Arama

Popüler aramalar

‘’Gerçek bir öze dönüş‘’

“Kasapoğlu sporda çiftçilik dönemini başlatacak’ yazıma çok sayıda mesaj aldım. Aslında her yazı az da olsa bir nabız yoklaması fırsatı veriyor... Ben de gelen tepkilerden ülkemizde spor alt yapısının ‘sözde değil özde’ olması ve gerçek bir ‘öze dönüş’ programına özlem duyduklarını gördüm.

Sporcu yetiştirmek...

Bir ülkenin yerli sporcu yetiştirmesi ile tarımda yerli üretim yapmasının aynı olduğunu düşünüyorum. Bu topraklarda bir basketbolcu, bir atlet, bir okçu, bir tenisçi yetiştirmek ile avokado, muz, üzüm, zeytin yetiştirmek aynı şey... Bir okurum şunu yazmış; bu toplumun bir şey (sebze, meyve, sanatçı, sporcu... ) yetiştirmesinin nasıl bir güzellik olduğunu iliklerine kadar hissetmesi gerek... Diğer bir okurum da benim tüm yazımı tek bir satıra nasıl da güzel sığdırmış; toprak umuttur, candır. Cana can katar, ürer, bereketlidir.

Erzik’in mesajı çok değerliydi

Özellikle de önceki dönem Spor Bakanlarından Faruk Nafiz Özak’ın ifadesiyle ‘Türk futbolunda her zaman kar gibi beyaz kaldı’ dediği Şenes Erzik’in zarif mesajı çok değerliydi. Bilimsel yazılarıma devam etmemi istediği mesajında işin ilginç tarafı o da tarım dilini kullanıyordu: Nasıl ki insan olarak sonuçta hepimiz toprağa döneceksek topraktan aldığımız besinlerin kıymetinin altını çiziyordu.

Tarihin en kapsamlı seferberliği!

Tarım ile sporcu yetiştirmenin birbirine çok benzediğini düşünüyorum. Bundan dolayı sporda altyapı yatırımını anlamak için de tarım ile ilgili her şeyi takip etmeye başladım. Hatta değerli arkadaşım Muhammed Adak’ın birkaç ay önce başkan olarak atandığı Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu’nu ziyaret ettim. İnanın burada ülkede yerel tarımı desteklemek için kurulan yapıyı ve Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli’nin koyduğu vizyonu ve “Atadan Toruna, Tohum Seferberliği” ile Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı yerli tohum seferberliğini başlattığını görünce sporda da aynısını rahatlıkla yapabileceğimizi düşündüm, hele ki bakan Kasapoğlu’nun son zamanlarda sıklıkla altyapı, ithal eden değil ihraç eden söylemlerinden sonra. Sonuçta tarımda da sporda da tohumlar ekilecek. Ülkenin her yerinden ürünler fışkıracak.

En önemli görevleri...

Zaten Kasapoğlu’nun çok önem verdiği ve kısa adı TOHM olan Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezleri’ni en önemli işlevi tohumların yani sporcuların iyi topraklarda yetişmesini sağlamak. Yani hem Kasapoğlu’nun hem de Pakdemirli’nin yeni dönemde en önemli görevleri daha çok tohum ekmek olacak. Belki 2 bakanımız bu konuda ortak çalışma da yapabilirler ne dersiniz? Erdoğan da ekin ve yetiştirin diyor Son zamanlarda da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yerli tarımın öneminin altını çizdiği sözlerinin arttığı dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum ama ben yakından takip ediyorum: “Evinizin önünde küçük bahçeleriniz varsa onları ekin. Bir karış toprağı değerlendirmemiz lazım.” Ben bunu biraz da öyle okuyorum. Ülkemizin her çocuğunu, spora sanata yönlendirelim. Tek bir çocuğumuzu heba edemeyiz.

Daha önce de söylemişti

Aslına bakarsanız Erdoğan buna benzer sözleri geçmişte Türk sporu için de söylemiş. Arşivimi karıştırırken yazıma da konu ettiğim bir televizyon röportajını buldum. 2011 yılındaki röportaja yazımda şöyle yer vermişim: Başbakan’ın Türk sporu konusunda özellikle yabancı sayısındaki yükseliş ve altyapı konusunda söyledikleri çok önemliydi. Arjantin ve Brezilya’nın, futbolda bir anlamda sanayi haline geldiğine dikkati çeken Erdoğan, bu ülkelerin birçok ülke ligine futbolcu ihraç ettiğini hatırlattı.

‘Gelecek kuşakları...’

Erdoğan daha önce de konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Türkiye’nin, bu ülkeleri çok iyi incelemesi, Futbol Federasyonu’nun bunlar üzerinde çok iyi bir çalışma yapması lazım. Altyapıysa biz zaten devlet olarak bu işe gireceğiz ama kulüplerin de bu işe ayrıca girmesi gerek. Türkiye olarak bizler ülkemizde yüzlerce sentetik çim sahaları yaptığımız zaman çekirdekten itibaren gelecek kuşakları yetiştirebiliriz. Yoksa milli takıma oyuncu bulamayacağız.”

Genç nüfus giderek artıyor

Dünyada birçok ülke insanlarına futbolu sevdirmek için çabalarken, bizde milyonların takip ettiği, tutkuyla bağlandığı ve imkânı dâhilinde en fazla yapmak istediği spor dalı futbol. Ülkemizde, giderek artan, genç bir nüfus, büyük kısmı hayallerinde ünlü bir sporcu gibi olmak yer tutsa da ve bu hayal gerçek olmasa da zevkine ve gittiği yere kadar top peşinde koşturmak için can atıyor.

Devşirme ile günü kurtarıyoruz

...O zaman sevip sevilmediğinizde yabancılaşıyorsunuz. Aynı metafordan gidersek futbolumuz da yabancılaşıyor. Başbakanın dikkat çektiği gibi milli takıma oyuncu verecek futbolcu bulamayacak kadar yabancılaşıyor. Aslında Başbakan futbol üzerinden tüm Türk sporu için de mesaj veriyor. Yapısal sorunları çözmek yerine devşirme modellerle madalya avcılığı yaparak günü kurtarıyoruz.” Aslında herkesin bunu istediğinin altını çizerek yazımı şöyle bitirmişim: “Ve geriye tek bir soru kalıyor. Bunu kim ve nasıl yapacak?”

Tüm federasyonlara görev düşüyor

İşte yukarıda da ifade ettiğim gibi son dönemlerde verdiği tüm demeçlerde altyapının önemine vurgu yapan Bakan Kasapoğlu’nun liderliğinde yerli sporcu yetiştirme seferberliği başlatabiliriz, tabii onlara suyu gübreyi bilimsel bir şekilde verecek yerli antrenör ve eğiticileri de yetiştirmemiz gerek. Bakan Kasapoğlu’nun, TFF Başkanı Nihat Özdemir ile kurdukları uyumlu işbirliği ve diğer federasyonlarla birlikte ülkenin en ücra köşesine ulaşarak yerli üretimin çarklarını çevirmeleri gerekiyor. Tohumları iyi toprakla buluşturmak ana ilkemiz olmalı.

Çekirdekten gelecek kuşakları yetiştirmek

Bir düşünürün dediği gibi; “Tohumlar yola düşerse, kuşlar onları yer. Tohumlar taşlara düşerse, büyümezler. Tohumlar iyi bir toprağa düşerse, ürün verirler. Tohumlar sadece iyi topraklarda verimlidir.” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koyduğu hedefe ulaşmanın yolu da buradan geçiyor. Ne demişti Erdoğan, çekirdekten gelecek kuşakları yetiştirmek.

03 Mayıs 2020, Pazar 06:56
YAZININ DEVAMI

‘’Kasapoğlu sporda çiftlik dönemini başlatıyor‘’

“Olimpiyatlarda tarlalar değil, çiftçinin o tarlalarda özenle ektiği ürünler yarışacak.” Yıllar önce bir yazımın son cümlesi böyle bitiyordu, bu kez yazımın girişinde bu cümleyi tercih ettim. Elbette bunun bir nedeni var. Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nun TFF Başkanı Nihat Özdemir ve Kulüpler Birliği ile yaptığı video konferansta söylediği sözler buna neden oldu: “Bakanlık olarak üretim ve altyapı üzerine kurulu bir strateji izliyoruz. Bundan sonraki süreçte ithal, ikame, dışa bağımlılık yerine, üretim yapmadan tüketmek yerine, yeni anlayışlar hepimiz için önemli bir fırsat. İthal eden değil ihraç eden bir ülke konumunda olmak.”

İnşaatçılık değil...

Kasapoğlu’nun bu sözleri kitaplarını ve makalelerini ilgiyle takip ettiğim Paulo Coelho’nun Brida’sından şu satırları aklıma getirdi. “Töre metinlerinden birine göre, her insan yaşamda iki yoldan birini seçebilir: İnşa etmek ya da toprağı ekmek. İnşa etmeyi seçenlerin işi yıllarca sürebilir, ama günün birinde yaptıkları inşaat biter. O zaman kendilerini kendi ördükleri duvarların içine hapsettiklerini görürler. İnşaat durunca yaşam anlamını yitirir. Diğerleri ise toprağı ekerler. Fırtınalara, mevsimlerin getirdiği bütün çetin koşullara göğüs gererler ve hemen hemen hiç dinlenmezler. Ama yapının tersine bahçenin gelişip büyümesi hiç bitmez. Bahçe, bahçıvanın sürekli ilgisini, dikkatini, bakımını gerektirirken bir yandan da yaşamını büyük bir serüvene dönüştürür.” Burada inşaatçılığı spor tesisi yapmak, çiftçiliği de sporcu yetiştirmek olarak düşünebiliriz.

Olimpiyat sporcuları...

45 günde 2 dev gibi hastaneyi yapan Türkiye’nin inşaat sektörünün geldiği bu noktada en önemli spor tesislerini 1 yılda yapmak mümkün. Zaten Ak Parti hükümetleri bunu çok başarılı bir şekilde yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Ama ya sporcu, dünya çapında bir sporcunun yetişmesi öyle 1 yılda 2 yılda olacak şeyler değil. İşte Kasapoğlu son yaptığı açıklamasıyla ülkenin 25 milyon gencinden her branş için ürünler yani sporcular çıkarmak mümkün ve koronavirüs bize her alanda ülke kaynaklarını kullanmanın önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Kaynaklarımızı Türk sporcunun gelişimi için kullanalım. Spor Bakanlığı’nın özel olarak seçtiği ve direkt olarak dokunduğu sporculardan oluşturduğu TOHM gibi SEM gibi projeleri genişleterek daha sağlıklı bir yapıya kavuşturması, hatta engelli sporcular için de bu imkanların verilmesi ile başlanılabilir. 2022 Senegal, 2024 Paris, 2026 Los Angeles Gençlik Olimpiyatları’na katılacak sporcuların tohumları buralarda atılabilir.

Fırtınada yol almalı

Hepimizin tavaf eder gibi sürekli ziyarete gittiği ve büyük methiyeler dizdiği Altınordu modelini neden bir basketbol, yüzme, hentbol, tenis gibi branşlar için ülkemizin bir çok yerinde hayata sokmayalım. ‘Devrim yavaş olur’ bilincinde olan birisi olarak benim spor camiasından beklentim, günün birinde inşaatlar bitince kendi ördükleri duvarlara hapsolmamak için bir yandan toprak ekmeye devam etmeleridir. Kasapoğlu ülke sporu için ortaya koyduğu ‘öze dönüş’ hedefine ilerlerken her türlü fırtınaya, çetin koşullara göğüs gererek, hiç dinlenmeden tıpkı bir çiftçi gibi yol almalı.

26 Nisan 2020, Pazar 06:58
YAZININ DEVAMI

‘’Paradigma değişikliği federasyonları da etkileyecek (mi?)‘’

‘Sporda da Paradigmalar değişecek’ yazıma gelen tepkilerden anlıyorum ki uzun zamandır maç ve hakem yazarlığına dönmüş spor yazarlığında insanlar farklı konulara da ilgi gösteriyor. Bir sporcunun hayalini süsleyen Olimpiyatların 2021’e ertelenmesi üzerine önümüzde karar vermemiz gereken bir çok konu var.. özellikle de seçimlerin ne zaman yapılacağı konusu önümüzde ki en önemli gündem olacağa benziyor! Ancak bu konuya gelmeden önce üzerinde durmamız gereken çok daha önemli sorunlar olduğunu düşünüyorum.. Sporda paradigma değişikliğinin en önemli ayağının federasyon yapıları olduğunu düşünüyorum. Sporun maddi ortamını hazırlama görevinde ki ‘devlet’ ile sporu yaptırma görevini üstlenen ‘federasyonlar’ arasında ki bağı iyice anlamalıyız. Bir başka deyişle aynı zamanda bir kamu hareketi olan federasyonlar ile sporun ana sponsoru devlet hangi hiyerarşi içerisinde olmalıdır? Yolları nerede ve nasıl kesişmelidir?

Bunun cevabını ararken de elimin altında her zaman başvurduğum “Alıştırma Tekerlekleri” metaforunu kullanırım...

Yeni bisiklet sürmeyi öğrenen çocuk ile onun düşmemesi için bir yandan endişe eden bir yandan da önlem alan baba arasındaki ilişkiye benzetirim.

Baba; iki tekerlekli bisikleti sürmeyi yeni yeni öğrenmeye çalışan çocuğun düşüp de bir yerini incitmemesi için arka tekerliğin iki yanında küçük alıştırma tekerlekleri kullanmasını isterken, çocuk ise bir an önce bunlardan kurtulmak istiyor.

Baba “hazır değilsin” diyor, o ısrar ediyor; bir inat, bir endişe sürüp gidiyor. Bir tarafta devlet baba diğer tarafta ise dizginlerine sığmayan “aceleci” genç girişimci. Ama çocuklardan kimisi alıştırma tekerleklerinden kurtulmayı hak edecek kadar başarılıyken kimisi hala alıştırma tekerleklerine rağmen hala bisikleti doğru dürüst süremiyor.

Burada Baba’yı olarak ‘Spor Teşkilatı’, çocuğu ise ‘ federasyonlar’ olarak düşünün!

Peki öyleyse devlet baba ne yapmalı?

“Çocuklarım arasında ayırım yapamam” diyerek hiç birinin alıştırma tekerleklerini kaldırmaya izin vermez ve her bir çocuğunun kaderini birbirine mi bağlamalı yoksa “hayır, başarılı olan ve becerikli çocuklarımın daha ileriye gitmesi engelleyemem” mi demeli..

Gerçekten zor bir durum..Bir yandan ileriye doğru gitmek isteyen çocuğa yeni bir yaklaşım oluşturmanız gerekirken diğer yandan da diğer çocuklarınızın performansını arttırmak için çözümler bulmanız gerekiyor. Yoksa çocuk 20’li yaşlara bile hala alıştırma tekerleklerinden kurtulamamış olur.

Kendi çocuklarımız için dahi bu kararları almakta zorlanırken bir yandan ülke gençliğinin ve ülke sporunun geleceğini ilgilendiren konu da devletin kamu hareketi olan federasyonlar için nasıl davranmalı?

Devlet; bir tarafta “gözetim” diğer tarafta “denetim” tekerleğini kaldırdığında bisikletin devrileceği de ortada.

Ama öte yandan yatay gelişmesinde (lisanslı oyuncu sayısının yüksekliği) önemli aşamalar elde etmiş ve dikey performansında da (uluslar arası rekabette) başarılı olmuş ve gelirlerinin nerdeyse yüzde 80’ini kendisini sağlayan o da bir elin parmağından daha az sayıdaki federasyonlar ile diğer tarafta hiçbir kategori de başarılı olamamış federasyonları aynı çuvalın içine koyarak mı değerlendirmeliyiz ?

Bana kalırsa hepsini aynı çuvaldan çıkarmanın zamanı geldi. “Testiyi kıranla”, “testiye su taşıyanları” bir tutulmamalı. Başka problemler de yaşanıyor. “Başarısız federasyonlar başkanlarının tekrar göreve gelmeleri”, “kamu fonlarının yanlış kullanılması” gibi durumlarda devletin bir “sigorta maddesinin” olmayışı da yaşanan açmazlardan bazıları.. Freni boşalmış bir şekilde duvara toslamaya doğru hızla ilerleyen bir aracın kaza yapmaması için hem frene hem de sensöre ihtiyaç duyarız.

Ya federasyon duvara çarparsa? O zaman devlete düşen görev de; önleyici doktorlukta olduğu gibi hastalığı önlemek için tedbirler alması gibi federasyonların da duvara çarpmaması için çeşitli tedbirler alabilmeli.. Kaderimizi başarısız federasyon başkanlarının insafına bırakamayız! Bu aslında özerkliği de aykırı bir durum değildir. Aksine özerkliğin tanımı içerisinde devlete modern bir görev yükler. Yani modern devlet yol gösteren, yön veren ve denetleyen işlevini yapmak zorundadır. Her hangi bir federasyonun duvara toslamasında devlette sorumluluktan kaçamaz.Önümüzde bunu yapan Avrupa ülkeleri de var. Mesela, 1997 yılında İngiliz Atletizm Federasyonu’nun kötü mali yönetim nedeniyle feshedilmiş ve İngiliz Hükümeti’nin kontrolünde yapı oluşturulmuştu. Zamanla mali yapısı düzelen federasyon tekrar özerkliğini kavuşmuştu.İşte modern devletten örnek bir davranış..

Göreve geldiğinde mevcut Türk sporu için ‘elbise dar ve demode’ diyen Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu’nun bu paradigma değişikliğinde en önemli sınavı federasyonlar ile ilgili düzenleme de verecek! Çünkü sporcuların oluşturduğu kulüplerin sağlıklı bir yapıya kavuşmasının yolu güçlü ve sağlıklı federasyon yapılarından geçer..

11 Nisan 2020, Cumartesi 13:43
YAZININ DEVAMI

‘’Sporda da paradigmalar değişecek‘’

Koronavirüs salgını küresel bir problem olarak karşımızda. Bu asrın musibeti ile tüm ülkeler hem küresel hem de yerel anlamda büyük mücadeleler veriyor. Bugün yaşadığımız izolasyon bir yandan ‘ulus devlet’ örneğinde olduğu gibi ülkeler arasında sınırları kesin bir şekilde ayırırken, bir yandan da ülkeler arasındaki dayanışmanın önemini de ortaya koydu. Sonuçta tüm ülkeler kendi gelenekleri ve imkânları doğrultusunda bu süreçleri yönetecekler; kimileri başarılı olurken, kimileri de büyük bedeller ödeyecekler. Bu sürecin hayatın her alanını; tarım, turizm, teknoloji, ekonomi, bilim, sanat ve eğitim gibi bir çok sektörü etkileyeceği kuşku götürmez bir gerçek. Nasıl kısa sürede ‘online eğitim’ sistemine geçtik ise, gelecekte de tarımda ne yapabiliriz, ihracatımızı düşürmeden nasıl artırabiliriz, turizmin merkezi nasıl oluruz gibi sorulara cevap bulmalıyız.

Tabii küresel bir rekabetin olduğu Türk sporunun da bu süreçten etkilenmemesi mümkün değil. Kriz kapıya dayandı, hayat durdu ve artık bütün bunları düşünmek için de fırsatımız oldu. Geleceği planlamak için düşünmeyi, düşünmek için de ‘zamanı’ bulduk. Bireyler, aileler, toplumlar, kurumlar ve devletler bir an durup ‘nereye doğru gidiyoruz’ diye düşünmeye fırsat bulamıyordu. Bu kriz, hepimizi bir şekilde durdurdu, en azından bizi teslim alan rutini bozdu ve her zaman şikayetçi olduğumuz zaman konusunu cömertçe bize verdi. Bazen durmak iyidir, hele hayat çok hızlı akarken...

Şimdi gerek bireylerin, gerek kurumların, gerekse de devletlerin; gelecek senaryolarını iyi okumaları gerekiyor. Kimileri senaryoyu yazarken, kimileri de başkaları tarafından yazılan senaryonun peşinden koşacak. Burada, geleceği şekillendirecek liderliklere ihtiyaç duyacağız. Bugün Türk sporunun nasıl bu süreçten etkileneceği konusunda simülasyonlar yapma zamanı geldi.

Olimpiyatlar ve Federasyonlar

Olimpiyatlar’ın ertelenmesi ile şimdi yeni bir durum ile karşı karşıyayız. Federasyonlar ne zaman seçime gidecek? 2011 yılında hazırlanmasına benim de katkı verdiğim yasaya göre karşımızda 2 seçenek var: 1- “Federasyonlar 4 yıl için seçilirler...” 2- “Federasyon seçimleri Olimpiyatlar sonrası yapılır...” Bu maddelerin arasında hangi hükmün geçerli olacağı konusunda hukukçular arasında mekik dokuyacağız bir kez daha...

Ama ben Türk sporunun geleceğe yönelik olarak dizayn edilmesi için federasyonlar konusunda seçim tarihi açısından değil de gelecekte Türk sporunun ‘öze dönüşünü’, ‘devleti su kuyusu görmeyecek’, ‘özerkliği sadece harcama yaparken değil de gelir yaratacak’ şekilde yeni bir zihniyeti ve anlayışı ortaya koyacak yeni bir yapıya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Yani, yeni dönemin Federasyon Başkanları’nın birer CEO gibi vasıflara sahip olması gerekiyor.

Geçtiğimiz günlerde katıldığı bir televizyon programında artık ithal sporcularla yürüyemeyeceğini ifade eden, adeta bir ‘öze dönüş’ çağrısı yapan ve ‘Federasyonlara balans ayarı’ yapan Bakan Kasapoğlu’nun gelecekte gündeminde federasyon seçimlerinin tarihi kadar federasyonlara yükleyeceği misyon da önemli bir yer tutacak gibi gözüküyor.

05 Nisan 2020, Pazar 06:58
YAZININ DEVAMI

‘’Corona virüs bile şüpheyi gideremedi‘’

Türk futbolunda yıllardır alışagelmiş ve artık iyice de kanıksadığımız ‘MHK’ , ‘Operasyon yapılıyor’ gibi havada uçuşan iddialara bir yenisi eklendi. Tüm dünyayı kasıp kavuran Corana virüs konusunda bile ne yazık ki ortak bir zeminde buluşamadık.. Liglerin seyircisiz oynanması ve liglerin erlenmesi konusu Bilim Kurulunun tavsiyesine göre Hükümetin aldığı bu karar elbette tartışılabilir.. Oyuncular , antrenörler bu konuyla ilgili açıklamalar yapabilir. Hatta oynamak istemediklerini de söyleyebilirler.. Bundan başka bir şey çıkarmak da bu kararların arkasında da başka bir şey aramayalım.. Bırakalım sağlık konusunda bari insanlar rahatça görüşlerini açıklasınlar.. Ama içlerinde dünya çapında uzmanları barındıran Bilim Kurulu’nun kararlarına da saygılı olalım. Yıllar önce bir seyahatte tanıştığım yurt dışında da mesleki çalışmalar yapmış olduğunu öğrendiğim Psikiyatr Prof. Dr. Mehmet Hakan Türkçapar kağıda tek bir cümle yazdı ve bana uzattı. : “Türkler’in Avrupalılar’dan en büyük farkı kuşkucu olmalarıdır..

Kuşku deyince de aklıma Merlyl Streep’in oynadığı ‘Şüphe’ filmi gelir. Filmin içinde bir sahne de hakkında şüpheler duyulan peder vaazına şöyle başlar: “Emin olmadığınızda ne yaparsınız? Bugünkü vaazın konusu bu. Şüpheye de gerçek gibi sıkıca sarılabilir insan.” Daha sonra bir hikâye anlatır. Dedikodu yapan bir kadına rahip şunu der: “Çatıya bir yastık çıkar, onu bıçakla yar ve sonra bana dön.“ Kadın söyleneni yapıp pedere “Yastığın içindeki tüyler her yöne uçuştu“ der. Peder: “Şimdi geri gidip rüzgarla dağılan tüylerin hepsini toplamanı istiyorum.” “Ama” der kadın:

“Bunu yapamam. Nereye gittiklerini bilmiyorum. Rüzgar onları her yöne savurdu.” “İşte” der peder: “Bu dedikodudur.” Bir yandan ekonomik sıkıntılar içinde boğuşan Türk futbolunun önünde ki en büyük engel bence işte bu “Şüphe”dir. Türk futbolunda yaktılar dedikodu kazanının altını, aldılar ellerine bıçaklarını, parçaladılar bir sürü yastığı. Kafamızda onlarca şüphe ve şüpheye gerçek diye sarılan milyonlar...

Türk futbolunda tüyler uçuşuyor.. Göreve geldiğinden itibaren bir çok zorlukla uğraşan Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir’in en önemli görevi Türk futbolunda uçuşan tüyleri yastığın içine tekrar sokmak yani şüphe virüsünü Türk futbolundan çıkarmak olacaktır. Şahsi kanaatim tüm dünyayı kasıp kavuran Corona Virüs’ü tüm dünya ülkeleri küresel işbirliği ile kontrol altına alınacak aşıyı bulacaktır ama korkarım ki artık yıllardır Türk futbolunun tüm hücrelerine işlemiş ‘şüphe ve dedikodu virüsünün’ ilacı için daha çok beklemek zorunda kalacağız gibi..

19 Mart 2020, Perşembe 06:58
YAZININ DEVAMI

‘’Oyun aynı, oyuncular farklı‘’

Oyun aynı, oyuncular farklı Bu hakem tartışmalarına girmemeye kararlıyım demiştim. Bu sözümü bu hafta da tutacağım ama hakemler üzerinden yönetici demeçlerinin düşündürdüklerini yazmadan duramayacağım. Yazımız baskıya girmeden önceki son demeç şu, “Ülke futbolundaki kaos ortamının daha da ileriye taşınmaması için gerekli cevapları daha sonraya bırakıyoruz.” Yani yöneticilerimiz zımni olarak şunu kabul ediyorlar ki, ‘yönetici açıklamaları ülke futbolunu kaosa götürdü, biz buna cevap verirsek kaos daha da ileri gidecek o yüzden şimdi susuyoruz.’ ‘Kaosun ilerisi’ neresi? Artık onu siz düşünün.

Farklı kimlik

Kulüp başkan ve yöneticilerinin artık geleneksel hale gelmiş değerlendirmelerini takip ederken, aslında birçoğunu yakından tanıdığım bu insanların nasıl da farklı bir kimliğe büründüklerini görünce bazen “Acaba bu insanlar aynı kişiler mi?” diye sorasım geliyor. Her biri çok başarılı iş adamı, her biri yakın dost olanlar, iş, kulübü yönetmeye gelince nasıl kendisinin tam zıttı bir kişi olabiliyorlar? Bu metamorfozun edebiyatta, sinemada çok örnekleri vardır, Mesela sabah uyandıklarında ailelerine karşı, ya da iş ortamında doktor Jeykll olanlar, akşam stadyumun yolunu tuttuktan sonra kameraların karşısında Mister Hyde’a dönüşebilirler.

Film gibi

Son günlerin en çarpıcı filmi Siyah Kuğu’yu izlediniz mi? Film, insan ruhunun en karmaşık hallerini, iyilik ve kötülük ikiliğini aynı kalpte, aynı ağırlıkta ve aynı drama gücüyle yansıtıyor. New York’un önemli bale topluluklarından birinde dans eden Nina için hep Kuğu Gölü Balesi’nde başrol oyuncusu olmak hayalini kurduğu fırsat karşısına çıkar. Ancak başrolü kapmak için, Beyaz Kuğu (Odette) kadar naif, kırılgan, içe dönük ve masum; Siyah Kuğu (Odille) kadar kurnaz, hasis, pervasız ve baştan çıkarıcı olması gerekmektedir. Nina’nın içindeki kötümcül ve yırtıcı tarafları bulmak için sancılı bir süreç yaşanacaktır. Bu sürecin sonunda, rakibi Mila’ya rolünü kaybetmek istemeyen Nina onu taklit etmiş, hatta onun gibi olmaya başlamıştır. Artık hem Beyaz Kuğu’yu hem de Siyah Kuğu’yu oynamaya hazırdır.. Mila da Nina’nın içindeki kötümcüllüğü, yırtıcılığı ortaya çıkarmayı başarmıştı.

Siyah Kuğu’ya dönüyorlar

Futbola dönelim. Sezon öncesi herkes ‘marka değeri’ büyüsünün etkisi altında güzel demeçleri, federasyona, hakemlere destek mesajları veriyor. Sezon ortası bir kulüp başkanının hakemleri hedef alan açıklamalarının ardından artçı depremler gelmeye başlıyor. Tıpkı Mila’nın Nina’yı kışkırtması gibi... Bir bakıyorsunuz sezona Beyaz Kuğu olarak giren kulüp başkanları sezon ortasında Siyah Kuğu’ya dönüşüvermişler. Hem de Nina’yı bile imrendirecek dansları ve manevraları ile iyilik ve kötülüğü aynı kalpte yansıtıbiliyorlar. Ve ne tesadüfidir ki, bu oyun her yıl aynı mevsimde ve aynı şekilde sahneleniyor.

Karanlık yanımız

Peki biz futbol izleyicilerinin bir seçme hakkı olsa kulüp başkanlarımızın, Siyah Kuğu gibi olmasını mı yoksa Beyaz Kuğu gibi olmasını mı tercih ederdik? Her şeye rağmen ‘siyah’ seçilecek gibime geliyor. Çünkü bu oyun bizim ülkemizde bizim karanlık yanımız için oynanıyor. (Filmin son sahnesinde ‘ölümü’ oynayan Nina, kendisini rolüne öylesine kaptırır ki gerçekten ölür. Her daim ‘futbolda kaos’ hezeyanı içinde olanlar da bir gün futbolda gerçek kaosu yaratacaklardır.)

NOT: Bu yazıyı tam 10 yıl önce 2011 yılında ‘Siyah Kuğu’nun cazibesi’ başlığı ile kaleme almıştım. Son günlerde iyice artan demeç savaşları sonrasında Türk futbolunda geride kalan 10 yılda pek de mesafe al(a)madığımızı düşünüyorum.

12 Mart 2020, Perşembe 07:00
YAZININ DEVAMI

‘’Türk sporuna radar‘’

İşin doğrusu ne zaman bir Çalıştay yapılacağını duysam hemen aklıma “hamur yoğurmak istemeyen kadın akşama kadar un eler” sözü gelir. Sözü de çalıştaylara getirir ve şöyle derim: Hamur yoğurmak istemeyen yönetici konuyu Çalıştaylara havale eder... Aslına bakarsanız ‘Spor Kulüpleri ve Federasyonları Çalıştayı’ yapılacağını ilk öğrendiğimde de aklıma bu söz gelmedi değil... Bir yandan yıllardır futbol ekonomisinde yaşanan krizler ile dayanaksız sala binmiş giden kulüplerimiz diğer yandan da yaz ve kış olimpiyatlarına hazırlanan 60’ın üstünde özerk spor federasyonları ile Spor Bakanlığının aynı gemide aynı hedefe doğru yol almasının zorluğu.

Onlarca sorun var

Amatör spor, okul sporları, şirketleşme, marka yaratma, tesisleşme, pazarlama ve sponsorluk, kulüplerin mali disiplini, spor federasyonlarının hukuki yapıları gibi onlarca sorun var Türk sporunda. İşte Çalıştay’da bu sorunların çözüm yolları aranacak. 2 günü futbola diğer 3 günde Sporun diğer tüm konularının görüşülecek olması bana bir Spor Şurası hissi verdi. En son 2008 yılında Spor Şurası yapılmıştı. Bence bu Çalıştay geçen dönemde Türk Sporunun içinden geçtiği süreci ve geleceğe yönelik oluşturacağı stratejilerinin belirlenmesinde önemli bir rol üstlenecek.

Devletin rolü!

Türk sporunun yönetmek, Türk sporuna yön vermek, Türk sporuna pusula oluşturmak göründüğünden daha zordur. Çünkü ülke sporumuzda her şeyi devletin yapması, her sorunu devletin çözmesi beklenir. Halbuki kamu sporu yöneten değil yol gösteren, yön veren ve denetleyen bir işlev içerisinde olması gerekir. Öyle ki yazımı kaleme alırken bir yandan da Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un basın toplantısını dinlerken konuşmasının içinde kaç kez ‘devlet’ geçtiğini sayamadım. Zaten Çalıştay’ın en önemli konu başlıkları arasında ‘Türk Futbolunun Geleceğinde Devletin Rolü’ ve “Türk Sporunda Devletin Rolü” yer almasının nedeni de kamu ile özel spor sisteminin hiyerarşik olarak nerede duracaklarının belirlenmesi olacaktır.

Gündem belli

Bakalım bu çalışma ışıldak gibi Türk sporunun bir yönündeki problemleri mi çözmeye yönelik olacak, yoksa kör noktaları az olan ve her yöne açık bir radar gibi bir çok sorunu mu çözecek? Çalıştay gündemine baktığımda Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu’nun sporun tüm aktörleri ile Türk sporunun geleceği için pusula arayışını radara benzetiyorum. Haydi hayırlısı..

13 Ocak 2020, Pazartesi 06:01
YAZININ DEVAMI

‘’Larkin'in Milli Takım yolculuğu‘’

Eylül ayında Anadolu Efes’in coachu, değerli dostum Ergin Ataman’ın daveti üzerine antrenmanlarını izlemeye gittim.

Ne de olsa 2000’lerden itibaren Basketbol Federasyonu’nda yönetim kurulu üyeliği dahil birçok görevlerde bulunduğum için basketbol ailesi ile her zaman iç içe oldum.. Tabii antrenmana giderken tenisçi oğlum, efsane Shane Larkin’den imzalı forma istemişti.. Bunun üzerine ben de Larkin’e ismi yazılı Milli Takım forması götürmeye karar verdim. Antrenmanda birbirimize güzel dileklerimizi söylerken forma değiş tokuşu yaptık ve fotoğraflar benim cep telefonumda kalmıştı. Akşam Anadolu Efes’te görevli bir arkadaş Larkin’in bu fotoğrafları sosyal medyada paylaşmak için istediğini söyledi..

Sonra kısa bir sürede 20 bin kişi bu fotoğrafları beğendi. Beni etkileyen ise Milli Takım formamızı ayna önündeki giyişi, hayranlık duygusu ile formamızı tutması olmuştu. Aslında bu anın Sayın Cumhurbaşkanımız’ın da gündeme getireceği bir işaret fişeği olacağını bilmiyordum. Olimpiyatlara gerek bireysel gerekse de takım sporlarında katılmak federasyonların görevleri arasında olsa bile bir ülkenin ana hedefleri arasındadır.

Bence Cumhurbaşkanımız’ın bu anlamda özerkliğe müdahale etmemiş, sisteme nüfuz ederek modern bir yönetim sergilemiştir. Umarım Larkin’li Millilerimiz olimpiyat yolunda başarılı olacaktır.

17 Aralık 2019, Salı 06:01
YAZININ DEVAMI