Arama

Popüler aramalar

‘’Asıl sorun kadro!‘’

Şenol Güneş’in sistemi, çabuk, hücuma dönük, bol pasa dayalı ve geri pası dahi yasaklayan bir felsefe. Ancak işin en can alıcı noktası, Trabzon’un bu anlayıştaki oyuncu sayısının azlığı.

Trabzonspor’un Şenol Güneş’in gelişinden sonra gösterdiği büyük çıkışın 3 haftadır sekteye uğramasının elbette futbolun genel değerlendirmeleri içerisinde bir izahı vardır. Bugünkü duraklamanın temel sebebi oyuncu kadrosunun yapısıdır. Güneş’in gelişiyle kendi mantalitesine uygun olarak oluşturduğu oyun anlayışı, zaman zaman göze hoş gelen enstantaneler sergileyip sonucu alsa da, dişlinin çarklarında yaşanan eksiklikler bütün yapıyı temelden sarsıyor. Şenol Güneş, takımından sürekli, çabuk, hücuma dönük, bol pasa dayalı, agresif, neredeyse geri pası dahi yasaklayan bir felsefeyle oynamasını talep ediyor. İşin en can alıcı noktası da burası.

Trabzonspor’da bu anlayışta oynayacak futbolcu sayısı son derece kısıtlı. Örneğin ideal orta saha olmasa da bir Colman’ın eksikliği bile sistemi derinden etkiliyor. Pozisyon üreten takım bu sefer bitirici noktada sorun yaşıyor. Zira tüm hücum finali Umut’un sırtına kalıyor. Bu özverili santrfor takımın tüm gol yükünü taşıyor. 2010 yılına müthiş bir başlangıç yapan Umut bir maç ara verdi mi, işler sarpa sarıyor.

Çeşitlilik yaratılamadı

Zirveyi hedefleyen ve birden çok kulvarda mücadele etmek zorunda kalan ekiplerin en temel ihtiyacı, kadro derinliğidir. Trabzonspor çok para harcayıp, geniş bir sirkülasyon sağlasa da maalesef bu çeşitliliği yaratamamıştır. Devre arasında kadroyu zenginleştirmek ve alternatif olmak adına yapılan 3 transfer şu ana kadar olumlu yansıma gösterememiştir. Trabzonspor şu an mevkii ve yarar anlamında transfer ihtiyacını aynı oranda karşılayamamıştır. Takımın ideal tertibi Güneş’in felsefesini sahaya iyi yansıtabilmektedir. Ancak lig yarışının ilerleyen haftalarında yaşanan sakatlık ve ceza problemleri kadroyu eksik bırakınca sorunlar da çözümsüz bir hal almaktadır.

Şenol Hoca’nın mesajı!
Bütün bunların gölgesinde günü kurtarma adına onca çabalara karşın, son üç maçta ciddi kayıplarla karşılaşılmasının ardından Güneş’in verdiği son mesajın açılımı şudur: Kendi felsefesine uyanlar kalacak, uygun olanlar alınacak, diğerlerine kapının yolu gösterilecektir. Trabzonspor belli ki yeni transfer döneminde de ciddi bir transformasyon yaşayacaktır. Ama burada önemli olan felsefeyi uygulayanın düşüncesinin, hakim olmasıdır. Şota’nın değil, örneğin!..

03 Mart 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Birer birer eridi!‘’

Önce kupadaki yarı final maçına yönelik öngörümüzden söz edelim: Trabzonspor’un işi zor. Zira dün kendisine kök söktüren Antalyaspor kadrosunun iskeletini oluşturan 6 oyuncu sahada yoktu.

Eksik Antalyaspor karşısındaki bordo mavili takımda da hatırı sayılır yoklar söz konusuydu. Sağ tarafa işlerlik kazandıran Ömer-Serkan birlikteliği bozulunca buradaki aksama dün akşam tavan yaptı. Serkan ve cezalı Colman’ın yokluğu, orta alandaki üstünlüğün rakibe geçmesini sağladı. Sahada olmalarına karşın varlıklarını hissettirmeyenlere gelince; önce yeni açıklanan Milli Takım’a seçilenlerden başlayalım. Necati’nin gol vuruşunda Onur’un önü açık, mesafe uzaktı. O gol yenecek gibi değildi. Ama altını çizmekte yarar var ki, kanadından gelen golde Cale maç boyunca olduğu gibi kayıptı, asist yapan Veysel ile topu sürerek son vuruş sahibi Necati’yi kontrol etmekle görevli Egemen ve ikinci milli Giray, adamlarına 10’ar metre mesafedeydi. Üçüncü milli Ceyhun da çok ağır kalınca, orta alanda bütün yük omuzlarına binen Selçuk, bunun üstesinden gelemedi. Alanzinho’daki düşüş hızla sürerken ayakta kalan tek kişi Engin oldu. Umut klasiği yeniden yaşandı. Burak şık golü dışında etkili olamadı. Sonradan girenleri boş verin zaten.

Böyle bir Trabzonspor’un kazanması mucize olurdu. Mucize gerçekleşmedi. Kaldı ki bir ara beraberliği bile kurtarma sıkıntısı yaşadı. Böylece konuk ekip, zirve yarışında yeniden yer alma konusunda yine kan kaybetti. Üç haftadır birer birer eridi adeta. Avrupa umutlarını da artık büyük ölçüde, kendisini yarı finalinde girişte sözünü ettiğimiz ciddi bir tehlikenin beklediği kupadaki yarışa bağladı.

27 Şubat 2010, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Teferruat!‘’

Söz konusu Trabzonspor olunca, Trabzonlular için gerisi teferruat oluyor. Bunun son örneği Ankara’daki Trabzon Günleri’nde yaşandı. Aynı gün, bir saat aralıkla birinde yönetici, diğerinde de konuşmacı olduğumuz 2 ayrı panel yapıldı. İlkinde konu ‘Trabzon’un Gündemi’ idi ve Trabzon’da yayınlanan yerel gazetelerin sahip ve yöneticileri konuştu. Salon bomboştu. “Geçmişten günümüze Trabzon’da Spor ve Trabzonspor” konulu ikinci panelde ise neredeyse boş sandalye yoktu.

İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin her ilinde, Avrupa’nın her ülkesinde, kısaca nerede maçı olursa olsun Trabzonspor’un yalnız kalmaması, Olimpiyat Stadı’ndaki seyirci rekorları falan, bunların hepsi, ilk cümledeki sözün ne kadar doğru olduğunu gösteriyor.

Durum böyleyken ve eski başkanlarından Şamil Ekinci’nin adı verilen müzesinde kupa koyacak yer bulunamazken... Süper Lig, Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Kupaları sayısına kısa vadede ulaşabilecek 5. bir takım bulunamayacağı açıkken, Süper Lig’de “asansör takım” konumunda olup, zaman zaman yaptıkları geçici çıkışların gölgesinde, Trabzonspor’un büyüklüğünü tartışanlar gerçekten komik oluyor.

Karadeniz’in bağrından çıkmış “Kuzeyin Oğlu” Volkan Konak’ın, tüm ülkenin keyifle izlediği son televizyon programında anlattığı üzere, İngiltere Kraliyet Ailesi düzeyindeki gecede Trabzonspor gündem olurken, bugün büyüklüğünü tartışanlar, bilmem kaçıncı kez düştükleri bir alt ligde, ayak oyunlarıyla geri dönüşün hesaplarını yapıyorlardı. Kaldı ki, “Trabzon Kümeye” diye bağırıp, bugün Bank Asya 1.Lig ve daha alt liglerde yeniden Süper Lig hayalini kuran, birçok kulübün yöneticisiyle birlikte yalnız değiller.

Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık’ın ilk kez ve büyük bir hayranlıkla müzesini gezerken söylediği gibi, Trabzonspor büyük bir camia gerçekten, geçmişiyle, başarılarıyla, taraftarıyla...

Onun büyüklüğünü komik gerekçelerle tartışanlara düşen Trabzonspor gibi bir maziye sahip olacak önlemleri almaktır. Ne zaman kıyaslama yapabilecek duruma gelirler, ancak o zaman bu tartışmalarda taraf olabilirler.

Keza bu kurumu yönetenler de bu büyüklüğün hakkını verebilecek donanıma sahip olmalıdır. Bu konuda hiçbir kaygı taşımayan gerçek sahiplerin kafalarını, küçük siyasi hesaplarla karıştırmaya, “özeleştiri” kavramının ardına sığınıp, kendi icraatlarını dahi küçültmeye kalkışmak, kişilerden çok kuruma zarar verir hatırlatmak isteriz.

Zira, çok net tanığız ki; bütün Trabzonsporlular için, söz konusu Trabzonspor ise gerisi teferruattır. Siyaset, iş, aş falan fark etmiyor inanın.

25 Şubat 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Oynamak oynatmamak!‘’

İki takım arasında 20 güne sığan üçüncü randevuda, taraflar yine birbirine net üstünlük sağlayamadı. İlginçtir pozisyon zengini, ilk iki maçta olduğu gibi yine Trabzonspor’du. Doğal olarak, şanssızlığı bir yana günün cömerti ya da başka bir deyişle beceriksizi de.

Özellikle ilk yarıda, takımını deplasmanda oynatan Abdullah Avcı gibi Şenol Güneş de risk almamaya özen gösterdi. Ama kupadaki çeyrek finalin iki ayağında da iki ölü toptan ve de iki savunmacıyla tur çıkaran Bordo-Mavililer, benzer beklentiyle tüm savunmacılarını öne çıkarırken, Abdullah Avcı, adeta çakılı oynattı.

Böyle giderse ve uygun tabirse tam “vurup kaçılacak” cinsten bir maç izlenimi veriyorken, Güneş alışılanın dışında bir uygulamayla 2. yarıya risk faktörlerini erken artırarak başladı. Forvet sayısını her an bir patlama yapmasını beklediği Teofilo ile çoğaltmayı tercih etti. Teofilo, “Ben henüz maç falan kurtarabilecek bir durumda değilim” dercesine bir görüntü vermesi yetmezmiş gibi, ağırlığı ve iki kritik pozisyondaki yanlış yer tutuşuyla kafalarda çok ciddi soru işaretleri bıraktı.

Böylece forvetteki ikinci isim “Burak olmalıydı” diye düşünenlere de haklılık payı verdi. Son 20 dakikada Trabzonspor’un zaman zaman oyun disiplininden koparak yüklenmesiyle oluşan iki tehlikeli atağı dışında Büyükşehir Belediyesi, “oynatmayan” kimliğini kullandı. Buna karşın Trabzonspor, iyi kapanmasına karşın rakibinin üzerine etkili gitti. Ama beceriksizlik-şanssızlık-direk-Hasagiç faktörlerinin birlikteliğini aşamayarak, kazanabileceği maçta bir puanla yetinmek zorunda kaldı.

21 Şubat 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kontrolsüz güç!‘’

Avni Aker Stadı’nın zeminindeki sorun nedeniyle iki resmi maçını Trabzon dışında oynamak zorunda kalan Trabzonspor, buralardaki tribün potansiyeli nedeniyle haklı gurur yaşadı.

Olimpiyat Stadyumu’nda karlı ve soğuk kış günündeki son görüntü, önceki sezonlarda da sıkça yaşanan heyecanı yinelemesi adına Trabzonsporlular için keyif verici. Zira Galatasaray ve Beşiktaş’ın
3-5 bin ortalamayı bulabildiği, Büyükşehir Belediye’nin boş tribünlere oynadığı Olimpiyat’ta Trabzonspor, Gençlerbirliği Kupa Finali’nde 70, son Manisa maçındaysa 35 bin sayısına ulaşarak, Bordo-Mavili renklere gönül verenlerin sahiplenme duygusu ve renk aşkının boyutunu kanıtladı.

Koltuk kapasitesi sınırlı olsa da, bir iş günü ve iş saatine denk gelen çeyrek final rövanş maçında Rize Stadı’nda da “full çekmek”, Olimpiyat’taki potansiyelin tesadüfen gerçekleşmediğinin bir göstergesi oldu.

Bütün bunlar tribün gücünün haklı birer belgesi, tartışmasız. Türkiye’de tribün şov adına birçok ilke imza atmış, stadyumundaki tel örgüleri ilk kaldırılan Trabzonspor’un taraftarları, bütün bunlar nedeniyle genelde alkışı hak etmiş olsa da, zaman zaman içinden çıkan “çürük elmaların” bu güzel tabloyu kirlettiklerine tanık olmuyor da değiliz. Örnek, bir densizliğinin, profesyonelce kullanılarak kulübe büyük bedel ödettirdiği Sivasspor maçı.

PFDK’nın son açıkladığı kararlarda, Trabzonspor adına sıkça rastlamaya başladık. Trabzon’da sorun büyük ölçüde giderilmiş olsa da, özellikle deplasman ve ev sahibi konumunda olunan İstanbul ve Rize’deki maçlarda sıkıntı yaşandı. Son 2 maç için 35 bin lira ceza ödenmiş. Nedeni de; biletsiz seyirci, meşale yakmak ve merdiven boşluklarına oturmak. Üstelik stadyumlarda da defalarca yapılan uyarılara karşın.

Bütün bunlar renk aşkı ve sahiplenme duygusuyla ciddi bir tezat oluşturuyor. Böyle devam ederse güç kontrolsüz hale gelir ki; bu da “güç” olmaktan çıkar. Görülüyor ki; bu iş polisiye önlemlerle, uyarılarla olmadı. O halde iş gerçek renk aşkı olanlara, kurumu sahiplenenlere düşüyor. Meşale yakana, yabancı madde atana, merdiven boşluklarında oturana engel olacak. Zor değil yani!

18 Şubat 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’İkisine de yaramadı‘’

Trabzonspor son dönemde gollerini rakip savunmanın arkasına atılan toplara çabuk oyuncularının hakim olmasıyla ve uzaktan isabetli şutlarla buluyordu. Kupa şokunu atlatmaya çalışan Bursaspor karşısında bu özelliklerini yine kullanmaya çalıştı Bordo-Mavililer. Ama önceki maçlara oranla daha az benzer fırsatlar yakalasa da, bu kez şans faktörü kendilerinden yana olamadı.

Organize bir görüntü verememesine karşın, yine de gole daha yakın taraf görünümündeyken, maç başından beri aksayan sağ tarafından gelen ortayla dengesiz yakalanan Trabzonspor savunması, Onur’un da pozisyon hatasıyla Batalla’ya gol olanağı sağladı. Sonrasında konuk ekip, müthiş tempo yapıp rakip kaleyi adeta ablukaya aldı. Bu sıralarda iki faktör yani forvet oyuncularının beceriksizliği ve İvankov devreye girdi. Gerçekten de Bulgar kaleci müthiş oynadı. Ta ki 88. dakikaya kadar. Gabriç ile maç başından beri eski takımının tribünlerince ağır hakaretlere hedef olan Egemen ve Umut işbirliğindeki eşitlik golüne engel olamamanın üzüntüsünü yaşamaktan kurtulamadı.

Bursaspor, özellikle kanatlarda Trabzonspor’u ancak bu kadar kötü yakalayabilirdi. Alanzinho ve Colman gibi rakibin en iyi top yapan oyuncuları da iyi değillerdi. Buna karşın Fenerbahçe maçındaki gibi oyunu forse edemedi. Öne geçtikten sonra da skoru koruma gayretine girdi. Oyunu gereksiz boyutta sahasında kabul edip kontra toplarla ikinci golü arama çabasında oldu. Ama bu taktik düşünce başarılı uygulanamadı. Daha doğrusu konuk ekip, yenilen goldeki kadar dikkatsiz davranmadı.

Skoru ikisine de yaramayan maçın mağduru Trabzonspor’du denilebilir. Daha çok pozisyon buldu, galibiyete daha yakın durdu. Ama atamayana atıyorlar. Bu açıdan bakıldığında Trabzonspor sevinmeli bir anlamda. Kendi hatasıyla kaybettiği eşeği son anda bulan sahibi gibi!

16 Şubat 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu durumda ne denir!‘’

Bordo-Mavili taraftara, Olimpiyat’taki gövde gösterisinin ardından Rize’deki muhteşem şovları için alkış tamam. Ama daha 3 gün önce kulübün uğratıldığı 10 bin liralık zarara yenisini ekletecek o meşaleleri yakanlara ne demeli? Ya kendi aralarında kavga edip, diğer tribünlerdeki renkdaşlarına göre de, Trabzon’u rezil edenlere?

Desteğiniz de sizin olsun!
Hırçın ve agresif tamam. Daha önce oynadığı takımlarda çirkefliği de olmuş. Ona da eyvallah. Ama Abdullah Avcı gibi piyasanın beyefendisi olarak bilinen bir futbol adamının, en masum olduğu maçta Engin’i toplum önüne atmasına ne denir?

Çok şey. Ama en iyisi turu getiren gole yaptığı asist.
19 yıl geçmiş aradan. Nitu şike yapmış! Yani Trabzonspor’dan birileri para vermiş kendisine. Kim? Zamanın Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Yılmaz mı? Başkanı Sadri Şener mi? 3 gün sonra Bursaspor-Trabzonspor maçı var, amaç ortalığı germek mi? Hadi gerdin, olası olayların bedelini kim ödeyecek?

Bu durumda artık kendi de bıktığı küme düşürme işleri nedeniyle 2 yıl önce intiharı bile düşünen Yılmaz Vural’a ne denir? Hadi hocam be, ne de yakışırsın bu kafayla Milli Takım Teknik Direktörlüğü’ne... Yürü be, kim tutar seni!

“Bu maçla ne alaka?” diyeceksiniz, anlatalım: Olur ya Abdullah Avcı, Milli Takım Teknik Direktörlüğü’nü hedefler, Yılmaz abisinin yöntemini örnek alır, 7. dakikada şutu direkten dönen Gökhan’ı, yıllar sonra şike yapmakla suçlar!

Engin’i sadece son dakikada kazanamamanın ezikliğiyle hedef seçtiğine göre! Tarihe not düşelim.

Oh be maça geldik; Trabzon kötü başladı, iyi bitirdi. Gökhan ve Tevfik 10 dakikada işini bitirebilirdi, olmadı. Devreyi pozisyonsuz ama önde kapadı. İkinci yarıda, tek kale oynadı. 70’ten sonra rakibi boğdu, gol bulamadı. Daha doğrusu Hasagiç izin vermedi. Ama Giray’ın golü, yarı final için yetti.

11 Şubat 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Büyüklük üzerine‘’

Atatürk Olimpiyat Stadı’na bu soğuk ve yağmurda, üstelik puan cetvelinde böylesine bir konumdayken ancak Trabzonspor bu kadar taraftar toplayabilirdi. Garibim İstanbul Büyükşehir Belediyespor’u geçtik, Beşiktaş ve Galatasaray’ın bile, tribünlerde topu ‘in-cin’e oynattığına az tanık olmadık. Bu nedenle Bordo-Mavili taraftarların renklerine sevgisinin hakkını verelim öncelikle...

Tam bunları düşünürken, üstelik Manisaspor daha etkili oynarken ve de Simpson’un vuruşunda top direkten dönmüşken, en önemlisi “Acaba bu sevgi karşılığını bulamayacak mı?” derken, Umut’un füzesi geldi. Sonra da Ceyhun’un ki: “Alın” dediler, “Sevginizin karşılığını...”

Her iki yarının da ilk 20 dakikalık bölümünde oyunun kontrolünün Siyah-Beyazlılar’da olduğunu şu nedenle özellikle belirtelim: Eğer bu durum bir sonuç vermemişse ki vermedi, bunda Song’un iki kritik müdahalesinin rolü çok büyüktü. Alanzinho’nun yokluğunda sistemi 4-4-2 olarak belirleyen Güneş’in, ilk kez direkt şans verdiği Teofilo, top tekniği yüksek gözükmesine karşın hazır değil. Bu haliyle Alanzinho’nun ilk dönemlerini anımsattığını, yani zamana ihtiyacı olduğunu belirterek, önce Serkan’a, sonra da Umut’a birer parantez açalım:

Serkan, son haftalardaki performansını giderek artırıyor. Dün Umut’la birlikte maçın kahramanı olmayı anasının ak sütü gibi hak etti.

Umut enteresan bir oyuncu, ilk goldeki vuruşuna şapka çıkarılır. Üçüncü goldeki takipçiliğine de. Ama aynı Umut’un kaçırdıkları da aklınıza gelince, “O Umut, bu Umut mu?” demekten kendinizi alamıyorsunuz. “E o kadarı kadı kızında da olur!” diyerek, dün pekiştirdiği, “2010’da Avrupa’nın en çok gol atan oyuncusu olma özelliğini”, bir Türk Futbolcusu kimliğiyle, sezon sonuna kadar sürdürmesini dileyelim.

08 Şubat 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI