‘’Ördü kader ağlarını!‘’
Fatih Terim etkisi, Gomis’in golleri, iç sahadaki müthiş performans ve taraftarın inanılmaz itici gücü ve konsantrasyon... Galatasaray’ı bu unutulmaz sezonda mutlu sona ulaştıran en etkili faktörlerden ilk akla gelenler. Peki bu hikaye nasıl başladı? 2 başkan ve 2 hocanın değiştiği bu uzun maratonda kader oyununu nasıl oynadı? İşte ilk bölüm...
Galatasaray’ı Süper Lig’deki 21. şampiyonluğuna götüren hikaye, aslında bir önceki sezonun ikinci yarısından itibaren başlıyor. O günleri anımsamadan bugüne gelmek doğru olmazdı. Hafızaları biraz tazeleyince, bazen birbirini tekrar eden, bazen de mucizelere inandıran dönüm noktalarıyla karşılaşıyoruz. Yaşananları tek bir sayfaya sığdırmak ise ne mümkün ne de adil olurdu. O yüzden en mantıklısı bu hikayeyi 3 ayrı parçada anlatmak olacaktı. Gelin hep birlikte ilk bölümü hatırlayalım...
Östersunds faciası ve müthiş başlangıç
Özbek yönetiminin can simidi
15 Şubat 2017... Büyük maçları kazandıramadığı için görevine son verilen Riekerink’in yerine, Karabük’ün hocası Tudor göreve getiriliyordu. Ligin en düşük bütçeli kadrosuyla hem Galatasaray’ı hem Beşiktaş’ı yenmiş, karizması, oyunu yaşaması ve taraftarın sempatisiyle birlikte, Dursun Özbek yönetiminin can simidi haline gelmişti. Ancak onun da büyük maçlarda sıfır çekeceğini kimse tahmin edememişti...
Igor Tudor’la devam kararı
Riekerink ayrıldığında şampiyonluk potasında olan Galatasaray, ligi Beşiktaş’ın 13 puan gerisinde 4. tamamlıyordu. Yine de Tudor hakkındaki, “Kendi kadrosuyla iyi işler yapabilir” düşüncesi,
yola devam kararı aldırıyordu. Ancak sezonu 4. bitirmenin bir handikapı vardı. Takım sezonu erken açacak ve belki de transferler Avrupa elemelerine yetişmeyecekti...
İlk üçlü paket transfer!
Oysa ki Galatasaray, Haziran’da alışık olmadığı bir transfer temposuyla karşılaştı. Üst üste Gomis, Maicon ve Belhanda transferleri, yüreklere su serpiyordu. Zira aynı süreçte Podolski’nin ve Bruma’nın satılması, Sneijder’le yolların ayrılması, karamsar bir hava yaratmıştı. Tek çıkış yolu Avrupa’ya iyi bir başlangıçtı.
İsveç’teki o kara gece
13 Temmuz 2017... Galatasaray, Avrupa Ligi 2. Ön Eleme Turu’nda Östersunds deplasmanına çıkıyordu. Karşısında kendi ligine başlamış, hazır ve diri bir İsveç ekibi bulan Cim Bom, o güne
kadar sadece Gyirmot ve Diosgyor gibi, adı sanı duyulmamış iki takımla hazırlık maçı oynayıp kazanmıştı. İlk 11’de yeni transferlerden sadece Gomis ve Maicon vardı. Galatasaray, kötü ve tatsız bir futbolla sahadan 2-0 yenik ayrılıyor, gözler İstanbul’a çevriliyordu.
Hedefte Tudor ve Özbek yönetimi
20 Temmuz’daki rövanşta, yeni 10 numara Belhanda da sahadaydı. Yine de sahada hayal edilen Galatasaray’dan eser yoktu. Şut, pozisyon, korner, topa sahip olmada rakibinden açık ara
önde olsa da, Sarı-Kırmızılılar 90 dakikayı 1-1 beraberlikle tamamlıyor ve Avrupa’ya Ağustos’u göremeden veda ediyordu. Hedef tahtasında hem Tudor hem de Özbek yönetimi vardı.
Terim ve kebapçı kavgası
Bu arada 14 Temmuz gecesi, iki Östersunds maçının arasında, Türkiye Milli Takımlar Direktörü Fatih Terim’le, aynı zamanda TFF yedek üyesi olan kebapçı Selahattin Aydoğdu arasında gelişen
‘mekan basma’ kavgası, sezonun gidişatını kökten değiştirecek bir süreci doğuruyordu. Galatasaray’da yeni teknik direktör arayışları başlarken, Terim’in milli takımdaki koltuğu sallanıyordu.
Tudor’dan çok önemli bir söz
Tudor ise o günlerde, “Size söz veriyorum, 1 ay sonra bambaşka bir Galatasaray izleyeceksiniz” diyor, Özbek de transferlere devam ediyordu. Önce Mariano gelmiş, ardından Ndiaye ve
Fernando ile söz kesilmişti. Bu hamleler, Galatasaray’ın şampiyonluğu ne çok istediğini gösteriyordu. Ancak 1 Ağustos 2017’de çok ilginç bir gelişme yaşandı.
Lucescu operasyonu fiyaskosu
Galatasaray Başkanı Dursun Özbek, Romanya’ya giderek, Lucescu’yla masaya oturdu. Tudor’un başına bir ‘üst akıl’ gerektiğini düşünüyordu. Ancak o sıralarda teknik direktör arayan bir kurum daha vardı: Fatih Terim’le yolları ayıran Türkiye Futbol Federasyonu! Hedefteki isim aynıydı: Lucescu. Üstelik operasyonu yöneten isimlerden biri, Terim’in en iyi dostlarından Ali Dürüst’tü.
Ve Terim artık boştaydı...
Sadece 2 gün sonra Özbek’in ‘üst akıl’ operasyonu sonuçsuz kalıyor, Romanya’ya giden TFF Başkanı Yıldırım Demirören, Luce ile el sıkışıyordu. Galatasaray da yola ‘mecburen’ Tudor’la devam ediyor, ancak bu satranç mücadelesinde çok önemli bir ‘hamle taşı’ açığa çıkmış oluyordu: Fatih Terim...
Kayseri maçında bulutlar dağıldı
Transferler hız kesmeden sürüyor, Kayserispor’la oynanacak ilk lig maçının olduğu 14 Ağustos günü, Feghouli transferi de açıklanıyordu. Lige 4-1’lik galibiyetle ‘merhaba’ diyen Sarı-Kırmızılı ekip, Östersunds faciasını unutturmaya hazırlanıyordu.
En güçlü aday Galatasaray
2. hafta Osmanlı deplasmanındaki 3-1’lik galibiyet, Sivas’a atılan 3 gol, Gomis’in her maç fileleri havalandırması, Fernando-Ndiaye ikilisinin canavarca mücadelesi, merkez orta saha oyuncusu Tolga’nın sol kanattaki akıl almaz performansı ve golleri taraftarı mest ediyor, Galatasaray şampiyonluğun en güçlü adayı konumuna yükseliyordu.
Maicon’un 90+2’deki golü
Milli aradan yorgun dönen Galatasaray’ın hızı 4. haftadaki Antalya deplasmanında kesilse de, üst üste Kasımpaşa ve Bursa galibiyetleriyle yola namağlup devam ediyor, puan farkını açıyordu. 7. haftada Maicon’un 90+2’de attığı kafa golüyle 3 puanı getirdiği Karabük maçı ise tam bir şampiyonluk habercisi klasiği oluyordu.
8 haftada 8 puan fark attı
8. haftada Konya’ya giden Galatasaray, Gomis’in attığı 2 golle 7. galibiyetini elde ederken, Göztepe, Akhisar ve Başakşehir’e 6’şar, Fenerbahçe ve Beşiktaş’a da 8’er puan fark atmıştı. Tartışılan konu, Galatasaray’daki yabancı sayısının fazlalığıydı!
Ve Fenerbahçe derbisi yaklaşıyor...
Tudor ise “Bu takımı 1 ay sonra görün” sözünü tutmuş olmanın gururunu yaşıyordu. 9. haftadaki rakip, 22 Ekim 2017’de Türk Telekom Stadı’nda oynanacak derbide Fenerbahçe’ydi. Hırvat hoca
için yeni bir ‘büyük maçlar’ sınavı başlıyordu.
YARIN: BÖLÜM 2: SARI-KIRMIZILILAR’IN BÜYÜK MAÇ KABUSU VE ERKEN SEÇİM KARARI...
‘’Temizlik şart!‘’
Skordan ve sonuçtan bağımsız olarak, Galatasaray’ın gelecek sezonuna ışık tutacak bir mücadele izledik. Sahaya çıkan 11’i kabaca analiz edersek...
1- Latovlevici ve Ahmet Çalık’ın kesinlikle Galatasaray seviyesinde işi yok. Ne oyun zekası var, ne hız, ne teknik, ne güç ne de hava hakimiyeti.
2- Tolga Ciğerci’nin ligde 6 gol atması tamamen bir mucize. 6 numara desen değil, 8 numara desen değil, 10 numara hiç değil. Yılda 2 milyon Euro kazanması da ayrı bir mucize.
3- Eren Derdiyok tipi santrforlar 20 yıl kadar önce dünya futbolundan silindi. Topu tutamayan, süremeyen, adam geçemeyen, yüksek toplara zıplamaktan ibaret, ağır bir forvet.
4- 24 yaşında Dortmund’dan Gençlerbirliği’ne gelen Yasin’le, 31 yaşındaki Galatasaraylı Yasin’in hiçbir farkı yok. 1 metre ileriye gidemedi. Yetenekli, geniş alanda hızlı. Hepsi bu kadar. Bu oyuncuları kadrodan temizlemek bile başlı başına transfer olur.
Futbol mucizesi Seleznov
Okan hoca dersini çok iyi çalışmış. Özellikle kanatları hızlı hücumlarda çok iyi kullandılar. İlk iki golün pası da Latovlevici’nin boşalttığı, Galatasaray’ın sol kanadından geldi. Seleznov tam bir futbol mucizesi. İlk bakışta hiçbir özelliği yok gibi görünse de, top da sürdü, adam da geçti, savunmayı da yıprattı, gollerini de attı. Ayakta alkışlanacak bir performanstı.
Akhisar derslik oynadı
Akhisar mütevazı kadrosuyla, hem de skor dezavantajına rağmen müthiş bir futbol dersi verdi. Bir deplasman oyunu ancak bu kadar doğru oynanabilirdi. Seleznov’un attığı iki gol dışında direkten dönen topları, son vuruşta beceriksiz kaldıkları pozisyonlarıyla Akhisar, finale yükselmeyi hak eden taraftı.
Aslara zeval gelmesin!
Galatasaray’ın Gomis ve Rodrigues oyuna girene kadar doğru düzgün tek bir pozisyonu bile yoktu. Ligin kalan 5 haftasında Allah Galatasaray’ın aslarına zeval vermesin. Bu yedekler bu takımı tek bir maç bile taşımaz. Bizim bildiğimiz Fatih hoca da, Galatasaray tarihine bir kupa daha kazandırmak varken, skor avantajına, taraftar desteğine rağmen böylesine amatörce elenen futbolculara karşı, ‘uyarı biraz hafif kalır’ konuşmasını yapmıştır!
‘’Başkan adaylarına ‘seçilme' kılavuzu!‘’
Galatasaray ibretlik bir seçimi geride bıraktı, tarihin en acayip kongrelerinden birine doğru ilerliyor. Bu kulüpte başkan veya yöneticiysen, camianın büyük bir bölümüne kendini sevdirmek için yapman ve yapmaman gereken şeyler vardır. Peki nedir bunlar, görelim...
1- Kulüpteki avantalı işleri istisnasız şekilde liselilere vereceksin.
2- Üyelerin bedava kolasını, çayını, yemeğini, tatlısını eksik etmeyeceksin.
3- Üyelerin havuz keyfini, şezlongunu, havlusunu elinden almayacaksın.
4- Aidat mı? Sakın... Kimseden istemeyeceksin. Seçim zamanı gelince, sen ödeyeceksin.
5- Çaycının, aşcının, kameramanın, garibanın parasını vermeyeceksin. Unutma, önemli olan üyeler.
6- “Tüzüğü değiştirelim, halka inelim” diyen olursa, hemen alaşağı edeceksin. Çok tehlikeli.
7- Kulüp borç batağında mı? Eski yönetimleri suçlayacaksın. Kamera arkasında yine öpüşürsünüz.
8- Arada kasaya para koyacaksın. Göstere göstere. Ama borç olarak. Nasılsa faiziyle geri alırsın.
9- Suçlama mı var?
Cevap: B- Yokmuş gibi davranıyoruz! Ne de olsa bunlar medya önünde konuşulmaz.
‘Seversin,sevmezsin ama hakkıyla yürüttü!’
Sosyal medyaya uzak duranların pek aşina olmadığı, bizimse uzun süredir hayatımızın tam ortasında duran bir kavram var: Troller. Bunlar kendi içinde; dikkat çekmek için komiklik yapanlar ve para karşılığı organize olup otomatik tweet atanlar şeklinde kabaca ikiye ayrılıyor diyebiliriz. Artık bu tür nimetlerden kulüp yönetimleri de ziyadesiyle faydalanıyor. Ancak bu şekilde sosyal medyada algı çalışması yapanlar, zaman zaman komik durumlara da düşebiliyor. İşte bir örnek; Dursun Özbek geçen ay Divan Kurulu’nda konuşurken, aynı anda, noktalama işaretine kadar aynı
cümleyle atılan ve yazarları kontrol edildiğinde başka hiçbir paylaşımları olmadığı anlaşılan, o troll tweetler.
Şampiyonluk için olmazsa olmaz
Her sezonun kaderini belirleyen kilit maçları vardır. Onları öyle ya da böyle kayıpsız geçerseniz, mutlu sonun kapısı ardına kadar açılmış demektir. Galatasaray açısından son Fenerbahçe derbisi bu maçlardan biri değildi. Fikstürde karşısına sıfır yazılıp sonradan telafi de edilibelir bir karşılaşmaydı. Alınan 1 puan ise tam anlamıyla altın değerinde bir piyango oldu. Trabzonspor maçı ise son 8 haftanın olmazsa olmazlarından biri. Galatasaray şampiyon olmak istiyorsa, evinde 3 puanı cebine koyup, gövde gösterisi yapmalı. Tıpkı Başakşehir ve Beşiktaş maçlarında da yapması gerektiği gibi.
‘’Bu çocukları küstürmeyelim‘’
Bizim memlekette böyledir. “Yapamazsın” derler, yaparsın beğenmezler. Heves kırmakta, başkasının mutsuzluğuyla mutlu olup, başkasının mutluluğundan mutsuzluk çıkarmakta üstümüze yoktur. Bir de komplo teorilerimiz, çamur at izi kalsın geleneğimiz var ki, sormayın gitsin. Ancak hayat cesaret edenlerin ve deneyenlerin hayalleriyle ilerliyor. Şu gençliğin yüzündeki parıltıyı söndürmeyelim...
Tam 10 gün uğraştılar
Galatasaraylı taraftarlar, 10 gün boyunca görsel bir şov için hazırlık yaptı. Hepsi üniversiteli, umut dolu gençler. Hayalleri, hedefleri var. Onlar derbiye futbol takımından bile daha fazla mesai harcadı. Kimi okulundan çıktı geldi, kimisi işinden. Tek istedikleri, gıpta edilecek, gurur duyulacak bir koreografiye imza atmaktı. Hem de anonim imzayla. Kim oldukları bile bilinmeden... Onlar için, “Galatasaray taraftarı yaptı” denilmesi yeterliydi.
Hangi senaryo işlenmedi ki
Yaptılar da... Hem de çok güzel yaptılar. Ama elbette ki takdir görmeyeceklerdi. “Rocky ne alaka” dediler önce. Halbuki yanan stadı da, kupa kaldıran aslanı da, ağlayan taraftarı da, el öptüren babayı da, nicesini yapmışlardı. Farklı olsun istediler. Oldu da... Başta Rocky serisinin kahramanı Sylvester Stallone paylaştı bu görsel şöleni sosyal medya hesaplarında. Hem de futbolun elle oynandığını zannedenlerin ülkesinde.
Böyle reklam yaptıramazsın
Futbola, spora dair bir şeyler karalayan dünyanın her ülkesinden binlerce hesapta Galatasaray taraftarının koreografisi vardı bu sefer. Twitter’a girip arama bölümüne, “Galatasaray tifo” (koreografi için kullanılıyor) yazmanız yeterli. Eskiden en fazla kavgalarımız, bıçak ve sopalarımız gündem olurdu. Bugün para versen reklamın böylesini yaptıramazsın. Ve ne yazık ki hâlâ “Rocky ne alaka” diyen sadece biziz.
Çok güçlü bir figür seçimi
Rocky Balboa gibi çok güçlü, zamanında dünyanın en ücra köşelerindeki evlere bile girmiş bir sinema figürünü kullanmayı akıl etmiş gençlerimizin terör örgütleriyle bir tutulması, onların propagandasını yapmakla itham edilmesi ise artık sözün bittiği yeri işaret ediyor. Bari yeni neslin içindeki hevesi kırmayalım, küstürmeyelim onları.
Artık bu şarkıyla sahaya çıksınlar
Koreografi yavaş yavaş yükselirken hoparlörden gelen, Bill Conti’nin Rocky serisinde kullanılan o muhteşem eseri, “Going The Distance” tribünde müthiş bir coşku yaşattı. Filmde de aynı duyguyu vermişti, ölüyü diriltir cinsten bir şarkıdır. Galatasaray Yönetimi’ne tavsiyem, bu parçayı artık Galatasaraylı oyuncular sahaya çıkarken her maçta mutlaka kullansınlar. Bambaşka bir hava yaratıyor.
Stadı terk etmek işkence gibiydi
Stattan ayrılırken trafik olur diye binlerce diğer insan gibi metroyu tercih ettim. Batı tribününden metro gişelerine yürümek abartısız 45 dakika sürdü. İnsan boyundaki turnikelerden oluşan 3 ayrı güvenlik noktasını geçmeye çalışan insanlar penguen gibi, adım adım yürüyerek ilerleyebildi. Maç izlemek için para ödeyen bu kadar insana bu işkenceyi çektirmek kimsenin hakkı değil. Yetkililer çözüm bulmak zorunda.
‘’Sağlık kontrolüne girmedi herhalde!‘’
Yıllarca Brezilyalı yıldızlarla Ukrayna ligini domine eden Luce, milli takımın başına geçince yabancı düşmanı kesildi. Ya hafıza sorunu var ya da birilerinin maşalığını yapıyor... Lucescu Türk Milli Takımı’nın başında daha tek maça çıkmadan kriz üstüne kriz çıkardı. Oğuzhan konusuna açıklık getirmek için düzenlediği 15 dakikalık basın toplantısında, “Her takımda en fazla 4 Türk oyuncu var, bu konuyu uzun uzun konuşmak gerek” diyerek yabancı sınırlamasına atıfta bulunması inanılır gibi değil. Luce’nin aynı anda hem Galatasaray’a hem Türkiye Futbol Federasyonu’na söz verip, iki kurumu karşı karşıya getirmesinden bazı sıkıntıları olduğu belliydi. 7 sülalesinin dünyalığını yapıp 70 küsür yaşında hâlâ birkaç milyon Euro daha kazanayım diye sahibinin sesi olması, koca bir hayal kırıklığıydı.
Galatasaray’ın başına gelseydi?
Evet, Lucescu’nun yabancı konusuyla ilgili söylediği sözler kesinlikle kendisine ait değil. Belli ki federasyondan birileri bu konuda düzenleme yapmak istiyor ve Luce de maşalık görevini yerine getirecek. Çok değil, birkaç hafta öncesine kadar Galatasaray’a sportif direktör olarak gelmeye hazırlanan Lucescu o koltuğa otursaydı, yine yabancı sayısından dert mi yanacaktı, yoksa ilk iş olarak Brezilya ve Romanya’da yabancı sevkiyatına mı başlayacaktı? Bu sorunun en net cevabı yakın geçmişte yatıyor.
Shakhtar’da yerli mi oynattı?
Tarih 20 Mayıs 2009, yer Şükrü Saracoğlu Stadı, UEFA Kupası’nda final oynanıyor. Shakhtar’ın rakibi Werder Bremen... Lucescu’nun sahaya sürdüğü 11 şöyle: Pyatov (Ukrayna), Srna (Hırvatistan), Kucher (Ukrayna), Chygrnyskiy (Ukrayna), Razvan Rat (Romanya), Lewandowski (Polonya, ama Bayern’deki değil), Fernandinho (Brezilya), İlsinho (Brezilya), Jadson (Brezilya), Willian (Brezilya), Luiz Adriano (Brezilya). Yani Ukrayna ekibinde 3 yerli var, 8 yabancı, 5’i Brezilyalı... Luce’nin yıllarca Ukrayna ligini domine ettiği karışımın sadece küçük bir kopyası.
Bu kadarı tesadüf olamaz!
Yani Lucescu’nun yabancı konusuyla ilgili söyledikleri tamamen hikaye. Hem de kendisine ait olmayan bir hikaye. Zaten bu yabancı sınırlaması işi Galatasaray ne zaman iyi yabancılara kavuşsa ancak o zaman gündeme gelir. Drogba’lı Bruma’lı Melo’lu dönemde 6+0+4 olan kontenjan, yönetimin ‘tüm AB pasaportlu isimler serbest olsun’ çabasına rağmen diğer kulüpler tarafından destek görmemiş, hatta 5+0+3 ucubeliğine evrilmişti. 14 oyuncuya çıkan yabancı serbestliği bugün sorgulanıyorsa, yabancı konusunda en büyük sıkıntıyı yaşayan kulüplere bakmak lazım.
Elinde pırıl pırıl kadro var
Milli takıma gelince... Türkiye bugün tarihinin en parlak kadrosuna sahip. Önde Enes Ünal, solda Cengiz, sağda Emre Mor, forvet arkasında Hakan Çalhanoğlu veya Yusuf Yazıcı, merkezde Oğuzhan ve Okay Yokuşlu, savunmada Çağlar, bir çırpıda aklıma gelen önümüzdeki 10 yıla damga vuracak isimler. Tabii Sayın Lucescu, tüm bu oyuncuları Avrupa’nın dört bir yanında izlemek yerine, Türkiye’de tek bir maça gelerek hepsini bir arada görmek istiyorsa da haklıdır, o yaşta git gel zor olur elbette.
Galatasaray’ı Allah korumuş!
70 küsür yaşındaki Rumen teknik direktör Mircea Lucescu, Türkiye’deki yabancı serbestliğine karşıysa, vah hocanın haline. Yok öyle değil de, kendi inanmadığı bir konuda fedarasyonun sözcülüğüne yapıyorsa, vah ki ne vah hocanın haline. Galatasaray’ı Allah korumuş!
‘’Lucescu da kurtarmaz!‘’
Bir sezona ne kadar kötü başlanabilirse, o kadar kötü başladı Galatasaray. Kendi kendine çıkardığı Sneijder krizini bir türlü idare edemeyen yönetim, tam da yeni transferlerin gazıyla havaya girmiş camianın üstüne bir anda kara bulutları çökertti. Tarihinde ilk kez Avrupa kupalarına katılan Östersunds’a elenerek, yine tarihinde ilk kez Temmuz ayında Avrupa’ya veda eden Galatasaray’ı bize izleten Dursun Özbek ve kurmaylarının sıradaki hamlesini tahmin etmek güç değil. “Tudor’un arkasındayız” mesajlarının gölgesinde, can simidi olarak Lucescu’ya sarılacaklar. Ancak göreve geldiği günden bu yana, sportif anlamda tek bir olumlu iş yapmadığı gibi, hafızalardan silinmeyecek skandallara imza atan bu yönetimi, 72 yaşındaki Lucescu’nun da kurtarması mümkün değil.
Önce orta saha alınmalıydı
Galatasaray’ı yakından takip edenler için, Östersunds hezimeti aslında sürpriz olmadı. Bruma, Podolski ve Sneijder’den boşalan ön tarafa Gomis ve Belhanda takviyesinin takıma seviye atlatmayacağı zaten belliydi. İşin en kötü tarafı Melo gittiği günden bu yana bas bas bağıran orta saha transferinin hâlâ yapılmamış olması, tam anlamıyla rezalet. Selçuk günden güne geriye giderken, yanındaki Tolga, Süper Lig seviyesinde bile değilken, kanatları Yasin ve Sinan Gümüş’e teslim, bekleri Carole ve Linnes, stoperi Ahmet Çalık olan bir Galatasaray’ın, değil Avrupa’da, Süper Lig’de bile zirve yarışına girme şansı yok.
Tudor’un çapı belli oldu
Eldeki malzeme bu diyerek işin içinden çıkmak da kolay. Ancak Tudor’un teknik direktörlük adına hiçbir gelecek vaat etmediğini de belirtmeden geçmeyelim. Önce üçlü savunma sevdasıyla takımı yarıştan uzaklaştırdı, şimdi de kendisinden önceki hocaların da bir türlü vazgeçemediği 4-2-3-1 sistemiyle umut vermeyen bir oyun oynatıyor. Madem Sneijder’i gönderiyorsunuz, geçin 4-4-2’ye, koyun aslan gibi iki golcüyü öne, alın merkeze iki sağlam adam, Maicon’un yanına da hızlı bir stoper... Galatasaray’ın geçmişine bakarsanız, en büyük başarıları iki forvetli sistemlerle yakaladığını görürsünüz. Örneğin...
■ Hakan Şükür&Arif Erdem ■ Shabani Nonda&Ümit Karan ■ Johan Elmander&Necati Ateş ■ Didier Drogba&Burak Yılmaz
Pazarlamacıdan futbol aklı olursa
Sezon başlamadan önce transferden kontratlara kadar tüm sorumluluğun, futbol direktörü Cenk Ergün’e verildiği açıklandı. Dursun Özbek yönetiminde kimse topa girmediği için, takımı Tudor mu kuruyor, Mehmet Özbek mi yapıyor belli olmadığı için, sorumluluk Cenk Ergün’de görünüyor. 2006 yılına kadar Trabzonspor’un pazarlama yöneticisi olarak çalışan birinin Galatasaray’ın futbol aklı olması, nereden baksanız tuhaf kaçıyor. Sonuç ortada.
Scout ekibinin müthiş keşifleri
Galatasaray’da oyuncu arama tarama ekibinin (scout) başında Emre Utkucan var. Engeli nedeniyle tekerlekli sandalye kullanıyor. Hepimizin birer engelli adayı olduğunu düşündüğümüzde, alkışlanacak, gıpta edilecek bir sorumluluk ve güçlü bir karakter örneği. Ancak o ve ekibinin bugüne kadar bulup kulübe kazandırdığı yetenekler, 26 yaşında 10 kulüp değiştirmiş ve oyun zekası yetersiz Garry Rodrigues ile sol bekte başı kesik horoz gibi gezinen Carole’den ibaret. Dolayısıyla Utkucan’ın görevine saygı duymakla beraber, orada bir revizyon şart görünüyor.
UEFA’dan ceza alsa daha iyiydi
Ünal Aysal dönemindeki harcamalar nedeniyle UEFA, Galatasaray’a Avrupa’dan 1+1 yıl men cezası vermişti. Disiplinin devamı için de 65 milyon Euro’luk maaş bütçesi limiti şart koşuldu. Özbek yönetimi bu limit aşılıp da artı 1 yıllık ceza devreye girmesin diye; Bruma’ya zam yapıp takımda tutmama, Sneijder ile yolları ayırma gibi pek çok yöntem denedi. Sonuç? Galatasaray, Temmuz’da Avrupa’ya veda etti. Vallahi kulüp 1 yıl ceza alsa daha iyiydi. En azından yine suçu Aysal dönemine atıp paçayı kurtarırlardı.
‘’Bu darbe değil, bir uyarıdır!‘’
Muhalif cephenin başlattığı erken seçim hareketi, başkan Dursun Özbek ve yöneticiler arasında, “Bize darbe yapılmak isteniyor” düşüncesi yarattı. Ancak katılımcıların neden imza verdiklerine bakarsanız, amacın darbe değil, zihniyet değişimi açısından feyz alınması gereken bir uyarı olduğunu görürsünüz.
Zira teknik olarak 1600 imzaya ulaşılsa bile, dernekler yasasında yer alan herhangi bir madde bile erken seçim kapısını kapatabilir. Yine de Özbek ve ekibi, kampanyaya katılan yüzlerce kulüp üyesi ve üye olamayıp da onlara destek veren binlerce Galatasaraylının ne istediğine kulak vermeli. Camiadaki birlik ve beraberliğin sağlanması adına en önemli nokta budur.
‘’Hikaye güzel ama yemezler!‘’
Galatasaray’da işler hem idari hem de sportif açıdan kötüye gidince, müthiş bir tiyatro oynanmaya başlandı. Ama bu tiyatro yeni değil. Dursun Özbek’in başkan seçildiği günden itibaren bitmek bilmeyen, en az 20 yıl kadar önce yok olmuş olması gereken bir kafa yapısının ürünleri bunlar. Tiyatroyu yazan da, yöneten de, oynayan da belli. Peki amacı ne? Bunu anlamak için bu işten en büyük darbenin kime ya da kimlere vurulmak istendiğine bakmak yeterli. Bugünkü başrol de Tudor’a verilmiş. Hoca diyor ki, “Sneijder, De Jong, Chedjou ve Bruma, bana karşı bir organizasyon içinde.”
Gözyaşları sel olmuş! Peki biz bunu nereden biliyoruz?
Yönetimin medyaya servis ettiklerinden. Yani bunu bize Tudor söylemiyor. Sneijder veya Bruma da söylemiyor. Yönetim, bunun böyle bilinmesini istediği için bize servis ediyor. ● Yönetim istiyor ki, Dursun Özbek soyunma odasına girmiş olsun, Tudor’u fırçalasın, takıma da, “Rezilsiniz, Galatasaray’a yakışmıyorsunuz” desin. ● Yönetim istiyor ki, Dursun Özbek Florya’ya inmiş olsun, Kaptan Selçuk başkana söz versin, bağırış, çağırışlar yükselsin, inanç tavana vursun, gözyaşları sel olsun. ● Yönetim istiyor ki, Dursun Özbek disiplin yönetmeliği yıldızlara taviz vermesin, Sneijder’e 2.3 milyon Euro, Selçuk’a 850 bin Euro ceza kessin. Neden? Sarı kart gördükleri için! Hikaye güzel, fikir güzel, mekan güzel ama yemezler! Bu modası geçmiş tiyatroyu artık kimse yemiyor, yemeyecek de!
Öyle bilinsin istiyorlar!
“Disiplin talimatı gereği ceza kestik” diyorlar. Ne gören var ne duyan. Oyuncuların bile haberi yok. Zaten haberleri olsa kaç yazar, paralarını alamıyorlar ki! En son Eren Derdiyok kulübe ihtar çekmişti alacakları için. Yönetim, kimse FIFA’ya gitmesin diye duacı! Ama ceza kestik diye bilinsin istiyorlar. ● Başkan soyunma odalarına giriyor, fırçalar atıyor, ertesi gün bir bakıyoruz, Tudor’la kol kola, gülücükler havada uçuşuyor. Neyse ki bu kez oyuncular da kahkahalarla eşlik edip mizanseni bozmamış! Bir de oyunculara, “25’inizi birden gönderirim dedi” eklentisi var. Ne de olsa yöneticiler, fırça atıldı diye bilinsin istiyorlar. ● Mangallar yapılıyor, birlik beraberlik mesajları, “Mücadele edeceğiz” sözleri havalarda uçuşuyor. Sahaya bir bakıyoruz, takım ayakta duramıyor. Demek ki, Bursaspor maçı öncesi Dursun Özbek’in yaptığı duygusal konuşma, Kasımpaşa maçında tesir etmemiş! Ama başkan motive etti diye bilinsin istiyorlar.
Ortada yönetim kalmayınca...
Şu ‘yönetim’ sözüne de pek takılmayalım. Ortada, Ünal Aysal’lı, Ali Dürüst’lü, Adnan Öztürk’lü, Abdurrahim Albayrak’lı güçlü ve sağlam bir kadro yok. Dursun Özbek ve çevresinde bir süre görünüp sonra kendi payına düşen skandala imzasını attıktan sonra ortadan kaybolan isimler var. Ne iş yaptıkları, hangi derde derman oldukları belli değil. Dolayısıyla aslında, “Yönetim öyle istiyor” derken kast edilen seçilmiş yönetim kurulu üyeleri değil, ona sufleyi veren ve yıllardır Florya’dan çıkmayan birkaç isimden ibaret!
Gözden düşürmek için mi?
Tekrar şu ‘organizasyon’ meselesine dönersek, bir teknik direktörün böyle bir düşünceye sahip olup da, o isimleri kadro dışı bırakmaması mümkün mü? Hoca bir yana, birkaç oyuncunun teknik direktörü ‘yemeye’ çalıştığını bilen bir yönetim, o isimleri anında kadro dışı bırakmaz mı? Böyle bir organizasyon var da, yönetim bunu biliyorsa (ki servisi yapan onlar), kadro dışı kararı çıkmaması büyük skandal. Ancak... Böyle bir şey olmamış da, Sneijder ve Bruma gibi, “Elden çıkarsak mali olarak çok rahatlarız, ama taraftar bizi zaten sevmiyor, onları da yollarsak bizi iyice mahvederler” düşüncesi yaratan yıldızları gözden düşürmek için, onları göndermeye zemin hazırlamak için bu algı kurgulanıyorsa, işte bu daha da büyük bir skandal olur.
Dil sürçmesi mi, yalan mı?
Eğer bir kulübün başkanı, canlı yayında, hem de bununla ilgili bir soru bile sorulmamışken, “Benim eşim koyu Beşiktaşlı, zaten maçı da beraber izledik” deyip de, üst üste gelen tepkilerin ardından verdiği röportajda, “Benim eşim aslında iyi Galatasaraylı’dır” diyebilecek kadar ‘sanatında’ ileri gitmişse, onun artık o koltukta hiçbir inandırıcılığı ve saygınlığı kalmamış demektir.
Dosta korku düşmana güven!
Bugün Dursun Özbek ve çevresindeki hiç kimse ne Galatasaray taraftarına ne camiasına hiçbir konuda ümit vermiyor. Düşünsenize Sayın Özbek kürsüye çıkmış, “Yaptıklarım yapacaklarımın garantisidir” diyor... Yaptıklarına bir bakıyorsunuz, dosta korku düşmana güven verir! Bir korku hikayesinin başlangıç cümlesi gibi.
6 yıl önce oldu, yine olur
Çözüm belli, son kullanma tarihi geçmiş bu yönetimin, kulübe daha fazla zarar vermeden seçime gitmesi gerekiyor. Tam da bundan 6 yıl kadar önce ligi 8. sırada, eksi averajla bitiren bir Galatasaray vardı. 15 Mayıs’ta başkanını değiştirdi. Sadece bir yaz döneminde kupalara ambargo koyacak, Şampiyonlar Ligi’nde yarı final kapılarından dönecek bir takım ortaya çıktı. Taa ki, bir gün, bir başka başkan daha ortaya çıkıp tüm camiayı bu güzel rüyadan uyandırana kadar...