Arama

Popüler aramalar

‘’Trabzon'a düşen...‘’

Türk futbolunun yakın tarihinin garip tesadüflerinden biri olarak iki takım yine bir sezon sonunda ligin kaderini çizecek. Trabzonspor açısından sıralamayı belirleme oyunu olması dışında bir anlam ifade etmeyen, ancak ülkedeki spekülasyon avcılarının dört gözle bekledikleri bu maçta sergilenecek futbol ve alınacak sonuç, beraberinde yeni gelişmeleri de gündeme taşıyacaktır.

Başkan Sadri Şener’in Denizlispor maçından sonra sarf ettiği, “Merak etmeyin Fenerbahçe’ye yenilip döneceğiz” kinayesi, Bordo-Mavili kulübün ruh halini de çok iyi ortaya koymaktadır.

Trabzonspor’a düşen görev bu mücadelede sahadaki de dahil olmak üzere diğer rakiplerinin alacağı derece değil, kendi prestijini korumak olmalıdır. Fenerbahçe geçen sezon Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi’ne gitme fırsatına Hüseyin Avni Aker’de nasıl taş koyduysa Bordo-Mavili takımda pekala rakibini şampiyonluktan edecek sonuca imza atabilir.

Futbolda reel yoldan kazanmak her türlü şaibeyi ortadan kaldırdığı gibi onuruyla kaybetmek de elbette normaldir. Ancak en kötüsü hesapsız tartışmalara yol açabilecek ilkesiz bir duruş sergilemektir. Trabzonspor Ziraat Türkiye Kupası’nı alamayıp Galatasaray ve Beşiktaş’tan birisi ilk ikiyi zorlasaydı, Fenerbahçe’ye kaybetmek, Bordo-Mavili ekibi Avrupa’ya taşıyabilirdi. Böylesi bir atmosferde elde edilecek 3 puan Trabzonspor’a Avrupa kapısını kapayabilir. Ama yüzyılın Fair-Play ödülünü kazandırabilirdi. Şimdi bunlar geride kaldı. Trabzon kupayı kazandı. Kendisini direkt olarak Avrupa’ya taşıdı. Bundan sonraki hesaplar boştur. Bursaspor’un şampiyonluğu Trabzon’un büyüklüğüne halel getirecek diye korkmak zaten bir büyüklük tavrı değildir. Eğer dünyanın her yerini Trabzon olarak görüp gittiğiniz tüm statlara taraftar taşıyabiliyorsanız, müzenizde onlarca kupa varsa ve her zaman ligin iddialı ekiplerinden bir tanesiyseniz, bu büyüklüğü kimse sizden alamaz.

12 Mayıs 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kazan, eğlen!‘’

Eski Yattara olsaydı, daha 3. dakikada Colman’ın o nefis pasının hakkını layıkıyla verir, takım arkadaşının asist sayısının artmasını sağlar, kendisinin “dönüşü de muhteşem” olurdu. Sorun maçın hemen başında o pozisyona hazırlıksız yakalanmakla ilişkili yani.

Ahmet Cebe, 4 dakika önce sinyalini verdiği golü atarken, ceza alanında o kadar rahat serbest dolaşım şansı bulmasını, erken gelen golün rehavetiyle açıklamak mümkün.

Ya Umut’un kaçırdığı! “İlk kez mi kaçırıyor?” diye sorulur insana.
Bu oyuncuları, Fenerbahçe gibi ezeli rakibine karşı, oyun ve skor olarak net üstünlük kurulan bir maçtan sonra 8. kez kazanılan kupa finaline hazırlamakla, 4 gün sonra, küme düşmüş bir rakibe karşı, “Kazanırsak beşincilik garanti olacak, hadi koçum!” diyerek aynı şekilde motive etmek mümkün değildir. Üstelik eksik kadroyla...

“Fenerbahçe 3 gün sonra oynadı, 3 farkla kazandı” hatırlatmasına ise verilecek yanıt kolay: Fenerbahçe finalde bile haklı olarak pazarı daha çok düşünüyordu. Gelmek istediğimiz nokta şu: Dünkü Trabzonspor’un performansını “abartılı” diye nitelenen kupa kutlamalarına bağlamak haksızlıktır. Bunu “görmemişin çocuğu olmuş!” modunda değerlendirmek de. Hak ediyorsan eğleneceksin tabi, ama işini de iyi yapacaksın. İlk yarıda kötü yaptı işini Trabzonspor.

Devre arası uyarıları, “işin yeterince ciddiye alındığının” göstergesi olarak önce Murat Tosun’un müthiş golüyle skora yansıdı. Teofilo, çevre kontrolünü iyi yapıp, ilkinde bencil davranmasa, diğerinde de iki adım geriden çıksa, takımının 2. yarıdaki iyi oyununu kupa finali skoruyla taçlandırmasına katkı sağlayabilirdi.

Bir not: Tribünler, Umut gol kaçırdı diye homurdanana kadar önce, yaktıkları ya da yakılmasına izin verdikleri meşalelerle bu kuruma ne kadar zarar verdiklerini öğrenecekler. Bir de malum sloganlarının...

11 Mayıs 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Saklanmışlar!‘’

GAP Arena’da eşit bölünmüş ve kendilerine ayrılmış, tıklım tıklım doldurarak hakkını verdikleri tribünlerde de benzer manzarayla karşılaşınca, maç sonrası tersi olma riskine karşın, “Budur!” dedik: Bir şeyleri öğreniyoruz be!

Sonra maç, daha dakika 5; şık bir Colman pası, Umut klasiği. Bu durum Fener’de, “Trabzon zor gol atar, temkinli olalım, nasılsa hata yaparlar” özgüveni yarattı. Ama durmadı Trabzon. Şanssızlığı, yeni fırsatı formsuz ve daha baştan demoralize Umut’la yakalamasıydı: Bu oyuncu 2. uygun durumunda da, arzulananı değil, “bekleneni” yapınca Trabzon tribünlerini daha 17’de kara düşünceler sardı. Ancak yine de; cılız gelen Fener ataklarının geri dönüşünde, az adamla yakaladığı rakipten daha çok panik yapmasa, Bordo-Mavililer’in erken skor üretmesi çok zor olmazdı. Fener’in beklediği hata 2. yarının başında geldi, Alex affetmedi. Tam, “Umut mudur o? Alex orada boş bırakılır mı?” esprisinin yeri gelmişti ki Umut, sözü şık bir kafa vuruşuyla ağızlara tıkadı. Sonra rakibini yarı sahasına hapseden Trabzon, “Eşitlik golü öncesinde Colman’ın direkten dönen vuruşuna mı, Burak’ın 1 metreden kaçırdığına mı yanalım” derken, Engin arkadaşlarını ve tribünleri muhteşem hareketlerle teselli etti. Son saniyede de Colman, “Engin yapar da ben yapamam mı?” dedi. Yine bir 5 Mayıs ve yine geriden gelen güldü. Tek fark, bu kez iyi futbolu da kazanan oynadı. Meğer son iki haftadır adeta dökülerek takımın yenilgilerinde başrolü oynayan Umut, Engin, Colman, Selçuk ve diğerleri, kendilerini finale saklamışlar da farkedememişiz, ne diyelim!

06 Mayıs 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Farklı olur‘’

Belli ki Güneş, Avrupa Ligi’ni garanti, bu maçı da biraz formalite olarak görüp, gelecek sezonun kadrosunu şekillendirmeye yönelik bir tavır takındı. İlk yarıda sahaya sürdüğü kadro bunu gösterdi. Pek şans bulamamaktan yakınıp dün ilk onbirde sahaya sürülenler, böylece oynatılmama ya da oynatılma süreleriyle ilgili verilen kararlarda kendilerine pek haksızlık yapılmadığını kanıtlamış oldular!

Ankaragücü karşısındaki ilk yarının Trabzonspor açısından kötü yanı, aralarında büyük fark olduğunu düşündüğümüz asların da o yedeklere ayak uydurması oldu. Yoksa Song’un yenilen goldeki zamanlama hatası nasıl açıklanabilir? Ya Engin’in performansı? Bir oyuncu maç boyu kendini sadece hakeme itirazlarda nasıl gösterebilir? Onca tekniğine karşın Alanzinho’nun müthiş ara pasında kaleciye topu nişanlayıp beraberlik şansını bu kadar nasıl kolay harcayabilir? Ya Burak! Her şeyi geçtik, evi yandığında kimseyi inandıramayan çoban konumuna düştü artık. Bir insan önünde oynadığı babasını bu kadar da mahcup eder mi? Diğer futbolculara da girsek, pehlivan tefrikası gerek, geçelim.

İkinci yarıda Alanzinho, sonra da Colman girince Trabzonspor gibi bir takımın varlığını hissetmeye başladık. Ardı sıra pozisyonlar geldi. Umut yok Teo var, ama santrfor yine yok. Boşa gitti o pozisyonlar. Alanzinho’nun çabası da, estetik güzelliği yüksek iki vuruşu da en azından bir puanı kurtarmaya yetmedi.

“Çarşamba’ya, son iki maçtaki Trabzon olmaz” cümlesini çok net kuramasak da, taraftarına, “Bu maçlardaki kazanma arzusu, mücadele azmi ve motivasyon gibi faktörlerinin Fenerbahçe’ye karşı çok farklı olacağı gerçeğini göz ardı etmemelerini öneriyoruz. Yani ya kendilerini affettirerek finali yapacaklar ya da!

02 Mayıs 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Eskişehir'den Barcelona'ya‘’

Futbolda konsantrasyon her şey değildir, ancak çok şeydir. İstediğiniz kadar teknik ve taktik çalışmalar yapın. Fizik gücünüzü ve fizik kondisyonunuzu üst seviyeye çıkarın, eğer ruhsal kondisyonunuzda problem varsa başarılı olamazsınız. Tam tersi, çalışmalarda eksiklik yaşasanız bile maça odaklanmayı başarırsanız, bu eksiklerinizi kapatmanız mümkün olur.

Bütün bunları bize Eskişehir ve Barcelona’da 2 gün arayla oynanan 2 ayrı maçta gördüklerimiz düşündürdü. Eskişehir’de zemin kaygandı, evet. Üstelik 26. dakikada 10 kişi kaldı Trabzonspor. Ne var ki tüm bunlar çok kötü oynamak için mazeret olamaz. Asıl neden puan cetvelindeki konumu gereği çok belirgin bir hedefi bulunmamasına rağmen Eskişehirspor’un çok iştahlı olması. Ama Beşiktaş’ın puan kaybıyla lig dördüncülüğü şansı doğmasına karşın Trabzonsporlular’ın kafa olarak ligi bitirmesi.

İnter, Barcelona gibi bir devin karşısında 25. dakikada 10 kişi kaldı. Ancak maça odaklanınca nasıl mücadele edileceğinin dersini verdi, tabi nasıl tur atlanacağının da.

Eskişehir’de topu alanın kaleciyle karşı karşıya kalması, bir konsantrasyon faciasıydı adeta. Kimsenin iki takım arasında kalite farkını iddia etmeyeceğine göre, konsantrasyon farkında fikir birliği oluştu. Nitekim kurumun en yetkili kişileri de bunu dillendirmekte sakınca görmedi. Kaldı ki ikinci yarıda Trabzonspor’un hedefi varken, sergilediği futbolda ortada. Futbolcuların bir genel hedefi olmalı; takımını en iyi noktaya taşımak gibi... Bir de özel amacı olmalı; kendini en iyi noktaya taşımak gibi.

İkisi birleşince motivasyonun tadına varamazsınız.

Onur gibi. Biriyle durumu idare edersiniz, en azından vaziyeti kurtarırsınız.

Song gibi. Ne genel, ne de özel hedefiniz kalmamışsa yerlerde sürünürsünüz.

Selçuk gibi.

30 Nisan 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Onur'a rağmen!‘’

Kayseri’den sonra ikinci dramatik yenilgiyi aldı, Beşiktaş hesapta olmadığı biçimde puan kaptırınca, dördüncülük iştahı kabaran Trabzonspor. Olası kupa kaybıyla tatil süresini kısaltma riskini ortadan kaldırma adına, ligin rahat ekiplerinden Eskişehirspor’la sadece futbol oynamanın zevkini tadamadan hem stres yaşadı, hem de son dakika golüyle kaybetti.

Şenol Güneş, kazanma arzusunu, ileriyi daha çok düşünen iki ön liberosuna, üçüncü bölge adamı 4 kişi ekleyince açıkça belli etti. Bu planı Umut bozdu. Ama onun kırmızısını, bu stresle ilişkilendirme yanlışlığına düşmeyeceğiz. “Formaya ihanet” gibi haksız bir suçlamayı da yapmayız. Bize göre iki sarının açıklaması şu: Alın terine saygısızlık.

Umut istedi, roller değişti. Bu kez Eskişehir kendisine göz kırpan 3 puanın peşine düştü. Aç kurt gibi saldırdı, Umut’suz kalan, Onur’uyla direnen Trabzonspor’a. Ümit ve Sezer’in 10 dakika arayla yaptıkları vuruşlar, “İyi kaleci” müdahalesiyle önlendi.

Ağır sahada bir kişi eksik rakibe mücadele gücü zayıf oyuncularla direnmenin zorluğu ortaya çıkınca, çelimsiz Gabriç-Alanzinho’nun yerleri Ceyhun ve Burak gibi güçlü oyuncularla dolduruldu. Bu durum, mahkûmiyeti biraz azalttı. Bu nedenle düşer gibi olan tempo, Giray’ın sakladığı eline çarpan ama penaltı olmayan pozisyona tepkilerle yeniden yükseldi. Song’un Alper’e müdahalesi dışında gereksiz alevlenen penaltı tartışmalarının yanı sıra, özellikle bu yazıya konu olacak hareketler, adeta tek kale oynanan son 20 dakikada sadece Onur’la sınırlı kaldı. Selçuk ikramlarına karşın belki kendisine, “Bu tempolu maçın golsüz tamamlanmasına neden olabileceği!” için edilebilecek sitemi, Ümit Karan ortadan kaldırdı.

27 Nisan 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Umut'a dair‘’

Tribünlerin uğultulu tepkisi normal, çünkü mutlak bir gol kaçmış, gayri ihtiyari bir tepki yani. Ama devamı Ali Sami Yen’de Jo olayına döndü ki, kendi sahasında, taraftarınca “dışarı” davet edilmek, buna muhatap olan oyuncuyu bitirir.

Doğrudur, Umut tam 3 kez Murat’la karşı karşıya kaldı. Üçünü de, deneyimli file bekçisine çarptırdı. Bu durumu “Murat Şahin’in yeteneğine mi, Umut’un şansızlığına mı, yoksa beceriksizliğine mi bağlayalım?” diye düşünürken malum pozisyon geldi. 3’e bir yakaladılar Murat’ı ve Umut boştaki iki arkadaşına vermek varken topu yine ona nişanladı. İşte kafa karıştıracak bir durum daha: Umut bencil mi, yoksa çevre kontrolünü yapamayacak kadar futbolun basit temel unsurundan bihaber mi?

Vardığımız sonuç şu: İyi niyetli, koşuyor, mücadele ediyor. Ama ne yazık ki sınırlı teknik kapasitesi bu özelliklerini kapatıyor. Çok zor ve kritik gollerle coşturduğu tribünlerin, çok basit pozisyonları harcayarak hedefi olabiliyor. Futbol bu, profesyonellikte bunlar da var. Neyse ki fazla etkilenmeden ya da öyle gözükerek maçı tamamladı. Karşılığını da uzatmalarda aldı. Şenol Güneş de skora oynamak için yuhalanma pahasına Teofilo’yu oyundan alarak duruma katkı verdi.

Kendisine bu kadar boş alan bırakan, savunmada akıl almaz gedikler veren Kasımpaşa karşısında sadece ilk yarıda 6 net pozisyon harcayan Bordo-Mavililer’i zor bir ikinci yarı bekliyor öngörüsü, erken bozuldu. Onca kurtarışına karşın, yıllar sonra teknik direktörü Yılmaz Vural tarafından “şike” yapmakla suçlanma olasılığı her daim mevcut olan Murat’ın çaresiz kaldığı Egemen’in kafa vuruşunda denge bozuldu, Trabzonspor’un oyunu da. O ana kadar yarı alanına hapsettiği rakibinden baskı yemeye başladı. Ama Yılmaz Vural’ı yatırıp yuvarlatan son dakikadaki pozisyon hariç, sıkıntı yaşamadan maçı tamamladı.

20 Nisan 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol gerçeği!‘’

Trabzonspor asla bu olamaz. Bordo-Mavililer bu sezon özellikle ilk yarıda zaman zaman o kadar çok kötü maç çıkarmış olsa da, bu cümleyi kullanma zorunluluğunu hiç hissettirmedi. Hani sıradan bir maç olur, telafisi falan vardır da, “Olur” dersiniz, ama değil. Onur engeline takılmasaydı Antalyaspor, Trabzonspor’un Avrupa hayallerini daha ilk yarıda bitirebilecek skor yeterliliğine kavuşabilecekti. “Stres” desen, rakibinki ne? Onlar 2 farkı kapatma kararlılığıyla mücadele ederken stres yüklü değiller miydi? O zaman bu “ruhsuzluk” neyle açıklanabilir?

Sorunun muhatapları da yanıtını verememiş olacaklar ki, 3 mutlak pozisyona karşın sadece tek farkla yenik girilen devre arası önlem ve uyarıları bir işe yaramamış. “Onur dışında kimi alırsa alsın, fark etmez” dedirtebilecek kadrodan çıkan Ceyhun-Engin takası da, Engin’in direkten dönen bir vuruşu dışında işe yaramadı. Selçuk, Burak, Umut, Colman, Alanzinho... Bir takım bu kadar eksik oynar mı? Oynar ve Antalyaspor önünde başlama düdüğünden 85. dakikaya kadar mahkum olur. Ezilir adeta, çaresiz kalır. “Bu oyunla buraya, yani yarı finale kadar nasıl geldi?” diye sordurtur.

Bu kadar salvodan sonra hakkını verelim tam “krize girerler, bocalarlar” diye düşündüren uzatmalarla son 9 dakikayı çok soğukkanlı tamamladılar, bu bölümde pozisyon vermediler.

Ama bitiş düdüğü çaldığında sevinemediler bile final için. Buruktular, eziktiler, rakip meslektaşlarının yüzüne bakmakta zorlandılar. Bir futbol takımı açısından bu kadar acı bir durum olabilir mi?

Maçı kazandı kazanmasına ama Antalyaspor için sadece şu söylenebilir: “Her zaman hak eden gerçekte kazanmıyor.” Futbolun gerçeği bu, adaleti yok maalesef.

15 Nisan 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI