Arama

Popüler aramalar

‘’Bir kez daha Ufuk Ceylan!‘’

Frank Rijkaard’ın oynattığı kekeme futbol yüzünden Galatasaray hakkında toplu güzellikler yazılamıyor. Hızlı hücum anlayışı Galatasaray’ın portföyünden tamamen çıktı. Başında kim olursa olsun, Türkiye’nin pas yapmaya dayalı futbol oynamak genlerine işlemiş tek takımı Galatasaray’da ileri yönelik peşpeşe üç isabetli top yakaladığım zaman bayram çocuğuna dönüşüp, sevinçten ne yapacağımı şaşırır hale geldim. Rakibe baskı yapmak ise mazinin eylemidir. Duran toptan gol atmayı sistematik hale getirmiş bir Galatasaray’ı Rijkaard varken ummama konusunda kendimi terbiye ettim, beklentilerimi törpüledim. Rijkaard anlayışının egemen olduğu dönemde kollektif başarılar yazamayacağım için bireysel konulara yönelmek kaçınılmaz.

Bireysel konuda en önemli gelişimi ise Ufuk Ceylan’da görüyorum. Oynayan kaleci ışıldar misali her maç daha iyiye gidiyor, kendine güveni artıyor. Şimdilik ağırlıklı eleştirim topu hızlı biçimde elle oyuna sokma konusundaki isteksizliği, hazırlanmamasıdır. İyi bir kalecinin özelliklerinden vazgeçilmezi kalesine atılan korner ve frikiklerde topları yakalar yakalamaz orta saha civarındaki arkadaşlarına elle isabetli paslar uzatabilmesidir. Böyle durumlarda rakip, Ufuk’un kalesine sayısal olarak fazla adam yolladığı, uzun boylu stoperlerini ileri çıkardığı için savunmaların dengesi bozulur, kontratak için şartlar oluşur.

Galatasaray adına hızlı kontrataklar Ufuk’la başlayabilmelidir. Ufuk’ta maalesef ciddi eksiklikler var. Kendisine önerim Florya’daki Claudio Taffarel kasetlerini izlemesi ve Kayseri kalecisi Hamidou’yu örnek almasıdır. Hamidou 60 metredeki arkadaşına topu mükemmel biçimde atan, bu konuda bence dünyanın en iyisidir. Her kalecinin diğerlerinden öğrenecekleri vardır.

Bir de arkadaşlarının Ufuk’a pas vermeleri konusunun ne kadar sakıncalı olduğu İzmir’de görüldü. Sakatlandığı an manasız geri pasa vuruyordu. Kaleciye pası sürekli taktik olarak görmenin sakıncaları umarım anlaşılmıştır. Eğer bunu Frank Rijkaard düşünemiyorsa oyuncular, inisiyatif kullanmalıdır.

22 Eylül 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sigi Held'den sonra Rijkaard felaketi‘’

İlk dört haftada Süper Lig’in en kötü takımları olarak Manisaspor, Ankaragücü, Fenerbahçe ve Galatasaray’ı gördüm. Ancak kadro kalitesi ile oynanan futbolun düzeyini karşılaştırınca Galatasaray en diptedir. Manisa’da Hakan Kutlu gitti, Ankaragücü’nde Ümit Özat’ın günleri sayılıdır. Fenerbahçe’de ise Aykut Kocaman’ın yakında gönderilmesi sürpriz olmayacak. Frank Rijkaard’ın ise şimdilik böyle bir sıkıntısı yok. Buna rağmen Galatasaray’a kötü ötesi futbol oynatabilmek için Rijkaard’ın özel çaba gösterdiğine inanıyorum, daha doğrusu işini ciddiye almadığını hissedebiliyorum. Süper Lig’in mütevazı kadrolu takımlarının hocaları sayesinde oynayabildikleri futbolu gördükten sonra Rijkaard’ın neden hala Galatasaray’ın başında durabildiğini anlayabilmiş değilim. Hayatında ilk kez teknik direktörlük yapan henüz ‘çömez’ Şota Arveladze’nin Kayserispor’u takır takır pas yapabiliyorsa, Rijkaard’ın oynattığı kekeme futbolun basit açıklaması var; Galatasaray iyi çalıştırılmıyor, Galatasaray’ın hocası işini savsaklıyor ve en hazini kendisi Galatasaray’ın büyüklüğünü anlayamadan Türkiye’den ayrılıp gidecek.

Ayağa ezber pas oynayabilmek için olağanüstü yetenekli futbolculara ihtiyaç yoktur. Yapılması gereken takımı idmanlarda hazırlamaktır. Şota’nın üç aydır çalıştırdığı kadronun oynadığı futbolu Rijkaard bir sezonu aşan dönemde beceremiyorsa, sorun futbolcularda değil hocadadır. Kayseri’yi geçtim, Yücel İldiz’in taze Karabükspor’unun bir oyun şablonu, hücuma çıkış stratejisi var. Galatasaray’da futbolun temel ilkelerinden hızla rakip kaleye yönelme eyleminin en ufak kırıntısı bile yok. Yapılan hücumlar bir hocanın kafasında oluşturup, aktardıklarından çok doğaçlama hareketlerdir. Ocak 2010‘da yaptığım ’’Galatasaray’ın ana sorunu başında işinin ehli bir hocası olmamasıdır’’ saptamasını ’’ Galatasaray’ın başına Sigi Held’den sonra gelen en büyük felaket Rijkaard’dır’’a dönüştürdüm. Galatasaray’a Rijkaard’ı layık görenlerin vebali büyüktür.

15 Eylül 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Benim özel istatistiklerim‘’

Futbolumuza istatistik olayı Yavuz Gökmen’le girmişti. Sonunda çok abartarak maç yazılarını sırf rakamları aktarmaya ayırmıştı. Gökmen’in vefat etmeden önceki son dönem yorumlarını bir matematik profesörünün kaleme aldığını düşünebilirsiniz. Türkiye’nin lezzetli yorumcusu Gökmen’in çabasında, objektif, elle tutulabilir değerleri es geçenlere karşı çubuğu tersine bükmeye çalıştığını düşünmüşümdür. Bir eksikliği gidermek için sayıları abartarak gözümüze sokma yolunu seçtiğine kanaat getirmiştim.

Günümüzde maç yayınları dahil bol miktarda istatistik kullanılıyor. Benim istatistik değerlerim ise bilinen parametrelerin dışına çıkarak özel gözlemlere dayanır. Tek tek futbolcuların ne yaptığını öğrenmeye çalışırım. Birinci istatistiğim 10 metreden uzağa atılan pasların oranıdır. Kavramı üstadlar üstadı Gheorghe Hagi ile sohbet ederken öğrenmiştim. Hagi’ye Saidou’yu neden kiraya verdiğini sorduğumda ’’10 metreden uzağa attığı pasların hepsi rakibe gider de ondan’’ demişti. 5 yıl önce yaşadığım bir görüşme benim futbolculara bakış açımı değiştirdi. Örneğin kimilerinin topu oyuna çok iyi soktuğunu iddia ettikleri Hakan Balta’nın paslarının ezici çoğunluğu rakibe ya da taca gider. Galatasaray’da pas açısından en kötü istatistik Hakan’dadır. Yakın dönemde Hakan’dan bile daha kötü oran ise Meira’ya aitti. Onun nerdeyse bütün uzun topları arkadaşları haricinde bir yerlere ulaşırdı. Bir diğer kişisel istatistiğim ise Arda’nın korner ya da yandan kullandığı frikiklerdir. Arda’nın isabet oranı felaket denebilecek düzeydedir. Leo Franco’nun aut ve degajları büyük eksisiydi. Hayatımda bir kalecide gördüğüm en isabetsiz atışları Franco yapmıştır. ASY’deki Atletico Madrid maçında taca attığı iki top dönüp Galatasaray kalesine gol olmuştur. Selçuk’tan yediği golden çok gidişine bu yüzden sevindim. Son olarak ise futbolda çok basit gibi görünen taç atışlarını kullanma düzeyine dikkat çekmek isterim. Galatasaray taç atışlarında Süper Lig’in en kötüsüdür.

08 Eylül 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ali Turan ve Ufuk Ceylan‘’

Ali Turan geldiği günden beri sürekli eleştiri konusuydu. Geçmişine bakılmadan oyun kalitesi hiç bilinmiyorcasına sorgulandı. Ben bile geldiği günden beri tutarlı davranış ve ilkeli tavırlarına hayran olduğum Ali Turan’dan endişe duydum. Ancak geçen sezon uzun süre oynamamanın getirdiği maç kondisyonu eksikliği, aldığı kilolar, asıl yeri olan stoperden sağ beke kaydırılması ve geç forma giren yapısı nedeniyle Ali Turan’a kesinlikle bir süre verilmesi gerekiyordu. Eskişehir deplasmanında Ali Turan Galatasaray takımının en iyisi olarak hak etmediği eleştirileri boşa çıkardı. Fazla kanat bindirmesi yapmadı ancak alanını başarıyla savundu. Maç 1-1 iken Galatasaray ceza sahası içinde yaptığı üç çok kritik müdahaleyle takımın paniklemesine yol açabilecek durumları engelledi. Ali Turan’ın ulaştığı form düzeyini arttırması sonucu sakatlıktan dönecek Sabri’nin başka alanlarda kullanılması mümkün olabilecektir.

Ufuk Ceylan ise Galatasaray’ın birinci kalecisi olma potansiyelini taşıdığını kanıtladı. Yediği golde çok iyi bildiği bir kuralı maç eksikliği nedeniyle uygulayamadığına inanıyorum. Topa uzanışı, vücuduna verdiği biçim birinci sınıftı. Yalnızca dış bükey ortaya müdahalede parmaklarını kullanması gerektiğini atladı. Topu yakalamak için ellerini gereğinden fazla açtı ve geçmesine engel olamadı. Ufuk’un temel eğitiminin ne kadar doğru olduğunu golden bir dakika önce Sezer’in öldürücü şutuna yaptığı hamlede gördük. Almanya kökenli kaleciler o topa sol elleriyle müdahale etmeye çalışırken 20-25 cm. mesafeyi kaybederler. Oysa Ufuk doğru fundamentali sayesinde sağına giden topa sağ eliyle dokunarak mutlak golü engelledi. Golün moral bozukluğuna rağmen topları el ve ayağıyla oyuna iyi soktu. Başta Lucas Neill, herkes Ufuk’a saygı göstermelidir.

Alınan sonuçların yarattığı hayal kırıklığını atlatacak adımların Ali Turan ve Ufuk’tan gelmesi mutluluk kaynağıdır. İkisi de Galatasaray’da oynayabilmek için futbol yaşamlarında risk alan oyunculardır. Daha iyi olmalarını dilerim.

02 Eylül 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sezgin gider, Polat gelir!‘’

Galatasaray’ın sezon başından beri yaşadığı dağılma süreci sonunda Bursaspor maçında inkar edilemez boyutlara ulaştı. Yenilen ikinci golden sonra ASY’nin tüm tribünlerinden yükselen ve Haldun Üstünel’i yüceltip Adnan Sezgin’i yeren sesler ibret vericidir. 2-2 biten UEFA eleme maçlarındaki protestolar kapalı tribünde konuşlanan ve kulüple ilişkileri “ilginç” ve renk aşkı tartışılır kişiler tarafından engellenmişti. Bu kez eski açığından, yeni açığına, kapalısından numaralısına yayılan isyanı bastırmaya kimsenin gücü yetmedi. Azınlık kapalı tribünü bir ölçüde denetleyip, tüm stadyumun haykırışına ancak seyirci kalabilir. Protestoları, amigolar üzerinden denetleyebileceklerini düşünenler Pazar gecesini unutmasınlar lütfen.

İşin yukarıda belirttiğim teknik kısmının dışında daha da büyük önem taşıyan içerik boyutu var. Tribünde her şey gibi protestonun da bir hiyerarşisi, raconu vardır. Takımından memnun olmayan kitle önce futbolcuları hedefler. Kötü oynayanı yuhalar, ıslıklar. Candan oynadığına inandığı bir-ikisini alkışlar. Bu dönemin ardından sıra teknik direktöre, en sonunda da başkana gelir. Galatasaray’da ilk evre yaşandı. İkinci evreye geçilmeden araya, maaşlı Sezgin girdi. Yıllardır Sezgin’in, Adnan Polat’ça neden tutulduğu sorulur. ASY’de bunun somut nedenlerinden biri açıkça görüldü. Sezgin, Polat’a paratonerlik görevi yaptı. Polat’ın aldığı takımı nadasa yatırma politikasını uyguladığı için yıldırımları üzerine çekti.

Frank Rijkaard’ın ne yaparsa yapsın protesto edilmeyeceğini tahmin ediyorum. Artık sırada son evre olarak doğrudan Başkan vardır. Paratoner, Başkan’a Karpaty Lviv ve Eskişehir maçları için nefes alma imkanı tanımıştır. Aksi durumda “Adnan Sezgin istifa” sloganındaki Sezgin gider, Polat gelir. Son olarak Arda’nın kornerlerine değinmek istiyorum. İki maçtır Arda, bıktıran ön direk kornerlerine ek olarak doğrudan gol atma saplantısını geliştirdi. Hepsi rakibe gitti. Galiba birilerine “Senin için direkt korner golü bile atarım” sözü verdi.

25 Ağustos 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray gizlice Lucescu ile mi anlaştı?‘’

Geçen sezonun ASY’de oynanan son maçı Antalyaspor karşılaşmasından sonra basın toplantılarında sanki Frank Rijkaard vücuduna bürünmüş Mircea Lucescu’yu dinliyorum. Yeni transfer sihirbazlarının Rijkaard’ı yollayıp yerine gizlice Lucescu’yu getirdikleri duygusuna kapılıyorum. Kazanılamayan her maçın ardından Rijkaard’ın giderek mazeret üretme, hatayı kendisi dışındaki her şeyde bulma sendromlu Lucesculaştığını görüyorum. 2-2 biten OFK maçından sonra suçlu, kenara koşan oyuncular ile çabuk taç atışlarıdır.

Rijkaard sanki maçı izlemiyor ya da alemi kör sanıyor. OFK karşılaşmasında tüm değişiklikler skor bir farkla Galatasaray lehine iken yapıldı. Rijkaard’ın iddia ettiği gibi 2-0 iken oyun soğutmak amacıyla futbolcu değiştirilmedi. İlk değişiklik dakika 59, Serdar Özkan çıktı Pino girdi. Skor 1-0. İkinci değişiklik dakika 68, Mehmet Batdal çıktı Kewell girdi. Skor 1-0. Son değişiklik dakika 83, Barış çıktı Cana girdi. Skor 2-1. Hepsinde de oyuncuların koşarak sahadan çıkması zorunlu, üçü de çok doğru davranmışlar, farkı artırmanın gereğini biliyorlar. Galatasaray’ın tek farkla Belgrad’a gitmesinin sakıncalarını hocalarından daha iyi kavrayıp, durum değerlendirmesinde kulübeden daha basiretli davranıyorlar. Serdar, M. Batdal ve Barış’ı doğru davranışları için kutlarım.

Rijkaard duran top çalıştırmadığı için sürekli duran top golü yiyen takımdaki sorumluluğunu atmak için oyuncularının doğru davranışını çarpıtıyor, kendini aklayabilmek için illüzyon yaratmaya çalışıyor. Benzer şekilde Sivasspor mağlubiyetinden sonra da basın toplantısında Galatasaray’ın başına musallat ettiği frikik ve kornerlerden gol yeme hastalığını es geçip, sürekli yere bakıyor. Karşısındaki toplulukla göz göze gelemiyor. Sanki takımı hazırlayan ekibi değilmiş gibi Sivas’ın yüksek fizik gücünden dem vuruyor. Geçen sezon yedi maçını da kazamamamış Mesut Bakkal’a ilk galibiyeti yaşatmadaki sorumluluğuna değinmeden Hiddink’i suçluyor. Galatasaray bunları kaldırmaz.

19 Ağustos 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Florya'da duran toplar...‘’

2010 Güney Afrika Dünya Kupası maçlarında atılan 145 golün 35 tanesi korner, frikik gibi duran toplardan gelmiş. UEFA duran top gollerine ayrı bir kategoride topladığı dokuz penaltıyı dahil etmiyor. Duran top gollerini toplama oranladığımızda yaklaşık yüzde 25 değerini elde ediyoruz. 2010 Güney Afrika’da her dört golden bir tanesi korner ve frikiklerden kazanılmış. Dünya futbolundaki genel eğilimin sürdüğünü düşündüren istatistiğin en ilginç yanı Güney Kore’nin attığı altı golün beşinin duran toplardan gelmesidir. Olağanüstü bir istatistik olan Güney Kore’nin başarısı üzerinde mutlaka durulmalıdır. Galatasaray gibi duran top sıkıntısı çeken bir takımın Güney Kore’nin antrenman tekniklerini incelemesi zorunludur. Geçen sezon Florya’da antrenman yapmasına izin verilen Güney Kore Milli Takımı’nın yetkilileri ile mutlaka konuşulmalıdır. Ayrıca meraktan da olsa bir kaç yetkilinin Güney Kore’nin idmanlarını izlediğini düşünüyorum.

Galatasaray’ın OFK Belgrad filelerine yolladığı yedi gole dönecek olursak, Mustafa Sarp’ın attığının dışında bir de Kewell’ın penaltısı var. Yedide bir duran top gol oranı düşüktür. Kornerde de atışı Serdar Özkan kullanıp, Hakan Balta aşırmıştı. Tesadüf gibi görünüyor. Galatasaray’ın klasik atıcısı Arda’nın 10 kornerinden ancak bir tanesi arkadaşlarıyla buluşabilmektedir. Bu orana hazırlık ve iki OFK maçınının rakamlarıyla ulaşıyorum. Kewell’ın penaltı pozisyonunun taç atışından gelmesi ise istisnanın istisnasıdır. Hakan Balta ve Kewell inisiyatifine dayanır. Galatasaray geçen sezon Kayseri ve Bursa’nın kazandığı taç gollerini ancak kırk yılda bir atabilir. Çünkü Frank Rijkaard’ın gündeminde taç gibi kolay atılacak goller hiç olmadı. Örneğin Mustafa Denizli’nin şampiyon yaptığı Fenerbahçe, Ogün’ün taçlarından yaklaşık on gol kazanmıştı. Geçen sezona oranla daha umursamaz görüntü veren Rijkaard’ın hiç olmazsa duran toplara yönelmesi gerekir. Galatasaray gibi bir takımın duran top özürlü olması içime sinmiyor. Uyarımızı yol yakınken yapalım da...

11 Ağustos 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Mercan-Aslan tuttu‘’

Takımların tüm sezonlarını futbolculara zimmetlenen birer formayla bitirdikleri yıllar gerilerde kaldı. Devir her maçtan sonra rakiple forma değiştirme devri. Kazaen forma değiştirilmemişse mutlaka birilerine veriliyor, tribünlere fırlatılıyor. İdman malzemesi dışında çamaşır makinası kullanan büyük takım malzemecisi yok. Bir giyilen formayı sonraki maçta üstüne geçirmek ayıptır artık. Burada forma tek unsur değil, cicili bicili, gökkuşağının renklerini ıskalamayan kramponlar da adeta formalarla yarışıyor.

Bir de işin taraftar boyutu var. Kulüpler gelirlerini çeşitlendirebilmek amacıyla ana renklerinin dışına çıkarak her yıl ilgi çekecek yelpazeye yöneldiler. Galatasaray bu yönde en cesur ve altı doldurulmuş adımları attı. Günümüzde yetkileri sınırlanan Cemal Özgörkey’in sorumluluğunda formalara tarihsel anlamlar yüklendi, her biri için hikayeler oluşturuldu. Forma’ya öykü, yaratıcılığının zirvesi 2288 adıyla bilinen mor formadır. Bizans’ın imparatorluk rengi olan moru daha da geriye götürerek Galatlar’a bağlamak saygı değer yetenektir, pazarlama ustalığıdır. Gerçi 2288 çok tutunca ‘Müdür Bey’in yeşil kürkü’ türküsü misali ‘Başkan Bey’in mor kazağı’ muhabbetiyle biraz sulandırıldı ama Galatasaray tarihinde hoş bir iz bırakıldı. ‘Mercan’ ve ‘Aslan’ kod adlı formalarla ticari amaca ulaşılacağı 10 gün içinde anlaşılmıştır. Değişen ve genişleyen taraftar yapısı birkaç yıl öncesinde uçuk sayılabilecek fikirlere dayanak oluşturuyor.

Galatasaray’ın forma-tarih öncülüğüne ayak uyduran Fenerbahçe ‘palamut’ kodlu yeşil formasının gerekçesi olarak armayı gösterdi. Aynı armadan cesaretlenerek Aziz Yıldırım’a kırmızı Fenerbahçe forması çıkarmasını öneriyorum. Çünkü Fenerbahçe’nin armasında beyaz dışındaki renklerde oransal olarak en büyük yeri kırmızı kaplar. Şaşırtıcı bulunabilir ama kırmızı, sarı-yeşili geçin lacivertten bile daha baskındır. İnanmayan ölçebilir. Fenerbahçe’nin armasındaki ana renk olan kırmızıya yönelmesiyle tabular yıkılacak, tarihe sahip çıkılacaktır.

04 Ağustos 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI