hollanda geleneğine karşı Türk duvarı…‘’

Dünya kupalarının en iyi takımlarından biri olmasına karşın üç kez finalde kaybetmesi Hollandalıların “Total Futbol” geleneğinin bir sonucu olsa gerek. 1950’li yılların ortalarında futbolda adı sanı duyulmayan hatta Finlandiya karşısında bile tutunamayan Portakalların sıçrama yapmasının temel nedeninin Ajax olduğunu bilirsiniz. Bir takım, bir milli takımı ve ulusun kendine özgü futbolunu yaratabilmiştir.

Artık ne Ajax ne Hollanda milli takımı ne de dünyanın herhangi bir yerinde Total Futbol oynayabilen bir takım vardır. Çünkü ne doğa ne de Hollanda futbolu yeni bir Johan Cruyff çıkartabilecek kadar zengindir. Ne var ki, Cruyff’u ve onun futbol alanında yönettiği Ajax ve Hollanda ulusal takımını görüp, doyasıya izleyen Hollandalılar, Total Futbol’un kırıntılarını da olsa görmek istiyorlar.

Bu bağlamda Hollandalı futbolseverler ve Hollanda basını kendi alanına çekilerek rakibi savuşturmaya çalışan bir milli takımı görmek istemiyorlar. Böyle oynayan takımları acımasız şekilde eleştirip derhal statları terk ediyorlar. Hollanda İstanbul’da da oynasa Amsterdam’daki strateji ve taktiklerinden ödün vermeden mücadele edecektir.

Hollanda’nın stoperlerini orta alana çıkartarak oynaması artık Total Futbol geleneğinden kaynaklanmıyor. Dünya üzerinde kazanmak isteyen büyük takımlar, UEFA’nın standart haline getirdiği bu oyun anlayışıyla mücadele ediyorlar.

Dünya kupası elemelerine başlarken bizim futbol tarzımız ne olacak? Kalecimiz, stoperlerimiz ve geneldeki sağlam savunma anlayışıyla “Türk duvarı” nı yeniden mi inşa edeceğiz yoksa kazanmaya istekli, UEFA standardına bağlı bir anlayışla mı alanda olacağız?

Nereden bakarsanız bakın Cumhuriyet tarihinin en iyi Milli takımına sahibiz. Sahaya çıkacak 11’in büyük çoğunluğunun yurt dışında oynaması avantaj mıdır? 2010 Dünya kupası finallerinde İspanya 23 kişilik kadrosunun 20’sini İspanya Ligi’nde oynayan futbolculardan seçmişti ki, bu bilinçli bir tercihti. Diğer üç oyuncudan biri Torres’ti ikisi de yedekte kaldılar.

İlk maçı Hollanda ile oynamamız kalecilerimizin yaptığı aşamanın test edilmesi anlamına da gelecektir. Çünkü daha önce bir yazımda da altını çizdiğim gibi; iyi kaleciler kurtarabilecekleri topları kurtarabilen kalecilerdir. Büyük kaleciler ise bunun üstüne daha zor kurtarılabilir pozisyonları ekleyebilenlerdir.

Bizim ligimizde kalecilere çok fazla kurtarabilecekleri şutlar çekiliyor. Hollanda karşısında 11’de olacak kalecilerimizin sıralaması şöyle olacaktır büyük olasılıkla Öncelikle Uğurcan, sonra Altay üçüncü olasılık ise Mert. Kalecilerimize kurtarabilecekleri şutların çekilmesi dileği ve 2022’ye iyi bir başlangıç yapılması umuduyla…

24 Mart 2021, Çarşamba 13:32
YAZININ DEVAMI