‘’Bir yeni Serdar Özkan‘’
Serdar Özkan son yıllarda Galatasaray’a sıfır kredi marjıyla gelen oyuncuların başında yer alıyor. Serdar’ın yanına çok zorlarsak Abdullah Ercan’ı koyabiliriz. Ancak Abdullah’ın transferine ilk gününden itibaren klasik Fatih Terim kaprisi olarak bakıldığı için fazla ciddiye alınmamıştı. İmkanları zorlamasına rağmen Trabzon’dan alamadığı Abdullah’a bitik kariyerinin sonunda Sarı-Kırmızı formayı giydirmek Terim’in kişisel tercihiydi. Galatasaray realitesinde yer alması söz konusu değildi, 3-5 maç oynayıp geldiği gibi hiçlikle gitti zaten.
Serdar hayatta az bulunacak ikinci şansla Galatasaray’a gelebildiğini analiz edip, sorunlarına çözüm üretemezse kaybolmaya mahkumdur. Peşinden teneke çalınanlar sınıfına girer. İlk olarak tribünlerden en ufak bir hoşgörü beklememelidir. Üzerinde ince beyaz atlet, elinde tüttürdüğü puroyla verdiği gözleri kaymış fotoğraflar Serdar’a futbola ihanet etmiş adam damgasını çoktan vurdurmuştur. Beşiktaş tribünlerinin gönderildiği için bayram ettiği birisine Galatasaray taraftarının hemen sahip çıkması mümkün değildir. Altyapısından yetiştiği kulüp tarafından dışlanan Serdar gerçekçi olmalıdır. Ayrıca transferini Arda’nın sağladığına dair oluşan izlenim nedeniyle sorumluluğu artmaktadır. Serdar’a kızanlar Arda’ya, Arda’ya kızanlar Serdar’a homurdanacaktır.
Her şeye rağmen Serdar bir dönüşüm yaşayabilir. Bebeyken gelemediği Galatasaray’ın futbolcu rehabilite etme özelliği fazladır. Önünde Beşiktaş’tan tükenmiş halde ayrılan Ayhan Akman örneği duruyor. Hayatının en verimli çağını Florya’da geçiren Ayhan, Serdar’a ışık tutmalıdır. Ama asıl ağır görev Serdar’ın kendisine düşüyor. Başlangıçta sevimsizliğini düzeltmek için görünümünü tümüyle yenilemeli, saçını-taktığı paket lastiğini ve sakalını gözden geçirmeli, yeni yolunu simgesel olsa da vurgulamalı, sonra kafasında yalnızca futbol bulunduğunu hissettirmelidir. Bir yeni Serdar yaratmalıdır. Yoksa Beşiktaş’tan ayrıldığına üzülen tek kişi olan Yemen Ekşioğlu’nu bile bulamaz.
‘’Rüyada olabilecekler‘’
Ligin son haftasının senaryosunu yazma görevi Galatasaray Başkanı Adnan Polat’a verilse kendi açısından daha güzelini yapamazdı. Fenerbahçe 1 puan önde girdiği karşılaşmayı kazanamayacak, üstüne yanlış anons sonucu kendisini 2-3 dakikalığına şampiyon zannedecek, Kupa’yı son gün kaçırmayı tekrarlayacak ve Bursaspor Beşiktaş’ı yenerek aradan sıyrılacak. Polat’ın Fenerbahçe-Galatasaray kız basket takımlarının Caferağa Spor Salonu’nda oynanan final maçlarında Sarı-Lacivertli taraftarlarca yapılan ‘’Adnan Polat doğruyu söyle, Bursalı mısın?’’ tezahüratının rövanşını alma mutluluğunu yaşadığını düşünüyorum. O anlarda aklından geçenler aynen gerçekleşmiştir. Bu işin kişisel boyutudur ancak daha önemli kısmı Galatasaray ile Fenerbahçe’nin şampiyonluk sayılarındaki 17-17 dengesinin bozulmamasıdır. Tarihinin en pahalı yatırımıyla kurulan kadronun ligi üçüncü sırada bitirmesinin, Kupa ve Avrupa Ligi’nde erken vedasının üstüne şampiyonluk sayısında Fenerbahçe’nin gerisine düşmesi Polat’ı gelecek sezon için çok zorlayacaktı. Polat’ın üzerindeki baskı Fenerbahçe’nin şampiyonluğu kazanamamasıyla bir ölçüde azalmıştır. Muhtemel zorlama transferlerden kurtulunmuştur. Buna bir de Şampiyonlar Ligi’ne doğrudan katılacak takımın elde edeceği geliri eklersek Galatasaray Başkanı için ancak kendi şampiyonluğunun dışında gerçekleşebilecek bir rüya diyebiliriz. Fenerbahçe’nin doğrudan katılma imkanını yitirmesinin yanında elemelerde oynayacağı kuvvetli rakipler ŞL gelirlerinin tek başına Bursaspor’a gitmesi sonucunu doğurursa, Fenerbahçe ekonomik açıdan ligi üstte bitirdiği için Süper Lig’in yayınından alacağı farkla yetinecektir.
Galatasaray’ın üçüncülüğü ile Fenerbahçe’nin ikinciliği arasındaki parasal fark ancak ŞL grupları belirlendiğinde netleşecektir. Adnan Polat’ın şampiyonluğu kaçırdığı bir sezonda eline geçirdiği fırsatı nasıl değerlendireceği öncelikle transfer döneminde, daha sonra da Frank Rijkaard’ın yönetim biçiminde ortaya çıkacaktır.
‘’Futbolda şiirsel adalet‘’
Şampiyonun belirlendiği son haftada futbolda şiirsel adaletin çarpıcı örnekleri vardı;
1. 2001’de “Ne ? Kendisi mi şampiyon yapmış Fenerbahçe’yi?” diye Aziz Yıldırım’ın hışmına uğrayan Mustafa Denizli’nin Ertuğrul Sağlam’a yitirirken eski başkanına “Bu sene de becerseydin ya!” selamını göndermesi.
2. Leo Franco, Vanja İveşa, Murat Şahin ve Serkan Kırıntılı ikramlarıyla son haftaya taşınan iddianın bir başka kaleci Recep Onur Kıvrak’ın destansı direnişiyle hüsrana dönüşmesi.
3. ASY’de son dakikada topa kalçasıyla plonjon yapmayı marifet sayan Volkan Demirel’in yarım metre üzerinden öylesine geçen topa elleriyle müdahale edemediği anda kaleciliğin ciddi bir iş olduğunu anlaması.
4. Fenerbahçe’den Eskişehirspor’a kiralanan, devre arası Gökhan Ünal’ı transfer edebilmek için bonservisiyle Trabzon’a verilen Türkiye’nin önde gelen sorumsuzlarından Burak Yılmaz’ın rastgele yaptığı ortanın filelere gitmesi.
5. Trabzonspor golü öncesi hakemin çaldığı faul düdüğünde 5 Fenerbahçeli futbolcunun itiraza yeltenirken topun bomboş biçimde Cale tarafından B. Yılmaz’a ulaştırılması.
6. ŞS’da zorla oyundan attırılan İbrahim Toraman’ın ilk golde yaptığı hata ve ikinciyi bizzat filelere yollaması.
7. Galatasaraylılar’ın sevgilisi Denizli fatihi Mustafa Keçeli’nin dört yıl sonra bizzat kupaya ulaşan ekibin içinde yer alması.
8. Sezonun son maçında şampiyonluğu yitiren tek takım Fenerbahçe’nin bu kez kendi evinde aynı hüsranı yaşayarak ikilemesi. Daum’un öğrencisi Sağlam’a kaybederek kötü finişçiliğini tescillemesi.
9. Acemi stadyum anonsçusu-Selçuk-Volkan’ın yanlış tüyoları sonucu Fenerbahçe’nin en az iki doldurt-boşalt pozisyonunun yenmesi. Ligin son saniyelerde en çok gol atan takımı Fenerbahçe’nin geride top çevirmesine yol açması.
10. Baroni’nin “Ağlama değmez hayat gözyaşlarına” mizanseninin tam bir hafta sonra Deivid’in yengeç dansı ile aynı akibete uğraması.
11. Şenol Güneş’in 1996’da yaşadıklarını rakibine tekrarlatması ve 28 yıla çıkarttığı Türkiye Kupası özlemi.
‘’Emre Aşık dersleri‘’
Galatasaray’dan Emre Aşık geçti... Balıkesirsporlu çocuğun Galatasaray’la buluşması mümkün olmamıştı. Ancak yıllar sonra giyebildiği Sarı-Kırmızılı formayı şerefle temsil etti. Yönetim, teknik heyet ve taraftarın bir gün bile sorun yarattığını görmediği ender futbol emekçilerindendi. Türkiye’nin en popüler kadınlarından Aysun Kayacı ile paylaştığı dönemini cıvık magazin görüntülerinden uzak tuttu. Rakip taraftarlar dahil kimse bu ilişki yüzünden Emre ve sevgilisine çirkin tezahürat yapmadı. Geçmiş ve günümüzde benzer ilişkiler yaşayan futbolcuların hepsinden farklı saygı çerçevesi yarattı. İşte böylesine değişik bir futbolcu sıfatıyla son kez çıktığı ASY çimlerinde taraftardan hak ettiği itibar ve sevgiyi sonuna kadar gördü. Futbol adına hiçbir şey ortaya koyamayan gençlerin Emre Aşık’a yönelik taraftar davranışını iyi analiz etmeleri kendileri açısından yararlıdır. Karşılaşmanın son 10 dakikasında tribünlerin yalnızca Emre Aşık’a bağırmaları, onun için pankart açmaları tam da böylesine sezon finali için verilecek en anlamlı derstir. Taraftar uzun dönemde, kendisine küsmeyen, futbol oynarken onlara bir şey lütfediyormuş havasına girmeyen, mütevazı insanları seviyor. Gençlere yönelik destekler, karşılık bulamazsa geçicidir.
Emre Aşık olayından yalnızca sahadakiler değil, futbolu bıraktıktan sonra Galatasaray hakkında sürekli kin-nefret kusanlar ile intikam peşinde koşanlar da ders almalıdır. Emre Aşık’a hitaben yazılanların yanı sıra bir de ’’Konuştukça batıyorsunuz, kalbimizden çıkıyorsunuz’’ pankartı ASY’nin göbeğine asılmıştı. Galatasaray taraftarı kendisine büyük zaferler yaşatan, yıllarca ismini haykırmaktan gurur duyduğu kişilerin gizli gündemlerine sonunda isyan etti. Pankartın muhatabı bellidir. Geçmişten gelen aşk zırhının koruyuculuğu sonsuz değildir, zorlanırsa işte böyle delinir. Galatasaray Başkanı başta olmak üzere, yönetime her dakika yüklenmenin bir bedeli vardır. Biraz da aldıklarına şükretsinler, anlamsız kinlerini bitirsinler.
‘’Rijkaard'ın Servet kaprisi‘’
Son 90 dakikaları gelecek sezonun planlaması olarak gördüğümden oynayanları-oynamayanları bu açıdan değerlendiriyorum. Leo Franco gidicidir, doğru yapılmaktadır. Jo’ya şans verilmekte, kullanamamaktadır, gidicidir, doğru yapılmaktadır. Dos Santos, oynatılmamaktadır, kalması Rijkaard’ın kafasında nettir, Yönetim kararsızdır. Ben daha da kararsızım. Ama en önemlisi Surinamlı’nın Servet Çetin’e yönelik tavrıdır. Servet, Türkiye’nin en iyi stoperidir. Oynadığı takıma terinin son damlasına kadar katkıda bulunur. Çıtkırıldığımlığa, kaçak dövüşmeye, olduğundan farklı davranmaya uzaktır. Suni şirinlik kovalamaz. Maçlara erken giderek taraftarca çağırılmaları gözlemlerim, ders vericidir. Servet’in Fenerbahçe sempatizanı olduğu söylenir. Galatasaray tribünlerine hiçbir zaman yumruk gösterisi yapmamış, GS armasını öpmemiştir. Yalnızca koşarak gider, iki elini havaya kaldırır ve taraftarı alkışlar. Efendice ısınmasını sürdürür. Buna karşılık aynı Servet yüzünde maskeyle, sakat omuzla Sarı-Kırmızı forma için ölümüne mücadele verir. Gol atmak için inisiyatif kullanır. Ayrıca doğru bildiklerini sakınmadan söyler. Rijkaard’ın oyun sistemini tartışabilen tek futbolcu Servet’tir.
Rijkaard dünyanın eleştiriye en açık mekanı Hollanda tipi soyunma odasının temel ilkelerini Servet konusunda yerle yeksan etti. Daha önce de yazdım; Bobby Robson, PSV’de tüm futbolcuların teknik-taktik tartışmasına şaşırmıştı. Ben de bizim kültürümüze uyarlayarak ’’kadınlar hamamı’’ demiştim. Servet’i fikir belirttiği günden itibaren örselemek Rijkaard’a yakışmadı. Hoca’nın topu iyi oyuna sokamıyor eleştirisini geçerli saymıyorum. Dünyada topla iyi kaç stoper var? Rijkaard Servet’i teknik nedenler dışında silmek istemekte ve yanlış yapmaktadır. Yönetim yalnızca söz verdiği için sonradan yapılan daha iyi teklifleri reddederek Galatasaray’a imza atan Servet’in, hoca kaprisi uğruna istiskal edilerek gönderilmesini engellemelidir. Gelecek sezonun tarz-ı idaresi Servet kararında gizlidir.
‘’Mehmet Topal üzerine‘’
Dardanelspor’dan geldikten sonra gösterdiği gelişim Mehmet Topal’ı istisnai oyuncular sınıfına sokuyor. Geçmişin 3. Lig’ine denk düşen 2 B kategorisinden çıkıp Galatasaray’da böylesine başarı gösteren başka oyuncu yoktur. Birinci Fatih Terim döneminde Akçaabat Sebatspor’dan alınan kaleci Mehmet Bölükbaşı da benzer başlangıç yapmıştı. Galatasaray’ın şampiyonluğunda iki alt ligden kalecinin varlığı daha önce duyulmamıştı. Ancak Mehmet daha sonra transfer edilen Claudio Taffarel sonrası üst düzey kaleci olma şansını yitirdi. Çeşitli lig ve kulüplere giden sıradan bir kaleciye dönüştü. Galatasaray sonrası 7 değişik takımda oynayan Mehmet şimdi Tepecikspor’da görev yapıyor. Kendisi taraftarın gönlünde tatlı bir anı olarak kalacaktır. İki Mehmet’in dışında yakın Galatasaray tarihinin buna benzer öyküsü olan bir oyuncu da şimdiki Birinci Lig’de oynayan Diyarbakırspor’dan alınan Ümit Davala’dır. Ümit’in durumu biraz daha farklıdır, arada Gençlerbirliği oyuncusu da olmuş ve bir üst ligden gelmiştir. Daha sonra Milan’a transfer olarak mucizevi gelişim göstermiştir.
Mehmet Topal ise Galatasaray’da mükemmel maçlara imza attıktan sonra milli takımın vazgeçilmezi oldu. Ancak Everton’a gidemediği günden sonra M. Topal’da büyük form düşüşü gözlendi. İngiltere’ye transfer olamamanın futbolunu belirgin şekilde etkilediğini düşünüyorum. Bu sezonun tatsız Galatasaray’ında M. Topal’ın ciddi sorumluluğu vardır. Son iki haftadır, Valencia haberleri çıktığından beri, kalitesini tekrar göstermeye başladı. Hissettirdiği kadarıyla M. Topal Avrupa sevdasıyla yanıp tutuşuyor. Saygı duymak lazım. Gidemediği zaman çöküyor, futbolu bozuluyor. Yeniden umutlandığında ise kalbi başka türlü atıyor. Hâlâ Türkiye’nin tartışmasız en iyi ön kesicisi olduğunu düşündüğüm M. Topal’ın gönlünden geçeni yapmasını diliyorum. Futbolun art niyetsiz emekçisine imkan tanınmalıdır. Aksi durumda yaşanan hayal kırıklığı iradesi dışında muhtemelen tekrar gösterime girecektir.
‘’'7 numaralı forma'‘’
Yönetmen olsam, Galatasaray tarihinden 3 takımın öyküsünü beyaz perdeye aktarmak isterdim. 14 yıllık çilenin sonu, UEFA Kupası ve 14 Mayıs 2006 zaferi. Üçü de birbirinden dramatik unsurlar taşıyor. Hayaller, başarıya ramak kalmışken tökezlemeler, her şey bitti denilen anda birilerinin çıkıp ortalığı bayram yerine çeviren tanrısal müdahaleleri. Belirttiklerimden biri bile eksikse ortaya sinema filmi çıkmaz ancak belgesel çekilir. Örneğin Fatih Terim’in üçüncü şampiyonluğunda iniş-çıkış, drama yoktur. Sezon başlar başlamaz arayı açan Galatasaray 12. haftada fiilen şampiyondu.
14 sene beklenen sezonda bitime üç hafta kala Galatasaray Rize’de kaybederken Beşiktaş Fenerbahçe’yi yenerek arayı açmıştı. Her şey bitti sanılan andır. J. Derwall taşlanmıştır. Malatya’da Oktay, İnönü’de Erol’un attığı goller ise mucizenin Sarı-Kırmızı’ya bürünmüş halidir. UEFA Kupası’na giderken son beş dakikasına 2-1 mağlup girilen Milan maçında H. Şükür’ün golüne eşlik eden Ü. Davala penaltısı, Hagi atıldıktan sonra Taffarel’in filelere giden Henry vuruşunu fizik kurallarına aykırı kurtarışının müjdecisidir. E. Gerets’in şampiyonluğunda ise M. Keçeli’nin golü Kadıköy’deki hindi ucuzluğuna karşı ASY’ye süzülen zümrüd-ü anka’nın majestik kanatlarıdır. 16 dakikalık destansı bekleme ise filmin Everest’idir. Özhan Canaydın, Mondragon, H. Şaş, Tomas başta, gözyaşlarını kim unutabilir? Galatasaray’ın klasik Yunan trajedilerindeki üç deux ex machina’sı.
Filmlerime sanırım kardeş geliyor; Almanya’daki çöküşün yönetimin desteği ile Cem Akdağ-Cihansever Yeşildağ önderliğinde zirve yürüyüşüne çevrilmesinin hikayesi. Galatasaray CC küme düşmezse, 20 sayıdan maç çeviren sakat D. Washington, büyük basketçi Evren, Rancik, Simas’ı ve diğerlerini üç filmimin yanına yerleştirip adını da ‘7 numaralı forma’ koyacağım. Cumartesi oynanacak Bornova maçında yönetim tam kadro-tribünler tam dolu, şükran sunmalıdır. Çukur ahlaklı köçeklere karşı Sarı-Kırmızı direniş potadadır bu sezon.
‘’Paris Hilton sinemaya...‘’
Arda Turan’ın bir şeyi özümsemesi gerekir. Futbolda taraftar için önde gelen ölçüt başarıdır. Eğer takım başarılıysa yapılan hatalar, çizgi dışılıklar küçük hınzırlıklar olarak nitelendirilip, sevimli görülür. Örneğin Arda’nın üç sene önce yatta, adı hâlâ meçhul sarışın bir hanımla çekilen magazinel fotoğrafları için; ASY’de ’’Yakışır sana, yakışır sana, Paris Hilton yakışır sana’’ türküleri çığrılmıştı. Pazar gecesi ise kafa üstü çakılan takımın kaptanı sıfatıyla kız arkadaşının oynadığı filmi seyrediş biçimine gönderme yapan ’’Kimisi sinema peşinde’’ haykırışlarını duydu. Çünkü ilkinde Galatasaray iyi gidiyordu, ikincisinde ise ortalık karışık. Arda, Paris Hilton’a bıyık altından nasıl gülümsüyorsa, sinemaya da öyle alışacak. İkincisinde oyundan çıkınca doğrudan soyunma odasına gitmeyecek. Arkadaşlarını zor günlerinde yalnız bırakmayacak. Bülent Korkmaz’ın en çetin deplasmanlarda tek başına ısınmaya çıkıp, takıma paratonerlik yapmasınının anlamını çözecek. Dünyanın en mutsuz insanı ifadesiyle arabasına yalnız yürümeyecek. Arda iki tezahüratın da futbolun doğasında olduğunu benimseyecek. Yaşananları doğru yere oturtursa büyüyecek. Arda yalnızca güzel şeylere layığım, kimse beni eleştirmesin diyorsa özel hayatında bir gün karşısına çıkarılabilecek olaylara yer vermeyecek.
Taraftar dünyanın her yerinde ’’Pascal bizi diskoya götür’’ şamatası ile ’’En büyük taraftar, futbolcular sahtekar’’ tepkisi arasında medcezir yaşar. Mazruf hep aynıdır, sadece zarf değişir. Maça lider çıkılsaydı ‘afro’lu başı hedef tahtasının tam ortasına çizilen Brezilyalı için, ’’Jo Alves bize de şampanya patlat’’ besteleri yapılırdı. Tribün ’’Arda bize de sinema kapat’’ diye hançeresini yırtardı. Jo seneye muhtemelen oynamayacağı için aslolan Arda’dır.
Sahadan çıkarken, arabasına yürürken ’’Gidiyorum, ben artık yokum’’ havasındaydı. Kaptan, Diyarbakır maçında yaşadıklarını sakin kafayla düşünüp, dersler çıkartmalıdır. Yoksa psikolojik yıkım kaçınılmaz.