Arama

Popüler aramalar

‘’Adnan Polat'ın mirası‘’

Beşiktaş’ın stadında oynanacak Fenerbahçe derbisine konuk takımın taraftarları alınmayacak. Büyük olasılıkla İl Güvenlik Kurulu toplantısından çıktı bu sonuç. Bilindiği gibi büyük takımların maçlarına rakip takım seyircisinin alınmaması fikri Adnan Polat’tan çıkmıştı.

Özhan Canaydın yönetiminde başkan yardımcısı ve yanlış anımsamıyorsam aynı zamanda futbol şubesi sorumlusu olan Polat “madem saha bizim o zaman tribünlere de sadece bizim taraftarlarımız gelsin” şeklindeki düşüncesini yönetim kuruluna kabul ettirmişti.

Özhan Canaydın neden karşı çıkmadı?

Benim anlamadığım konu şudur: Özhan Canaydın gibi rakiplerine saygılı, Fenerbahçe’ye 6-0 yenildiklerinde rakibini alkışlayacak kadar sportmen bir başkanın bu fikre nasıl onay verdiğidir.

Defalarca konuştuğumuz, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde davet ettiğim zaman uzun bir sohbetimiz olan Canaydın gerçek bir spor insanıydı. Onun başkanlığı döneminde böyle bir karar çıkması bende hep soru işareti uyandırmıştı. Bilmiyorum, belki de karşı çıktı ama oy çokluğuna saygı duydu.

O günlerde yazdığımız yazılarda bu kararın sporun ruhuna olduğu kadar insan haklarına da aykırı olduğunu defalarca belirttik. Spor basını işin peşini bırakmayınca bir süre sonra stat kapasitesinin yüzde beşinin rakip seyirciye ayrılması kararı çıktı.

Tribünlerin yarı yarıya paylaşıldığı günlerde daha az şiddet vardı

Bu karardan sonra stadyum şiddetinin azalması bir yana daha da arttı. En azından, bir zamanlar İstanbul’un üç büyüklerinin maçlarında stadyumların tribünlerinde yarı yarıya oturma düzeni sağlandığı günlerde daha fazla olay çıkmaya başladı taraftarlar arasında.

Yüzde beşlik küçük grup, yüzde 95’lik büyük topluluğu adeta çileden çıkartıyordu. Büyük grup, etrafı çevrilmiş kafesi andıran bir yapı içindeki konuk seyirciye herhangi bir müdahalede bulunamadıkları için gerildikçe geriliyor, hiddetlenip maç sonunda şiddet uygulayabilmek için kendilerini bileyliyorlardı.

“Arena” adı neden kaldırıldı?

Siz insanları kafes içine hapsederseniz onlar da kafeste yaşayanlar gibi davranmak zorunda kalır. Bu sosyolojik gerçeği hep yaşadık. Sonuçta gelinen nokta çağımız gerçeğiyle taban tabana zıt bir durum ortaya çıkardı.

İnsan hakları, demokrasi, birlik ve beraberlik söylemlerini dilimizden düşürmüyoruz ama 11 Fenerbahçeli futbolcuyu arenayı andıran bir ortamın içinde tribünlerin önüne atıyoruz. Cumhurbaşkanı statlardan “arena” adını kaldırttı.

Çok da iyi oldu. Ne var ki pratikte arena uygulaması ve arena kültürü devam etmektedir. Bugün geldiğimiz noktada bir zamanlar “okullar olmasa maarifi yönetmek kolay” diyen Milli Eğitim Bakanı’nın durumuna düştük. Şehrin güvenliğini sağlayamayan bir emniyet teşkilatını içinize sindirebiliyor musunuz?

29 Eylül 2022, Perşembe 11:14
YAZININ DEVAMI

‘’Sor gazeteci sor…‘’

Ulusal takımımız Faroe Adaları’na yenildikten sonra bir gazeteci arkadaşımızın teknik direktör Stefan Kuntz’a “ayrılık var mı” diye sormuş. Alman hocanın verdiği yanıt ise şöyle: “Hocayı değiştirmekle gerçekler değişmez.” Tam da gazetecinin istediği gibi bir yanıt... Çünkü bir soru yeni bir soruya yol açmıştır. O soru da şudur: “Nedir Türkiye’nin gerçeği?”

Arkadan bu soru gelmiyorsa gazetecinin ilk sorusu iş olsun diye sorulmaktan öteye gitmez ve kimseye bir şey öğretmez! Kuntz tarafından seçilip sahaya çıkartılan takım ve o takımın ortaya koyduğu futbol görüntüleri bu ülkenin gerçeği olamaz.

Ekonomisi batmış kulüpler gerçeği

Bu ülkenin asıl gerçeği takımlarının üç Türk ile sahaya çıkmasıdır. Eğitime ve üretime muhtaç olduğumuz halde ülke futbolunu ve takımları yönetenlerin har vurup harman savurmasıdır. Ekonomiden anlamam ama ekonominin birkaç basit ve değişmez kuralını bilirim.

İnsanlar da kurumlar da harcayarak değil tasarruf ederek varsıllaşırlar. Batmış kulüplerin yabancı futbolcu transferi yarışında rekabet etmeleri Türkiye’nin gerçeklerindendir.

Türkiye de 20 bini aşkın çalıştırıcı var ama kendilerini Türk futboluna adamış, eğitime gönül vermiş hoca sayısı bir elin parmaklarını geçmez, onları da sistemin içine sokmazlar. Futbol Federasyonu Eğitim Dairesi dört büyük kulübün eski futbolcularına iş verme merkezidir. BU da futbolumuzun gerçeklerindendir.

Kurslarda eğitim kalitesi ne durumdadır?

Eğitim Dairesi’nin açtığı kurslara katılanlar bir kapıdan girip diğerinden elini kolunu sallayarak diplomasını alıp çıkarlar. Bugüne değin ne sınıfta ne de ikmale kalan bir hoca adayına rastlanmamıştır. Ölçme ve değerlendirmenin olmadığı yerde kalite olur mu? Bunlar da Türkiye’nin gerçekleridir ama Kuntz söyleyemez!

Faroe Adaları yenilgisinden sonra gazetelerin başlıkları benzerdi ve yaklaşık olarak şöyleydi: “Bu günleri de mi görecektik?” Ne anlama gelir bu soru? Çünkü bu ülke Adnan Süvari’nin teknik direktörlüğünü yaptığı Göztepe Fuar Şehirleri Kupası’nda çeyrek final oynadığını gördü. O takımın tek bir yabancı oyuncusu yoktu. Kupa Avrupa’nın üçüncü büyük organizasyonuydu.

Yabancı sayısı arttıkça ülke futbolu geri gitti

Çünkü bu ülke beş yabancının oynadığı, başka bir deyişle Türklerin sayısının daha çok olduğu dönemde Galatasaray’ın Avrupa şampiyonluğunu gördü. Üstelik yabancılardan Hagi oyundan atılmış,

Brezilyalı Capone ise burkulmuş ayak bileğiyle oyuna devam etmek zorunda kalmıştı. Bülent Korkmaz’ın omuzu çıktığı için askıyla maça devam etmişti. 20 Mayıs 2000 yılında Kopenhag’da o gerçeklere tanıklık etmiştim.

Bu ülke Türklerin çoğunlukta olduğu takımlardan seçilen Ulusal takım oyuncularıyla Dünya Kupası ve Avrupa Kupası üçüncülüğünü kazandı. Bu ülke bunları gördükleri için o başlıklar atıldı. Böyle giderse görecek günler var daha.

Onun içindir ki Selda Bağcan’ın “yaz gazeteci yaz” türküsünden etkilenerek “sor gazeteci sor” başlığını koydum. O türkünün bir bölümünde “şöhretten bunalanların hallerini de yaz” der. Sor gazeteci sor, sen sormazsan Türk futbolunun gerçekleri ortaya çıkmaz, neler olduğunu da anlayamayız…

27 Eylül 2022, Salı 11:55
YAZININ DEVAMI

‘’Lüksemburg mucizesi!‘’

1990’lı yılların başında Beşiktaş’ın teknik direktörlüğünü yapan İngiliz Gordon Milne “Futbolda mucize yoktur. Yaşanan her olay, her sonuç futbolun doğasıyla uyumludur” derdi.

Ancak biz sadece futbolda değil hayatın her alanında mitlere, mucizelere, krallara, imparatorlara inandığımız için gerçekleşen bir futbol olayının sonuçlarını olağanüstü güçlere bağlamakta becerikliyiz.

Ben de futbolda her sonucun doğal olduğuna inananlardanım. Ancak Lüksemburg’un oynadığı futbolu izleyince gözlerime inanamadım dersem olayı abartmış olmam. İki oyuncusu(Rodrigues ve Sinani) neredeyse bizim savunmayla alay etti!

Bir zamanlar Lüksemburg’a yarım düzine…

Yöneticilerimiz hiç düşünüyor mu, bir zamanlar Avrupa’nın orta sınıf takımlarından bile(örneğin Polonya) yarım düzine gol yediğimiz günlerde bu Lüksemburg’a nasıl altı-yedi gol atabiliyorduk? Lüksemburg bize bugün kendi sahamızı dar ediyorsa nedenini nerede aramak gerekir?

Çok uzağa gitmeye gerek yok, çözüm yanı başımızda ve yöneticilerimizin yanlış düşüncesindedir. Dün Beşiktaş’ın futbol şube sorumlusu Ceyhun Kazancı’ya basın mensuplarından biri yabancı sınırlamasına ilişkin soru sordu.

Sayın Kazancı’nın yanıtı Türk futbolunda sorunun nerede olduğunu açıkça göstermekteydi. Şöyle yanıtladı Kazancı: “Yabancı sınırlamasının Türk futboluna bir yararı olduğunu düşünmüyorum. Sınırlama rekabet gücümüzü düşürüyor.”

Kazancı önce Beşiktaş’ın öz kaynak düzenine baksın

Rekabet edecek oyuncuyu yetiştiriyorsanız kiminle nasıl rekabet edeceksiniz. Sayın Kazancı siz Fulya’da gökdelenlerin içinde kaybolmuş küçücük bir suni çim sahada bütün altyapısını organize etmeye çalışan bir takımın sorumlu yöneticisiniz. Biraz gözünüzü Fulya’ya doğru çevirip oradaki sorunlara dikkat kesilin.

Beşiktaş öz kaynak düzeninin çalışma ortamını gören Samet Aybaba gördüklerine inanamayıp soluğu Beykoz’da almış. Ne için, öz kaynak düzenindeki çocukların daha modern antrenman olanaklarına kavuşması için…

Samet Aybaba kaygılı da siz neden değilsiniz?

Öz kaynak kaygısını Samet Aybaba duyumsuyor da siz neden hissetmiyorsunuz Sayın Kazancı? Kendi insanına yatırım yapmayan hiçbir kurumun saygın olamayacağını siz bilmiyor musunuz? Rekabet edebilmek için önce rekabet gücü yüksek oyuncuları yetiştirmek gerekmiyor mu?

Biliyorum şunu diyeceksiniz: “Biz bu sezon öz kaynaktan yetişen üç oyuncuyu yurt dışına gönderdik, bunu başaran başka takım var mı?” Onları siz yetiştirmediniz Sayın Kazancı. Onlar dört yapraklı bir çiçek olan “fulya” dan doğal olarak yetiştiler.

Kaderimiz üretimdir

Bizim gibi ülkelerin kaderidir üretim. Ülkemizde tek bir yabancı oyuncu yokken o günlerde Avrupa’nın bir numaralı futbol ülkesi olan İtalya’ya Can Bartuları, Metin Oktayları, Şükrü Gülesinleri, Bülent Ekenleri gönderiyorduk, Lüksemburg’a da yarım düzineden fazla gol atıyorduk.

Kızılderili reisinin “ne olduysa beyaz adamlar geldikten sonra oldu” dediği gibi, ne olduysa yabancı futbolcu sayısı arttıktan sonra oldu. Bizim Ulusal takımımız artık üçer Türk futbolcunun oynadığı takımlardan seçiliyor. Bu durumda Lüksemburg ile baş edememek normal değil mi?

İster liberal olun ister sosyalist çare üretimdedir

UEFA’nın bizim gibi ülkeleri oyalamak için uydurduğu Uluslar Ligi’nde bir üste çıktık diye sevinmemizi isteyenler var. Dünya ve Avrupa üçüncülüğünden sonra Uluslar Ligi’nde ‘B’ye yükselmek. Bu ülke çok daha iyisini yapabilecek kaynaklara sahiptir.

İster Adam Smith’in liberal ekonomisini isterseniz sosyalist düşünceyi uygulayın. Türkiye için iki sistem de aynı yolun sonunda buluşacaklardır: ÜRETİM

Uydurma Avrupa Uluslar Ligi siz oyalayabilir ama bize yetmiyor. Futbolcu da bir zanaatçıdır. Zanaat altın bileziktir. Siz o bileziği futbolcunuzun koluna takın ondan sonra rekabetten söz edin…

24 Eylül 2022, Cumartesi 12:41
YAZININ DEVAMI

‘’Büyük takımlar kaybedince…‘’

İnsan davranışları üzerine yapılan araştırmalar sonucunda birçok veri elde edilmektedir. Bunlardan biri de, insanların gözlemledikleri bir olayın nedeni olarak düşündükleri şeyi belirledikten ya da iki olay arasında bir bağ kurduktan sonra bu bağı destekleyen bilgilerin peşine düşmeleridir. Arayıp buldukları bağlantılar çoğunlukla kendi düşüncelerini destekleyici niteliktedir.

İşin ilginç yanı bir futbol karşılaşmasını kaybetme ya da belirlenen hedefe ulaşamama gibi olumsuz bir olayın nedensel bağları ve destekleyici savlarını daha hızlı bulmaya çalışmalarıdır. Özellikle beklenmedik bir sonuç ortaya çıktığında…

Beşiktaş mı kaybetti yoksa İstanbulspor mu kazandı?

Sözgelimi, geçen hafta sonu oynanan maçlar içinde İstanbulspor ile berabere kalan Beşiktaş hakkında, Alanyaspor’u farklı yenen Fenerbahçe’den daha fazla konuşulmuş, nedensel bağlar kurulmaya çalışılmış, yorumlar yapılmıştır.

Çünkü genellikle kazanan bir takım, zayıf olduğu kabul edilen bir takıma karşı beklenmedik bir biçimde puan kaybettiğinde taraftarlar(özellikle ateşli taraftarlar) beklenen sonucun alındığı karşılaşmalara oranla daha fazla nedensel açıklama üretirler.

Bilgi kontrolü yapılmıyor!

Büyük takımların kazanımları; uzun galibiyet serileri, takım ruhu, sıkı ve disiplinli çalışma, oyuncuların doğal yetenekleri, çalışmayla kazanılmış beceriler gibi basit açıklamalara bağlanırken, ara sıra alınan yenilgiler onlarca köşe yazısına ve saatlerce süren radyo ve televizyon programlarına konu olur.

Sonu gelmez bir arayışla şu ya da bu neden üzerinde durulur. Yani karşı takımın görünmez bağlarının daha iyi olmasından dolayı organizasyon becerisinden, derin sayısal verilerde daha üstün olmalarının dışında her şey tartışılır.

Böyle durumlarda bilgi kontrolü ne yazık ki yapılamıyor. Çünkü bilgi, kontrolün başka bir biçimidir.

20 Eylül 2022, Salı 12:13
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş ile İstanbulspor siyahta buluştu!‘’

Formasını giydiğim sırada futbola sevdalandığın ilk takım Çeliktepe Tunaspor’du. O günlerde mahalle takımıydı ve renkleri sarı siyahtı. Sonra amatör lige girdiğinde ben İstanbulspor’a transfer olmuştum, bilindiği gibi yine sarı siyah…

Teknik direktörlük başlangıcımda da boğazın tarihsel takımı Beykoz var. O da sarı siyah. Henüz 25 yaşımda Beykoz’un teknik direktörü olduğum günlerde İngiliz futbol kültüründen bir şey öğrenmiştim:

O zamanki anlayışa göre bir futbol takımının oyuncuları eğer oyun kurallarını iyi biliyorlarsa yüzde 30 oranında maçı kazanma avantajına sahip olurlar. Bu yüzden lig başlamadan önce mutlaka bir hakem hocasını davet eder oyuncularıma oyun kuralı dersi vermesini isterdim. Çok da yararlı olduğunu yakından bilirim

Bugünkü futbolcular oyun kuralı dersi alıyor mu?

O günlerdeki sınırlı olanaklar içinde oyunculara yardım etmek için elimizden geleni yapardık. Bugün teknik direktörlerin aynı ciddiyet ve heves içinde çalıştıklarını sanmıyorum. Baksanıza, Beşiktaş’ın bu sezona iyi başlayan oyuncularından N’koudou endirekt vuruşun bir rakibe çarpmadan gol olmayacağını bilmiyor.

İstanbulspor’un Danimarkalı kalecisi de topu çelmeye çalışarak N’koudou’nun oyun kuralı hakkındaki bilgisizliğine ortak oluyor. İki yanlıştan bir doğru çıkar mı? Eğer söz konusu futbol ise çıkar! Türk oyuncu sınırlaması yüzünden sahada sadece üçü bulunan bizim çocuklardan birileri bu hatayı yapsaydı neler olurdu kim bilir?

Siyah da güzel bir renktir ama…

Yazının başlığına dönecek olursak iki takım da renklerindeki siyahta buluştular futbol kalitesi olarak. Normalde siyah da her renk gibi güzeldir. Hatta modacılar “gizem siyahta gizlidir” diyerek siyah giyenleri ödüllendirirler. Ancak siyahın bir de “kara” yanı var ki bazen rengin talihsizliğinin bir göstergesi olarak nitelendirilir.

Beşiktaş’ın sezona çok iyi başladığı tam saha pres oyununu sürdüremeyeceğini biliyor ve anlatmaya çalışıyorduk. Bu oyunun bizim ligimizde tutmamasının temel nedenlerinden biri İstanbul’un herkesi yoldan çıkartabilecek yaşam cazibesidir.

Bu şehir çok dikkat edilmesi gereken profesyonel futbol yaşamının önündeki en önemli engellerden biridir. Sadece yeterince uyku uyumamak bile antrenmanların kalitesini düşürür. Bu da doğal olarak maça yansır. Saat için kurulma neyse, insan için uyku da odur. İnsan için diyorum, bir de profesyonel futbolcuları düşünün…

Weghorst’un bile bacakları dolaşıyorsa…

Weghorst’un bile koşarken neredeyse ayaklarının dolaşacağını kim tahmin edebilirdi? Kasımpaşa da serbest ve rahat oynayan Muleka tam saha pres gibi bir disiplin oyununa ayak uydurabilir mi?

Koşu temposunun olmadığını Valerien İsmail’ın kendi söylediğine göre Salih Uçan ile nasıl pres yapılacak? Saha kenarında kendisine hakim olamayan bir teknik direktör futbolcularına nasıl hakim olacak ve onları daha üst aşama bir futbola nasıl yönlendirebilecek?

N’koudou oyun kuralını bilmiyor da teknik direktörler biliyor mu? Sarı kart gördükten sonra hakemi eleştirel şekilde alkışlamanın kırmızı karta davetiye çıkarmak olduğunu bilmiyor mu İsmael? Biliyorsa neden alkışlıyor? Teknik direktör kendini kaybederse futbolcuya söyleyecek neyi kalır?

Alt liglerde futbol başka kurallarla mı oynanıyor?

Türkiye’deki bütün teknik direktörler yedek kulübesi ihlali yapıyor. Hakemin bir kararı yüzünden bütün kulübedekiler ayaklanıyor, havaya zıplıyor hatta el kol hareketleri yapıyorlar. Oysa oyun kurallarına göre kulübede bir kişi ayakta kalabilir. O da teknik direktördür.

Teknik direktör oturursa yardımcılarından biri ayağa kalkabilir. Hakemlerin iyi niyeti ya da cesaretsizliği yüzünden kulübe karmaşası yaşanıyor. Bu kural amatör kümelerde pekala uygulanabiliyor.

Alt kümelerde ikinci kişi ayağa kalktığında en azından saha komiseri gelip uyarır. Amatör kümelerde maçı kulübede tamamlayan çok az hoca vardır. Yukarıdakini görenler aşağıda da aynı davranışı benimsiyor. Ancak ligler arasında oyun kuralları farklı yorumlanıyor ne yazık ki…

18 Eylül 2022, Pazar 12:58
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş neden kaybetti?‘’

Beşiktaş teknik direktörü Valerien İsmael’in taktik kurgusunun doğru olduğunu en baştan söyleyelim. Başakşehir kadro ve ekonomik istikrarı ile Türkiye’nin bir numaralı takımı.

Profesyonel bir takımda ekonomik sorun yoksa, emek verenler emeğinin karşılığını zamanında alıyorsa, bu durum futboldaki en büyük taktiklerden de en önemli hocalardan da daha güven vericidir. Başakşehir’in bu gerçeğini unutmamak gerekiyor.

Bu ekonomik güvenceyle topu en iyi kullanan oyuncuları bir araya getiriyorlar. İsmael bu gerçeği bildiğinden bundan önce oynadığı rakiplerine uyguladığı tam saha presten biraz ödün verdi.

Eğer Başakşehir ceza alanının içine değin pres uygulatsaydı skor tek farkta kalmazdı. Başakşehirli futbolcuların Türkiye ölçeğine göre “inanılmaz” pas oyunu sonucu Beşiktaş 30. dakikadan itibaren yorgunluk belirtileri gösterdi. Önceki maçlarda 55-60 dakika presi sürdüren Beşiktaş bu maçta ilk yarım saat sonrasında yalpalamaya başladı.

Beşiktaş seyircisi önünde deplasman takımı oldu!

Konuk ekip başarılı pas oyununa taktiksel yetkinlik katınca Beşiktaş kendi seyircisi önünde deplasman takımı konumuna düştü. Weghorst iki stoper ile kitlenmiş N’koudou sağ bek Ömer Ali’ye, sağ orta alan ve ön libero desteğiyle üçlü kapan kurularak durdurulmuştu.

Buna karşın Ömer Ali yorulunca Caicara ile değiştirilerek kart görme ve hata yapması olasılığına karşı önlem alınmıştı. Emre Belözoğlu küçük bir dokunuşla başa gelebilecek büyük bir belanı önlemini aldı.

Daha önceki yazılarımda defalarca değindiğim gibi tam saha prese dayalı oyunlarda erken skor avantajı yakalamak zorundasınız. Eğer yeterli skor gelmiyorsa takım yorulur, bir de geriye düşerseniz başta teknik direktör olmak üzere takım panikler.

İlk panikleyen İsmael oldu

Beşiktaş kalesinde golü gördükten sonra en başta Valerien İsmael paniğe kapıldı. Yedek kulübesinden peş peşe oyuncular gönderdi sahaya. Maça yedekten aldığı oyuncuların hepsi kaliteli futbolcular.

Ancak bu oyuncuların peş peşe oyuna katılması Başakşehir karşılaşması değildir. Onlar maça girdikçe Beşiktaş’ın oyun alışkanlığı bozuldu.

Ve inanılmaz bir konuma geldi Beşiktaş. 1970’lerin santrfora top şişirme taktiğini izlemek zorunda kaldık. Weghorst’a bir kez olsun kafa vurdurmayan bir ekibe karşı doldur boşalt…

Bunun anlamı çaresizliktir ve rakibin gücünü kabul etmektir. Beşiktaş’ın asıl oyununa pas ile önlem alındığında ikinci bir planının olmaması ve sonucu oyun planı değişikliği ile değil de yedek kulübesine bağlı hamlelerde aranması da ilginçti.

Metin Tekin’en bu yana bizim çocuklar…

Bütün bu olumsuzluklara karşın Beşiktaş maçı kazanabilirdi. Nasıl mı? Eğer N’koudou genlerinden doğal olarak getirdiği çabukluk ve süratine çok çalışarak vuruş tekniğini ve doğru beden duruşunu eklemiş olabilseydi…

Diyeceksiniz ki o zamanda buraya gelmez İngiltere Ligi’nde kalırdı. Doğru söze ne denir? Siz de haklısınız…

Son söz de Necip Uysal için… Yanlış anımsamıyorsam Rıza Çalımbay’dan sonra, Öz Kaynak’tan yetiştiği halde en uzun süre Beşiktaş kadrosu içinde kalan oyuncudur. Aslında Berkay Vardar ile birlikte birçok Başakşehir atağını tehlike olmadan önleyen de odur.

Yaptığı bir hata N’kouduo’nun kaçırdıklarından daha vahim değil. Ancak insan belleğinde olumsuzluklar daha kolay yer ediyor. Ta Metin Tekin’den beri gol kaçıran bizim çocuktur, gol yediren ise başkalarının. Ne olursa olsun Beşiktaş geleneğinde Öz Kaynak’tan yetişmiş bir kaptanı oyundan çıkarken protesto etmek yoktur!

13 Eylül 2022, Salı 10:42
YAZININ DEVAMI

‘’Ankaragücü'nün sprinteri!‘’

İki Dünya Futbol Şampiyonası ve iki Avrupa Futbol Şampiyonasını yerinde, eski kıtanın hemen hemen her ülkesinde futbol karşılaşmaları izledim. Bizde asker ile polis işbirliği yaparak güvenlik önlemleri aldığı yıllarda Avrupa’daki maçlarda özel güvenlik görevlileri vardı.

Tamamı sırtını sahaya dönüp pür dikkat tribünlere dikerdi gözlerini. Tribünde küçük bir hareketlilik gördüklerinde o bölgeye doğru saflarını sıklaştırır, olası bir futbol alanına girme olayını başlamadan bitirirlerdi.

Gerçi onların kültüründe oyuna dışarıdan müdahale yoktur ama her ülkede ya içtiğinden ya da sosyal durumların verdiği sıkıntılardan kendini kaybedenler vardır. Onun içindir ki, önce İl Güvenlik Kurulu toplanır, önlemler tartışılır, sonrasında bu güvenliğin güvencesi ile maçlar oynanır.

Taraftarlıktan kurtulamayan güvenlikçiler

Ancak bizdeki özel güvenlik görevlilerinin bir gözü maçtadır. Onlar da taraftarlık duygusundan kurtulamadıkları için maçı izlerler. Dolayısıyla iki göz arasında bile işbirliği olmayınca aradan kaçanları kimse yakalayamaz!

Gerçi Ankaragüçlü taraftar Berkay Ö.’nün attığı sprinte yanıt vermek kolay değildi! Bu deparın bize gösterdiği bir olumlu yanı da vardır. Ankaragüçlü yöneticiler bu delikanlıyı atletizm takımına alsınlar, görünüşe göre ondan iş çıkar!

Berkay’ın deparı bana eskiden yaşanmış bir futbol olayını anımsattı. Beykoz’un efsane futbolcusu, teknik direktörü ve başkanı Kelle İbrahim(o yıllarda her futbolcunun lakabı vardı) takımın başındadır ve Deri Kundura Fabrikası’nın bahçesi sayılabilecek doğal çim alanda takıma şut çalışması yaptırmaktadır.

Kelle İbrahim’den İbrahim Kelle’ye

İbrahim futbolculuğu döneminde saçsız başıyla orta alandan kafa ile gol attığı için “Kelle” lakabını alır. Soyadı kanunundan sonra ise adı “İbrahim Kelle” olur.

O yıllarda taraftarlar ve mahallenin çocukları ile takımların arasına bugünkü gibi hafiyeler, güvenlik görevlileri, tel örgüler ya da hapishane duvarlarını andıran beton yapılar girmemişti. Dolayısıyla takımın çalışmaları izlenir, çocuklar bugün ulaşılmaz olan futbolcuların yanına gider fotoğraf çektirmez fotoğraf alırlardı. Sonra da o çocuklar şut çalışması yapılan kalenin arkasına giderek top toplarlardı.

Top o denli kıymetli bir nesneydi ki onu eline almak bile büyük mutluluktu. Çocukların topu olmazdı, kağıttan, çaputtan yuvarlak bir cisim yaratıp onunla oynarlardı. Gerçek bir topa ulaşıp onu eline almak büyük nimetlerdendi. İşte bu motivasyon ile şutlanan topların peşine koşardı çocuklar.

Bütün maçlar İnönü’de oynanırdı

Top neden kaçar ki çocuklar toplayıp getirir türünden bir soru bugünkü gençliğin aklına gelebilir. Sözünü ettiğim yıllarda sadece İnönü Stadı vardı ve tüm takımlar maçlarını orada oynarlardı. Hiçbir takımın etrafı çevrili ya da tribünlü antrenman sahası yoktu.

Fenerbahçe Kadıköy’deki Papaz’ın Çayırı’nda Beykoz ise Beykoz Çayırı denilen alanın bir bölümünde antrenman yapardı. Beşiktaş şanslıydı çünkü 1911’de yanan Çırağan Sarayı’nın bahçesinde çalıştığı için top sadece denize kaçardı. O alan sonraki yıllarda Şeref Stadı oldu. Sonra da dünyanın en özel stadı Türkiye’de onlarcası olan bir otele dönüştürüldü. Biz ve bizden önceki kuşakların futbol bellekleri yok edildi.

Berkay Ö. Usain Bolt olur mu?

Şut çalışması sırasında Kelle İbrahim’in dikkatini top toplayan çocuklardan biri dikkatini çeker. Kaleye şutlanıp dışarı giden topları hep bir çocuk koşarak alırmış. Çocuğun çok güçlü deparı varmış. Kelle İbrahim “o çocuğu bana getirin” deyince çocuk korkar ve kaçıp gider, kimse yakalayamaz.

Kelle İbrahim Beykoz’u ev ev dolaşarak çocuğu bulup takıma alır. O çocuk Beykoz’un yetiştirdiği en ünlü futbolculardan biri olur. Sonraki yıllarda Fenerbahçe’ye transfer olan o çocuk Katır Nüsret olarak ünlendi, Nüsret Dalkıran olarak yaşamını sürdürdü.

Şimdi Ankaragücu yöneticilerinin düşünme zamanıdır. Berkay Ö’den bir Usein Bolt çıkar mı?

07 Eylül 2022, Çarşamba 12:04
YAZININ DEVAMI

‘’Jesus dedi diye…‘’

Fenerbahçe teknik direktörü Jorge Jesus “haftada üç maç oynayabilmeliyiz” dedi ya futbol dünyasının içindeki çoğu insanda bilimsel bir buluş etkisi yarattı Portekizlinin sözleri.

Oysa bu satırların yazarı yaklaşık 40 yıl önce “en iyi antrenman maçtır” saptamasını yapmıştır. Bu görüşüm Cumhuriyet gazetesinde yazdığım günlerde kayıtlara geçmiştir. Fırsat bulduğumda o belgeleri bulup sizlerle paylaşacağım.

Bilimsel olarak şunu biliyoruz: Hiçbir antrenman oyuncuyu maç kadar geliştirmez. Çünkü futbolcu hiçbir antrenmanda maçta olduğu kadar bedeninin olanaklarını devreye sokmaz. Çalıştırıcılar ne denli duyarlı olursa olsun futbolcu çalışmanın yoğunluğunu mutlaka düşürür!

Ya da antrenmanlarda eşleştiğiniz takım arkadaşlarınız sizi daha gevşek marke ederler. Antrenmanda çalıştıklarınızı ve öğrendiklerinizi maçta uygulamakta zorlanmanız da bu yüzdendir.

Yabancıların kutsandığı bir ülkede…

Yabancıların baş tacı edildiği, hayranlıktan da öte kutsandığı bir ülkede yaşıyorsanız onların söyledikleri kanun hatta bilimsel yasa oluyor, bizlerin söyledikleri ise herhangi bir değer ortaya koymuyor! Demek ki sözünüzün değer bulması için Jorge Jesus olmak gerekiyor!

Geçen sezon iki kez kardan bir kez de üniversite sınavı gerekçesiyle ertelenen maçlar yüzünden İstanbul Amatör Ligi’nde üç hafta, haftada üç maç oynamak zorunda kaldı amatör oyuncular.

Peki, beslenme, uyku, antrenman, rejenerasyon(yenilenme) sorunu olmayan, kondisyon, atletizm, jimnastik hatta taktik ve taç atışı hocaları bile olan profesyonel futbolcular neden haftada üç maç oynayamazlar?

Sorun futbolcularda mı yoksa medyada mı?

Sorun ne oyuncularda ne de teknik direktörlerdedir! Kanımca, haftada üç maç oynamanın oyuncuları yorma fikri ömründe hiç spor yapmamış, bir şekilde medyadaki köşe başlarını tutmuş insanlardan kaynaklanıyor. Kendileri maçları izlerken bile yorulan bu insanlar futbolcuların da yorulacağını sanıyor.

Eskiden çok maç oynamanın getirdiği sıkıntıdan dolayı futbol diline “futboldan iğrenme” diye bir terim girmişti. Ancak o günlerde maçlar için neredeyse 30 saatlik otobüs yolculukları yapılıyor, yeterli antrenman fırsatı olmuyordu. Spor bilimi diye bir şeyin adı bile yoktu. Bugün Türkiye’de yüze yakın Spor Bilimleri Fakültesi ya da spor bölümü var üniversitelerde.

Siz ülkeyi yaşlı yabancı futbolcular mezarlığına dönüştürürseniz, bir de yorgunluk edebiyatı yaparsanız bu yaşlı yabancılar da oynamamanın bahanesini bulur. Futbolcular belki zeki değiller ama inanılmaz kurnazdırlar. Her şeyi kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirmekte herkesten daha beceriklidirler…

31 Ağustos 2022, Çarşamba 12:58
YAZININ DEVAMI