Arama

Popüler aramalar

‘’Dizilişler şampiyon yaratmaz!‘’

Kasaları tamtakır olmasına karşın büyük takımların transfer rekabeti lig öncesinde de devam etmekte. Özellikle Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın teknik direktörlerinin oynatacağı sisteme göre transferlere yön verdiği ve dolayısıyla dizilişlere bağlı olarak takım planlaması yapıldığı futbol gündeminin ana konularından biri.

Dizilişler ya da sistemler şampiyon yaratamazlar. Şampiyonluğu kulübün genel organizasyonunun içerisine yerleştirdiği doğru teknik ve idari kadrolar kazanır, futbolcular ve teknik adamlar da bu yapının içerisinde öncü rol oynarlar.

Şampiyonluğun ihtiyaç duyduğu yapı birbirini anlayan insanların bir araya gelmesiyle daha fazla temas ve karşılıklı etkileşimdir. Çünkü sistemler ne kadar doğru seçilirse seçilsin içine doğru insanları yerleştirmezseniz o insanlar potansiyellerini tek başlarına açığa çıkaramazlar.

Futbolcular sistemden çok birbirlerine ihtiyaç duyarlar

Günümüzde her alanda yardımlaşma, birlikte hareket etme arzu ve isteği kurumsallaşmanın aradığı unsurların başında gelmekle birlikte futbolda insanlar birbirlerine çok daha fazla muhtaçtırlar.

Başarı için her oyuncu bir diğerine ihtiyaç duyar. Kurulacak olan bu birlikte hareket etme düşüncesi eylemde başarılı oldukça her sistemle başarılı olunabilir.

Pahalı futbolcular piyangoya benzer

Bizde transfer edilen futbolcular birbirleri için oynama özelliğinden çok kariyerlerine ve yüksek parasal değerlerine göre yapılıyor ne yazık ki. Yapılan araştırmalara göre para ile mutluluk arasındaki ilişki karmaşıktır.

Sözgelimi ABD’nin ulusal geliri Kamerun’un tam 25 katıdır. Ne var ki Kamerun’daki mutlu insan sayısı ABD’ye göre çok daha fazladır.

Bizdeki kariyerli ve pahalı transferler birazda piyangoya benzer. Piyangoyu kazanmak kısa vadeli bir mutluluk patlaması doğurabilir ama uzun vadeli sonuçları kestirilemez. Hatta mutsuzluk verme olasılığı daha fazladır.

Adı yıldıza çıkmış oyuncuların sonuçta kulüplerden nasıl gittiği bilinmektedir. Son örnek Diagne… Mutluluk eğrisi giderek düzleşir…

19 Temmuz 2022, Salı 12:48
YAZININ DEVAMI

‘’Televizyon korkusu!‘’

Kimi insanın fobi haline gelmiş korkuları vardır kuşkusuz. Benim farkında olduğum bir fobim yok ama son zamanlarda televizyon izlemekten korkar oldum. Özellikle şu günlerde yapılan futbolcu transferleri üzerine yapılan yorumlar var ki, izleseniz bir dert izlemeseniz başka bir dert.

1974 Dünya Kupasını canlı olarak izlemek için, babama televizyon aldırmak uğruna günlerce yalvardığımı o günlerden sonra bir gün televizyon izlemekten korkacağım hiç ama hiç aklıma gelmezdi.

Asıl haber kaynağım gazeteler olmasına karşın televizyon icat edildiğinden beri yazılı basının önüne geçtiğinden anlık gelişmeler için zorunlu olarak ekran başına geçiyoruz. Ama o bilgisiz, temelsiz, ana dil konuşma ve yazım kurallarından yoksun ağır çekim yorumlar yok mu, inanın katlanmak da dayanmak da çok zor.

Özel kanallar tamam da ya TRT?

Denebilir ki, elinizde kumanda var, basıp geçin. Konu futbol ve futbolcu transferi olduğunda kanalların birbirinden farkı, yok denecek kadar az. Özel televizyonları anlıyorum. Onların yaşamak için farklı alanlardan kaynağa ihtiyacı var. Peki, bizim TRT’mize ne oluyor? Beni bu yazıyı yazmaya özendiren de zaten TRT Spor oldu.

İsmi lazım değil, bir zamanlar Marmara Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi’nde benim de öğrencim olan bir yorumcu Mesut Özil’in Başakşehir’e transferini yorumluyor. Böyle ünlü oyuncular yorumlanırken hemen hemen herkes “futbolculuğuna ve kalitesine diyecek söz yok” diye işe başlarlar. Bugünkü futbol ortamında artık futbolcunun geçmişi ona futbol oynatmıyor. Bugününe bakmak gerekiyor. Bu kadarını bile söyleyemiyor çoğu yorumcu.

Göksel Gümüşdağ neyin uzmanıdır?

İşin ilginç yanı, bizim TRT Spor’un yorumcusu “Mesut’un gittiği kulübün başında uzman kişiler var, ben onların Mesut’u eski günlerine döndüreceğine inanıyorum” gibi iddialı ve bir o kadarda temelsiz, içinde yanlışlık barındıran bir tümce kuruyor. Kastettiği uzman kişiler ise kulüp başkanı Göksel Gümüşdağ ve teknik sorumlu Emre Belözoğlu.

Göksel Gümüşdağ neyin uzmanıdır? Uzman olmak için bir alanda en az dört yıllık bir üniversiteyi bitirmek gereklidir. Gümüşdaş hangi spor fakültesinin mezunudur? Emre Belözoğlu ise daha UEFA Pro lisansına bile sahip değil. Kaldı ki bu lisansı alan da konusunda uzman değildir, sadece pratikçidir.

Hele bir “rakamlar dünyası” var ki Türkçe de kullanılan onlarca sözcüğü yok etmiş durumda. Yazmaktan tükenmez kalemim kurudu ama derdimi kimseye anlatamadım. 0-9 arası rakam, 10’dan itibaren sayıdır. Her sayı rakam değildir ama her rakam sayıdır. Yani 5’e sayı diyebilirsiniz ama 100’e rakam diyemezsiniz. İlkokul okumuş her kes bu gerçeği bilir…

Görüntü mü yoksa kültür mü önemli?

Özellikle transfer döneminde rakamlar havada uçuşuyor. Para, tutar, eder, bedel, maaş, aylık, transfer parası gibi sözcükler rakama kurban edilmiş durumda. Bir futbolcu için “rakamı üç milyon dolar” diyeni bile kulaklarımla duydum. Bu nasıl bir anlam ve kavran kargaşasıdır.

Yineliyorum, özel kanallardan dilimize karşı duyarlılık beklesem de yüksek sorumluluk beklemiyorum. Ancak TRT doğru Türkçenin adresi olmalı. Çünkü devletin televizyonu görsellikten çok kültüre önem vermelidir.

Sözgelimi, TRT’de fragman yerine “önizleme”yi gördüğüm zaman ne kadar sevindiğimi tahmin edemezsiniz. Sporda neden ana dile dikkat edilmiyor? Dışarıdan gelen yorumcular neyse, TRT’nin kadrolu çalışanları bu konuda daha duyarlı davranamazlar mı?

16 Temmuz 2022, Cumartesi 12:32
YAZININ DEVAMI

‘’Mesut Özil'de öğretmediyse…‘’

Değerli okurlar, bugün bu köşede Mesut Özil’in Fenerbahçe’de neden oynayamadığını yazacak değilim. Çünkü Mesut’un kimseyi mutlu edemeyeceğini Fenerbahçe ile sözleşme imzaladığı gün yazmıştım. Bu köşenin takipçileri o yazıyı anımsayacaklardır.

Amacım “ben demiştim” gibi basit bir yaklaşımın peşinden gitmek değildir. Futboldan ve futbolcudan anlamayan yöneticilerin “uzman insanlara” danışmadan yaptığı transferlerin kulüpleri nasıl ekonomik çıkmaz içine soktuklarını bir kez daha gündeme getirmektir.

Bizim ligimiz Mesut’a göre değildir

Herkes tarafından çok iyi bilinir ki, bir zamanlar çok üst düzey takımlarda futbol oynamış oyuncuların bir zaman sonra aynı performansı göstermesi olanaklı değildir. En üst düzey rekabet içinde bulunup birçok başarının ortağı olmuş oyuncular son dönemlerine geldiklerinde gerek fiziksel gerekse duygusal olarak gerilemiş olurlar.

Söz konusu Türkiye Ligi ise bu noktaya özellikle dikkat edilmeli. Avrupa’nın en sert ve hatta oyun kuralları örselenerek oynanan liginde top tekniğinden çok fiziksel dayanıklılık önceliklidir. Dolayısıyla bizim ligimiz Mesut’a göre değildir.

Transferde ahlak-ekonomi ilişkisi

Bir futbolcunun transferi sadece onun geçmişteki başarılarına bakılarak gerçekleştirilemez, gelecekte neler üretebileceği de göz önüne alınmalıdır. Hatta gelecekteki konumu daha da öncelikli hale gelir.

Dolayısıyla transfer edilen oyuncunun takıma katılımı sırasında diğer oyuncularla kuracağı takımsal ilişkilerin ahlaki yanı işin ekonomik boyutlarını da ilgilendirir.

Fenerbahçe’nin Başkanı Ali Koç da çok iyi bilir ki piyasa sadece maaş derecelerinden ibaret değildir. Yöneticiler futbolcu ya da kulüp çalışanlarının maaş derecelerini saptarken ahlaki değerleri de hesaba katmak zorundadır.

Yöneticiler neden tarihten ders almazlar?

Kulüp yöneticileri kulüpte kullanılacak araç gereç satın alırken garanti belgeleri isterler. Ancak futbolcu transferinin hiçbir garantisi yoktur. Menajerler size oyuncunun geçmişte ortaya koyduğu performansı garanti olarak gösterebilirler.

Ancak geçmişte yapılanlar hiçbir zaman maliyeti haklı çıkarmaz. İşte bu nedenle yönetim sanatının içine ekonomi ile ahlaki değerleri sarıp sarmalayarak yerleştirmek gerekir.

Mesut Özil geldi geçti. Kim bilir daha nice Mesut’lar ve transfer hızlarına yetişemediğimizden isimlerini telaffuz etmekte zorlandığımız yabancı sönmüş yıldızlar gelip geçecektir.

Mesut bile mutluluk anlamında yöneticilere bir şey öğretemediyse bunun nedenini ben değil Alman filozof Hegel söylesin: “Tarih yöneticilere bir tek şey öğretir, yöneticilerin tarihten ders almadığını…”

13 Temmuz 2022, Çarşamba 12:46
YAZININ DEVAMI

‘’Rezerv Lig aldatmacası (2)‘’

Bugünün koşullarında bir türlü akla uygun gelmeyen Rezerv Lig organizasyonunun en temel dayanaklarından birinin “oyuncu yetiştirmek” olduğu söylenmektedir. Oyuncu yetiştirmek denildiğinde bizde genellikle genç futbolcuların oynatılarak aşama yaptırılması anlaşılmaktadır.

Oysa her oyuncu her aşamada yeni şeyler öğrenip kendini geliştirebilir. Biz iyi niyetle olaya yaklaşıp 35 yerli, yabancı futbolcudan oluşacak kadronun her birinin Rezerv Lig’de oynayabileceğini düşünelim. Her oyun ya da maç geliştirici olacağına göre bütün oyuncular aşama sağlayacaklardır. Ancak hangi koşullarda?

Teknik sorumlu kim olacak?

Rezerv Lig kadrosunun başında teknik sorumlu olarak maçlara kim çıkacak? Aslında birinci takım için transfer edildiğini düşünen futbolcular başlarında birinci teknik sorumluyu görünce, gelişmek için yeterli motivasyonu sağlayıp performans açısından üst düzeyde mücadele içine girecekler mi yoksa yasak savma tutumu içerisinde mi olacaklar?

Böyle bir durumda oyun geliştirici özelliğinden çok geriye itme olumsuzluğunu devreye sokacaktır. Oyuncu bedenini zorlayarak, zorun geliştirici özelliğini devre dışı bırakınca, Rezerv Lig’e gidenlerin geriye dönüşü başlangıçtan daha sorunlu olacaktır.

Türkiye’deki 8 lig neden geliştirici değil?

Türkiye’de şu anda 2. Amatör Lig ile Süper Lig arasında toplamda sekiz lig ve bu liglerde mücadele eden takımların 10 yaşından 21 yaşına kadar yaş kategorisi alt yapı takımları var. Bizim gençliğimizde sadece üç lig vardı. 1. Lig, 2. Lig ve Amatör Lig. Amatör Lig’den üç büyüklere birçok oyuncu transfer olur hatta kadronun vazgeçilmezleri olurlardı. O günkü profesyonel takımların ise sadece 16-18 yaş kategorisinde genç takımları vardı.

Geçmişle bugünü karşılaştırdığımızda nitelikli azınlık ile niteliksiz çoğunluk durumu karşımıza çıkmaktadır. Geçmişte birkaç on bin çocuğun içinden çıkanlar üç büyüklere transfer yaparken bugün birkaç milyon çocuk ve gencin içinden tam profesyonel futbolcu çıkartamıyoruz.

Futbol Federasyonu geliştirilecek olanları örgütleyemediği için, gelişme adına Rezerv Lig kurup, gücünün yetmediği alanların üstünü örtmeye çalışıyor. Var olan sekiz ligden umudumuzu kesmişiz, dokuzuncusuna bel bağlamaya çalışıyoruz.

Rezerv Lig’i hangi hakemler yönetecek?

Peki, kurulacak Rezerv Lig’i hangi hakemlere yönettireceksiniz? Şu anda eldeki hakemlerin Süper Lig’e yetmediğine neredeyse herkes inanmaktadır. Rezerv Lig’i Bölgesel Amatör ya da Süper Amatör ligler için hazırlanan hakemlerle yönetmeyi düşünmüyorsunuz her halde.

Her hafta 9 Rezerv Lig maçına 36 üst düzey hakemi nereden bulacaksınız? 12-13 yaş gruplarının oynadığı maçlarda bile tribünlerin ve sahadaki küçük çocukların hakemlere saldırdığı bir futbol ortamında maçlar nasıl yönetilecek?

Çoğu borç batağı içindeki kulüplerin sırtına binecek olan ekonomik ağırlığı da göz önüne aldığımızda benim yapacağım şey şu soruyu sormaktır: Bizim futbol iklimimizde akıl, tutku ve duygulara ne zaman galip gelecek?

05 Temmuz 2022, Salı 12:45
YAZININ DEVAMI

‘’Rezerev Lig aldatmacası‘’

Henüz statüsü bilinmemekle birlikte Türkiye Futbol Federasyonu’nun aldığı yeni karara göre artık bir Rezerv Ligimiz de olacak. Federasyonun bu kararını öğrendiğimde ister istemez yıllar önce uygulanıp kısa süre sonra vazgeçilen Profesyonelliğe Aday Futbolcu Ligi(PAF Ligi) aklıma geldi.

PAF takımları profesyonel takımların maçlarının önünde aynı statlarda ve seyirci önünde oynanmaktaydı. Benim de Fenerbahçe PAF takımı hocası olduğum o günlerde sahaların bozulduğu gerekçesiyle maçlar önce şehirlerin ücra sahalarına verildi sonra da lig kaldırıldı.

Bir de PAF takımı oyuncularının maçı oynadıktan sonra nerede oturacakları sorunu vardı. Örneğin Fenerbahçe, Denizli deplasmanına gittiğinde PAF takımları profesyonel takımların maçından önce oynadılar.

Maç bitti bizi nereye oturtacakları belli değil. Protokol tribünü dolu, rakip seyirci ile birlikte oturmak zaten olmaz. Peki, ne olacak bu çocuklar? Sonuç, PAF takımı ve biz hocaları iki yedek kulübesinin arasına dizilip yere çömeltilerek konuşlandırılarak maçı izledik.

Rezerv Ligi maçları nerede oynanacak?

Oysa kısa sürede birçok genç oyuncu ya kendi A takımlarına ya da başka profesyonel takımlara yükselecek başarıyı gösterdiler. Fenerbahçe’de Yüksel ve Birol A takımda oynadı, Hasan, Raif ve Faruk da diğer lig takımlarına transfer oldular. Şenol Fidan’da Beykoz PAF takımından yetişmiştir.

2022-23 sezonunda oynanacak Rezerv Lig karşılaşmalarında A takım kadrosunda bulunan bütün yerli ve yabancı futbolcular oynayabilecek. Peki, bu maçlar nerede oynanacak? Büyük olasılıkla A takımların antrenman tesislerinde…

Sözgelimi, Fenerbahçe-Galatasaray maçı oynanırken aynı gün Samandıra Antrenman Tesislerinde rezerv takımlar da karşı karşıya gelecek. Fenerbahçe’nin kadrosunda Mesut Özil’in de olduğunu düşünün.

İngiltere’de varsa bizde de olur mu?

Real Madrid’de oynamış bir oyuncu semt sahası niteliğinde bir yerde maç oynayacak. Bu tür oyuncuların hangi ruhsal dalgalanmalar içinde olabileceklerini düşünebiliyor musunuz?

İngiltere’de oluyor da bizde neden olmasın türünden bir soru aklınıza gelebilir. Ancak sorunun yanıtı kısa ve nettir: Önce İngiltere olun. İngiltere olursanız sizde de olur.

Bu tür lig denemelerinin hepsi sonuçta gelip altyapı ya da öz kaynak düzenlerinin yokluğuna ve yoksunluğuna dayanmaktadır. Futbol Federasyonu’nun gücü, kulüpleri öz kaynak düzenlerine ciddi şekilde yönlendirmeye yetmediği için geçici ve aldatıcı düzenlemelere umut bağlanıyor. Kulüpleri futbolun tüketim merkezleri konumundan kurtarın, işte o zaman başka lig arayışlarına gerek kalmaz…

30 Haziran 2022, Perşembe 12:21
YAZININ DEVAMI

‘’Okan Buruk'tan çelişkili yaklaşımlar‘’

“Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir, ben ayrılıkların. Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını, ben hasretlerin…” Böyle diyor büyük Türk ozanı Nazım Hikmet…

Kimi insan Okan Buruk’u kazandığı şampiyonluklarla anımsar, kimi insan kupalarıyla, attığı golleriyle. Ben, yuvarlak bir cismin yuvarlanarak ilerlediğini andıran koşu sitili ile, eski Ali Sami Yen’in santra yuvarlağı içerisinde ayağının kırıldığı an ile, seyahatlerde okuduğu kitaplarla anımsarım Okan Buruk’u.

Salt kitap okuduğu ve seyahatlerdeki ağırbaşlılığı ile Okan Buruk’a ortalama futbolcu tanımlamasının üstünde, farklı bir gözle bakmışımdır. Benim için kitap okuyan insan düşünen insandır. Düşünen insanların da sadece kendine değil çevresine de yararlı olacağı varsayılır.

Aileden Galatasaraylı olmak!

Ne var ki hem sporculuğu hem de kişiliği ile futbol dünyamız içinde saygın bir yer edinmiş Okan Buruk’un “aileden Galatasaraylı” olmasını kamu ile paylaşmasını anlamakta zorlandım. Bir ücret karşılığında profesyonel ilişkiler içinde görev yapan insanlar kulüp yandaşlığını neden öne çıkartırlar?

Acaba Okan Buruk bu tür söylemleri ile başlangıçta yaşanabilecek olumsuzlukların önüne mi geçmek istiyor? Geçen sezon yaşanılan başarısızlıktan sonra beklentilerin daha da büyüdüğü bir dönemde Buruk’un “Yeni yönetim ve yeni teknik direktör” yaklaşımı da, zamanı geldiğinde Galatasaraylıların önüne konulacak gerekçeler gibi geldi bana.

Yönetim ve teknik kadro yeniyse…

Yönetimi ve teknik direktörü yeni olan bir takımın içinde yaşanılabilecek transfer değişiklikleri de göz önüne alındığında, futbolcuların yüzde yüz kapasite ile oynayabilecekleri nasıl düşünülebilir? Okan Buruk böyle söylüyor: Yönetim ve teknik kadro yeniyse futbolcular yüzde yüzünü vermeli!

Futbol üzerine düşünen en azından kafa yoran insanların, bilimsel olarak futbolcuların yüzde yüz kapasiteye ulaşamayacaklarını bilmesi gerekir. Buna ne insan organizması ne de rakiplerin engelleri izin verir.

Futbolculuğundan edindiğim izlenimlerle düşünen ve düşünceleri aracılığı ile futbol kültürümüze katkılar yapabilecek bir teknik direktör olabileceğini varsaydığım Okan Buruk, neleri nasıl yapabileceğinden çok üstü örtülü gerekçeler öne sürerek beni düş kırıklığına uğrattı. Sanırım benim unuttuğum gerçek şu: Obezlerden oluşan bir toplumun içindeysen tek başına ince kalman çok zordur.

28 Haziran 2022, Salı 13:56
YAZININ DEVAMI

‘’Kime ve neye göre transfer?(2)‘’

“Güven zenginlik yaratır” diye bir söz son günlerde belleğime takılıp kaldı. Sadece insanlar arasındaki ilişkilerde değil futbol takımlarını oluştururken takımın tüm unsurlarının birbirlerine güvenmesi başarının temel unsurlarından biri olsa gerek. Özellikle transferler bittikten sonra oyuncuların” iyi ki bu kulübe geldim” diyebilecek bir ortamda kendini bulması, transferlerin yerli yerine oturmasının belirtisidir.

İnsanları birbirine bağlayan temel çizgi nedir diye sorulduğunda çoğunlukla “sevgi” karşılığı verilir. Evet, bazı özel durumlarda bu yaklaşım doğru olabilir ama çoğunlukla sorunun yanıtı “güven” olarak bilinir. Güven, duygularla sarmalanmış(sevgi de bu duyguların içindedir) alışılageldik karşılıklı hissiyattır.

Güven fedakarlığa da yol açar

İnsanlar iletişim ve dayanışma ilişkisine girdiğinde güven gelişir ve yavaş yavaş birbirlerine bel bağlayabileceklerini öğrenirler. Güven duygusu geliştikçe ortak amaç için yola çıkmış insanlar zaman içerisinde sadece işbirliği yapmakla yetinmeyip birbirleri için fedakarlıkta bulunmak da isterler.

Bazı oyuncular vardır ki çoğunlukla transfer dönemlerinin gözdeleri değildir ancak fedakarlığın tam da merkezindedirler. Sözgelimi Beşiktaş’ta Necip Uysal, Trabzonspor’da ise Dorukhan Toköz ve Siopis. Bu oyuncular savunma ve hücum arasındaki fiziksel alanın tam da kavşağında bulunurlar. Yani takımı birbirine bağlayan, yapıştıran unsurlardırlar.

Takımda yaratılan güven duygusu sürtünmeyi ve sevgi işlemlerinin maliyetini azaltır. Bu durumda oyuncular daha esnek ve daha kenetlenmiş bir durumda hareket edebilirler. Yukarıda sözünü etmeye çalıştığım futbolcular savunma ve hücum arasında durmayı iyi bilirler ve oradaki boşlukları doldururlar. Bunların yaptıkları pek göze batmaz ancak ne yaptıklarına dikkat kesilirseniz, yapısal delikleri onaran, dolduran, üstünü örtenin onlar olduğu görülebilir.

Grup taktiğini kimler geliştirir?

Her takımda kimi işleri yapan, grup taktiklerini takımın bütününe doğru geliştiren oyuncular vardır. Bunların arasında bile, rakip eylemlerine bağlı olarak yapısal bozukluklar oluşabilir. Bu anlar fikir ve eylem akışının durduğu zamanlardır.

Transferleri, ya da takıma kazandırılacak oyuncuları “uzman bakışı” ile alan ekipler “boşluk dolduran” oyuncuların önemini de kavramışlardır bir bakıma. Takım içinde birbirinden kopuk öbekleri birbirine bağlayacak, gruplar arasındaki mesafeyi kapatacak futbolcular günümüz futbolunun vazgeçilmezleridir.

24 Haziran 2022, Cuma 12:59
YAZININ DEVAMI

‘’Kime ve neye göre transfer?‘’

Yeni seçilen Türkiye Futbol Federasyonu kulüplerin harcama limitlerini belirledi. Belirlenen limitlere karşın kulüplerin transfer istekleri ve ortaya koydukları hedeflerin limitlerin çok üstünde olduğu bir gerçek…

Doğaldır ki bu durumdan en çok memnun olan da futbolcu menajerleri… Oyuncuların, videoya kaydedilmiş belli hareketlerinden yola çıkarak transfer edilmeleri bizde öteden beri bilinen futbolcu alınması yöntemi olarak kabul görmektedir.

Özellikle geçmişte başarılı olmuş futbolcuların son yıllarını Türkiye’de geçirmeleri için menajerlerin hazırladığı tuzak görüntüler ise kulüplerin transfer döneminde büyük ekonomik kayıplar vermelerinin ana nedenidir.

Başarılı futbolcu kimdir?

Hiç umudum yok ama yine de transfer dönemine ışık tutmak amacıyla, “başarılı futbolcu kimdir” sorusuna yanıt aramak için bir araştırmayı sizlerle ve dolayısıyla yöneticilerle paylaşmak istedim.

Roma’daki Sqpienza Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, farklı işlerle meşgul olunurken başarılı futbolcuların beyinlerinin, ortalama futbolcular ya da futbolcu olmayan insanların beyinlerine kıyasla daha sakin olduğu bulunmuştur.

Aynı zamanda başarılı futbolcuların oyun esnasında harcaması gereken zihinsel emek de çok daha azdır. Başarılı futbolcular sahada olup biteni herkesten çok daha açık ve net görürler.

Basketbolcular ve serbest atışlar

Aynı üniversitede basketbol oyuncularıyla birlikte başka spor dallarından sporcular bir araya getirildi. Onlara serbest atış videoları izlettirildi. Top elden çıkar çıkmaz video durduruluyordu. Sporculara topun basket olup olmadığı soruldu.

Basketbol oyuncuları bu noktada çok daha başarılı tahminlerde bulundular. Başarının nedeni el ve kas hareketini kontrol eden beyin bölgesini harekete geçirmesiydi. Sanki kendileri atıyormuş gibi serbest atışı yeniden canlandırabiliyorlardı. Kısacası uzman oyuncular uzman olmayanlara göre farklı şekilde düşünürler.

Aynı yöntem futbolcular üzerinde denense, söz gelimi ceza sahası üzerinden kaleye çekilen şutlar videoya kaydedilip hangisinin gol olacağı sorulsa başarılı futbolcuların tahminlerinin daha yerinde olabileceğini düşünebiliriz.

Deha doğuştan değil sonradan oluşur

Başarılı futbolcular ya da sporcular dikkatlerini kontrol edebilme alışkanlığına ve strateji geliştirme becerisine sahiptirler. Bu nedenle yaşamlarını da kontrol edebiliyorlar. Dikkat iradenin vazgeçilmez bir elementidir.

Gerek futbolda gerekse yaşamın diğer alanlarında deha olarak nitelendirilen insanlar üzerine yapılan araştırmalar şu yaygın görüşü ortaya çıkartmıştır: Deha büyük ölçüde doğuştan gelmez, sonradan oluşturulur.

Çalışarak başarılı olanlarla dehaları ayıran anahtar faktör ilahi bir kıvılcım değildir. Asıl önemli olan zamanla adım adım daha iyiye doğru gitme yetisidir. Başarı bir amaca yönelik pratik yapmakla elde edilir.

Bu anlamda en iyiler becerilerini işleyip parlatmaya daha fazla zaman harcarlar. Başarılı futbolcular işin erbabı olmak için ortalama futbolcuların beş katı daha fazla çalışırlar.

Futbolcunun maçlarına değil antrenmanlarına bakın

Öyleyse menajerlerin maçlarda kaydettikleri video görüntülerine değil antrenmanlardaki çalışma ciddiyetine ve çalışma temposuna bakın. Bir futbolcu antrenmanda çalışmayı seviyorsa hemen transfer edin!

Başarılı futbolcular sahip oldukları becerilerin en çok değer gördüğü ortalamaları bulmaya eğilimlidirler.

Ancak futbolcular ünlenip daha çok ödül aldıkça verimlerinin düştüğü de kanıtlanmıştır. Türkiye’ye getirilen ünlü ve ödüle doymuş futbolcuların neden başarısız oldukları da bu gerçeğe bağlı olsa gerek.

21 Haziran 2022, Salı 12:24
YAZININ DEVAMI