‘’Var olan şartlar!‘’
Namı, ‘Avrupa Fatihi’ olan takımın, böylesine gruptan ‘şans ve mucize’ eseri çıkabilmesini ben de içime sindiremedim ilkin... Ancak, ‘var olan şartları’ düşününce, gelecek adına umutlandım açıkça. ‘Pollyannacılık’ olarak algılamayın yazacaklarımı, önce dinleyin, öyle değerlendirin!
Bu takım oluşturulurken, orta sahasında üç beyin vardı direkt oynayan; Lincoln, Linderoth ve Ayhan... Üçünün birden oynayamadığı ve bu olağanüstü durumda Arda’nın oyun kuruculuk görevini üstlendiği düşünülürse, Galatasaray’ın topla bu kadar çok oynamasına karşın neden hücumda (en büyük sorunu bu) üretken olamadığını anlayabiliriz net olarak.
‘Var olan şartlara’ devam. Hakan Şükür üzerinden Kalli’ye, Kalli üzerinden yönetime, iktidar savaşları nedeniyle Canaydın’a sürekli indirilen darbeler örneğin... Temeli atılan stat polemik, terkedilmeye hazırlanan stadın başka polemik konusu yapılması... Bitmeyen şarkı gibi yıllardır süregelen borç konusunun hep gündemde tutulması. En önemlisi de, bir yandan ezeli rakibinin 55 bin kişilik stadına imrenen, diğer yandan Ali Sami Yen’i sadece beleş dağıtılan forma nedeniyle dolduran, takımını yalnız bırakan taraftar söz konusuyken...
Ve tüm bu ‘var olan olumsuz şartlara’ karşın yenilenen ve gençleşen bu kadro ligde halen lider durumdaysa... Bir şekilde UEFA da konulmuşsa umut olarak cebe... Ara transfer döneminde takviye yapılabilme ışığı belirmiş, sakat beyinlerin de ikinci yarıda takıma katılma gerçeği duruyorsa önümüzde...
Üstelik, yönetimi sütliman, takımı yıldızlar topluluğu, para derdi bulunmayan, taraftarının resmi ürünlere hücum ettiği ve çoğu maçta stadını dolduran ezeli rakibi ile aşık atabiliyorsa... ‘Var olan şartlarda’ bu takım büyük iş başarıyor ve desteği hakediyor demektir! Diğer unsurlara ‘direkt’ eleştiri getirilebilir, ama takımı alet etmek ayıp!
‘’Arda'nın siniri neden tepesinde!‘’
Sivasspor karşısında ‘tipik’ bir Galatasaray oyunu izlendi. Çok adamla saldıran, oyunun inisiyatifini elinde tutan, buna karşılık savunmasının arkasında boşluklar bırakan, rakibine hatırı sayılır pozisyon olanağı tanıyan, ama aynı zamanda heyecan veren... Balili’nin erken çıkışından sonra maçın sonucu belli olmuştu... Çünkü Sarı-Kırmızılı savunmanın en büyük handikapından yararlanabilecek tek isim yoktu artık. Balili olmayınca, geriye sadece Sivas’ın ne kadar dayanabileceği sorusu kalmıştı yanıtını bekleyen. İyi dayandı yine de Sivas... Oyunu çirkinleştirmeden hem de...
Felsefe farkı burada
Galatasaray’ın futbol felsefesinde ‘oynama’ ilkesi hep ön planda olmuştur. Fenerbahçe gibi ‘sonuca gitmek’ için ‘fırsat kollamaz.’ (Fırsat kollamak da kötü bir şey değildir ayrıca) Fırsatları hep kendi yaratmaya çalışır. Bu nedenle ayın 6’sında 6-0, 8’inde 8-0, 30’unda 30-0 gibi abukluklara takılmaya hiç gerek yok. Şu unutulmamalı ki, Fenerbahçe yenilgileri 100 yıldır defalarca olmuştur, olacaktır da... Ama Galatasaray’ın futbol felsefesinin bir ürünü olan UEFA ve Süper kupalar, sadece bir kez yaşanabilmiştir Türk futbol tarihinde! Bu yolda başlatılan değişime sabırla destek çıkmak gerekiyor.
Geleceğin kaptanı Uğur
Arda, Sivas maçında birkaç kez kaleyi karşıdan gören pozisyonda şut atmayı düşünmedi bile. Çünkü şutu eksik Arda’nın... Üç kişi arasına girip yine çıktıkları oldu, ama devam edemedi, çünkü gücü eksik Arda’nın... Savunmaya yardıma gelemedi, gelince de hücuma çıkamadı, çünkü kondisyonu da eksik Arda’nın... Yıldızsız geçilen geçen sezon, ‘sırf gençliği nedeniyle taraftara sempatik geliyordu’ Arda... Taraftarın tutunacağı tek daldı. Ama geleceğin kaptanı Uğur Uçar haftalardır şunu gösteriyor ki, bir futbolcu hem genç, hem kondisyonu ve gücü yerinde, hem ileri-geri çalışabilir hem de isabetli paslar ve şutlar atabilir.
Ayhan, Linderoth ve Lincoln’ün takıma katılmaları an meselesi... Arda başına geleceklerin farkında, sinirliliği de bundan. Tavsiyem, Arda’nın hemen nadasa çekilmesi ve devre arasında fiziksel ve ruhsal özel bakıma alınması. Hem Galatasaray’ın hem de Milli Takım’ın yarınlarını düşünerek. Bu gidişler, iyi gidişler değil yoksa Arda için!
‘’Kadıköy'den çıkış var!‘’
Derbinin görüntüsünü (Saracoğlu’nda her Galatasaray maçında sistemli olarak gerçekleştirilen, ama her nasılsa gizlenebilen/önlenemeyen tribün ve soyunma odası koridoru terörü gibi saha dışı faktörleri bir yana bırakırsak), Kalli’nin niyeti şekillendirecek. Kafasında ‘4-5-1 görünümündeki’ santrforsuz, ama hücum özelliği de olan 6 dinamik orta saha oyuncusu mu sürecek sahaya, yoksa bu uğurda bitme noktasına getirilen Şükür ve Karan’dan birinden mi medet umacak daha en baştan itibaren? Tabii şu temel soru da yanıtını bulacak böylece; Alman hoca rakibini, hem de Saracoğlu’nda yenip erkenden büyük avantaj sağlamayı mı isteyecek cesurca, yoksa aradaki 4 puanlık farkı korumaya mı çalışacak korkarak? Aslında bir test maçı niteliği taşıyor derbi. Kalli’nin, oluşturmaya çalıştığı sisteme ve kadroya ne kadar güvenip güvenmediği belgelenecek.
Galatasaray, yeniden yapılanıyor olsa da, daha bir takım görünümünde. Yardımlaşma üst düzeyde, gençlerin çalışkanlığı, kaybetmeyi kabullenmeyen düşünce yapısı süper. Ancak yaratıcılıkta bir sorun söz konusu. Lincoln çıtkırıldım olmasaydı, bu handikaptan da söz etmiyor olurduk ya, neyse! Fenerbahçe’nin saha içi tek artısı da burada zaten, Alex de Souza.
Orkun, Uğur, Song, Servet, H.Balta, Sabri, Barış, M.Topal, Arda, Nonda, Serkan’dan oluşacak 11, iyi şeyler yapar gibi geliyor. Tecrübe eksikliği var tabii bu kadronun ve savunma ağırlıklı bir görüntü veriyor ilk bakışta. Ama Fenerbahçe’nin ‘mutlak kazanmak’ zorunda olduğunu düşünürsek... Kanatların ve göbeğin sağlam tutulacağı bu anlayışta, rakibin etkili ayakları susturulabilir. Savunmanın arkasına atılacak uzun paslarda, süratli ve çevik Serkan rakip savunmayı terletir. Nonda, ileride top tutarak baskı yenen bölümlerde arkadaşlarına nefes aldırabilir. Ayrıca bu 11’in karakteri, topu yerden ve çok paslı oynayabilmesi. Edu ve Lugano’nun en zayıf yönlerini dikkate alırsak, bir de istekli Arda faktörü devreye girerse, o zaman Galatasaray’ın Kadıköy’de kazanması sürpriz olmaz!
‘’Arda nereye koşuyor?‘’
Arda, Kalli’den torpilli olsa gerek. Çünkü aynı teknik adam değil miydi, sezon başında hem Arda’ya hem de Hasan Şaş’a kan kusturan; sırf bu ayaklarında çok top tutmalarından ve çalım sevdalarından ötürü? Ne değişti de Arda bu ilkeden muaf tutulmaya başlanır oldu? Koşacak gücü olmayan, savunmaya yardıma gelmeyen, 3 kişinin arasına girip çoğu kez çıkamayan böyle bir oyuncuya, sırf genç diye daha ne kadar töleranslı yaklaşılacak? Kelle avcılığı yapıp da, Arda’nın yok edilmesini istemeyeceğim tabii... Sadece güçlü, kondisyonu yüksek, ruh ve fiziksel sağlığı yerinde, sonuca etki eden, kendini tamamen futbola adamış bir Arda görme isteğinden kaynaklanıyor bu uyarım. Türk futboluna ikinci bir Sergen Yalçın pişmanlığı yaşatmaya kimsenin hakkı yok. Çünkü böylesine yetenekler sık çıkmıyor bizde. Onların değerini hem bizler hem de kendileri bilmeli. Ama bu çocukların hatalarını görmezden gelip uyarılarda bulunmazsak, yarın bir Eskişehirspor da bulamayabilir Arda. Santrforsuz çıkılan maçlarda en büyük yük orta sahaya düşüyor. O nedenle koşan, oyunun iki yönünü de oynayabilen, savaşçı, topa yumuşak-rakibe sert isimlerden oluşması gerekiyor. Arda’nın yanında bir de çıtkırıldım Lincoln olunca, tabii ki istenenlerin hiçbiri gerçekleşmiyor, özellikle savunma yönünden. Bu duruma acilen çözüm gerekiyor. Galatasaray’ın yumuşak karnı burası!
Artık anlaşıldı ki, Galatasaray’ın santrforu Nonda. Chelsea’deki Drogba rolünü oynayacak Kongolu. Gerekirse kanatlara açılıp ortada koridor açacak arkadaşları için, atılacak uzun topları kovalayıp savunmanın ve orta sahanın ileri çıkması için zaman kazandıracak bazen, olgun ataklarda ceza alanında havadan ve yerden gol arayacak sıklıkla. Tüm bu özelliklere yatkınlık var Nonda’da... Serkan Çalık gibi farklı özelliklere sahip bir partneri de olursa, tadından yenmez o zaman. Ama bu, Hakan ve Ümit Karan’ın yok sayılması anlamına gelmemeli.
Karlı, buzlu, bol yağmurlu havalar geldi, o zeminleri de düşünmek gerekir. Farklı özelliklere sahip futbol ekollerini de! Çok ararlar o zaman Hakan Şükür’ü!
‘’Nerden çıktı bu Chelsea modeli!‘’
Hasan Şaş’ın sağ bekte oynatılması düşüncesini ileri sürdüğüm 2 Eylül 2007 tarihli yazımda işaret etmiştim Chelsea modeline doğru bir gidişat olduğunu! ‘Ben yazmıştım’ zevzekliğine soyunmayacağım elbette. Çünkü Nilay Yılmaz’ın söylemiyle, “En zor anlaşılır kuralı ofsayt olan” basit bir oyunu didikliyoruz alt tarafı. Elbette saha içindeki yönü bakımından! Yoksa futbolun dev bir endüstri halini aldığını, etnik, dinsel ve holigalizmin etkilerinden ötürü sadece basit bir oyun olmadığını ben de biliyorum! Simon Cuper’i okumadan önce de farkındaydım üstelik! Tıpkı, Hasan Şaş’ın sağ bek oynatılabileceğini ve Galatasaray’da bir Chelsea modeline gidişat olabileceğini daha sezon başından görebildiğim gibi! Çünkü Kalli bu işaretleri veriyordu, ben bir tarafımdan uydurmadım bunları! Baktım, ama tek farkla, ‘kapalı gözlük’ kullanmadan!
2 Eylül’deki yazımda, “Chelsea modeline doğru gidişat sezinlemekteyim açıkçası! Çok adamla saldıran, uzaktan vuran, kanatları kullanan, bireysel yeteneklerini ön plana çıkartan, hücum presle rakibe soluk aldırmayan, akın sırası rakibe geçtiğinde herkesin topla kalesi arasına geçmeyi olmazsa olmaz kabul eden... Ama aklıma şöyle bir soru da takılıyor; Chelsea modeli düşüncesi olsaydı eğer en baştan, o zaman Nonda son değil, ilk transferi olmalıydı Galatasaray’ın” demiştim, Nonda’ya Drogba rolü biçerek!
Bundan da bir mesaj çıkartılmalı bence. Yani Trabzonspor maçından sonra “Serkan Çalık’la bu iş olur mu” diyenler, 6’lıda Serkan’ın yerine sakatlığı nedeniyle oynamayan, hava hakimiyeti de olan Nonda’yı düşünmeli bir de... Ya da bir başka ismin yerine koyun Kongolu’yu, Serkan’a da şans vermeyi sürdürün.
Ama n’olur düşünün ve öyle yorumlayın.
Şu da bir gerçek, 4-6-0’ı oynamak için süper kondisyona, sağlam fizik güce, güçlü konsantrasyona, iyi niyetli yardımlaşmaya, kıvrak oyun zekasına, çok yönlü isimlere ihtiyaç var.
Bugünkü Galatasaray takımı bunların hangisine sahip, işte asıl tartışılması gereken bu...
‘’Akıllarda hep Saracoğlu!‘’
Trabzonspor maçları zorlu, bir o kadar da zevkli geçmiştir. Hafızam yanıltmıyorsa, Kalli Galatasaray’daki 1. döneminde Trabzon’a pek diş geçirememişti. Uzun bir dönemden sonra ‘yaşlı kurt’ tatilini de yaptı ve son dönemin moda tabiriyle formda döndü! Bakalım bir teknik adamın formda olması takımın performansını ne kadar etkileyecek? Çünkü Servet, Hakan Balta ve Arda milli takım yorgunu. Song ve Barış Özbek de öyle... Nonda sakat döndü. Hakan Şükür, Lincoln birbirlerini sakatladı. Linderoth, Bouzid ve Ayhan da yarım. Hatta bunlara maç eksiği bulunan Sabri’yi de ekleyebiliriz. Bakalım formda teknik adam bu olumsuzluklar karşılığında rotasyonu düşünecek mi? Örneğin Hasan Şaş, Serkan Çalık, Volkan Yaman’la başlayacak mı? Ve kanatlara ne gibi önlemler alacak? Zor bir son düzlük bekliyor Galatasaray’ı ve Kalli’yi... Trabzon, Panionios, Fenerbahçe ve Oftaş deplasmanlarıyla, İstanbul Belediye, Sivas, A. Wien ev sahipliği... Ligde iyi oynayan ve zirvede yer alan rakipler söz konusu... UEFA’da gelinen nokta iç açıcı değil. Çıkmayan candan ümit kesilmez, ama bu kulvar Cim Bom’suz kalacak gibi!
Ancak lig öyle değil... Liderlik ve ezeli rakipler karşısında kazanılmış oldukça önemli avantaj söz konusu. O nedenle biz asıl konumuza dönelim! Ersun Yanal’ın ‘ustalığını’ bazı kesimlere kanıtlama sınavı olacak. O nedenle her türlü sürprize hazırlıklı olmalı. Bordo-Mavililer’de bugüne kadar her şey kötü gitti. ‘Dur’ demek için Galatasaray’dan iyi fırsat olamaz.
Ama Galatasaraylılar da bu maçı başka bir nedenden ötürü iple çekiyor ve işte asıl vurgu yapmak istediğim de, bu tehlikeli bakış açısı! Sorun Trabzon’a yenilmek ya da oradan galibiyetle dönmek değil inanın. Avni Aker’deki maçın sonucunda şu soru yanıtını bulacak onların kafasında; bu takım Saracoğlu’nda ne yapar? Son düzlükteki 7 sınavdan sadece dördüncüsü, yani Kadıköy’deki önemli, geçen sezonki hayal kırıklıklarından sonra... Galatasaraylı gerçeği bu! Ve Fenerbahçe maçından çıkacak sonucun yaratacağı psikoloji sadece takımın değil, teknik adamın ve yönetimin de kaderini belirleyecek.
‘’Gitmiyorum ulan maça!‘’
Nasıl ki bazılarının gitmek için kendilerine göre haklı nedenleri var, bazılarının da gitmemek için, olamaz mı? Ben, 1991’de yorum yazdığım bir Beşiktaş-Fenerbahçe derbisinden sonra evimine dönerken Dolmabahçe Sarayı önlerinde uğradığım saldırı nedeniyle, ‘görevli olmadığım zamanlarda’ statların çevresinde bile bulunmamaya özen gösteriyorum.
Hava şartları malum... Bilet fiyatları, yollarda çekilen eziyet, maç saatleri, yol-yemek masraflarının üzerine futbolun kalitesizliği de eklenince... İstisnalar hariç, statların durumu da bir rezalet iken hem de...
Kim sahada herkesi aldatmaya çalışan futbolcuları izlemek için stada gider ki ya da oynatmamayı bir halt sananları... Başrolünü hakemin oynadığı bir görsel, ne kadar estetik olabilir ki! Futbolseverse, ‘hastasıysa bu oyunun’, bağlatır bir Lig TV ve D-Smart, oturur sıcacık ya da püfür püfür salonuna, uzatır ayaklarını, eşi-dostuyla hem sohbet, hem yemek, hem de futbol atıştırır. Parası cebinde kalır, yollarda telef olmaz, üstelik sinirleri de bozulmaz.
Külliyen yalan!
Bazıları “Futbol tribünden izlenir” diyor ya, külliyen yalan! ‘Bu şartlarda’ evde televizyondan seyredilir... Stada girdin mi, tek seçenekle yetineceksin, pişmanlıkla! Oysa evde öyle mi, aç Süper Lig ya da 1. Lig maçını, olmadı Alman, İngiliz, İtalyan, İspanyol, Fransız, hatta Brezilya liglerini... Futboldan sıkıldın mı, geç TBL ya da NBA’e... Bir kere öde, sonra seç, beğen, al... Oyna da... Gir internetten canlı olarak takip et işaretlediğin maçları... Maç bitimlerinde dolan kanallardaki günün yoranlarını! Durdur, oynat, yavaş, geri, ileri! İşine gelene kafa salla, işine gelmeyene aç ağzını, yum gözünü, Allah ne verdiyse... Zaten işlevleri sadece bu onların, kendileri de biliyor ve bile bile bu role soyunuyorlar! Arkadaşının takımı yenilmişse, telefonla dalganı geç. Devamlı matineler sonrası sıcacık duşunu alıp, suareye hazırlan...
En iyisi beni dinleyin
Sana “niye maça gitmiyorsun” eleştirisini getiren sahtekarlara da, “Sen niye pazar akşam maçlarında yoksun beyefendi, üstelik yorumcu olarak bu işten ekmek yiyorsun, önce bunun hesabını ver” de...
Siz en iyisi beni dinleyin, oturun evinizde paşa paşa... Ve bol bol zaplayın inadına!
Ne kaaa, o kaaa hesabı...
‘’Cim Bom'dan iyi haberler‘’
Galatasaray son haftalarda iyi oynamıyor, bunda herkes hemfikir. Ve bu düşüşün başlangıcı, Ayhan ve Sabri gibi oyunun iki yönünü de oynayabilen güçlü, inatçı ve mücadeleye sahip iki ismin aynı anda takımdan uzak kalmasına dayanıyor. Sağlam ve geçerli sistemi olan bir ekibin, kişilere bağlı kalmaması gerektiğini biliyorum. Ama bu özelliklere sahip iki futbolcuya, benzer katkıları olan Linderoth ve Hakan Şükür de eklenince, işin rengi ister istemez değişiyor. Farkındaysanız, sadece iki kanat adamından söz etmiyorum, savunmasını rahatlatan, rakibe nefes aldırmayan hamleler yapan, aynı zamanda içeri dalabilen, şut atabilen, hırsıyla takımını ateşleyebilen isimler bunlar. Yani tek özellikleri oyunun iki yönünü de oynamakla sınırlı değil Sabri ile Ayhan’ın. Kalli’nin benzer özellikleri taşıyan Hasan Şaş’ı sağ kulvarda değişik amaçlı kullanabilme çabası da, buradan bakışla doğru okunabilir sanırım.
Hani Galatasaray, ikinci topları kazanarak hamle yapıyordu ya bu sezon. Hakan’sızlık, bu özelliği de aldı götürdü. Hava topu alamayan, sırtını kaleye dönüp orta sahasının çıkmasını sağlayamayan bir forvet ikilisi (Nonda-Ümit) son maçta neredeyse pozisyona giremedi. Hakan kaçırıyordu ama, hiç olmazsa pozisyona giriyordu, hazırlıyordu, oyunun rakip alana yığılmasını salt ismiyle de olsa sağlayabiliyordu. Bunu yapamadığı maçlarda bile en azından rakip stoperleri sırtına alıp gezintiye çıkarabiliyordu, boşalan alanlara orta sahadan sürpriz dalışlar yapılabilsin diye. Ümit’te maalesef bir kıpırdanma yok. Nonda, ilk bakışta Hakan özellikleri taşıyor görünse de, topla hızlı hareket etme, rakip eksiltebilme, dolaşarak oynama gibi farklılıkları olduğunu gösterdi ilerleyen haftalarda... Artık, Hakan-Nonda ikilisinin daha verimli olacağı kanısını taşıyorum.
Şu bir gerçek ki, günümüzde bir takımın gücü, oyunun iki yönünü de oynayabilen ‘kaliteli’ futbolcuların sayısına bağlı. Galatasaray sezon başında Ayhan, Sabri, Hakan Şükür, Linderoth, Volkan, Barış gibi bu tip oyuncuları aynı anda sahaya sürebiliyordu. Son dönemde durum tersine döndü. Ama bir de işin iyi yönüne bakmak gerekir. Hâlâ yitirilmiş bir şey yok ve Helsingborg sınavı öncesinde ‘Ayhan dışındaki’ çift yönlü oyuncular göreve hazır.