‘’Beş Fenerbahçeli bir Aboubakar…‘’
Ligin ilk yarısında oynanan Alanyaspor maçından sonra Beşiktaş’ın kolay kolay yenilmeyeceğini Attila Gökçe’ye söylemişimdir. Atilla Ağabey tanığımdır. O karşılaşmadan sonra siyah beyazlılar sadece Trabzonspor’a yenildi. O yenilginin nedeni de Sergen Yalçın’ın dönen toplara karşı gerekli önlemler almaması ve kaleci Uğurcan’ın başarılı kurtarışlarıydı. Trabzonspor maçında olduğu gibi Fenerbahçe karşısında da kaleciye takıldı siyah beyazlılar.
Maçtan önce Fenerbahçe’nin açık ara favori olduğunu yazmamın nedeni sarı lacivertlilerin deplasmandaki karşı atak gücü ve puana olan ihtiyaçlarıydı. Ne var ki Beşiktaş’a karşı mücadele eden beş Fenerbahçeli forvetin bir Aboubakar etmediğini tahmin edemedim. Aslında Nsakala gol olabilecek iki büyük hata yaptı ama Samuel’de, Samatta, Valencia ve sonradan oyuna giren Thiam ve Ferdi Kadıoğlu gibi sıradanlıktan öteye geçemedi. Pelkas ile İrfan Can’ın oyunu ise tam bir düş kırıklığı yarattı.
Fenerbahçeli oyuncuların bu denli kötü görünmesinin nedeni Beşiktaş’ın takım oyunu ve özellikle de sıkışık alanlardan topu çok başarılı kısa paslarla çıkartıp atak geliştirecek saha bulabilmesiydi. Bu oyun tarzı Fenerbahçe orta alanını işlevsiz kılarken Pelkas ve İrfan Can’ın oyun yapma becerisini de elinden aldı.
Beşiktaş’ın farklı bir galibiyete ulaşacak pozisyonlar yakalamasına karşın Fenerbahçe son dakikalarda üç puanı alacak iki gol durumu yakaladı. Futbolun çok konuşulan güzel yanlarından biri de işte bu öngörülemeyen özelliği ve ön tahminde bulunanların yanılgıya düşmesi olsa gerek.
Dönüp geriye baktığımızda bu sezonun flaş takımı Beşiktaş’ın ligi koparamadığını, bütün yıl boyunca iyi oyununu zor hatırladığımız Fenerbahçe’yi ise şampiyonluk yarışı içinde görmekteyiz. Onca transfere karşın Fenerbahçe’yi kaleci Altay tek başına şampiyonluk yarışının içinde tutuyorsa Türk futbolunun genelinde sorun var demektir. Ortada doğru bir transfer planlaması ve doğru takım yönetimi yokken tüm sorunları Erol Bulut’un sırtına yüklemek hakça değil. Eksiklerine rağmen hakça değil.
Bunca yılın Fatih Terim’inin neler yaptığını da izliyor ve yazıyoruz. Herkesin 11 oyuncusu ama kaleci Altay’dan başka tüm oyuncuların aynı zamanda yedek olduğu bir takımı yönetmek sanıldığı kadar kolay değil. Futbolda yanılan, yanlışa düşen sadece Erol Bulut değil. Futbolun içinde olup da, futbol hakkında yanılmayan bir tek kişi yoktur, futbol tarihinde…
‘’Derbinin favorisi Fenerbahçe'dir‘’
Futbolda favori takim saptanmaya çalışırken genellikle puan durumuna ve dolayısıyla takımların ligdeki konumlarına bakılır. Takımların oynadıkları futbolun kalitesi de peşine eklenir. Dolayısıyla derbi yorumlarında kimin, hangi takımın neye ihtiyacı olduğu psikolojik motivasyona bağlı temel unsurlardan biri ikinci plana itilir.
Oysa derbilerde asıl belirleyici olan ihtiyaç ve psikolojidir. Fenerbahçe’nin bu maçı kaybettiği an hangi konuma geleceğini ve ligin zirvedeki durumunu gözünüzün önüne getirin. Fenerbahçe bu derbiyi kaybedemez!
Ligin ilk yarısında Kadıköy’de oynanan karşılaşmada Fenerbahçe maçın kesin favorisiydi. Dokuz hafta sonunda Fenerbahçe 20 puan ile Alanyaspor’un arkasında averajla ikinciydi. Beşiktaş ise 13 puan ile dokuzuncu durumdaydı. Maçı kaybettiği an onuncu haftada puan farkı 10 olup üç basamak daha aşağıya inecekti.
Gerçi bu farkın kapatılması için çok maç ve zaman vardı ama kaybedildiğinde camianın psikolojisi bozulacaktı. İhtiyaç sadece icadın değil puan gereksiniminin de ebesi konumuna gelmişti. Beşiktaş Fenerbahçe’yi Larin’in kırmızı kart görmesi sonucunda10 kişi kalmasına rağmen 4-3 yendi.
Şimdi roller değişmiştir. İşin psikolojik yönüne bir de teknik kadro seçimi gibi etkenler de eklenmiş gibi görünmektedir. Sergen Yalçın, hafta arası kupada finale kalan takımında sol beki olarak Rıdvan Yılmaz’a görev verdi. Bu, derbide Nsakala’ya yol açmak anlamına geliyor.
Sadece Nsakala’nın oynaması bile Fenerbahçe’nin kazanması için yeterli nedendir. Osai Samuel ile eşleşmelerinden ortaya çıkacak sonuçları bilmek için teknik direktör olmaya gerek yoktur. Nsakala penaltı yapmak ile kırmızı kart görmek arasında bir çizgide bulunacaktır.
Beşiktaş savunmaya dayalı bir taktikle oynamayacağına göre Fenerbahçe forvetleri, Beşiktaş savunmasına baskın çıkacaktır. Risier ileri çıkmazsa bu kez Ghezzal ile arasındaki iletişim bozulacak Aboubakar yeterince beslenmeyecektir. Bu yüzden kupa maçının sihirli adamı Aboubakar bu maçın etkisiz forveti olabilir.
Bütün yollar Fenerbahçe’nin kazanacağı bir alana çıkıyor ve oradaki kapılarda bu yönde açılıyor. Futbolda böylesi kesin saptamalar yapmanın doğru olmadığını biliyorum. Ama veriler böyle diyor. Nsakala oynarsa Fenerbahçe yüzde 80 kazanır. Oynamazsa yüzde 60’a-40 Fenerbahçe üstünlüğü ile geçer oyun…
‘’Fatih Terim'in hesap edemedikleri…‘’
Bir futbol takımının savunmasında “beklenmedik” hatalar fazla oluyorsa artık onlar “beklenebilir” konuma gelmiş demektir. Futbolda beklenmeyen olaylar ender olur. Üç dört hafta üst üst üste savunma hataları yaşanıyorsa, teknik direktör bunlara beklenmedik diyemez, hesap dışıdır hiç diyemez.
İki stoper yenilen dört golün üçünde amatörce hatalar yapıyorlarsa o takımın maçı kazanması şanstan da öte rastlantılara bağlı kalır. Çoğunluk stoperlerin ayağından kaçırdığı toplar sonucu yenilen gollere takılsa da Luindama’nın dördüncü golde yediği çalım savunma zincirinin nasıl kopuk olduğunu daha net bir şekilde belgelemektedir.
Onyekuru sadece boş alan oyuncusu mudur?
İyi kaleciler kurtarılabilecek topları kurtaranlardır. Kurtarılamayacak toplar zaten kaleci hatasına girmez. İyi teknik direktörler de futbolda hesap edilebilecek olayları göz önüne alıp ona göre takım kurgusunu planlayanlardır. Son dört hafta oynanan maçlarda yapılan hatalar göz önüne alındığında Galatasaray’da hesap dışı bir gelime olmamıştır.
Fatih Terim’in maç öncesi hesaplarında doğru olanlar olduğu gibi yanlışlar da vardı. Örneğin iki çabuk adam Onyekuru ve Kerem’i sonradan oyuna dahil etmek çok da hesapsız değil. Savunmaya daha fazla ağırlık vereceği muhtemel olan Rizespor karşısında boş alan bulunamayabilir. Ancak buradaki sorun Onyekuru’nun sadece boş alan futbolcusu olmaması, kalabalık savunmaları da oyundan kolay düşürdüğüdür. Bu bağlamda Onyekuru’nun kenarda tutulması yeterince hesaplanmamış görünmektedir.
Çift santrfor takımın kurgusunu bozdu
Bu hesabın altında da başka bir yanlışlık var. Terim’in oyuna çift santrfor ile başlaması… Mostafa Mohamed ve Falcao’dan hangisiyle başlasa fazla eleştirilmezdi Fatih Hoca. Çünkü Falcao formda döndü, Mohamed ise gençliği ve dinamizmi ile giderek ağırlaşacak futbol alanında etkili olabilirdi. Bu oyuncuların bir diğer özelliği ise merkeze bağlı santrforlar olmaması…
İkisi de gezen, dolaşan, arayış içinde olan merkez forvetler. Hal böyle olunca ikisi birbirlerinin koşu yollarını bile kapattı zaman zaman. Rizespor karşısında gördük ki, iki Emre de bir arada olmuyor. Santrforlardan biri ve Emre’lerden biri yedekte bekleyip Onyekuru ve Feghouli ile başlansa her şey daha farklı olabilirdi.
İki santrfor da oyundan alınıyorsa…
Onyekuru ve Feghouli geçen hafta sezonun en güzel golüne imza atmışlardı. Dün akşamki maçta da oyuna girdiklerinde yine ortak yapımı bir gole imza attılar. Bu iki futbolcu oynayabilecek durumdaysa kenarda bekletilmelerini anlamakta zorlanırım.
Fatih Terim maçtan sonra yaptığı konuşmada yenilginin iki santrforla ilgisinin olmadığını söyledi. Kanımca en önemli nedeni budur. Bir teknik direktör oyun ilerledikçe iki santrforunu da kulübeye alıyorsa burada bir hesap yanlışlığı vardır. Keşke muhabir arkadaşlar, çift santrfor ile yenilginin bir ilişkisi olmadığını söyleyince “peki, neden onları oyundan aldınız?” diye sorabilselerdi.
Her takım puan kaybı yaşayacaktır
Fatih Terim gibi görmüş geçirmiş bir hocanın buna da bir yanıtı vardır elbette. Ancak çift santrforun takımın bütün yapısını bozacağı iyi hesap edilmemiş görünüyor. Dört hafta önce bazı yorumcular Galatasaray’ın artık rakibi kalmadı türünden yorumlar yapıyorlardı. Ne var ki dört haftada bir galibiyet alınabildi ancak.
Türk futbol tarihinde ilk kez bu denli uzun bir lig dönemi yaşanıyor. Üstelik birde başımızda salgın belası var. Geride daha 11 hafta var. Bu Avrupa’nın birçok ülkesinde yarım lig dönemi demektir. Hangi takımın başına nelerin geleceği belki öngörülemez ama hesaplanabilir. Yeter ki takımlar ve teknik adamlar hesaplanamayanların değil, hesaplanabilir olayların üstesinden gelmeye çalışsınlar.
‘’Sergen Yalçın'ın sahadaki beyni Aboubakar…‘’
Kupanın yarı final ayağında Beşiktaş 24 dakikada 2-0 öne geçtikten sonra skoru korumak için geriye mi çekildi? Bu sezon ligde iki kez aynı skorla yendiği rakibini saf dışı bırakmak için iki golün yeterli olduğunu düşünüp kontrollü oyunu mu seçti? Yoksa Aboubakar’ın ikinci devrede alana çıkmaması Beşiktaş’ın asıl gücünün nerede olduğunu gözler önüne mi serdi?
Futbol öyle ilginç bir etkinlik ki, neredeyse herkese göre yorum zenginliği sunabilecek bir derinliğe sahip. Başlangıçtaki sorulardan birkaç misli bakış açısı getirilebilir ve her biri üzerine de uzun köşe yazıları yazılabilir.
Ancak kanımca en göze batan ve dikkat çekici olan Aboubakar’ın forma giymeyeceği bir Beşiktaş kadrosunun sanılandan da fazla güç kaybına uğrayacağıdır. İki takım birbirini yeterince tanıdıkları halde maça, tek ayaklı bir eleme yönteminin tipik ağırlığı altında “kontrol pas” formatı hakimdi oyunun başında. Bu oyundan, Abubakar’ın attığı kusursuz golün çıkacağını maçı izleyen bir tek kişi bile düşünemezdi.
Aboubakar’ın, Beşiktaş’ın forvet hattındaki bütün oyun düzenine şekil ve yön verdiğini herkes biliyor. Gol atma becerisini de kanıtlamış bir golcü. Ne var ki, Başakşehir’e kupa mücadelesinde attı gol sıra dışının da ötesindeydi. Böyle golleri dünyanın en büyük yıldızları atabilir ancak. Tolga Ciğerci’ye attığı çalım öncesinde sağ ayağının iç üst kısmı ile yapacağı kesme vuruşa rakibini öylesine inandırdı ki, bırakın Tolga’yı dünyanın en iyi savunmacıları bile yerdi o çalımı. Sol ayağıyla yaptığı vuruş ise, teniste Roger Federer ve Rafael Nadal’ın topa verdiği falso sonucu sahanın dışından dolaşıp içeri düşen vuruşlarını andırdı. Düz bir vuruşun kaleci Mert Günok’tan döneceğini bildiği için sol ayağıyla topa verdiği falso ise golün değerini daha da artırdı.
Sağ ayaklı bir oyuncunun sol ayağıyla böylesi ince ayar bir falsolu vuruş yapması diğer takımların Beşiktaş’a imrenmesinin temel nedenlerinden biri olsa gerek. Fenerbahçe’nin onca forveti varken taraftarlarının “santrforumuz yok” diye feryat etmesinin nedeni de Aboubakar’dır belki de.
Bu sezon olağanın üzerinde bir görüntü çizen Beşiktaş, Aboubakar oyundan çıktıktan sonra “olağan” bir takıma dönüştü. Aboubakar’ın attığı gol anında aklıma Valdano’nun bir değerlendirmesi geldi. 1986 Dünya Kupası’nın kazanılmasında Arjantin’in gizli kahramanı Valdano takım oyunu, teknik adam ve futbolda bireysellik üzerine şöyle düşünüyor:
“Bir teknik direktörün beyni saha içinde on bir düşünen beynin sonsuz olanaklarıyla yarışamaz. Sonuç itibarıyla, takım kavramı çok önemli olsa da bir sonraki seviyeye çıkmak için bireylere ihtiyacınız vardır.” Valdano’nun “saha da düşünen beyin” vurgusu belki de futbolun arkasındaki en büyük sırdır. Her futbolcu Aboubakar gibi düşünen, yaratan ve uygulayabilen bir beyne sahip midir? Aboubakar Sergen Yalçın’ın saha içindeki düşünen beynidir. Teknik direktörleri yücelten böyle oyunculardır…
‘’Bu kadronun hakkı tam da Erol Bulut'tur‘’
Kime sorsanız Fenerbahçe’nin elinde olağanüstü bir kadro olduğunu söylüyorlar. Gerçek öyle mi? Fenerbahçe sezon başında üçü altyapıdan olmak üzere tam 26 yeni futbolcuyla kadrosunu oluşturmuş. Bu 26 futbolcudan Ademi’yi Karagümrük’e vermişler, orda da izliyorum ama sahada bulamıyorum! 2,5 milyon Euro piyasa değeri olan Zanka ise Kopenhag’a kiralanmış. Üç genç oyuncu da kadroya iş olsun diye alındığına göre yaz transfer sayısı otomatikman 21’e düşüyor.
Bu 21 yeni oyuncunun yarısı neredeyse futboldaki işini bitirmiş. Gökhan Gönül ile Caner Erkin adım gibi biliyorum ki, Fenerbahçe’nin büyük hedeflerine yürümek için değil, ahbap çavuş ilişkileriyle transfer edilmişler. Sosa son dönemlerde iyi oynuyor gibi görünüyor ama maçın içinde zaman zaman on dakikalık bölümlerde kaybolup duran toplarda ortaya çıkıyor.
Transferlerin yarısı Fenerbahçe’de oynamaz
Fenerbahçe’nin oynadığı 29 maçın en az yarısında hakkıyla oynayan bir sosa gördünüz mü? Lemos ve Tsserand’ın Fenerbahçe’nin stoperleri olmadığını sezon başından beri biliyoruz. Sinan Gümüş Galatasaray’ın 11 oyuncusu muydu ki Fenerbahçe’yi kurtarsın?
Geçen yıldan kalan Serdar Aziz daha önce ön çapraz bağ ameliyatı olmuş. Bu ameliyatı olan oyuncuların bir daha asla gerçek performanslarına ulaşamayacağını ben değil bilim söylüyor. Sadık Çiftpınar en fazla alt liglerde oynayabilecek bir futbolcu. Ferdi Kadıoğlu hep yedek. Geriye ne kaldı?
Sorun tek başına Erol Bulut değil
Büyük, geniş, derinliği olan kadrodan geriye ne kaldı? Ara transferde alınan dört oyuncu olmasa Fenerbahçe gerçek bir 11 kurmakta zorlanacaktı. Fenerbahçe’nin sorunu tek başına Erol Bulut değil. Çok değer verdiğim, kulüp yapılanması olarak önemsediğim ve babamın taraftarı olduğu için sempati duyduğum Gençlerbirliği camiası alınmasın ama Fenerbahçe’nin doğru dürüst bir transfer politikası ile oluşturulabilecek bir kadrosu olsaydı Ankara temsilcisini hocasız da yenebilirlerdi.
Kadro planlaması yapılırken, düşünerek, hesap ederek transfer edilen kaç oyuncu var Fenerbahçe’de? Erol Bulut bunların kaçında karar verici durumundadır? Tarihsel olayları tarih sırasına göre sıralayıp onları üst üste yığarak tarih yapamazsınız. O tarihlerin altındaki sosyal, ekonomik, üretimsel gerçekler ortaya koymak zorundasınız.
Kadroyu derinleştiren ve sığlaştıranlar
Bir pul albümü yaparken bile pulları sayfalara belli bir düzen içinde koyarsınız. Fenerbahçe düzenli bir transfer yapmamış, futbolcuları neredeyse üst üste yığmış. Forvette ve orta alanda deyim yerindeyse birbirinin üstüne çıkan onca futbolcuya karşın savunma kısmı Altay ile Szalai’nin insafına kalmış.
Böyle bir takımın altından kalkmak kolay değil, Erol Bulut hiç kalkamaz. Erol Bulut’un kadrosu geniş olabilir ama eli zayıf! Büyük olasılıkla bütün bu transferleri yapanlar Erol Bulut’u da orada tutuyor. Çünkü başka biri oradaki yapıyı ve uygulamaları kaldıramaz.
İyi teknik direktör sığ kadroyu derinleştiren, kötü teknik direktör ise derinliği olan kadroları sığlaştırandır. Ancak Erol Bulut’un elinde asla derinliği olan bir kadro yoktur. Samuel, Mesut ve İrfan Can bir yana Szalai alınmasaydı Fenerbahçe’nin hali nice olurdu? Kendi sahasında lig sonuncusuna yenilen şampiyonluk adayının en iyi oyuncusu kaleci Altay. Varın gerisini siz düşünün…
‘’Golden güzel pas olur mu?‘’
Her gol ilk bakışta rastlantısaldır. Doğal olarak tahmin edilmezler. Golleri heyecanlı yapan unsurlardan biri de budur. Gol, futbolun içinde gerçekleştirilen onca teknik ve taktik hareketler göz önüne alındığında ender bulunan kıymetli bir olgudur. Dünyanın her yerinde golcülerin ilgi ve sevgi görmesinin nedeni de bu olsa gerek.
Futbolun en prestijli kişisel ödülü olan Ballon d’Or’u, 1976 yılında kazanan Franz Beckenbauer’ın dışında üç savunma oyuncusu daha edindi. Uluslararası başarıdan sonra kazanan diğer savunmacılar şunlardır: Lothar Matthaus, Mattias Sammer ve Fabio Cannavaro. Bu ödülü 1963 yılında kazanan tek kaleci ise Dinamo Moskova’nın efsane kalecisi Lev Yaşin’dir. Diğer zamanlarda kazananlar hep golcülerdir. Dolayısıyla gol atan oyuncular da mücevher gibi, nadide ve kıymetlidirler.
Gol futbolu futbol yapan, uğrunda çok çalışılması gereken, nadiren karşılaşılan, görmek için bazen saatlerce beklediğimiz bir güzelliktir. Başka hiçbir spor dalında bir gol bulabilmek için futbol kadar çaba harcanmıyor.
Oyunun herhangi bir anında atılan tek bir gol galibiyetle yenilgi, mutluluk ve kader arasındaki fark anlamına gelir. Gol futbolun güzelliğidir ve nazlı bir güzeldir.
Peki, golden güzel pas olabilir mi? Bu, biraz da futbola bakış açınıza bağlıdır. Taraftarlık ile sporseverlik arasındaki çizginin hangi tarafında olduğunuzla ilişkilidir. Ne var ki, gerçekte paslar olmasa o gollerin çok büyük bölümü gol ile sonuçlanmaz.
Ancak öyle paslar vardır ki, gollerden daha güzeldir ve hele bu paslar gol ile sonuçlanırsa, insan maçın sonucuna bakmadan o güzelliğin verdiği hoşluğu dakikalarca yaşayabilir belki de unutamaz. İşte, Kayserispor-Galatasaray maçında atılan üçüncü gol öncesinde Fehgouli’nin Onyekuru’ya verdiği pas böyle bir güzelliği izletti bize.
40-50 metre mesafeden ve yerden üç rakip savunma futbolcusunu etkisiz kılan, falsosu matematiksel bir şekilde hesaplanmış pasın Onyekuru ile buluşturulması kanımca bu sezonun golü için birinci adaydır. Kuşkusuz pası değerli kılan, pası almak için kendini gösteren oyuncudur da, bu bağlamda Onyekuru’nun pası aldıktan sonra yaptığı temiz vuruşun da hakkını vermeliyiz. Zaten o vuruş gerçekleşmese pas da övgülere layık olmazdı.
Fehgouli’nin verdiği pas futbol dünyasına gelmiş geçmiş en büyük yıldızların bile ender gerçekleştirebileceği bir futbol şaheseridir. Galatasaray yönetimine bir önerim var: Bu pas sonucunda gerçekleşen golün bir krokisini konunun uzmanlarına çizdirip kulübün herhangi bir yerine asın. Altyapı tesisleri en uygun yer olabilir belki de. Asın ki, futbola gönül vermiş gençler pasın gol kadar değerli olduğunu öğrensinler…
‘’Beşiktaş zoru başardı ama…‘’
Kalecisi hariç tüm oyuncuları ile kendi kalesini korumak anlayışıyla savunma yapan bir takıma karşı sonuç almak en üst düzey ekiplerin bile başarmakta zorlandıkları bir durumdur. Bu rakibe karşı Beşiktaş üç gol attı ama kazanmanın arkasındaki asıl gerçek rekor düzeyde pas yapmasıydı.
Geriye ve yana yapılan amaçsız pasları zaman zaman eleştiriyoruz ancak yapılan her pas her iki takım içinde yeni bir durumun ortaya çıkması anlamına geliyor. Her yeni durum için gerek fiziksel gerekse zihinsel olarak dikkat ve enerji harcayan savunma durumundaki takım mutlaka konsantrasyon sorunu yaşıyor.
Gol ayakları belli gibi görünen Beşiktaş’ta, rakip sürekli onlara yoğunlaşırken hesapta olmayan oyuncular devreye girerek sonucu değiştiriyor. Başakşehir karşısında da beklenmedik oyuncuların attığı gollerle üç puan kazanıldı.
Ne var ki, Beşiktaş’ta sezon başından bu yana, daha Paok karşılaşmasında gözlenen ve takımın Avrupa Kupası’ndan elenmesine neden olan basit savunma hataları Başakşehir karşısında da yaşandı. Bu basit savunma hataları neredeyse bir kronik hastalık gibi…
Çoğunlukla her şey yolunda gidiyor gibi görünse de, aniden nüksediyor ve ortaya çıkan görüntü herkesi korkutuyor. Sözü Nsakala ve Welinton’a getirmek istiyorum. Bu iki oyuncu Beşiktaş gibi bir takımda oynuyorlar ancak bu düzeyde, savunma oyuncularının nasıl davranması gerektiğinden çok da haberdar değiller.
Ne savunmada yönlendirmeyi biliyorlar ne adam ne de alan markajını... Welinton bütün iyi niyetiyle benzetme yerindeyse kanının son damlasına kadar mücadele ediyor ama hareket kabiliyeti, dönüşleri ve rakibe ve topa karşı pozisyon alması o kadar sıradan ki hata yapması kaçınılmaz oluyor.
İlk golde rakibine yaptırdığı orta, Başakşehir’in direkten dönen şutunda rakip topu kontrol edip şutunu çekiyor ancak Welinton bir türlü rakibi ile sıkı markaj pozisyonuna gelemiyor. İkinci golün başlangıcında ise ne yaptığını kimse anlayamadı.
Nsakala için ise söylenecek söz yok! Çevre kontrolü, bire birde adam markajı, alanına giren rakibe dikkat etmek gibi en temel savunma davranışları eksik. Deniz Türüç üç metre arkasından koşup iki metre önünden topa vuruyor o hiçbir şeyin farkında değil!
Başlangıçta Welinnton’un bitirişte ise Nsakala’nın neden olduğu iki gol Beşiktaş’ı derbi öncesinde büyük bir sıkıntıya sokacaktı. Joshep De Souza şimdilik buna izin vermedi. Bu iki oyuncunun birlikte görev yaptığı bir savunma ile Beşiktaş’ın Fenerbahçe’yi yenme olasılığı ancak yüzde yirmidir.
Beşiktaş’ta Rıdvan bir yana Dorukhan ve Necip bile Nsakala’dan daha iyi sol bek oynarlar. Montero sakat olduğuna göre Necip’de, Welinton’un yerine stoper oynayabilir. Sergen Yalçın bu ayrıntılara kafa yormazsa Beşiktaş’ın derbiden istediği sonucu alması çok zordur…
‘’Mesut Özil'i kim sakatladı?‘’
Baştan şunu belirtmeliyim; üst düzey futbol söz konusu olduğunda Mesut Özil seyrettiğim en narin, en kırılgan oyunculardan biridir. Bu tür oyuncuların en temel özelliği kendilerini zora sokmamalarıdır. Genelde rakipten uzak boş alanlarda oynarlar, üzerlerinde baskı hissettikleri anda topu en yakın arkadaşlarına verirler. Böylece top takımında kalır ama topu yararlı ya da yararsız kullandıkları konusunda kuşkular vardır.
En iyi zamanında bile fizik mücadeleden kaçınan Mesut, Avrupa’nın en sert ve sahaları en bozuk ligine geldi. Ülkemize gelen Mesut Özil bunları düşündü mü, ya da onun bu narin yapısı Fenerbahçe’yi yönetenler tarafından dikkate alındı mı?
Mesut’un kas kuvveti yetersizdi
Bir yıla yakın bir süre bırakın maç oynamayı bir kez bile takım antrenmanı yapmayan bir oyuncu ne denli kariyerli olursa olsun kas kuvvetinin yarısından fazlasını kaybeder. Transferden önce bunlar gündeme getirilip tartışıldı mı? Erol Bulut bu transferde ne kadar söz sahibi oldu? Kondisyon nitelikleri genelde de düşük olan Mesut’un zorlandığı zaman sakatlanacağını ilk bilen kişinin Erol Bulut olması gerekmiyor mu?
Denebilir ki, Fenerbahçe’nin kondisyonerleri var, sağlık kurulu var, onlar varken Mesut’un oynama kararını da Erol Bulut mu verecek? Ben de şöyle sorarım: Bu kurulların içinde Fenerbahçe düzeyinde futbol oynamış kaç kişi var?
Nasretttin Hoca’nın damdan düşme hikayesinin tam da yeridir. Nasrettin Hoca damdan düşmüş de ülkenin en iyi doktorlarını getirmişler ama o karşı çıkarak “bana damdan düşen birini getirin” demiş. Bu noktada daha önce damdan düşen Erol Bulut’tur. Bulut onu en az 5-6 hafta maçların son 15-20 dakikasında oyuna alması gerekirken 3. maçta 11’de sahaya çıkarttı. Böylece Mesut’un sakatlanmasının yolunu açmış oldu.
Bedenini fazla zorladı
Mesut güçsüzlükten ve buna bağlı olarak rakip baskısından kurtulmak için bedenini zorlayınca sol ayağı bilekten bir tel gibi büküldü. Bu hafta sonu oynanan Konyaspor maçında da Pelkas ağır bir sakatlık yaşadı. Bu iki oyuncunun yaşadıklarına sporsever her insan üzülmüş olmalı ancak hiç kimse bu iki futbolcunun yaşadıklarını tam anlamıyla duyumsayamaz.
Çünkü bu tür ağır sakatlıkların bir de psikolojik yanı vardır. Psişik ağrı, en az bedensel travmaların yol açtığı ağrılardan daha şiddetli olabilir. Bu iki alanın kesişimi, biyolojik ağrının psişik ağrıyla birbirine karışması, acı çekme olarak bilinen sadece insana özgü bir hisse yol açar. Sözgelimi köpeğin canı yanar, insan acı çeker.
Sakatlığın biyolojik ve psişik yönü
Böyle durumlarda köpek sadece bir şeyin yolunda olmadığını bilir insan ise daha fazlasını bilir. Haftalarca yatması gerekeceğini, hasar gören kemik ya da organı için ameliyatın gerekli olabileceğini, o çok sevdiği futbola uzun süre ara verip belki de bir daha oynayamayacağını, bir olasılıkla işini kaybedebileceğini, sakatlığın doğurduğu kaygının, düş kırıklığının ve umutsuzluğun verdiği psişik acıları ve daha fazlasını bilir insan.
Kuşkusuz iki futbolcu da Fenerbahçe’nin büyüklüğü ve olanakları ile sarıp sarmalanacak ve işin hem biyolojik hem de psişik yanı çok çabuk atlatılacaktır. Her futbolcunun başına Pelkas türü bir sakatlığın gelme olasılığı vardır. Ancak Mesut Özil’in durumu bile bile ladestir. Bilginin ve her türlü bilimsel verilerin elimizde olduğu günümüzde teknik adamdan ya da onun arkasındaki ekiplerden kaynaklı yanlışlıklar sadece futbolculara değil kulübe de zarar vermektedir. Bu yanlışlıklar aslında öğreticidirler de…
Mesut’un sakatlığı ders verici olmalı
Mesut Özil’in yaşadığı acı verici bir durumdur. Acı, en basit anlamıyla bizi bedensel hasarlardan korur. Tehlikeli şeyler can yakar, gereğinden fazla riske girer ya da bedenlerimizi fiziksel sınırlarının ötesinde zorlarsak, acı bizi cezalandırır.
Aslında yaşanılan her şey öğreticidir. Acıdan alınan dersler olmasaydı, bedenlerimiz kısa sürede en sıradan travmalarla tahrip olurdu. Dileyelim ve umalım ki, doğanın yaşamda kalma okulunun başöğretmeni acı, Mesut Özil üzerinden başta Erol Bulut olmak üzere tüm teknik adamlara dersini vermiş olsun…