Arama

Popüler aramalar

‘’Arda ve Hasan için son şanslar‘’

Feldkamp, ayağında fazla top tutan ve çalımı seven futbolcu tipini sevmiyor, bu bir gerçek. Hasan Şaş ve Arda’ya daha işin başında takındığı net tavırla bunu açıkça ortaya koydu.
Peki bir futbolcu hiç mi çalım atmayacak? Çalım, futbolun sosudur. Estetiktir, akıl ürünüdür, yetenek işidir, ayakoyunun olmazsa olmazıdır. Ama, her şeyin bir yeri ve zamanı olur ya, çalım konusuna da bu yönden yaklaşmak gerekir. Önünde kademesiz bir rakip olur, basarsın çalımı. En azından denersin... Ancak aslolan, hareketin devamını getirebilmektir. Şut atma olasılığı varsa, önünü boşaltır ve vuruşunu yaparsın.
Ya da, sıfıra yakın bir yerden rakibi geçer ve etkili ortayı yaparsın. Keza, adam eksiltip araya oynarsın, ikiye bir yaparsın vs... Yoksa, karşında iki adam, üstelik kademesi de olan, alanı dar bir anda çalım atmaya kalkarsan, bunun 10’da birinde göze hoş gelirsin, kalanında topu bırakıp yerlerde sürünürsün.
Ki, Hasan Şaş ile Arda’nın çoğu zaman yaptıkları da buydu. Ayrıca çalım, yana ve geriye doğru değil, öne doğru atılır! Atağa çıkılırken kaybedilen bu topların her biri, zaten savunma güvenliği zayıf olan Galatasaray kalesine hızlı hücum olarak dönmüştür hep.
Oysa rakibi eksiltmenin en etkin ve güvenli yolu, paslaşmaktan geçer. Bu alıp vermeler, sadece önün boşalması değil, rakip savunmanın dengesinin bozulması anlamına da gelir ki, onların yeniden yerleşmek için harcadıkları zaman da sen gol denemeleri için açıklar yakalayabilirsin.
Arda, hocasının ne istediğini anladı, doğrusu pabucun pahalı olduğunun farkına vardı. Hasan da, Arda kadar forma şansı bulamasa da bu yolda adımlar atmaya başladı. Ancak daha alacakları çok yol var. Futbolun ikinci yönü olan savunmalarını geliştirmeleri gerekir.
Bu iki oyuncuyu zaman zaman en sert eleştirenlerdenim.
Hatta Arda’nın ilk 11’de şans bulamayacağını daha hazırlık maçları sırasında yazdım, çok da tepki aldım.
Böylesine iki değerin, zaten bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az yıldızı olan futbolumuzda kaybedilmemesi gerektiğini ben de savunuyorum. Tabii onların da, üzerlerine düşeni yapmaları kaydıyla...
Aksi takdirde Arda ‘ara sıra’ oynamalara alışacak, Hasan Şaş da, ‘aslında kendisinin de ait olduğu’ milli takımın maçlarını televizyondan izlemeye devam edecek; ‘ah’lar, ‘vah’lar arasında...

09 Eylül 2007, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sadece güçlü olmak yetmez!‘’

Vestel’in Manisaspor sponsorluğundan ‘kirlenme’ nedeniyle çekilmesinin etkisi, Federasyon’dan gelen ‘Kendileri bilir’ tepkisiyle sınırlı kalmayacaktır kuşkusuz. Öncelikle bu tavrı net olarak koyan Vestel, sadece güçlü değil, aynı zamanda haklıdır da... Yıllardır Haluk Ulusoy Federasyonu’nu devirmeye çalışan ancak bunu başaramayan ‘çok güçlü’ AK Parti ve Aziz Yıldırım iktidarlarının bunu iyi düşünmesi gerekir! Önce birazcık da haklı olmaları gerektiğinin farkına varmalılar artık! Bu sözüm, aynı zamanda meslektaşlarım için de geçerlidir. Çünkü başkasının acımasızca suçladığı bir davranışı, kısa bir zaman sonra değişen kişisel çıkarları doğrultusunda kendi yapar ve bunu çok normalmiş gibi göstermeye çalışırsa, gün gelir ‘Allah birdir’ dediğinde bile inandırıcı olamaz insan! Biraz didaktik kokusu yayıldı çevreye ama, o kadar olacak değil mi?
Galatasaray’ın da, Manisa deplasmanında bıraktığı 2 puanı iyi analiz etmesi gerekir. “Ben rakibin durumuna değil, kendi oyunuma bakarım” sözü de bir başına geçerli değildir. Rakiplerinin ikişer puan bıraktığı bir haftada, 2-1 öne geçtiği maçı kazasız atlatabilmek adına saha içinde hızla strateji değişikliklerini yapabilmeli ‘kendini büyük olarak addeden, hedefi olan’ bir takım! Akıl, gücün bile önünde olmalıdır her zaman.
Bundan sonra Sabri’den sağ bek yaratma çabasının bir kez daha gözden geçirilmesi gerekir. Manisa’da yenen ilk gol iyi incelenmeli. Hem bireysel, hem de takım savunmasında üst üste yapılan hatalar, yine büyük bir takıma asla yakışmayan türden. Holosko’nun oyunun yönünü ters kanada çeviren pasında bir takım savunmasının nasıl bozguna uğradığına şahit olundu pazar akşamı. Sabri, ceza alanına yönelen Holosko’yu takip etmek yerine arkadan seyredince, Volkan’la başlayıp Servet’le devam eden hatalar zinciri golle sonuçlandı. Bir kontra pasın üç savunmacıyı birden oyundan düşürmesi olsa olsa konsantrasyon eksikliği ile açıklanabilir. Yoksa bu oyuncuların kalitesi tartışılmaz!
Ve her şeye karşın 4. haftası oynanan ligimizde gelecek için en umut veren takım Galatasaray olarak gözüktü. Daha önce de belirttiğim gibi Kalli’nin aşılamaya çalıştığı oyun planı netleşti. ½imdi sıra, buna en uygun isimleri seçmeye geldi. Alternatif bol. Milli maçlar nedeniyle verilen aradan sonra oynanacak Konyaspor sınavında yeni Galatasaray’ı biraz daha net şekilde göreceğimizi umuyorum.

05 Eylül 2007, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray nereye koşuyor?‘’

Bir şeyler oluyor Galatasaray’da, ama ne? Alınanların özelliklerini, eskileri kullanma farklılıklarını ortaya koyarsak, önemli değişimin ip uçlarını yakalayabilecekmişiz gibi geliyor ilkin. Örneğin, Nonda’nın futbol karakteristiğine baktığımızda bir Drogba ‘andırmasından’ söz edilebilir pekâla. Bununla beraber, Hasan Şaş’ın sağ bekte denenmesi önemli. Arda’nın, 4-4-2’de yedek soyunmaya mahkum olması konusu mesela, kabul edilemez. Çünkü Arda, kolay vazgeçilebilecek bir değer değil.
Ama 4-4-2’de 2’nin biri Nonda, diğeri Hakan ya da Ümit olur. Savunma zaten belli. Orta saha da öyle; form durumlarına bakılırsa, sakatlık ya da ceza olmadığı takdirde Sabri-Linderoth-Lincoln-Ayhan. Yani Hasan ve Arda yok, o zaman sorun var!
Ama 4-4-1-1 olursa! Önde Nonda, arkasında Lincoln! Orta sahada çok yönlü Sabri-Ayhan-Linderoth-Arda; savunmada yine çok yönlü Hasan şaş-Song-Servet-Volkan! Bu kez de Hakan ve Ümit yok. Ümit, adı Fenerbahçe ile anıldığı andan itibaren pekçok bakımdan tükenmeye yüz tuttu. Hakan için ise hiçbir sorun yok, çünkü değişime uyum sağladı bile, her zamanki gibi.
1. Terim dönemindeki savunma kanatlarının hücumcu özellikli isimlerden kurulduğu belleklerdeyken henüz...
Hasan ile Volkan, kanat savunmacısı olarak fena düşünce değil sanki. Vuran, savunan, hücum eden... Orta sahayı oluşturan isimlerin de iki yönlü olduklarını ve bu doğrultuda eğitildiklerini düşünürsek... Sabri’nin zaten bu işlevi var, lafımız Arda ve Hasan için... Hangisinin hücuma katılacağı, hangisinin savunmada kalacağı belli olmayan 4 kenar adamı söz konusu yani, içeriye de dalabilen aynı zamanda, adam da eksiltebilen! Eh, Nonda kaleye sırtı dönük de oynar, kenarlara da açılır... Kafa golü var, şutları da, sürati de... Fizik ve kondisyon olarak güçlü ve savunmaya yardımı da söz konusu, Kaan Bora öyle diyor!
Alt alta mı koyarsınız, üst üste mi dizersiniz bilemem.
Cim Bom’un ilk haftalardaki temposuna bakıldığında, 90 dakika olmasa da oyunun belli bölümlerinde üst düzeyde, şimdilik! Chelsea modeline doğru gidişat sezinlemekteyim açıkçası! Çok adamla saldıran, uzaktan vuran, kanatları kullanan, bireysel yeteneklerini ön plana çıkartan, hücum presle rakibe soluk aldırmayan, akın sırası rakibe geçtiğinde herkesin topla kalesi arasına geçmeyi olmazsa olmaz kabul eden...
Ama aklıma şöyle bir soru da takılmıyor değil; Chelsea modeli düşüncesi olsaydı eğer, o zaman Nonda son değil, ilk transferi olmalıydı Galatasaray’ın. Haydi hayırlısı!

02 Eylül 2007, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Püf noktası!‘’

Seyircisiz olsa bile, Ali Sami Yen’de oynamak başlı başına bir avantaj Galatasaray için... Büyüsü farklı, anlamı farklı çünkü... Lincoln’ün forma giyecek olması da buna eklenince, rakibin sezona iyi başlayan Ankaragücü olmasının fazla önemi kalmıyor gibi görünüyor kağıt üzerinde! Ancak, bazı belirleyicileri vurgulamakta yarar var.Hâlâ uyum sorunu yaşayan Orkun-Song-Servet üçlüsünün, hızlı hücumlarda süratli, aynı zamanda yaptığı hareketlere zaman zaman kendisi bile şaşıran Bebbe karşısında nasıl bir duruş sergileyeceği önemli. Özellikle Bebbe’nin savrukluğu, son vuruşlardaki eksikliği kimseyi yanıltmamalı. Hani derler ya, ‘günündeydi’ diye... Futbol şansını yanına aldığında bir takımı moralman çökertecek türden biri, tıpkı Yattara gibi! Servet’in bireysel hataları gözönünde bulundurulduğunda nasıl bir tehlikeden söz ettiğim daha da iyi anlaşılır sanırım.Sarı-Kırmızılılar’ın bu sezon en büyük silahı, ekip ruhu ve disiplin... Saha içindeki yardımlaşma, farklı özellikteki futbolcuların birlikteliğinden doğan çeşitlilik büyük artısı. Artık kaleyi gördüğünde ‘vurma özgürlüğüne’ kavuşan futbolcuların denemelerindeki başarı yüzdesi, skoru belirleyecek bir başka unsur.Ekip oyununun günümüz futbolundaki gerekliliğine ‘amenna...” Ama bireysel olarak Lincoln’ün katkısı bu sezon çok önemli. Ancak topla fazla oynayan teknik futbolcuların çoğu gibi onun da başı kasti tekmelerden ötürü çokça ağrıyacak gibi... Rize maçında Emre Toraman’dan çekmediği kalmadı Brezilyalı’nın... Sonuçta iki maça maloldu. Emre türünde bir oyuncu olan Ankaragücü’nden Krita’ya hakemin göstereceği tölerans da, bu maçın gidişatında önemli rol oynayacaktır.Ve gelelim en önemlisine... Orta sahaların, oyunun iki yönünü de sergileme becerisi ve yapacağı pres kilit de olabilir, anahtar da! Linderoth’un yokluğunda, Kalli’nin savunma yönü ağır basan bir isme yer vermesi yerinde olacak.Ve tabii kanat bindirmeleri çok önemli. Hakan ve Ümit’e yarı sahadan havalandırılacak toplardan medet ummamayı öğrenmeli artık Sarı-Kırmızılılar. Bu bölgeden 10 orta yapılacağına, sıfırdan geriye doğru çıkartılacak 1 topun sonuca daha büyük etkisi olacağını görebilmeliler. Ayrıca iki takımın başında da Alman teknik adamın bulunması, bu 90 dakikayı daha da ilginç kılacaktır.

26 Ağustos 2007, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Görünmez adam görünmez alem!‘’

Tersten başlayalım isterseniz! Bursaspor savunması nasıl böyle bir hata yapar da, Ümit Karan’ı bomboş bırakır, gibisinden bir soruyla örneğin...Galatasaray karşısında galip gelebilecek kadar pozisyon bulmuştur ev sahibi takım, bunda herkes hemfikir. Üstelik, presle rakibini 90 dakikanın büyük bir bölümünde iki top yapamaz hale getirmiştir, buna da ‘evet.’ Ve bir savunma hatasıyla, belki de galip bitirebileceği maçtan puansız ayrılmıştır Bursaspor aynı zamanda, vah, vah!Bu, bakış açılarından bir tanesi ve maç sonu en yaygın olanıydı; bu vah, vah onun için!Mehmet Güven’in pası... Uğur Uçar’ın bir bacak arasıyla savunmanın dengesini bozması... Bakarak topu Ümit’e çıkarması... Ve birbirinden güzel gollere imza atmış olan Ümit’in çerçeveye tek vuruş klasiği... Galatasaray’ı üç puanla ödüllendiren bu ‘organizasyon’ ya da ‘doğaçlama’, adı her neyse... Hatta, ‘konuk takım maç boyunca kazanma adına bundan başka hiçbir şey yapmamıştır’ da diyelim, daha da ileri giderek! Galatasaray’ı aşağılama adına, hepsine ‘peki!’Ve...Sonuçta en çok eleştirilen, takılıp kalınan konuya, ‘Bursaspor savunması, nasıl olur da Ümit Karan’ı bir başına ceza sahası içinde bırakır’a gelelim! Uğur Uçar’ın o bacak arası sonrasında Ümit’le oynayan savunmacının ‘kaleyi mi savunayım, rakibi mi karşılayım’ ikilemi etkili olmuştur mutlaka. Ve sürekli sorulan, ama yanıtı ‘özellikle’ verilmeyen şu; “Arkadaki üç Bursasporlu ne yapıyor orada?”Arkadaki üç Bursasporlu gerçekten ne yapıyor orada? ‘Ora’ diye tarif edilen yerde, 35 derece sıcakta gölge yok! Vantilatör de... Yeşil-Beyazlı futbolcuların benliğini yok edecek beyaz bacak ve sarı lira da!‘Ora’ diye tabir edilen yerde bir şey var, ama ne! Niye Ümit’in başında bir kişi var da, ‘ora’da üç kişi birden demir atmış durumda. Niye?Ve...Şaşırıp kalıyorum; her zaman, her fırsatta fıldır fıldır dönen o gözlere, zaman zaman inen bu perdelere! Acaba tüm maçları ‘ilkeli olma uğruna’ tribünden mi izlemek gerekir yine! Aslında ekranlardan da net görülüyor ya, neyse!Bursa’daki bu gerçeği görmeyenler, en ince detaylara takılıp nelerle uğraşacaklardır günü gelince yine! Sahi, geçen sezonun ana gündem maddesine ne oldu bu arada? Hani şu yaş konusu canım! Daha zamanı mı var, hımmmm, anladım!

22 Ağustos 2007, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Lincoln yoksa Arda var, ruh var‘’

Slaven maçındaki futbol gösterdi ki, yeni sezonda Galatasaray’ın can damarları Lincoln ve Linderoth olacak. Bu kesin. Bursaspor karşısında oynayamayacak olmaları, Cim Bom için öncelikli olarak önemli bir psikolojik kayıp. Orta sahanın 2008 model takviyelerinin takıma katkıları kısa sürede belgelendi. Onların saha içindeki varlıklarının bile arkadaşları üzerindeki olumlu etkisini, Rizespor ve Slaven maçlarındaki oyunları karşılaştırarak görebiliriz.Ancak... Yıllardır bilinçli olarak bazı çevrelerce yıpratılmaya çalışılan (ilk fırsatta yine hortlayacağından adım gibi eminim) Galatasaraylı futbolcuların, kendilerini ispat etmekten çok, boşboğaz çeneleri erken kapatmak amacıyla Bursa’da üstün performans sergileyeceğini düşünüyorum. Bunların en başında da Hakan Şükür ve Ümit Karan geliyor.Bugünkü maçın skorunu belirleyecek başka önemli faktörler de olacak. Her fırsatta, eleştiri ötesinde adeta aşağılanan geçen yılkilerin vereceği onur mücadelesi örneğin... Bu çocukların sahada neler yapabileceklerini herkese unutturdu bu mükemmelliyetçi vasatlar! Ama unutkanlık beraberinde aymazlığı taşırsa, bazıları için hüsran kaçınılmaz olur, bu da böyle biline.Bir başka belirleyici etken, Bülent Korkmaz yönetimindeki her takımdan Galatasaray’ı yenme becerisini gösterme yolunda oluşan yüksek beklenti. Efsanevi Kaptan’ın böyle bir tuzağa düşeceğini düşünmüyorum, ama ya tribünlerden maç öncesi ve sırasında gelebilecek bu yöndeki yoğun baskılar, kenar yönetimini devre dışı bırakıp, futbol aklını tatile yollayıp, ev sahibi takım oyuncularını galeyana getirir de, oyun disiplininden uzaklaştırırsa... Çılgın Bursa taraftarını düşünürsek, hiç de uzak olasılık değil.Arda Turan ve Hasan Şaş’ın sürükleyeceği Galatasaray, ‘eksik kadro’ kompleksine kapılmaz ve daha da önemlisi bunu rakibe hissettirmezse, aşırı sıcak nedeniyle düşük tempoda oynanması beklenen maçta Bursa’dan istediğini alır. Kalli’nin, ilk 11’de yapacağı İsmael Bouzid ve Barış Özbek tercihi sürpriz olmaz.

19 Ağustos 2007, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Olaylar ve insanlar‘’

Galatasaray’ın Çaykur Rizespor maçında oynadığı futbola neden temkinli yaklaşıyor insanlar, anlamak mümkün değil. Maç kritiklerinin içi dolu olması için, ille Trabzon’da yaşanan olaylar gibi ya da Fenerbahçe’nin beklenenden uzak bir performans göstermesi gibi olumsuzluklar mı yaşanması gerekiyor. Yazın be kardeşim açık açık, “Bu takım, şampiyon adayları arasında en hazır görüneni” deyin. “Tempolu” deyin, “alternatifli” deyin, “zevk verdi” deyin, “çok gol atar” deyin. Gördüğünüzü yazın yani. Doğmamış çocuğa don biçmeyi ve felaket tellallığını çok seviyorlar nedense. Yok efendim her takım Rize gibi olmazmış da... Güçlü takımlar karşısında bu savunma gedikler verirmiş de... Kalli sıcaktan bayılırmış, Hakan çok yaşlıymış da... Mış, mış... Olanlar ortada, onlar hala varsayımlar üzerine baykuşluk yapıyor. Daha önce de yazdım, bu takımı seyrederken temposundan yorulacaksınız. Skora takılı kalmayın siz, onların söylediklerine de kulaklarınızı tıkayın. Oturun ve keyfini çıkartın yeni Galatasaray’ın...Söylemezsem, çatlarım OFTAŞ’ın galibiyetine oynayın: Duayen sıfatına sahip İlhan Cavcav’ın, İddia furyasının yaşandığı, köşe dönmeciliğin prim yaptığı düzende, çıkıp da böylesine bir spekülasyona neden olması sakil kaçtı. Normal bir ülkede olsaydı, şimdi bir yerlerde hesap veriyor olurdu. Türkiye’de yaşadığı için çok şanslı!Sinan Engin ve Çarşı: Çarşı’nın, Sinan Engin’e karşı olduğunu belirten pankartı, bu gruba duyduğum saygıyı bir kat daha artırdı. Ancak, hemen ardından ‘Aaaa, yanlışlık olmuş, bizim haberimiz bile yok’ denmesinin ve yan yana çekilen ‘barış’ fotoğrafını ise anlamak mümkün değil. İnsanın aklından ister istemez, bu işin içinde başka işlerin olduğu geçiyor, bir takım kirli pazarlıklar gibi! Sonuçta Çarşı masumiyetini ve sempatisini yitiriyor, sloganları da inandırıcılığını! Trabzon’daki olaylar: Burada asıl sorgulanması gereken konular; önü deniz, arkası dağlarla çevrili dış dünyadan izole bir coğrafya, işsizlik, sosyal yaşamın renksizliği, her anlamda alternatifin fazla olmaması, dini ve geleneksel ahlak değerlerinin gençlik üzerindeki baskısı, vs’dir. Yani ‘deli’ veya ‘holigan’ demekle geçiştirilemeyecek bir vaka var karşımızda! Stat terörü de, Dink cinayetinin ardından yapılan uzman yorumlarından yola çıkılarak önlenebilir ancak.Turkuaz formalar: Güzel bir renk! Tişört olarak tercih edilebilir. Ancak Fenerbahçe’nin ve Türk Milli Takımı’nın formasında ağırlıklı olarak yer almasının, ‘sadece farklı’ olmaktan öte bir anlamı yok. Zorlama ve gereksiz bir tercih. İçeriği boş bu tür girişimleri, ben mastürbasyon olarak nitelendiriyorum. Ay ve Yıldız, Kırmızı ve Beyaz, Sarı ve Lacivert... Bunların çok derin anlamları var insanlar için, moda diye seçilmedi bu renkler!

15 Ağustos 2007, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ya Lincoln'e bir şey olursa!‘’

Galatasaray, Gheorghe Hagi’den sonra eksikliğini hissettiği 10 numarasına kavuştu nihayet. Brezilyalı’nın oyun zekasına, top tekniğine ve doğal olarak hücuma katacağı zenginliğe karşı kafalarda bir soru işareti yok. Ancak, ya sakatlanırsa? Ya da hiç de yabancısı olmadığı şekilde oyundan atılırsa? İşte o zaman, ‘mevki ve işlev anlamında’ yedeği devreye girmek zorunda kalacak. Bu isim, gerektiğinde Lincoln’le aynı anda 11’de oynayan biri de olabilir, yedek kulübesinden de gelebilir! Ama bu isim kim olabilir veya kim olmalı?Ayhan Akman... Bu özelliklere sahip olsa da, devamlılığı yok. Keza, aynı nedenden ötürü kulübeden giriş yapabilir. 11’e 11 iken bu değişim günü kurtarabilir belki... Ya da Lincoln’süz çıkılmak zorunda kalınan bir maç için de geçerliliği savunulabilir. Ancak ya oyundan atılır ve Galatasaray bir eksilirse sahada... İşte o zaman kulübeden gelecek yeni biri, sahadan, başka görevleri üstlenen birinin çıkması anlamı taşır ki, bu kez de müdahale edilen o bölge zaafiyet gösterecektir.Daha futbol doğrusu olarak, oyun içinde yer alan ‘çok özellikli’ birinin böyle durumlarda devreye sokulmasıdır. Rakip hücumda iken yine aynı bölgede savunmasına yardım edebilecek, topun kazanıldığında ise takımının hücumlarına ‘Lincoln’e yakın’ yön verebilecek birinden söz ediyorum. Arda Turan, geçen sezon bu görev için önerdiğim isimdi. Aynı şeyi bugünkü oluşturulan kadroda pek savunamıyorum. Çünkü topla çok oynayan genç adamın yapacağı bir kayıp, Dimyat’a giderken evdeki bulgurdan eder insanı... Kaldı ki, Arda’nın henüz ilk 11’deki forması garanti gibi görünmüyor. Saha içinde olabilmesi için, öncelikle Kalli’nin istediği kalıba sokmalı kendisini... Bu da, sanki zaman alacak gibi... Ya da, Kalli’nin istediği gibi olursa, sanki o zaman Arda, Arda’lığını yitirir gibi!Yetiş ya Linderoth!Galiba Linderoth, futbol altyapısı nedeniyle devreye sokulması gereken isim... İnceci özellikleri olmadığından tribünlere hoş gelebilecek hareketler yapamayacaktır belki, ama şu an itibariyle böyle durumlarda sıkı sıkıya sarılınacak tek futbolcu görüntüsü çiziyor. Sarı-Kırmızılı ekibin altyapısından gelen ya da transfer edilen gençlerinde bu özelliklere sahip olanlar tabii ki var, ama yaşları o kadar genç, tecrübeleri o kadar yetersiz ki, mahalle kavgasına giderken, “Sen kenarda bekle, ezilirsin” denecek düzeyde hem de!

08 Ağustos 2007, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI