Arama

Popüler aramalar

‘’Adnan Polat devrinin sonu‘’

14 Kasım 2010 gecesi Adnan Polat’ın Galatasaray’daki başkanlığı fiilen sona ermiştir.

Fiilenin hukukene ne zaman döneceğini bilemem ama bence artık hiç de önemli değil. Kimse “Galatasaray’da yönetime genel kurul karar verir” yanılsamasına kapılmasın. O gece ASY’de bulunan Galatasaray kamuoyu baş parmağını aşağı çevirmiştir. Galatasaray’da her zaman protestolar olur. Alp Yalman’ın Kosecki’nin gönderilmesi kararının ardından sezon açılışında yuhalandığını, İnönü’de Banik Ostrava’ya yenildikten sonra ıslıklandığını hatırlarım. UEFA Şampiyonu Faruk Süren aleyhine amigolara bedava bilet uygulamasını bitirdiği için günlerce bağırıldı. Tribünde Özhan Canaydın’a yapılanları herkes hatırlıyor. Futbol yöneticiliğine soyunan kimseler bunu bilir ve sonucuna katlanır. Ancak ben hayatımda Galatasaray tribünlerinin Galatasaray başkanına toplu olarak küfür ettiğine ilk kez tanıklık ediyorum. Polat, Galatasaray tarihinde kendi taraftarınca toplu küfre tutulan ilk başkan sıfatını kazanmıştır. Kendisi orada bulunmadığından, durumu hafifletmek isteyenler olabilir ama kimse kimseyi kandırmasın. Toplu olarak ve uzun süre başkana küfredildi. Nedeni ise işgüzar bir profesyonel ya da yöneticinin maçtan hemen sonra ışıkları söndürtüp, yükselen maç sonu protesto seslerini bastırabilmek amacıyla iğrenç bir müziği sonuna kadar açtırmasıdır. Canları yanan taraftara yapılan aşağılama sonucu insanlar zıvanadan çıktı. Polat giderken Galatasaray’a son bir iyilik yapmalı, ASY’deki sorumsuz davranışı sergileyenleri ortaya çıkaracak soruşturma başlatmalıdır. Yönetici ise disipline yollanmalı, profesyonelse gereği yerine getirilmelidir. Çünkü zifiri karanlıkta, kahrolmuş insanlara toplama kampındaymış gibi işkence amaçlı müzik dinletilmesi sonucu ciddi olaylar çıkabilirdi. Sorumlular yaptıklarının sonucuna katlanmalıdır. Eğer başkan kendisi yapmazsa Galatasaray Spor Kulübü Derneği üyesi sıfatıyla Divan Başkanı İrfan Aktar’dan harekete geçmesini yazılı olarak talep edeceğim.

19 Kasım 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Devre arasını bekleyin!‘’

II. Hagi döneminde oynanan maç sayısı bir elin parmakları kadar bile olmamışken dudak bükmeler başlayıverdi. Eleştirenlere ‘neden eleştiriyorsunuz’ ukalalığına savrulmadan kendi durumumu açıklayayım. Sezon başı ve devamında çalışmadığı ayan beyan belli takımı belirli bir fizik kapasiteye ulaştırmadan alınacak sonuçlar tümüyle Hoca’ya fatura edilemez. Gheorghe Hagi-Tugay Kerimoğlu ikilisi ancak psikolojik etki yapabilir, kör gözün parmağına türü anormalliklere son verebilir. Laktat testi sonucu bir takımın aerobik gücü en yüksek oyuncusu Misimoviç çıkıyorsa, başta Adnan Polat olmak üzere tüm sorumlular oturup ağlamalıdır. Bana göre takımın en kırılgan oyuncusu Misimoviç, antrenman bilimi açısından zirvede ise yapılacak başka bir şey yoktur çünkü. Yazımı yazmadan Galatasaray’ın son şampiyon teknik direktörü Cevat Güler’den yardım istedim. Galatasaraylı zarafeti ve bilim adamı kimliğiyle geçmiş döneme ilişkin son derece ‘kibar’ değerlendirmeler yaptı. Karar verebilmek için tek başına laktat testinin yetmeyeceğini, diğer bir çok unsurun da göz önünde bulundurulmasının zorunluluğunu vurguladı. Cevat Hoca’nın saptamaları ile benim görüşlerim çelişmiyor. O daha fazla veri gerekiyor derken, ben ise kamuoyuna açıklanan tek veri olan laktat testine yoğunlaşarak Misimoviç’in sonuçlarını şöyle yorumluyorum; Misimoviç sezon başı Galatasaray’da değil Wolfsburg’da idman yediği için şu anda en hazır oyuncu durumundadır. Sezona Galatasaray’la girseydi, daha gerilerde yer alırdı.

Hagi’nin Galatasaray’ı kondisyonunu artırmadığı sürece maçları bitirecek sonuçları ilk 45 dakikada almak zorundadır. İkinci yarılardaki tükeniş ile Galatasaray’ın rakiplerini oyun açısından altedebilmesini imkansız, skor açısından ise duran toplar dışında zor görüyorum. Ligin devre arasında yapılacak çalışmalarla gerçek Galatasaray’ı izleyeceğimi bilerek, aşırı hatalar dışında Hagi’yi eleştirme hakkını kendimde görmüyorum. Galatasaray hiç bir devre arasına şimdiki kadar muhtaç olmamıştı.

10 Kasım 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hagi'ye naçizane ilk öneriler‘’

Adının bile sezonun bittiğini kabul eden Galatasaray camiasını ayağa kaldırdığı Gheorghe Hagi, işe güzel başladı. Kekeme futbol izlemekten sıkılanları, Galatasaray’ı yalnızca Galatasaray olduğu için izleyenleri umutlandırdı. Sezon içinde yapılması istisnanın istisnası laktat testlerinin ortaya çıkardığı kötü sonuçlara rağmen, Galatasaray yeniden mücadele etmeye çabalayan bir takıma dönüştü. Hagi’nin yönetime sunduğunu düşündüğüm laktat testleri gönderilenin neden gönderildiğinin somut gerekçesidir. Galatasaray’da artık ağustos böceği değil karınca, tavşan değil kaplumbağa vardır.

Sevgili Hagi’ye yapacağım öneri tüm olumsuz şartlara rağmen Galatasaray’ın gol atma ve yemede yaşadığı sıkıntıları kolayca gidermesinin en rasyonel yolunu seçmesi, duran toplara odaklanmasıdır. Fiziki noksanların maçlar oynanırken aşırı yükleme yaparak atlatılamayacağı bilimsel gerçektir. Sürekli yüksek tempoda oynanması durumunda ikinci yarıların başında oyundan düşmeler kaçınılmazdır. Fenerbahçe ve Antalya maçları kanıttır. İşte bu nedenle Hagi’nin umudu duran toplardadır. Geçen sezonun ilk 12 resmi maçında atılan duran top golleri önemli veridir. Galatasaray’ın çalışması durumunda bol duran top golü becerebilmektedir. Aynı şekilde yenilen duran top golleri de Hagi için ders niteliğindedir. Duran toptan gol atarsan yemezsin aynı zamanda. Örneğin Antalya yanıltıcı ofsayt taktiğiyle geçen sezon aynı golü atmıştı.

Ancak Hagi’nin ilk döneminde Galatasaray’a duran top çalıştırmadığını biliyorum. Bu kez aynı hataya düşmemelidir. Kadrosunda kendi yeteneğinde olmasa bile iyi duran top kullanan isimler vardır. Servet’in attığı goldeki sırrı, rakip teknik direktörlere deşifre etmeyeceğim, isteyen çözer. 10 günlük çalışma sonucu Galatasaray’da bazı şeylerin değiştiğini görmek ancak Hagi kalibresinde bir teknik direktörle mümkündü. Galatasaray’a ikinci kez çok daha hazır geldiği görülen Hagi için duran toplarla fiziki şartları iyileşene dek cankurtaran simidi olmalıdır. Hagi ‘ye güveniyorum.

04 Kasım 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Hagi budur, Hagi çalışır'‘’

On’u Dünya’da kimseyle kıyaslamaya kıyamayan, kıyaslayanlarla gücünün yettiğince mücadele eden, örneğin Karpatların Maradona’sı saçmalığına isyan eden bir Hagikolik sıfatıyla geçen hafta ortasında bayram ettim. Galatasaray kaybettiği geçen sezona bir yenisini daha eklemek üzere iken dümene Gheorghe Hagi yerleşti. Basın toplantısıyla başlayan, Kadıköy’de meyvelerini vereceğini belirginleştiren süreç değişikliğin boyutlarını ortaya koydu. Tembel selefinin yerine gelen Hagi, Olgun Cafer’in geçen yıllar içinde mükemmele yaklaştırdığı çevirileriyle aktardığı görüşleriyle Galatasaray’daki eksikliği netleştirdi. Hagi uzun yıllar boyunca Romanya dışında çalışmanın getirdiği diplomatlık ve kişiliğinden kaynaklanan zarafetiyle geçmiş döneme ilişkin görüşlerini sundu. Hem yaptığı açılış konuşmasında hem de soruları cevaplarken her cümlesinde sürekli biçimde ‘çalışmak’ kelimesini kullandı. Hatta bir sorunun cevabında aynı kelimeye üç kez başvurarak başarının sırrını ‘çalışmak, çalışmak, çalışmak’ diye somutladı. Ben Hagi’nin bu değerlendirmesinin temel eksikliği gördüğünün en güzel kanıtı olarak nitelendiriyorum. Teşhis konulduktan sonra tedavi çok daha kolaydır. Gereksiz ayrıntılara, hedef saptırmalara, sabote eden oyuncu saçmalıklarına yönelme yolu kapanmıştır. Hagi’yi yedi yıl süren Galatasaray döneminin bir anını bile kaçırmamaya çalışarak izleyen kişi sıfatıyla sözlerinin hakkını vereceğini adım gibi biliyorum.

Hagi’nin altını çizdiği bir diğer unsur da ‘Evime, yuvama, aileme döndüm’ tespitidir. Bu üç kavram da insanlardaki emniyet duygusunun metaforlarıdır. Hagi kendisini güvende hissetmek istediğini söylemektedir. Geçen hocalığında elini-kolunu bağlayan yöneticiler ile taraftara gönderme yapmaktadır. Hakkını teslim edelim Galatasaray taraftarı imza töreni, Saracoğlu’na uğurlayış, maç boyu ve dönüşte üzerine düşeni yapmıştır. Destek herkesce artarak sürmelidir. Zira ‘Hagi budur, Hagi çalışır’. O halde sonsuza dek ‘I love you Hagi’...

28 Ekim 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Göksenin diye bir delikanlı‘’

17 Ekim 2010 günü Galatasaray-Ankaragücü maçı öncesi Abdi İpekçi’deki Galatasaray CC-Erdemir basketbol karşılaşmasına gittiğime şükrediyorum. Yoksa sizlere şimdi yazacağım yazının başlığı ’’Tembel Pinokyo’nun sonu’’ olacaktı. Galatasaray tarihinin en skandal hocasının ASY’de tüm tribünler tarafından isyan edilerek ipinin çekilmesini anlatacaktım. Eline verilen tarihin en pahalı kadrosunu perişan eden, bir tane düzgün atak seti beceremeyen, duran top diye bir hücum silahını ortadan kaldıran, çalıştırılmadığı için 60. dakikadan sonra yerlerde sürünen bir kadro yaratan, yerine başkası olsa çoktan yollanmış olacak bir teknik direktör öyküsünün kapanış sahnesini yazacaktım. Futbolculuk mirasınının sonunda tükendiğini görmekten duyduğum mutluluğu iletecektim. Kahrettiği insanların dramını dile getirecektim.

Ama şimdi Galatasaray tarihinin en karanlık dönemlerinin birinde bile güzellikler yazabileceğim. O öykünün baş kahramanı da Göksenin Köksal adındaki delikanlıdır. Geçen sezonun ölümüne mücadele eden takımını yaratan Cem Akdağ’ın zorunluluktan fazla kullanamadığı Göksenin bu yıl salonda ilk kez canlı izlediğim Galatasaray CC’nin en muhteşem sürprizi olmaya adaydır.

Akdağ her maçını sırat köprüsünden geçerek oynadığı için Göksenin’e dakika verememişti. Şimdi Oktay Mahmuti, Göksenin’i Türkiye’ye sunma şansına sahiptir. Kerem Tunçeri’den beri basketbolda altyapıdan kimsenin parlak oyuncu konumuna çıkamadığı Galatasaray’ın yeni yüz akıdır.

Futbolda Arda Turan, voleybolda Ahmet Pezük’ten sonra basketbolda alt yapıya güven duygusunu tazeleyen pırlanta Göksenin’dir. Oyun zekası, sahanın tümünü görebilmesi , üstün zıplama yeteneği, isabetli şutları ve çabukluğu ile Göksenin önümüzdeki yıllara damgasını vuracaktır.

Göksenin’in yaşıtı oyuncularda az rastlanan özgüveni ile kısa sürede Galatasaray ve ülke basketbolunun bir numaralı oyuncusu konumuna geleceğine inanıyorum. Geçen sezon oynadığı yaş kategorisinde tek başına maç alabilen Göksenin’i izlemek mutluluktur.

20 Ekim 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ersun Yanal'dan Guus Hiddink'e‘’

Galatasaray, Arda Turan öncesi benzer milli takım krizini Ersun Yanal-Hakan Şükür olayında yaşamıştı. Bir oyuncunun zorla milli takıma götürülüp sakatlanmasına yol açan günümüzdeki çirkin ve art niyetli tablonun tersine Yanal, Hakan’ı kadrodan çıkardığı için kıyametler koparılmıştı. Sürecin sonunda Yanal hakederek yükseldiği yerden indirilmişti. Yanal’ın çok iyi bir teknik direktör olduğuna inanıyorum. Hatta 2. Terim döneminden sonra Galatasaray teknik direktör adaylarım kısa listesinin üst bölümündeydi. Ancak tecrübesizliği ve krizi iyi yönetememesi sonucunda haklıyken haksız duruma düştü. O günlerde Yanal’ı ağır eleştirenler arasındaydım. Yaptıklarının kişisel sürtüşme boyutlarını aşarak kendi kariyerine zarar verebileceğini belirtmiştim. Gerçekten de bir kaç yıl önce el sıkışılmasına rağmen son gün “Taraftar seni istemiyor” gerekçesiyle Galatasaray kapısından döndürüldüğünü birinci elden biliyorum. O gerekçenin asıl kaynağı Hakan olayıdır. Yanal bugünkü tecrübesiyle aynı hataya düşmezdi. İnsan yanlışlarından ders alarak gelişir. Yanal’ın federasyon bünyesinde yaptıklarını sevinçle izliyorum. Bugün Rijkaard ayrılsa yerine gelmesini istediğim iki yerli hocadan biri Yanal, diğeri Abdullah Avcı’dır.

Guus Hididnk-Arda olayı ise bambaşkadır. Hiddink’e “İlerideki Galatasaray hocalığı yolunu kapatıyorsun” demek bile içimden gelmiyor. Zira Hiddink elinde bavuluyla ülke ülke dolaşıp milli takımlardan kolay para kazanma yolunu seçmiştir. Chelsea’nin başında bu yüzden duramayıp ayrıldı. O. Çetin’le Arda’yı yakan iki baş sorumludan birisidir. Rijkaard’la birbirlerini sevmedikleri ve yurttaşının kendisini sabote ettiğini düşündüğü için Galatasaray’ın önüne koyduğu raporlara inanmayarak Arda’yı bıçak altına yatırdı. Oğuz Çetin’in gündemi tamamen farklı olabilir ama iyi niyet barındırmadığı izlenimindeyim. Arda’ya büyük geçmiş olsun diyerek, yüzüne gülüp futbol hayatını tehlikeye atmaktan çekinmeyenlere karşı daha dikkatli olmasını dilerim.

14 Ekim 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'ın başındaki Pinokyolar‘’

Servet Çetin’in kadro dışı bırakılması acı hakikatı su yüzüne çıkardı; Galatasaray’ın başında bir Pinokyo var. Frank Rijkaard’ın çalışmayı sevmediğini, başarısızlıklarını geçersiz mazeretlere yıkmaya çalıştığını görebiliyordum. Ancak milyonların gözünün içine baka baka gerçekleri böylesine saptırabileceğini hayal bile edemezdim. Galatasaray’a İBB maçının ilk 20 dakikası haricinde oynattığı kekeme futbolun duvara tosladığı Karabük yolculuğu bütünüyle bir fiyaskodur. Servet ile yaşadığı, basına kelime kelime yansıyan tartışmaya rağmen, futbolcusunu milli maçlara hazır gitsin diye oynatmadığını söylemesi Galatasaray camiası açısından utanç vericidir. Galatasaray’da Rijkaard’a kadar gerçekleri fütursuzca çarpıtan bir teknik direktör olmamıştı. Karabük karşısında futbol anlayışı ve pozisyon olarak ezilen takımının ikinci yarıda iyi mücadele ettiği palavrasını, ’yorum kişiye göre değişir’ ilkesiyle bir nebze açıklayabiliriz. Ancak mağlubiyet sonucunda iki gün önce aldığı Servet kararının Galatasaray’a verdiği zararın arkasında duramaması ibret vericidir. Genelde yaratılan izlenimin tersine Galatasaray defansındaki stoper sorunu Servet’ten değil Neill’den kaynaklanmaktadır. Neill yaşının da etkisiyle vücut vücuda savunmadan, rakiplerinin üzerine hamle yapmaktan çekinir. Bu açığı Servet kapatıyordu. Servet-Neill tartışması işin teknik tarafı ancak asıl sorun Rijkaard’ın Pinokyolaşmasıdır.

Son idmanda en az 20 futbolcu vardır. A2 takımından takviye gelen gençler vardır. Teknik heyet vardır. Sağlık ekibi vardır. Masörler vardır. Malzemeciler vardır. GS TV çalışanları vardır. Aşçı, çaycı, bahçıvan vardır. Belki yöneticiler de vardır. Kısacası Rijkaard ile Servet’in arasında geçenleri ve sonucunda kadro dışı kalışını izleyen en az 50 kişi vardır. Ve bu 50 kişi Rijkaard’ın en yakınındaki 50 kişidir. 50 kişi yaşadıkları olayı Pinokyolaşarak kamuoyuna aktaran bir kişiye artık güvenebilirler mi? Yerliler yetmezmiş gibi bir de Hollandalı Pinokyo ithal etmişiz.

07 Ekim 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kurtuluş ve Büker'in dönüşü‘’

Galatasaray-İstanbul Belediye maçında, Haldun Üstünel’in kulakları çınlasın, sihirbaz golcü Milan Baros’un gölgesinde kalmasını istemediğim isim Serkan Kurtuluş’tur. Serkan üç haftadır oynadığı futbolla bende uyandırdığı olumsuz izlenimi silmeyi başardı. Geçen sezon Galatasaray’da kadroya giremezken Ümit Milli formasıyla Slovakya karşısında izlediğim Serkan emekliliğini bekleyen bir topçu görüntüsündeydi. Nedim Yiğit’in A2 takımında birkaç kez canlı seyrettiğim Serkan ise sürekli sahanın en kötü oyuncusuydu. Galatasaray formasını giymesinin hayal ötesine geçtiğini düşündürmüştü. Ancak son bir ayda sergilediği futbolla umutları yeşertti. Belediye maçında ise hücum ve savunmada Galatasaray’ın sağ bekte birinci tercihi olabileceğini kanıtladı. Artık Sabri düşünsün.

Frank Rijkaard’ın çalışma ve çalıştırmayı sevmediği netleşmişken bazı noktalarda hakkını yemek istemem. Maçlara erken girer ve ısınmalardaki hareketlerde ipuçları ararım. Galatasaray, Gaziantep’e kadar maç öncesi topla yay üzerinden şut çalışırdı. İlk kez Antep’e hazırlanırken sağ ve sol kanatlardan hareketli toplarla yapılan ortalara altı pas civarında vurma eylemi tekrarlandı. O günden beri Galatasaray ortalarında düzelme gözlemledim. Insua’nın soldan yaptığı ortaya Karcemarskas’ın kurtardığı Baros’un kafa topu ilk işaretti. İstanbul Büyükşehir Belediye önünde Serkan’ın sağdan mükemmel pasını Milan Baros havadan gole çevirdi. İkinci gol öncesi penaltının ortasını yine Serkan yaptı.
Bu üç pozisyon Rijkaard’ın biraz çabalaması, takıma pozisyon çalıştırmasıyla nelerin başarılabileceğini göstermesi açısından öğreticidir. Galatasaray kadrosu idmanlarda akıtılan tere cevap verebilecek kalitededir. Çözüm Florya’da işini ciddiyetle yapan, antrenmanları zaman doldurma platformu görmeyen çalışkan kişilerdedir. Futbolun ilm-i kimya olmadığını, yaratıcı tekrarlarla basitçe gol atılacağını kanıtlayan hareketleri daha önce yaptırmayanlar suçludur.

Diğer önemli gelişme de basketbolda Evren Büker’in takıma dönüşüdür. İki Bursalı’ya da hoşgeldiniz diyorum...

30 Eylül 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI