‘’Ne güzel de sağ bek oldu‘’
Denizli-Galatasaray maçına damgasını vuran, Hasan Şaş’ın sağ bek olarak görevlendirilmesiydi. Kalli’nin yazılarımı okuduğunu sanmıyorum. Ama 2 Eylül’de yayımlanan, ‘Galatasaray nereye koşuyor’ başlıklı yazımda dile getirmiştim Hasan Şaş’tan ne güzel de bir sağ bek olacağını... Birinci Fatih Terim döneminde, UEFA Kupası’yla taçlandırılacak o yolun başındaki ‘savunma kanatlarının hücumcu özellikli isimlerden kurulma’ aşamasına atıfta bulunup, ‘Vuran, savunan, ama aynı zamanda da hücum edebilen’ çok yönlü oyuncu tipinin takıma ve hücum futboluna katkısına vurgu yapmak istemiştim nacizane olarak. Aradan iki ay geçtikten sonra bu düşüncemin uygulamaya sokulmasından ötürü hem şaşırdım hem de keyiflendim!
Hasan Şaş’ı en son ne zaman böyle oynarken gördük, anımsayan var mı? 2002’de olabilir mi? Gençti o zamanlar, şimdilerde ise epeyce olgun! Aradan bunca zaman geçti ve bizler ilk kez Hasan gibi Hasan izledik Denizli’de... Hem de sağ bekte! Ve şimdi o Hasan’ın belki de yeniden doğuşuna vesile olan Kalli’nin tercihi yerden yere vuruluyor. Hasan’dan sağ bek olur muymuş! Bal gibi olur, oldu da... 28 futbolcu içinde yıldızlaşan sağ bek Hasan’dı. Kaldı ki, varolan şartlara ve rakibin özelliklerine göre yine sağ bek oynatılabilir. Ama bunun yanında forvet arkası, oyun kurucu ve sağ açık da... Sağ bek oynamak, artık Hasan’ın, Galatasaray’ın ve Milli Takım’ın bir artısıdır, bu olaya sadece bu pencereden bakmalı. Komplekse kapılmaya hiç gerek yok! Umarım Arda da savunmasını güçlendirir ve sol bek de oynayabilir gelecekte!
Iskalanan gerçekler
Bu arada Ümit’e yapılan hareket net penaltıydı. Santos sadece Ümit’i itmedi, üzerine abanmadı... Öncesinde sağ dizi ile sağ baldırına şiddetli bir darbe vurdu. Nasıl olur da bu ayrıntı yüzlerce gözden kaçtı, hayret! Böylesi pek çok ayrıntı, son dönemde fazlasıyla gözden kaçar oldu. Acaba bunun nedeni, sezona pek çok handikapla başlayan Galatasaray’ın, beklentilerin üzerinde bir performans göstermesi mi? Üstelik Ali Sami Yen’de artık yalnız da olmayacaklar. Ne dersiniz, paçadan tutup aşağı çekme senaryosu olmasın bu! Fenerbahçe-Beşiktaş derbisinin ertelenmesi çağrısının altında bile, salt Galatasaray’ın avantajını engelleme çabası yattığını düşünüyor insan, ister istemez!
‘’Korkaklık moda oldu!‘’
İş ‘zora’ gelince... İyi futbol oynayan Galatasaray olsa da söz konusu yapılan... İstikrardan söz edemiyoruz ne yazık ki...
UEFA Kupası’nda aynı grupta yer aldığı ekiplerin karşısında hangi Galatasaray’ı izleyeceğiz, kestirebilen var mı içinizde? Bordeaux deplasmanında Cenevre’deki Sion maçının ikinci yarısındaki ‘umut veren’ Galatasaray’ı da izleyebiliriz, Panionios sınavında Kayseri’deki ‘pısırık’ olanını da...
Veya, iç sahadaki maçlarda hangi Galatasaray’la karşılaşacağız... Sion’u ezenle mi, Beşiktaş karşısında bocalayanla mı? Aynı durum diğer takımlarımız için de geçerli değil mi? İşte sorun da burada zaten!
Günlük performanslar ve korkaklıklar, bir başına belirleyici oluyor, tehlikeli nokta bu! Çünkü bu şunu gösteriyor, Galatasaray’da ‘hücum futbolu’ sistemi ve düşüncesi henüz olgunlaşmamış, 2000 ruhu da! Böyle olunca da, öngörüler sadece rakipler analiz edilerek yapılabiliyor, çünkü yeni Galatasaray ‘şimdilik ve hâlâ’ bir muamma...
Sorun öncelikli olarak oyuncu kalitesinde ve kapasitesinde değil; beyinlerde! Sistemden daha öne çıkan bir handikap söz konusu olan; korkaklık kaynaklı... Ve bunun sonucunda da, saha içinde hızlı oynamakla, paniklemeyi... Hazırlık pası yapmakla, laf ola beri gele top dolaştırmayı... Gol ortası yapmakla, topu ceza alanına şişirmeyi birbirine karıştırıyor zaman zaman futbolcular. Bunda, oyun planı ve oyuncu değişiklikleri kanalıyla teknik adamdan yayılan sinyaller de büyük pay sahibi kuşkusuz. Evet, tüm bunları biribirine karıştırmazsak günün birinde, kendimize, sistemimize, beynimize güvenebilirsek, o zaman daha sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz hem saha içinde, hem de yorumlarda... Üstelik sapma oranları ‘sürprizde’ kalmak kaydıyla!
Fazla da haksızlık etmeyelim. Tüm bu çekincelere karşın, Kalli’nin Galatasaray’da başlattığı ‘düşünce devrimi’nin ilk ışıkları insanın içini ısıtmıyor değil. İnişler-çıkışlar olacaktır, yenilgiler de alınacaktır bu uğurda... Bunlara diyeceğimiz asla olamaz. Ama söz konusu korkaklık ve ihanetse eğer Kayseri’deki gibi, işte bu kabul edilemez! Böyle bir durumda yeni bir 2000 hayali kurmaya da gerek yok!
‘’Futbolun böylesi sevilmez mi?‘’
Bir düşünce devrimi yaşandığı kesin Galatasaray’da. Kadro yenilendi, para krizini kısa vadede aşan, uzun vadede de olumlu sinyaller alan yönetim, stat gibi iyi işlerin yanında süper transferler de yaparak üzerindeki muhalif baskıyı azalttı.
Kalli’nin yaşanmışlığı üzerine yapılan spekülasyonların dozu, başarılı sonuçlar ve göze hoş gelen hücum futbolu nedeniyle cılızlaştı. Bunların sonucunda da bugünlere gelindi.
Gelinen noktada, sahada öncelikle sürekli saldıran ve ısıran bir takım izliyoruz. Daha sezon başında “Bu takım yener ya da yenilir, ama her maçında izleyenleri bile yorar” demiştim. Sion maçı da gösterdi ki, 90 dakika bittiğinde herkes derin bir nefes alma ihtiyacını hissediyor. Özellikle de takımda hücumu düşünmeyen kimse yok. Skor avantajının sağlandığı bir anda bile Song rakip kale sahası içinde ofsayta düşüyorsa, gerisini siz düşünün. Oynanan 11 resmi maçta atılan 28 golde 12 değişik futbolcunun imzasının olması, bunun belgesidir. Kanatların bindirmelerine can dayanmıyor. O kadar etkili ve ısrarcı ki bu bindirmeler, ne kadar iyi savunma olursa olsun karşısında, bıkkınlık veriyor. İleri ikilide kim oynarsa oynasın, savunma rakip alanda başlatılıyor.
Pres sahanın her bölgesinde ve göstermelik değil, topyekün yapılıyor. Kapılan toplarda ani ataklar geliştirilip, rakip savunmalar dengesiz yakalanıyor. Her futbolcu, önündekine, arkasındakine, yanındakine sınırsız ve iyi niyetle yardım ediyor. Yani herkes savunmayı da düşünüyor.
Bunların tümü dört dörtlük yapılıyor mu? Hayır. Yapılabilir mi peki? Karşıda bir rakip olduğu düşünülürse, maçlardaki performansı yaşamın diğer alanlarındaki faktörlerin de etkileyebileceği gözönüne alınırsa, yani söz konusu olan insansa, bireysel hatalar belirleyici olabiliyorsa bu oyunda, hayır!
O zaman, her şekilde bu bireylerin eleştirilecek bir yanı olacaktır.
Burada önemli olan, eleştirilerin kişiler üzerine mi, sistem ve ekip üzerine mi kurulduğudur. Sonuçta bir takım oyunu değil midir futbol? Sion maçındaki oyun sonrasında bile ‘eleştiri hakkı adına’ hâlâ birileri saplantılarını gündeme getiriyorsa sinsice satır aralarında, bazı kişilere duyduğu nefreti zerk ediyorsa beyinlere...
Onlara ya müzmin mutsuz denebilir ya da maskeli futbol düşmanı!
‘’Neuchatel maçı gibi olur!‘’
Galatasaray için öteden beri en tehlikeli rakipler, Sion yapısındakiler olmuştur. Oyun anlayışları ters gelir çünkü... Birebir çarpışmaya girecek güçlerinin olmadığını iyi bildikleri için, kurnazca fırsatını kollar, vur-kaç taktiği ile hem rakibinin sinirlerini hem de oyununu bozarlar!..
Herkes bilir ki, iki ayaklı oyunlarda evinde aldığın 3-2’lik galibiyet ‘arkasına sığınılacak bir avantaj’ değildir. Mutlaka bir gol daha gerekir istediğini elde edebilmek için. Yani Sion, en küçük fırsatı bile değerlendirmeye, Galatasaray savunmasını az adamla yakalamaya çalışacaktır. Bu nedenle rakibin ileriye ve özellikle kanatlara doğru atacağı bilinçli ve uzun topları sektirmemek gerekir bir kazaya uğramamak için. Bu pozisyonlarda topa rakipten önce müdahale etmek, gerekirse onu dağıtmak, en kötü olasılıkla da kartsız fauller yapmak önemlidir, orta sahanın yardıma yetişebilmesi için. Cim Bom’un, bireysel hatalar dışındaki tek yumuşak karnı savunmanın arkasına atılan bu uzun toplar olduğuna göre, blokların senkronize hareketine aşırı dikkat edilmeli.
Galatasaray’ın gol atmada bir sıkıntısı olmaz. Orta sahaya büyük iş düşecektir. İleri-geri, bir dakika bile nefes olmadan çalışma bekliyor onları. Bu konuda Linderoth’da bir sorun olmaz. Arda 60 dakikadan sonra stop ediyor ama, Hakan Balta ise statü gereği oynayamıyor. Barış’a Avrupa’da pek şans tanımadı Kalli, bu tecrübe eksikliğinden kaynaklanan bir güvensizliğin ifadesi olabilir mi? Tam Hasan Şaş’ın maçı gibi gözüküyor. Oyunun rakip alana yıkmak için ideal isim. Ama ya ayağında topu fazla tutup, tam takım halinde atağa kalkılırken kaptırırsa yine!
Gözüken o ki, her şeye gebe bir maç izleyeceğiz bu akşam. Sonuçta yeni bir Neuchatel skoru yaşanacak gibi. Belki oradaki, belki buradaki, bilinmez! Sion karşısında turu geçecek gücü var aslında Cim Bom’un... Ama sorun, bu gücün akıl ve yürekle ne kadar beslenip, beslenemeyeceğinde!
‘’Her şey Sion maçına bağlı‘’
Kalli’nin ‘disiplinsizlik’ gerekçesiyle Lincoln ve Hakan Şükür’e verdiği bir maçlık kadro dışı cezası, iki değerli ismi ileride tamamen kaybetmeme adına ve ekip olma yolunda atılmış doğru bir adımdır. Kriz böyle yönetilir işte!
Küçük hesaplar peşinde koşmadan, aynı zamanda da olayı büyütmeden! Bunun sonucunu çok kısa zaman sonra, hatta perşembe akşamı herkes görecek. Futbol, yarattığı ve döndürdüğü parayla doğru orantılı olarak ciddi bir iştir.
Kurallar herkese eşit uygulanmalı. Bundan niye rahatsızlık duyuluyor, ben de bunu anlamıyorum. Zico ve Sağlam fazla yumuşak, Kalli fazla sert, diyorlar. Önce bazıları ortasını bulabilse şu eleştirme işinin!
Derbideki iki pozisyon çok tartışıldı. İlkinde Arda pozisyona girmek isterken, Diatta’nın müdahalesiyle top dışarıya çıkıyor. Arda’nın yumuşak bilek hareketi sonrasında o topun, o hızla dışarı çıkması fizik kurallarına ve sağlıklı akıllara aykırı. Diatta’nın ya topa ya da Arda’nın topla oynamak istediği sol ayağına arkadan bir darbesi söz konusu olmalı o zaman. Yavaşlatılmış gösterimlerde Diatta topa dokunmuyor. Öyleyse?
İkincisine gelelim; Arda’nın ceza alanında yerde kalması sonucu Selçuk Dereli’nin verdiği penaltı kararına... Arda giriyor, Toraman arkadan gelip yatarak temiz biçimde topu alıyor. Pozisyon devam olmalı. Ama aynı anda hışımla kopup gelen Serdar Kurtuluş faktörü var. Arda’yı engellediği kesin. Topa dokunmuyor, dokunduğu şey farklı. Burada tartışılan konu, ısrarla ‘sadece’ İbrahim Toraman’ın hareketinin topa olduğu... Ya Serdar Kurtuluş’un ki...
İşte onu herkes arka plana atıyor. Sanki hiç yaşanmamış gibi! Üstelik olay bir karambol, kimin ayağı kimde belli değil. Burada suçlanması gereken önü kapalı Dereli değil, Kurtuluş’un acemice, kontrolsüzce bu olaya dahil olması!
Ve sıra Galatasaray’ın futbolunda; Kasımpaşa maçında Olimpiyat’taki rüzgâr, Beşiktaş maçında ise eksik futbolcuların fazlalığı ön plana çıkartıldı. Çağdaş sistemler, kişilere bağlı olamaz. O zaman zaten adına sistem denmez. Kalli’nin ‘hücum futbolu’ felsefesi son dönemde sekteye uğramaya başladı, bu doğru. Ama bunun tek nedeni, UEFA Kupası’nda gruplara kalamama olasılığının oyuncuların beynine yaptığı baskı. Cim Bom’da başlatılan düşünce devriminin başarılı olup olmayacağı, perşembe akşamki Sion maçının sonucuna bağlı gibi gözüküyor.
‘’Galatasaray istesin yeter‘’
Derbi öncesinde birkaç kelam edeceksek eğer, şu ‘sürpriz yenilgiler mi’, yoksa ‘sürpriz galibiyetler üzerine mi’ futbol felsefemizi kuracağız sözümüz üzerinden yürümek isterim.
Sakatlıklar ve rakibin özelliklerini de dikkate alarak derbide şöyle bir 11’dir tercihim: Orkun-Uğur, Song, Bouzid, Volkan-Barış, Linderoth, Ayhan-Lincoln-Hakan Şükür, Ümit...
Nonda, Servet ve Arda’nın arızaları malum, eksikler yani, kenarda olmalılar başlarken. Ama oynatılabilirler de, Kalli istedikten sonra!
Buna ek olarak, Hasan Şaş’ın da tecrübesinden yararlanılabilir.
Ama bu 11’i tercih etmemin nedeni, hücum presle kapılan toplar sonrasında pozisyon bulma olasılığının yüksek olmasıdır.
Nonda-Hakan, benzer özellikler taşıyorlar. İkisi bir arada, böyle zorluk derecesi yüksek maçlarda olmaz gibi sanki. Ümit, ne yapacağını kendi bile bilmiyor ki rakip tahmin edebilsin, kesinlikle sahaya sürülmeli ikisinden birinin yanında!
Ayrıca, belirttiğim orta sahadaki isimlerin oyunun iki yönünü de oynayabilmeleri önemli, ikinci topların kazanılması için de ideal aynı zamanda.
Savunmanın göbeğindeki ikili biraz ağır olsa da, gözden kaçan önemli artıları var; pozisyon alma, ilk topa basma, rakibi kucaklama gibi.
Higuain’e dikkat!..
Zaten rakibin öyle süratli ve topla hareketli ismi yok, Higuain dışında! Higuain’e dikkat!
Ve Tello... Onun için iki dinamik isim oynamalı karşısında, hem savunacak hem de cesurca hücum edip tedirgin ederek fazla ileri çıkartmayacak türden.
Buradan çıkışla sağda Uğur-Barış, solda Volkan-Ayhan doğru seçim. Hem savunma, hem de hücum yönünden.
Sezon başında futbol adına olumlu şeyler ortaya koyan Galatasaray, seyircisiz maçlarda tecrübeli olan da!
Rövanşın 30 bin Beşiktaşlı önünde oynanacak olması düşünüldüğünde, bu maçın kazanılması şart böylesi eşit şartlarda!
Galatasaray, son haftalarda terk etmeye yüz tutan ‘inadına hücum, inadına cesaret, inadına futbol’ anlayışına dönerse, daha sezon başında diğer rakibi karşısında da önemli puan avantajına sahip olur.
En önemlisi, Cim Bom’un bir şeyi daha hatırlaması gerekir; bu şanlı tarih, korkaklıklar, küçük hesaplar, küçük mutluluklar üzerine yazılmadı.
‘’Fark tam da burada işte!‘’
Sion maçı öncesinde “Ne olur” diyenlere, “En az 3” yanıtını verdim, kendimden emin bir şekilde. Henüz 30 dakika geride kaldığında dediğim çıkmıştı bile, ama tersten! Bunu, şunun için söyleme gereğini hissettim, maçtan önce tüm Galatasaraylılar bu 90 dakikanın çok kolay geçeceğine inanıyordu. Ve daha da ileri giderek altını çizmeliyim ki, 3-0 geriye düşüldüğünde bile, bu maçı Galatasaray’ın en az bir beraberlikle bitireceğine inananları sayısı ağırlıktaydı. Haksız da sayılmazlardı, çünkü sonuçta Cenevre’den 5-3’lük Galatasaray galibiyeti çıkabilirdi rahatlıkla...
Hataları konuşmalıyız tabii; Bireysel savunma hatalarından, oyun anlayışından, oyuncu seçiminden, konsantrasyon eksikliğinden, gol vuruşlarındaki eksiklikten... Ama biz, şundan söz etmeliyiz öncelikle, hani genelde bizde en çok eksik olan şeyden; Diğer Türk takımlarında ve taraftarlarında ‘maalesef’ eksik olan güven ve özgüven meselesinden yani. İşte sırf bu nedenden ötürü Galatasaray’ın Sion’a yenilmesine de, Fenerbahçe’nin İnter’i devirmesine de ‘sürpriz’ denmiyor mu zaten! Ya da Galatasaray’ın 3-2 yenilmesine karşın taraftarının turdan emin olmasından, Fenerbahçe’nin İnter zaferinde takılıp kalma endişesinden söz edilebilir pekala!
Devamlı hücumu ve golü düşünen takımların, savunmanın arkasına atılan uzun toplarda ve hızlı hücumlarda daima sıkıntılar yaşayacağını hep anlattık. Bunların doğal olduğunu da... Önemli olanın, bireysel hataları en aza indirerek, rakibe mümkün olduğunca az pozisyon şansı vermektir, dedik. Dilimizde tüy bitti, ama anlatamıyoruz bir türlü. Kim söyleyebilir Galatasaray’ın Sion karşısında mahkum oynadığını... 1. dakikadan uzatmalara kadar golü düşünen ve baskı kuran hep Galatasaray değil miydi? Ne istiyoruz, önce ona karar verelim. Sürpriz yenilgiler üzerine mi kuracağız futbol felsefemizi, sürpriz galibiyetler mi!
“Kazanır ya da kaybeder, belki de bir maçta 10 yer, onu bilemem. Ama bu sezon Galatasaray oynadığı hücum futboluyla zevk veriyor, temposuyla izleyenleri bile yoruyor.” 3-2’nin rövanşında Ali Sami Yen’de yeni bir Neuchatel ‘olağanı’ da gerçekleşebilir, futbolun sürprizlere gebe bir oyun olduğu da... Ama emin olduğum bir konu var ki ve bir futbolsever olarak beni daha çok da bu tarafı ilgilendiriyor olayın... Galatasaray çıkar, baskıyı kurar, hep golü düşünür, hatalarıyla-sevaplarıyla keyifli maç izletir. Bu da yeter doğrusu.
‘’Milli takımı bırak Hakan‘’
Galatasaray, yıllardır ısrar edilen bir yanlışı daha terk etmenin sinyallerini verdi. Nedir bu? Hava topu üstünlüğü bulunan Hakan Şükür’ü gören herkes topu şişiriyordu daha düne kadar. Kalli’nin futbol felsefesi doğrultusunda Konya karşısında bu abukluğa son verildi. Ancak bakalım bu öğretiyi skor bakımından istediğini henüz elde edemedikleri ve sürenin azaldığı anlarda da panik yapmadan uygulayabilecekler mi? Önemli olan bu! 90 artılarda bile hâlâ 3 şişirme yerine, 1 sıfırdan orta yapmayı zorlarlarsa, ancak o zaman sabır ve disiplin isteyen, ne pahasına olursa olsun paniği reddeden bu öğretiyi benimsemişler anlamı çıkartabiliriz. Bunu başardıklarına ikna olduğumuz andan itibaren de, Konya maçındaki gibi ‘10 pozisyonda 6 gol’ gibi verimli yüzdeleri skora yansıtan bir Galatasaray müjdesini verebiliriz.
Konyaspor maçında ayrıca, Hakan Şükür’ün gezerek oynamasını, sıfıra inip kesmesini, asist yapmasını, gol atmasını, savunmaya yardımını, alıp vermelerini, hücum presini izledik uzun bir aradan sonra... Demek ki, doldur-boşaltlar sorununun kaynağı, Hakan’ın boyunda, yaşında, bunalımlarında, Nonda’ya penaltıyı attıran takım içindeki otoritesinde değilmiş!
Aslında Hakan’ın atacağı sadece bir adım var bu saatten sonra; Bir daha giymemek üzere Ay-Yıldızlı formadan affını istemek ve kendini tamamen Galatasaray’a vermek. 36 yaşına karşın hem fizik, hem de beyin olarak pek çok kulvarda aynı anda iş yapar Hakan, bundan eminim. Ancak bazıları; yangından ilk kurtarılacaklar listesinin başında yer alması gereken koca Kral’ı, irtifa kaybeden balondan ilk atılacak ‘olsa da olur, olmasa da’ listesine sokma girişimlerinden asla vazgeçmeyecektir, bundan da eminim.
Bu arada kolcu Emre konusunda kamuoyu vicdanı ikiye bölünmüş durumda. Yarısı ‘Ceza verilsin’ görüşünde, diğer yarısı ise ‘Cezaya gerek yok’ diyerek, o kolu hak ettiğimizi düşünüyor. Mesleki dayanışma adına Emre hakkında meslektaşlarımın yaptığı tüm eleştirilere katılıyorum, ama mesleki etik adına da diyorum ki, birazcık da özeleştiri lütfen! Öteki yüzde 50’yi yok saymamalıyız!