Arama

Popüler aramalar

‘’Panik vakti!‘’

“İki görüş var. Biri, 'golcü alınsa şu oturmuş kadro iş yapar' diyor. Diğeri, 'Borç çok, gerek yok' düşüncesinde... Peki hangisine yanlış denebilir”

Trabzonspor’da transfer, özellikle de bir santrfor arayışı, 2 Ağustos kuruluş şenliklerini de, 2 gün sonra oynanacak Süper Kupa Finali’ni de gölgede bıraktı. “Davraz’a katılacak, olmadı Hollanda’ya yetişecek”, “Geç kaldık, ama şu şu nedenlerden ötürü”, “2 Ağustos kesin” falan derken, geldik bugüne.

Bu noktada “Transfer şart” diye bu konuda ısrarlı düşünenlerin savları şunlar:

* Eğer Kingladze alınsaydı, Trabzonspor 96 sendromunu yaşamazdı. İş Fenerbahçe maçına kalmaz, itiraf ettiği üzere Ali Şen, o malum taşı tepe tepe kullansa bile şampiyonluğu Trabzonspor’un elinden alamazdı.

* Eğer Anortosis Famagusta maçlarından önce bir golcü alınsaydı, Trabzonspor, tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi’nde oynama şansı elde ederdi.

* Eğer Zurawski transferi gerçekleşseydi Trabzonspor; Yattara, Szymkowiak, Fatih, Gökdeniz’li kadrosuyla o sezon şampiyon olabilir, 20 bini aşkın taraftar, Cem Papila’nın kararlarını ve Federasyonu protesto için değil, yanlarına bir 20 bin kişi daha katar, şampiyonluğu kutlamak için Trabzon sokaklarını arşınlardı.

Bir transferin her şey olmadığını iddia eden ve bu konuda tavizsiz olanlar ise farklı, somut verileri kanıt gösteriyor:

* Golcü sıkıntısı çekilen dönemde alınan Augustine, bir kupa maçında attığı tek golle sezonu kapadı. Bedava elden çıkarıldı.

* Büyük umutlarla alınan ama geç transfer edildiği için Anorthosis Famagusta maçlarında tribünde oturan ülkesinin gol kralı Tomas Jun, gol bile atamadı. Transfer taksitleri neredeyse o futbolu bıraktıktan sonra bitirildi.

* Süper Lig’in gol kralı Gökhan Ünal bile Trabzon’da tutunamadı, yarı fiyatına Fenerbahçe’ye verildi.

* Kolombiya Ligi’nin Dünya dördüncüsü gol kralı Teofilo’nun durumu ortada.

* Sadece bu transferlerin bonservis ve kendi maliyetleri, neredeyse şu anki toplam borcun yarısını karşılar.

Makul olan transfer yanlıları, “Bir golcü alınabilse şu oturmuş kadro ligde iş yapar” diye düşünüyor.

Makul karşıtlar ise “Kulübün borcu çok, yeni bir transfer hamlesiyle bunu artırmanın gereği yok” görüşüne sahipler.

Hangi görüş sahibine çok net biçimde “yanlış düşünüyorsunuz” diyebilirsiniz?

“Makukula olmadı, Panteliç’te menacer pürüzü, filancı kokainman çıktı, birine para yetmedi, diğeri şehri beğenmedi vs...“ denile denile bugüne gelindi.

Son Şampiyon Bursaspor’un neredeyse takımın yarısını yenilediği şu dönemde yönetenlerin de itiraf ettiği gibi çok geç kalındı. Şimdi beklentiye sokulan taraftarın baskısı haklı olarak arttı. Kombine, taraftarlık anlayışıyla bağdaşmaz biçimde transfere bağlandı.

Yani şimdi panik zamanı ve unutulmamalı ki panik yanlış yaptırır.

Önerimiz, panik yapmadan, yeni bir macera peşinde koşmamaktır. Kaldı ki olası bir transfer, hazırlık dönemi geçirmedi, kritik maçlara yetişmeyecek... Bu konuda alınacak karar ne olursa olsun, yandaşı kadar karşıtı olacak. İşin kötüsü de Şenol Güneş’in son mülakatında saklı:

Forvet olmayınca, bir de kamuoyuna ilan edilince, yönetim de baskı altında kaldı. Panik ve telaş başladı. Bir adam lazımdı. Forveti ilan ettik. Forvetin olmaması, eldeki oyuncuları da olumsuz etkiliyor. Şu anda en büyük sıkıntımız bu... Fakat şimdi şöyle düşünüyorum olmadıysa olmaz. Olmadı diye hata yaparsak da kötü. Futbolcu performansıyla iyi çıkmazsa bu sefer hem para kaybedeceğiz hem zaman hem de oyuncuyu kaybedeceğiz. ‘Ya buna para verdik oynatmamız lazım’ diye düşünmeyelim. Bu yanlış. Benim korkum orada.” Bizim de!

05 Ağustos 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gündem üzerine‘’

Kendisine tebligat yapılmış, “vizeni al gel” diye. Oyuncu almamış. Kurumun skandaldaki rolü; takibini zamanında yapmaması...

Sonraki vize çabası, yapılması gereken girişimler. Ancak iş avukatla falan çözüldüğüne göre Teofilo’nun kimliğiyle ilgili bir sorun var. Açıklanmıyorsa, zorlamanın anlamı yok.

***

“Fatih Tekke, Rusya’da huzursuz, almayı düşünür müsünüz?” şeklindeki bir soruya verilen yanıt şöyle: “Takımın teknik ihtiyaçları bellidir, buna teknik direktör karar verir, yönetimden oyuncu talep eder. Orada huzursuz olabilir ama burası da bir kulüptür, huzurevi değil!” Fatih’in yaşı, bu yönetimle yaşadıkları ve sorunun soruluş biçimine göre, söz amacını aşmış gibi olsa da doğru duruyor. Fatih-Trabzonspor ilişkisi için kullanılmaması gereken bir cümle olduğu söylenebilir. Kaldı ki her doğru, her yerde söylenmemeli. Trabzonspor ve Fatih Tekke’nin birbirlerine katkıları yadsınamaz. Ama karşılıklı zarar veriyorlar.

***

Umut’a yapılanlar! Bir maçta Umut’a yönelik açılan pankart vefasızlığın alası. Bu oyuncuyu herkes gibi zaman zaman biz de eleştirdik. Ama hizmet ettiği bir kurumun gönüldaşlarının bir kısmı tarafından bu şekilde bir hakarete muhatap olmak, kolay hazmedilir bir durum değil.
Ama o iyi bir profesyonel. Hiçbir şey olmamış gibi işine bakıyor, demoralize olmuyor. Trabzonspor, eğer bir santrafor alacaksa, Umut’u kesebilecek yeteneğe ve özelliklere sahip birini almalı. Onu kesmek zor, olsa olsa partner olur adı geçenler, anımsatalım.

***

Transfer! Umut ağzıyla kuş tutsa, her maç bir iki gol atsa da, kaçırdığı bir maç sonrası yine hedef adam olacak. Bu nedenle kafası her daim karışacak. Teofilo az olan kredisini tüketmek üzere. Vize olayı ve “küskün olup gitmek istediği” şeklindeki söylentiler işin tuzu biberi oldu. Taraftar büyük bir beklentiye sokuldu. Kombine satışları promosyona karşın durma noktasında. O halde bütün bu nedenlerden ötürü bir golcü transferi şart. Makukula mı, Panteliç mi olur bilemeyiz ama şart. Temaslar sürüyormuş, gecikme, ücret politikası nedeniyle olağan karşılanabilir belki ama şunun şurasında Süper Kupa, Lig ve Avrupa Kupası maçlarına ne kaldı ki?

Düşünebiliyor musunuz, Süper Kupa’nın kaybını... Avrupa’ya Play-Off’ta vedayı.
Deprem olur!

***

Trabzonspor Batı Avrupa’nın 3 ülkesini dolaşıyor, 18 günlük kampında. Hollanda’da kamp, Almanya ve Belçika’da maçlar.

Antrenman sahasında ve maçlarda doğal olarak gurbetçilerin büyük ilgi odağı oluyor Bordo-Mavili futbolcular. Sevgi gösterileri hoş ancak zaman zaman boyutu öyle aşıyor ki; futbolcunun çalışmasına, maç öncesi hazırlıklarına, maç sonrası yorgunluk ve gerilime bağlı bir an önce dinlenmeye çekilme çabasına engel olabiliyor ilgi. Durum böyle olunca yasaklar devreye giriyor. Bu kez haklı gönül koymalar ve tepkiler başlıyor. Bıçak sırtında bir durum.
Bir taraf ilginin, diğer taraf da yasağın dozunu kaçırmamalı.

18 Temmuz 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ağır program‘’

Trabzonspor’un kötü oyununa mazeret çok, zira nasıl 5-0 kazandığında, rakip Alman 4. Ligi’nden, çok zayıf, neredeyse iki ayrı takım sahaya çıkarıldı, üstelik fark 68’den sonra geldi, rakibin direnci erken kırıldı vs. bu nedenle o maç ölçü olamaz, dendi doğal olarak. Porto maçı da aynı.

Amaç artıları eksileri görmek olduğu için, 4 gündür sabah akşam antrenman, bir gün önceki maç, dün sabahki çalışma. Yoğun otoban trafiğinde 2 saatlik otobüs yolculuğu, maçın başlamasının bu nedenle 45 dakika gecikmesi, 20 dakikalık dinlenmeyle maça çıkma vs. Fazlasını beklemek haksızlık olur.

Bu nedenle teknik ayrıntılara girmenin pek anlamı yok. Şu söylenebilir ama: Güneş 4’lü savunmanın önünde iki ön libero, tek santrafor ve arkasında 3 forvet oyuncusu kullandı. İlk maçta 5 farkı yakalayan sistem. Rakip Porto, skor 0-1 olunca ve de baskı devam edince 2. yarıda önliberoyu üçe çıkardı. 4-3-3’e döndü.

Gabriç hareket getirdi. Takım rakip kaleye şutunu da 54. dakikada Ceyhun’la attı. Vuruş da kalecinin çıkarışı da çok şıktı. Sonra sıklaşan oyuncu değişiklikleri.

Madem ki bu tür maçlar için artılar eksiler önemli, bizim de dikkatimizi çekenler oldu. İlki; Porto golü bulana kadar, Sousa Cale’nin tarafından 3 kez içeri girdi, vurdu. Dördüncüde gol. Önlem alınmamasının nedeni yorgunlukla açıklanamaz. Yorgunluğun mazeret olmadığı bir önemli durum da, Yattara’nın Avrupa’da resmi ve özel maçlardaki agresifliği. Kendisine bu takımın kaptanı olduğu bir kez daha hatırlatılmalı.

Bir de şeytanın avukatlığı: Sylva artık yok, dolayısıyla Onur ve Tolga’yı zorlayacak ciddi bir rakip de yok. Daha çok çalışmalılar, burada sıkıntı doğabilir.

16 Temmuz 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sadri Baba'nın çiftlik meselesi‘’

“Lokomotifi futbol takımı olan bir spor kulübünü yönetenlerin asli görevi nedir?” sorusuna verilecek yanıt tektir: Bu takımı başarılı kılmak.

Bunun için yönetimler en iyi transferleri yapmalı, en iyi teknik direktörü bulmalı, alternatifi bol bir kadro kurmalı, şampiyonluk, kupa kazanmak, Avrupa’da söz sahibi olmak vs için her türlü alt yapıyı oluşturmalı. Süper Lig’de 18 takım var, biri lig, biri kupa şampiyonu oldu, 5 takım geçen sezon Avrupa’ya erken veda etti. Bunlar olağan şeyler.

Peki bir kulübü yönetenler başka ne yapmalı?

Buna verilecek yanıtın doğruluğu görecelidir, bize göre başka, Ahmet’e, Ali’ye, Veli’ye göre başka. Örneğin biz deriz ki, kulüplerin sadece sportif değil, sosyal sorumlulukları da vardır. Ama başkaları için başka şeyler, bu olağandır.

“Sadri Şener Çiftliği!” nedeniyle Trabzonspor özeline inelim.

Ne yapmış Trabzonspor? Gazetelerin ve resmi internet sitesinde geçmişe bir tur atalım:

“Sigara öldürür, spor yaşatır” sloganı ile dumansız hava kampanyasına Sağlık Bakanlığı’na destek vererek katılmak.

Bölgenin tanıtımına katkı
“Finduk” armalı paketler maçlarda tribünlere atılmış. Hamsi Günü ve Akçaabat Köftesi Günü vs... Bölgenin sembol ürünlerinin tanıtımını yapmak...
Sırt reklamı olarak Kızılay’ı kullanmak... KTÜ’yü ilk sırada tercih edip kazanan, okul birincilerine kombine bilet verip eğitime destek olmak... 61. dakika, kolbastı gibi etkinliklerle futbolun savaş değil eğlence unsuru olduğuna vurgu yapmak... Müzik, yazı, resim yarışmaları düzenlemek, Trabzon film Festivali’ne öncülük yapmak, böylece sanata da sırt vermek... Sokak çocuklarına, Özürlüler Okulu, Çocuk Yuvası, Huzurevi sakinlerine yalnızlıklarını unutturacak etkinlikler yapmak.

Bütün bunlara gerek var mıydı?

Tartışılır tabi!

...Ve son Sadri Baba’nın Çiftliği!

Çöplükten, mezbelelikten “çiftliğe” dönüşen bu olaya, “Organik tarım ve doğal hayvansal ürünler yetiştirip, bunları hem sporcuların kullanımına sunmak, hem de bu konunun önemine vurgu yapmak” amaçlı sunulan gerekçeyi, tıpkı yukarıda yapılanlarda olduğu gibi yadırgamadık.
Yadırgarsak, bu mantık bizi, kulübün hiçbir sosyal, kültürel ve sanatsal etkinlikte bulunmaması, bunlar için zaman harcamaması sonucuna götürür zira. Bütün bu etkinliklerin sportif gerekliliklerin yerine getirilmesine engel olduğunu düşünmüyoruz. Kaldı ki bize bugüne kadar, konuya uzak, yazılanların söylenenlerin etkisinde kalanlar ya da konunun içinde “2010-Aralık” amaçlı kişiler dışında kimse, “Diğer kulüpler futbolcu transfer ediyor, Trabzonspor inek almış?” şeklinde bir yakınmada direkt ya da elektronik posta yoluyla bulunmadı, espri de yapmadı.

Baktığınız yer çok önemli
Tamam; öyle kabul edelim, golcü transferinin gecikmesi nedeniyle, “Trabzonspor inek, Fenerbahçe futbolcu transfer ediyor” diye geyik yapan Trabzonsporlular’a hak verelim: Ama demezler mi o zaman; “Fenerbahçe transfer rekortmeni ama aynı zamanda kombinede de rekortmen. Trabzonspor 2 bin 500’de, Şükrü Saracoğlu’nun koltuklarının 35 bini satılmış. Fenerium’da geçen yıl 280 bin forma satılmış, TS Clup’ta 67 bin.” diye... Örnekler çoğaltılabilir tabi.

Ama bu durum bile bize göre de, asli amaç olan futbol takımının hedefine ulaşması için gerekli hamlelerin yapılmasına engel teşkil etmez. Eksik olan neyse tamamlanmalı. Santrforsa santrfor. Topu teknik kadroya, izleme komitesine atmakla sorun çözülmüyor. Muhatap yönetim ve zaman geçiyor, bundan sonrası da “panik” dönemi. Buna hata yapma süreci de denir. Aman dikkat...

07 Temmuz 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Güzel şeyler olacak!'‘’

Kulüpleri yönetenler, her transfer döneminde taraftarlarını ciddi beklentilere sokarlar. Bir-iki ay sonrasını düşünmeden, “En iyisini alacağız!” derler. Üç-dört ay sonra olabilecekleri hesaba katmadan da, “En az 5’i, 3 (Avrupa, Lig ve Kupa), geri kalanlarıysa 2 kulvarda da hedefimiz büyük” derler.
Zaman geçtikçe hedefler küçülür. Önce Avrupa’ya havlu atılır, ardından Türkiye Kupası’ndan eleniş ya da ligde zirveye uzak kalınışla bunlar teke iner. Derken, 16 kulüp yeni sezona yönelik hedeflerini erken açıklamaya başlar. Biri lig şampiyonluğunun keyfini, diğeri de Türkiye Kupası tesellisini yaşar.
“Güzel şeyler olacak!”
Demekle olmuyor işte. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nın açılımla ilgili soruya verdiği bu yanıtın ardından teröre 112 can daha verdik.
Kırk ölçecek, bir biçeceksiniz yani!

***

Trabzonspor’da birinci kamp döneminin startı yaklaşıyor. Geçen sezon kupayı kazanan oturmuş kadrosundan giden Song’un boşluğunu Glowacki ile kapatan, Bora ile Sylva sonrası kaleci sayısını yeniden üçe çıkaran, her ne kadar eski takımında birlikte çalışan hocaları olumlu referans vermese de, kefili Ümit Milli Takım’dan hocası Ünal Karaman olan Barış’la orta alana takviye yapan Bordo-Mavililer, mevcut yönetimin ilk iki sezonundaki transfer yoğunluğundan uzak bir profil çiziyor. Daha doğrusu, ‘oturmuş kadronun eksik yerlerine’ yama yapıyor. Eğer forvete takviye gerçekleşirse de plan tam işlemiş olacak ve Isparta’ya eksiksiz gidilecek.

Bunları neden yazdık?

Geçen sezon, Türkiye Kupası’nı kazanmak bir teselli ikramiyesi! Asıl hedef lig şampiyonluğu idi. Yani ‘lig şampiyonunu belirlemiş olmanın’ başarı literatüründe yeri, bununla övünmenin de bir anlamı yok.

‘Büyük’ kategorisindeki Trabzonspor’un 3 büyük hedefinde söz sahibi olabilmesi için ‘büyük’ oynaması gerekiyor. Gol yollarında sorunu çözecek adım dikkatli atılmalı.

Eğer bu sağlanamazsa, “Güzel şeyler olacak” diyemezsiniz.
Koşullar oluşmadan bu sözü sarf ederseniz de zaman, sizi bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nın durumuna düşürür.
Bu da ciddi bir mahcubiyeti (!) gerektirir.

23 Haziran 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir spor yazısı!‘’

Genç arkadaşım Safa Can Konuksever, “yazınızı, mümkünse şu saate kadar bekliyoruz, sayfanın altında şöyle bir ilan var, yazının uzunluğu da şu kadar olursa seviniriz vs...” diyerek telefonu kapattıktan sonra yeniden önümüzdeki gazeteleri okumaya devam ettik güneşli, pazar sabahında.

Aydın’dan Mehmet Ali Tosun, Muğla’dan Sebahattin Derin, Zonguldak’tan Ramazan Erdem, Edirne’den Oğuz Yelken ve Mustafa Kayın, Sakarya’dan Mutlu Soydan, Mersin’den Ömer Kara, Maraş’tan Elhas Esendere, Ankara’dan Yusuf Pazar ve Hüseyin Köksal ile Konya’dan Selahattin Ballan’la ilgili yazılanları okuduk.

11 kişiler, bir futbol takımı sayısı kadar yani. Söz konusu illerin futbol takımlarının alt yapılarında top koşturuyorken transfer sezonunun gözdesi oldukları için habere konu olmadılar, şehit oldukları için oradalar. Kim bilir hangi renklere sevdalıydılar.

Gelecek sezon belki şampiyon olacaktı taraftarı oldukları takımlar, çılgınca sevinecekler, belki de küme düşecekti birilerinin ki, üzüleceklerdi. O üzülmeye ne kadar da razı olurlardı biliyor musunuz, bugünleri kahrolarak yaşayan yakınlarının durumunu görebilselerdi.

Ülkeyi yönetenler işlerine geldiğinde “memurum” dedikleri kişilerden tatmin edici bir açıklama bekliyor, “biz de kendilerinden” diyerek kendi konumuza girmeye çalışıyoruz.

Olmuyor, içi buruk insan spor yapamıyor, 1.5 saatlik sabah sporunda konu aynı: “Babaları biz yaşlarda bu çocukların, ne acılar çekiyordurlar şimdi!” yorumundan sonra bir sessizlik. Sessizlik!

Bu sütunların okuyucusunun ilgisini çekecek konu bugünlerde transfer. “Kim alındı, kim alınacak, yıldız yoksa kombine de yok vs...” benzeri yazılar tabi ki ilgilerini daha çok çeker.

Ama spor yazısı da insanın içinden gelecek. Bugünlük böyle diyoruz, üzgünüz.

11 şehit haberini ülkenin özerk(!) TRT’si, “Huzura darbe!” diye verdi, güldük ağlanacak halimize.

Sahi öyle acayip bir huzurumuz var ki!

Off ya! Trabzonspor’un transferi mi dediniz?: Diyarbakırspor’dan Barış olursa, iyi iş. Bir de golcü olayı vardı di mi? Trabzonspor Yönetimi, sütten ağzı yanmış, yoğurdu üfleyerek yiyor. Olacak bir golcü, iyisi de olacak gibi gözüküyor.

21 Haziran 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Transfer, forma ve kombine‘’

Trabzonspor Kulübü’ne sorduk. Kupaya özel çıkarılan formaların ardından lisanslı ürün satışları bıçak gibi kesilmiş. Kombine bilet satışı karınca hızıyla gidiyor. Büyük heyecan yaratan önceki sezona, kısmen de olsa yüz güldüren geçen sezona oranla tam bir hayal kırıklığı.

Bu durumun nedenleri konusunda görüşler farklı. Kimi, yeni sezon ürünleri henüz piyasaya çıkmadığından, lisanslı ürünlere ilginin az olmasını doğal karşılıyor. Bazılarına göre Dünya Kupası maçları Trabzonspor’u unutturdu. Kombine konusunda ise “Aceleye gerek yok. Önümüzdeki günlerde hareketlenir” beklentisi hakim.

Ama iki konuda da durgunluğun esas nedeninin transfer olduğunu tahmin etmek bir kehaneti gerektirmiyor. Beşiktaş ve Fenerbahçe örnek gösterilip, “tribünleri coşturacak” bir ismin lisanslı ürün ve kombine satışlarında patlama yaratacağı gerçeğine parmak basılıyor. Bu görüşte olanların sayısı yabana atılır gibi değil.

Bu noktada taraftarlık ve aidiyet duygularının tartışma konusu olabileceğinin altını çizmekle birlikte, yeni transferlerin yeni bir heyecan demek olduğunu gerçeğini de yadsımamak gerekiyor. Tabi ki böyle bir durum doğal karşılanır ama bu beklentiyle tribünleri dolduranların, lisanslı ürün alanların sadece birer sporsever futbolsever olarak değerlendirilmeleri koşuluyla.

Bu yönetim, son iki yılın “transfer rekortmeni” olurken, ilk onbirde yer alan oyunculardan Umut ve Serkan hariç yeni bir kadro oluşturdu. Bu kadroyla önceki sezon lig şampiyonluğu son hafta kaybedildi, geçen sezon da Türkiye Kupası kazanıldı. Buna karşın “transfer özürlü” diye nitelendirilip ağır eleştirilere hedef olan mevcut yönetimin, yazıya konu olan nedenlere rağmen “transfer yapmış olmak için yapmama” kararlığında olması takdire değer.

Ama ortada da bir gerçek var: Umut ve Teofilo’nun performansları nedeniyle bu takımın bir golcüye mutlak gereksinimi var ve bunun kombine biletlerle lisanslı ürün satışının patlatılmasıyla ilgisi yok. Tamamen takımın gelecek sezonki hedeflerine yönelik bir gerçek yani. Lisanslı ürün ve kombine bilet satışında yaratacağı etki de cabası.

16 Haziran 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Marmara'da 'ara' takım‘’

Bir zamanlar Süper Lig’de başta 4 büyükler olmak üzere her takımın korkulu rüyası olan, ancak çeşitli nedenlerden ötürü kendisini uzun sayılmayacak bir sürede 3. Lig’de bulan İstanbul’un en eski kulüplerinden biri konumundaki İstanbulspor 1926 yılında kuruldu. İstanbul gibi tarihi bir kentin ismini taşıyan çok köklü bir kurum. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın bir ilçe takımı olduğunu düşünürseniz, İstanbul isminin ne kadar önemli olduğunu anlamanız zor olmaz.

Neresine giderseniz gidin, Türkiye’nin isminden daha çok İstanbul isminin tanındığını göreceksiniz. Bir Anonim Şirket olan bu kulübün şimdiki sahibi Trabzonlu iş adamlarından Ömer Sarıalioğlu, Büyükçekmece’de 5 yıldızlı bir tesis yapıyor. Yani İstanbulspor, Türkiye’de örnek gösterilebilecek tesislere kısa sürede sahip olacak. Sarıalioğlu, bu zamana kadar yapılamayanı gerçekleştiriyor, kurumlaşma adına daha başka çalışmalarda yapıyor. Trabzonspor’a batıya açılan bir pencere gerekiyor, bunun içinde en uygun takım İstanbulspor. Tek handikapı 3. Lig’e düşmüş olması. Ancak takımın başına Trabzonlu bir teknik adam, Hasan Al getirildi. Bilgisi, deneyimi ve Trabzonsporluluğuyla Hasan Al’ın İstanbulspor’daki varlığı, bu kurumun Trabzonspor’un batıya açılacak penceresi olma yolunda çok iyi bir fırsat. Ancak İstanbulspor’un öncelikli olarak yaşaması, yaşatılması koşulu var. Sarıalioğlu’nun idari, Al’ın da teknik sorumluluğundaki İstanbulspor’un bu zorlu mücadelede desteğe ihtiyacı söz konusu. Bildiğimiz kadarıyla ekonomik anlamda sıkıntıları yok. Ancak manevi ve teknik anlamda verilecek destekle iyi bir noktaya gelebilir. Örneğin Marmara’da keşfedilen bir çok genci ilk aşamada Trabzon’a getirme sorunu bu yolla aşılabilir. Düşüncemiz odur ki; iki kulüp arasında üretici ilişkinin kurulması tarafların menfaatine olur, bu işten hem Trabzonspor hem de İstanbulspor karlı çıkar. Önemli olan her şeyin sağlam bir temel üzerine kurulmasıdır.

09 Haziran 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI