Arama

Popüler aramalar

‘’Oyun aynı, oyuncular farklı‘’

Oyun aynı, oyuncular farklı Bu hakem tartışmalarına girmemeye kararlıyım demiştim. Bu sözümü bu hafta da tutacağım ama hakemler üzerinden yönetici demeçlerinin düşündürdüklerini yazmadan duramayacağım. Yazımız baskıya girmeden önceki son demeç şu, “Ülke futbolundaki kaos ortamının daha da ileriye taşınmaması için gerekli cevapları daha sonraya bırakıyoruz.” Yani yöneticilerimiz zımni olarak şunu kabul ediyorlar ki, ‘yönetici açıklamaları ülke futbolunu kaosa götürdü, biz buna cevap verirsek kaos daha da ileri gidecek o yüzden şimdi susuyoruz.’ ‘Kaosun ilerisi’ neresi? Artık onu siz düşünün.

Farklı kimlik

Kulüp başkan ve yöneticilerinin artık geleneksel hale gelmiş değerlendirmelerini takip ederken, aslında birçoğunu yakından tanıdığım bu insanların nasıl da farklı bir kimliğe büründüklerini görünce bazen “Acaba bu insanlar aynı kişiler mi?” diye sorasım geliyor. Her biri çok başarılı iş adamı, her biri yakın dost olanlar, iş, kulübü yönetmeye gelince nasıl kendisinin tam zıttı bir kişi olabiliyorlar? Bu metamorfozun edebiyatta, sinemada çok örnekleri vardır, Mesela sabah uyandıklarında ailelerine karşı, ya da iş ortamında doktor Jeykll olanlar, akşam stadyumun yolunu tuttuktan sonra kameraların karşısında Mister Hyde’a dönüşebilirler.

Film gibi

Son günlerin en çarpıcı filmi Siyah Kuğu’yu izlediniz mi? Film, insan ruhunun en karmaşık hallerini, iyilik ve kötülük ikiliğini aynı kalpte, aynı ağırlıkta ve aynı drama gücüyle yansıtıyor. New York’un önemli bale topluluklarından birinde dans eden Nina için hep Kuğu Gölü Balesi’nde başrol oyuncusu olmak hayalini kurduğu fırsat karşısına çıkar. Ancak başrolü kapmak için, Beyaz Kuğu (Odette) kadar naif, kırılgan, içe dönük ve masum; Siyah Kuğu (Odille) kadar kurnaz, hasis, pervasız ve baştan çıkarıcı olması gerekmektedir. Nina’nın içindeki kötümcül ve yırtıcı tarafları bulmak için sancılı bir süreç yaşanacaktır. Bu sürecin sonunda, rakibi Mila’ya rolünü kaybetmek istemeyen Nina onu taklit etmiş, hatta onun gibi olmaya başlamıştır. Artık hem Beyaz Kuğu’yu hem de Siyah Kuğu’yu oynamaya hazırdır.. Mila da Nina’nın içindeki kötümcüllüğü, yırtıcılığı ortaya çıkarmayı başarmıştı.

Siyah Kuğu’ya dönüyorlar

Futbola dönelim. Sezon öncesi herkes ‘marka değeri’ büyüsünün etkisi altında güzel demeçleri, federasyona, hakemlere destek mesajları veriyor. Sezon ortası bir kulüp başkanının hakemleri hedef alan açıklamalarının ardından artçı depremler gelmeye başlıyor. Tıpkı Mila’nın Nina’yı kışkırtması gibi... Bir bakıyorsunuz sezona Beyaz Kuğu olarak giren kulüp başkanları sezon ortasında Siyah Kuğu’ya dönüşüvermişler. Hem de Nina’yı bile imrendirecek dansları ve manevraları ile iyilik ve kötülüğü aynı kalpte yansıtıbiliyorlar. Ve ne tesadüfidir ki, bu oyun her yıl aynı mevsimde ve aynı şekilde sahneleniyor.

Karanlık yanımız

Peki biz futbol izleyicilerinin bir seçme hakkı olsa kulüp başkanlarımızın, Siyah Kuğu gibi olmasını mı yoksa Beyaz Kuğu gibi olmasını mı tercih ederdik? Her şeye rağmen ‘siyah’ seçilecek gibime geliyor. Çünkü bu oyun bizim ülkemizde bizim karanlık yanımız için oynanıyor. (Filmin son sahnesinde ‘ölümü’ oynayan Nina, kendisini rolüne öylesine kaptırır ki gerçekten ölür. Her daim ‘futbolda kaos’ hezeyanı içinde olanlar da bir gün futbolda gerçek kaosu yaratacaklardır.)

NOT: Bu yazıyı tam 10 yıl önce 2011 yılında ‘Siyah Kuğu’nun cazibesi’ başlığı ile kaleme almıştım. Son günlerde iyice artan demeç savaşları sonrasında Türk futbolunda geride kalan 10 yılda pek de mesafe al(a)madığımızı düşünüyorum.

12 Mart 2020, Perşembe 07:00
YAZININ DEVAMI

‘’Türk sporuna radar‘’

İşin doğrusu ne zaman bir Çalıştay yapılacağını duysam hemen aklıma “hamur yoğurmak istemeyen kadın akşama kadar un eler” sözü gelir. Sözü de çalıştaylara getirir ve şöyle derim: Hamur yoğurmak istemeyen yönetici konuyu Çalıştaylara havale eder... Aslına bakarsanız ‘Spor Kulüpleri ve Federasyonları Çalıştayı’ yapılacağını ilk öğrendiğimde de aklıma bu söz gelmedi değil... Bir yandan yıllardır futbol ekonomisinde yaşanan krizler ile dayanaksız sala binmiş giden kulüplerimiz diğer yandan da yaz ve kış olimpiyatlarına hazırlanan 60’ın üstünde özerk spor federasyonları ile Spor Bakanlığının aynı gemide aynı hedefe doğru yol almasının zorluğu.

Onlarca sorun var

Amatör spor, okul sporları, şirketleşme, marka yaratma, tesisleşme, pazarlama ve sponsorluk, kulüplerin mali disiplini, spor federasyonlarının hukuki yapıları gibi onlarca sorun var Türk sporunda. İşte Çalıştay’da bu sorunların çözüm yolları aranacak. 2 günü futbola diğer 3 günde Sporun diğer tüm konularının görüşülecek olması bana bir Spor Şurası hissi verdi. En son 2008 yılında Spor Şurası yapılmıştı. Bence bu Çalıştay geçen dönemde Türk Sporunun içinden geçtiği süreci ve geleceğe yönelik oluşturacağı stratejilerinin belirlenmesinde önemli bir rol üstlenecek.

Devletin rolü!

Türk sporunun yönetmek, Türk sporuna yön vermek, Türk sporuna pusula oluşturmak göründüğünden daha zordur. Çünkü ülke sporumuzda her şeyi devletin yapması, her sorunu devletin çözmesi beklenir. Halbuki kamu sporu yöneten değil yol gösteren, yön veren ve denetleyen bir işlev içerisinde olması gerekir. Öyle ki yazımı kaleme alırken bir yandan da Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un basın toplantısını dinlerken konuşmasının içinde kaç kez ‘devlet’ geçtiğini sayamadım. Zaten Çalıştay’ın en önemli konu başlıkları arasında ‘Türk Futbolunun Geleceğinde Devletin Rolü’ ve “Türk Sporunda Devletin Rolü” yer almasının nedeni de kamu ile özel spor sisteminin hiyerarşik olarak nerede duracaklarının belirlenmesi olacaktır.

Gündem belli

Bakalım bu çalışma ışıldak gibi Türk sporunun bir yönündeki problemleri mi çözmeye yönelik olacak, yoksa kör noktaları az olan ve her yöne açık bir radar gibi bir çok sorunu mu çözecek? Çalıştay gündemine baktığımda Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu’nun sporun tüm aktörleri ile Türk sporunun geleceği için pusula arayışını radara benzetiyorum. Haydi hayırlısı..

13 Ocak 2020, Pazartesi 06:01
YAZININ DEVAMI

‘’Larkin'in Milli Takım yolculuğu‘’

Eylül ayında Anadolu Efes’in coachu, değerli dostum Ergin Ataman’ın daveti üzerine antrenmanlarını izlemeye gittim.

Ne de olsa 2000’lerden itibaren Basketbol Federasyonu’nda yönetim kurulu üyeliği dahil birçok görevlerde bulunduğum için basketbol ailesi ile her zaman iç içe oldum.. Tabii antrenmana giderken tenisçi oğlum, efsane Shane Larkin’den imzalı forma istemişti.. Bunun üzerine ben de Larkin’e ismi yazılı Milli Takım forması götürmeye karar verdim. Antrenmanda birbirimize güzel dileklerimizi söylerken forma değiş tokuşu yaptık ve fotoğraflar benim cep telefonumda kalmıştı. Akşam Anadolu Efes’te görevli bir arkadaş Larkin’in bu fotoğrafları sosyal medyada paylaşmak için istediğini söyledi..

Sonra kısa bir sürede 20 bin kişi bu fotoğrafları beğendi. Beni etkileyen ise Milli Takım formamızı ayna önündeki giyişi, hayranlık duygusu ile formamızı tutması olmuştu. Aslında bu anın Sayın Cumhurbaşkanımız’ın da gündeme getireceği bir işaret fişeği olacağını bilmiyordum. Olimpiyatlara gerek bireysel gerekse de takım sporlarında katılmak federasyonların görevleri arasında olsa bile bir ülkenin ana hedefleri arasındadır.

Bence Cumhurbaşkanımız’ın bu anlamda özerkliğe müdahale etmemiş, sisteme nüfuz ederek modern bir yönetim sergilemiştir. Umarım Larkin’li Millilerimiz olimpiyat yolunda başarılı olacaktır.

17 Aralık 2019, Salı 06:01
YAZININ DEVAMI

‘’Merhaba futbol!‘’

Her futbol sezonu başlangıcında artık geleneksel hale gelen ‘Merhaba futbol’ yazımı bu kez karışık duygular içerisinde kaleme alıyorum. Son yılların en zor sezon başlangıcını yaşadığımızı itiraf edeyim. Kulüplerin mali yapılanmaları, yayın/cı krizi derken artık ligimiz başladı. Elbette futbolumuzu kuşatan çalıları tam olarak budayamamış olsak da her zaman Türk futboluna umudumu korudum. Özlem ve heyecanla beklediğimiz ligimiz sonunda başladı ve bundan sonra bu güzel oyunun tadını çıkaralım. Bakın daha ilk hafta da Galatasaray’ın 53 yıl sonra ilk kez alt ligden bir takıma sezonun ilk maçında kaybetmesi, son 4 sezondur sadece tek bir kez 3 farklı mağlup olan Beşiktaş’ın aldığı sonuç ve Fenerbahçe’yi liderliğe getiren bol gollü galibiyet. Avrupa kupaları maçlarına çok iyi başlangıç yapan bundan daha da önemlisi Ünal Karaman yönetiminde pozitif futbol oynayarak hepimizin gönlünü kazanan bir Trabzonspor. Hepsi bize 34 haftalık maratonun geçmiş sezonlara göre daha heyecanlı geçeceğini gösteriyor.

Filozof ve kayıkçı

Yepyeni sezon, yepyeni heyecanlar, keyifler, hüzünler, yeni transferler, eskimeyen tartışmalar gerginlikler içinde büyük rekabet bizi bekliyor. İster pembe gözlük takmış olalım; bu rekabet içinde hayatı ıskalamayalım, tıpkı filozof ile kayıkçının arasında geçen diyalog gibi...

Bir filozof fırtınalı bir havada karşı kıyıya geçmek için kayıkçının küçük sandalına biner ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:

Filozof: Tarih hakkında hiçbir şey biliyor musun?

Kayıkçı: Hayır!

Filozof: O zaman ömrünün yarısını boşa geçirmişsin. Peki, hiç matematik öğrendin mi?

Kayıkçı: Hayır!

Filozof: O zaman ömrünün yarısından çoğunu ziyan etmişsin. Tam bu anda büyük bir dalga sandalı devirir, filozof ve kayıkçı suya düşerler.

Kayıkçı: Peki sen yüzme biliyor musun?

Filozof: Hayır!

Kayıkçı: O zaman sen ömrünün tamamını boşa geçirmişsin. Kıssadan hisse, hayatı anlamlandırmaya çalışırken bazı temel şeyleri ıskalamamak ve hayatın değerini bilmek gerekir.

Önemli olan keyif almak

2019-2020 futbol sezonu başladı. Sezonun sona ereceği 17 Mayıs 2020 tarihine kadar hepimiz futbol yorumcusu olarak teknik, taktik direktörlük yapacağız. Evde, sokakta kahvede, hakem, hoca, yönetici kararlarına, futbolculara dair açılımlar getireceğiz: “Hoca 3-5-2’de neden israr etti anlamadım. Adamın futbol felsefesi yanlış. İşin matematiğini bilmiyor, Dön 4-4-2’ye, çıkar şunu, al sağ tarafa fuleli, driplingci filancayı, besle tandemi... Ah biraz tarih bilseler, bak 80’de şu maçta ne olmuştu... Vizyon yok bunlarda... Halbuki dünya futbolunda...” Hal böyle iken önümüzdeki 10 ay boyunca futbolun felsefesi, tarihi, matematiği havada uçuşacak. Sonra ligler bitecek, dönüp arkaya baktığımızda, o tartışmalardan geriye hiçbir şey kalmamış olacak. Sadece “Bu lig güzel geçti mi, kimin maçından, oyunundan, yönetiminden zevk aldım?” diye düşüneceğiz. O sezonun sonunda, o anları yaşamış olmamın hazzı, eğlendiğimiz, coştuğumuz, güldüğümüz, ağladığımız, kızdığımız zamanlar, kısaca duygularımız ve duyumsadıklarımız bir hoş seda olarak kalacak. Üçün beşin ikinin, matematiğin, felsefenin hesabını yapmadan, gönül verdiğiniz renklerin, sevgilinin seyir zevki ile hayatımızın bir eğlencesi olarak gördüğümüzde bir şeyleri ıskalamamış olacağız. Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu’nun dilediği gibi karşılıklı ithamlar yerine sadece futbolun konuşulduğu yine TFF Başkanı Nihat Özdemir’in dediği gibi de ne kadar çok futbol konuşur ne kadar az tartışırsak bu oyunu o kadar çok sevdirir, ilgiyi artırırız. Şu ölümlü dünyada futbolu anlamlandırmaya çalışmaktan daha çok, futbolu hayatı yaşar gibi güler yüzle yaşamak bizi mutlu kılacak. Kayıkçının denize düşen filozofa dediği gibi, “Ömrümüzün tamamını boşa geçirmemek” için, futbolu sadece futbol olarak, bu “Basit” zevkleri ile yaşacağımız bir sezon diliyorum.

22 Ağustos 2019, Perşembe 06:01
YAZININ DEVAMI

‘’Düğüm çözülecek (mi?)‘’

Bu satırları okuduğunuz sıralarda, yıllarca ertelenen sorunlarla iyice içinden çıkılmaz bir hale gelen Türk futbolunun geleceği ile ilgili tarihi bir görüşme yapılacak.

‘Yayın krizi’ veya ‘yayıncı krizi’nin aşılması için aylardır peşrev yapan kulüpler ve beIN Sports yetkilileri, TFF Başkanı Nihat Özdemir’in hakemliğiyle mindere çıkacaklar. Her 2 tarafın da her rüzgarla sağa sola savrulmasını bekleyemeyiz ama unutmayalım‘dik duracağım’ diye esnemeyen dalın kırılması kaçınılmazdır.

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi; Türk futbolu 3 Temmuz’dan sonra en kritik dönemini yaşıyor. İyi kötü kulüplerin sürdürülemez borç yükünün içinde olmasına alışmıştık ama uzun zamandır en azından bu boyutta bir yayıncı krizi ile karşılaşmamıştık. Liglerin başlamasına 2 hafta kala yayın krizi hâlâ ameliyat masasında.

Yeni kriz kaldıramayız

Tabii ortamın bu kadar geril(e)diği durumlarda zamanında Amerika ve Rusya’nın başlattıkları ve Amerikan argosunda ‘chicken’ (tavuk, korkak) denen oyun hemen aklıma gelir. Bu oyunda, iki sürücü, son hızla arabalarını birbirinin üzerine sürerken; bir taraf kendi sinirlerinin sağlamlığına güvenir ve diğer tarafın son anda direksiyonu kıracağını ümit eder. Maalesef bu oyun, Dünya Savaşı’ndan önce oynandı ve savaş çıktı. Umarım kulüpler ile yayıncı kuruluş ‘chicken’ oyunu oynamıyorlardır.

Türk futbolu yeni bir krizi kaldıramaz. Anlaşılan, ortada çözülmeyi bekleyen bir düğüm var. Tabii düğüm varsa düğümü çözecek birileri de vardır. Bu karmaşık, zor düğümü çözmeye aday kişi de Federasyon Başkanı olacak.

Müzakerede ‘Nihat abi’ ruhu ve zarafetiyle TFF Başkanı’nın düğüm çözme yetisini ortaya koyacağını düşünüyorum.

02 Ağustos 2019, Cuma 06:01
YAZININ DEVAMI

‘’Aslan'ın şifresi belli‘’

Galatasaray stratejik felçten döndü, transferde atağa kalktı. Uzun zamandır Galatasaray ’ı yazmak istiyordum. Son günlerde transfer borsasının en hareketli takımı Galatasaray olunca gündem kendiliğinden oluştu. Yine son 10 yılda hep battı batacak denilen Galatasaray hem ligde hem de Şampiyonlar Ligi’nde hedefe ulaşabilmek için içlerinde Babel gibi üst düzey oyuncunun bulunduğu transferlerin ardından Falcao, J.Michael Seri, Alex Teixiera, Emre Mor gibi oyuncularla da ilgileniyor. Galatasaray’ın üst düzey yöneticilerinden aldığım bilgiye göre bu sene ki transfer politikasının ana felsefesi bonservis bedeli ödemeden son yılların en iddialı takımını oluşturmak. Bu yüzden yeni gelecek transferlerin şifresi de bonservisi elinde kaliteli oyuncular olacak. Doğrusu oyuncuların mevkileri, takıma faydalı olup olamayacakları gibi analizlere girmeyeceğim. Fanatik Gazetesi’nin değerli futbol yazarları Mehmet Demirkol, Ali Ece ve Cem Dizdar’ın köşelerinde bunları keyifle okuyoruz.

Kimse şans vermedi

Beni ilgilendiren 2017 yılında sürdürülemez bir borç batağı içerisinde idari ve sportif açıdan da tam bir tıkanmışlık içinde ve her saniye ensesinde UEFA Demoklasin kılıcını hisseden Galatasaray’ın nasıl bugünlere geldiği. 2017 yılının Aralık ayında olağanüstü seçimde hiç kimsenin şans vermediği Mülkiyeli Mustafa Cengiz’in Başkan, tüm sorunları zarafet ve güleçliği ile çözen Abdurrahim Albayrak ve yıllar önce Başbakanlık bürokrasisinde birlikte çalıştığımız yakın çalışma arkadaşım bir başka Mülkiyeli Yusuf Günay’ın başkan yardımcılığına gelmesi tarihi bir dönemeç olmuştur.

Cengiz’in payı büyük

Özellikle de Mustafa Cengiz’i ben Roosvelt’in ölümü üzerine ABD Başkanı Harry Truman’a çok benzetiyorum. ABD kamuoyu eski bir çiftçi olan Truman’ın başarılı olamayacağını düşünüyordu. Kendisine yapılan eleştirilere kulağı tıkayan Truman önce 2. Dünya Savaşı’nın bitmesinde tarihi bir rol oynadı. Cengiz de bu süreçte yoluna döşenen çakıl taşlarını ustalıkla temizledi ve son 2 yılda Galatasaray’ı şampiyon yaptı. Başkanvekilleri ile bu kadar uyumlu bir Başkan daha önce hiç görmediğimi de ifade etmeliyim.

Taraftar kayıtsız kalmadı

Başkan Cengiz, kulübü her aşaması mayınla döşenmiş UEFA’nın men kıskacından kurtarırken nakit darboğazı içinde ki Galatasaray’ın acil nakit ihtiyacı Yusuf Günay’ın liderliğinde yürütülen sermaye artışı operasyonu ile kulübün kasasına 147 milyon 500 bin lira girdi. Yönetimin bu başarısına taraftarda kayıtsız kalmadı. Store satışları 80 milyondan 130 milyona, ortalama maç günü sayısı 17 binden 40 binlere yükselirken son 10 yılın en büyük gelirleri elde edildi ve Sportif A.Ş. ilk kez kara geçti.

Sadece rakipleriyle uğraşmadı

Tabii Galatasaray Yönetimi sadece rakipleri ile değil içeride ki muhalefetle de uğraşmak zorunda kaldı. Ne zaman kulüpte işler yoluna girse hemen bu muhalefet devreye giriyor. Önce Adnan Polat’a kongrede yapılanlardan sonra bir benzerini de Mustafa Cengiz yaşadı. Her 2 başkana yapılanlara bakınca Galatasaray’da Kissinger’in tabiriyle “süpürülüp atılmayan bir tek diplomatik gelenek ” kalmadığını gösteriyor.

Kaybedilen değerler zor gelir

Galatasaraylılar’ın yıllardır övünerek ve adeta ders verircesine kullandıkları “Galatasaray’da kol kırılır yen içinde kalır ”deyimi bundan sonra Galatasaray’ın lügatinden çıkmış oldu. Polat, Cengiz gider ama bu kaybedilen değerler zor gelir. İşte gerçek “stratejik felç”de budur. Neyse ki dirayetli yönetim sayesinde Galatasaray içine düşürülmeye çalışılan stratejik felçten çıkmış bugün transferin en gözde kulübü olmuş ve artık taraftarın kulübüne ve yönetimine sahip çıktığı bir döneme girmiştir.

18 Temmuz 2019, Perşembe 06:01
YAZININ DEVAMI

‘’Kulüplere sensör‘’

Geçen hafta ‘Kulüpler stres testinden geçecek’ başlıklı yazımın ardından TFF Başkanı Nihat Özdemir ve Kulüpler Birliği Başkanı Fikret Orman’ın ortaklaşa yaptıkları basın toplantısı ile bir bakıma kulüplerin mali yapıları için uygulanacak yol haritasını açıkladılar. Basın toplantısında dikkatimi en çok Orman’ın benim benzetmemle dayanaksız sala binmiş giden kulüplerimiz için ‘deniz bitti’ sözünü kullanması oldu. Artık halının altına süpürülecek, göz ardı edilemeyecek büyük bir problem ile karşı karşıya olduğumuz ortada.

Önleyici tıp!

TFF Başkanı Nihat Özdemir de aldığı sorumluluğun bilinci ile kulüplerin yeni dönemde sıkı bir denetimden geçeceğini söyleyerek kulüplerin kurtuluş reçetesinin Kulüp Lisans talimatı ile ilgili detaylı bilgi verdi. İçlerinde yakından tanıdığım çok değerli üyeleri de barındıran Kulüp ve Lisans Kurulu bu süreçte bir bakıma bankacılık sistemini regüle eden BDDK gibi bir işlev üstlenecektir. Adeta bir sensör görevi yapacak kurul. Kuracakları uyarıcı sistemle arabayı (kulüpler) duvara çarpmadan ‘sensör’ alarmını devreye sokabilecekler. Tıpkı önleyici tıp felsefesinde olduğu gibi amaç grip olmadan, zatüreye yakalanmadan, kanser olmadan hastayı (kulüpleri) korumak olacaktır.

İngiltere’ye bakalım...

Enseleri karartmaya da gerek yok. Krizi fırsata çevirmek de kendi ellerimizde. Şu an futbolun tüm paydaşları ortak bir amaç için el birliği içerisinde. İngiltere futbolunun holiganlarla mücadele ederken kurdukları sistem sayesinde bugünkü endüstriyel büyüklüğe ulaştıklarını unutmayalım!

11 Temmuz 2019, Perşembe 06:01
YAZININ DEVAMI

‘’Spor Türkiye‘’

Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu göreve geldiği ilk günden itibaren ülke sporuna yön vermek için ‘Spor Türkiye’ projesinden bahseder. Detaylarını henüz bilmesek de Bakan’ın 3 Ocak tarihinde Sabah Gazetesi’nden Fatih Doğan’a verdiği röportajda 8 sütuna manşet “Mevcut elbise bize dar ve demode” sözlerinden Türk sporunda değişimin işaret fişeğini yaktığını anlıyoruz.

Sözleri heyecan verici

Öyle ki sevgili Fatih bunu, Cumhuriyet tarihimizin en büyük projesi olarak kamuoyuna müjdeledi. Bakan Kasapoğlu projenin ana hatlarını çizerken “Amaç dünyanın gelişmiş spor ülkelerini her alanda yakalamak. Bunun için birçok radikal adım daha atacağız” sözleri çok önemli ve heyecan verici.

Strateji hayat bulursa...

Eğitim ve Yargıda Reform Stratejileri’nin hem de Külliye’de açıklandığı bugünlerde Sporda da Reform Stratejisi’nin hayat bulma ihtimali dahi güzel. Külliye’de atılacak 2023 Spor Vizyonu tohumlarının gelecekte nasıl verimli ürünler verdiğini göreceğiz.

Çile yumağı

Böyle iddialı bir çıkışla Kasapoğlu büyük bir sorumluluğun altına girdi. Çünkü Türk sporunun yeniden yapılanması 80 yıllık bir çile yumağıdır ve elbette bu çileyi hemen çözmek hayalcilik olur. Ama Kasapoğlu gözü pek bir çıkışla çile yumağından ilk ipliği çekmek için yola çıkmış bulunuyor. Sporun tüm bileşenleri burada el birliği ederek bu zorlu yolda Bakan’ı yalnız bırakmamalıyız.

Reformu tek başına yapamaz

Her ne kadar “Her şey önderin nefesi kadardır” sözüne inansam da Kasapoğlu’nun bu zorlu süreci tek başına yapabilme şansı da çok azdır. Spor artık geçmiş dönemlerin aksine büyük bir endüstri olmuş; sporcuları, kulüpleri ve federasyonları, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nden Türkiye Milli Paralimpik Komitesi’ne, Amatör Spor Konfederasyonları’na, belediyelere, üniversitelere ve spor medyasına kadar çok büyük bir çok paydaş grubu bulunmaktadır.

Her şeyi Kasapoğlu yapamaz

Şahsen ben Bakan’ın “Elbise dar ve demode” sözleri üzerine hiç bir kesimden toplu iğne ucu kadar bir görüş, açıklama görmedim. Türk sporunun geleceği sadece Bakan Kasapoğlu’nun sırtına yüklenecek bir konu mudur? Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’nun bir benzeri Spor Bakanlığı’nda da kurulsa büyük bir sinerji yaratır..

Hepimize görevler düşer

Sonuçta her Bakan’ın böyle bir yola çıkarken zihinsel olarak beslenmesi de gerekmektedir. Sorumlu makam Bakan olsa da O’nun alacağı kararların sağlıklı ve doğru olması için hepimize görevler düşmektedir. Tıpkı, Henry Kissinger’ın meşhur ‘Diplomasi’ kitabında dediği gibi; “Entellektüeller uluslararası sistemlerin çalışmasını analiz ederler; devlet adamları ise bu sistemleri kuran kişilerdir. Analist hangi sorunu inceleyeceğini kendisi seçebilir; devlet adamı ise sorunları önünde bulur.

82 milyonun projesi

Analist üzerine risk almaz. Devlet adamı ise bir tek tahmin yapma hakkına sahiptir; yaptığı yanlışlardan geri dönüş yoktur. ”Burada konu spor olduğu için entelektüellerin ve analistlerin yerine gazeteci-yazar, devlet adamı yerine de Spor Bakanı ’nı koyun! İşaret fişeğini yakan Bakan Kasapoğlu olsa da; Spor Türkiye’ 82 milyonun projesidir..

10 Temmuz 2019, Çarşamba 06:01
YAZININ DEVAMI