Arama

Popüler aramalar

‘’Kusura bakma Dortmund!‘’

Vur kır parçala bu maçı kazan diye bağırıyordu, kale arkasında taraftar kılığında girmiş bir acaip kalabalık, ellerindeki ses bombalarını ardı ardına sahaya atarken. İyi de nişancıydılar. Önce yağmur altında iki kare fotoğraf çekmeye çalışan bir foto muhabirini, ardından da tüm aramalara rağmen bu maddelerin içeri nasıl sokulduğunu şaşkınlıkla anlamaya çalışan bir Alman polisini vurmayı başardılar.

Kobani’ye mi geldik


Maçı kazan diyorlardı ama çok sevdikleri Melo adeta “Atmayın artık” diye yakarırken onu da vuruyorlardı, ısınmaya çıkan yedekleri de... Ve Çek hakem ‘Vur kır parçala maçı’nı iptal etmeye yürüyordu, yanında Dortmund’lu oyuncularla beraber. Selçuk ve Melo ise bir kez daha yalvarıyordu; “Atmayın, lütfen!” Birileri anlar ümidiyle. Kale arkasından sahaya ses bombaları yağarken, her patlamada irkiliyorduk biz de, yanlışlıkla Kobani’ye mi geldik diye!

Taraftarlığınız batsın

Toplamı 600 bin nüfuslu, düzenli, yemyeşil, güler yüzlü, buram buram tarih kokan, esnafıyla öğrencisiyle takımlarını çok seven, gönülden bağlı, medeni insanların yaşadığı bir şehirdeydik halbuki. Ve Galatasaray gol atarken bile bombalar patlıyor, oyuncular tribüne dönüp isyan ediyordu. Almanlar mı daha çok seviyordu takımını, bizimkiler mi diye soruyordum kendime. Ama cevabın hiç önemi yoktu. Manzara bu olunca teknik taktikten bahsetmek adeta koca bir boşluk . Sen kusura bakma Dortmund; biraz huzurunu bozduk.

05 Kasım 2014, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sneijder için üzülüyorum!‘’

Hayatım boyunca izlediğim en kötü maçlar listesine kafadan giriş yapabilecek kadar berbat bir karşılaşma oynandı Brüksel’de. Belçika ile Türkiye arasındaki dostane ilişkileri pekiştirme amacından öte hiçbir anlam taşımayan bu maça, futbolcular da aynı düşünceyle hazırlanmış olmalı ki, üst üste 3 pasın bile yapılamadığı, topun 2 dakika kesintisiz oyunda kalmadığı bir mücadele ortaya koydular.

Hamit’le bu iş yürümez

Belçika 2. Ligi’nde orta sıralara oynayan White Star takımına karşı Galatasaray için yapılacak her türlü analiz havada kalır. Özellikle de Fenerbahçe derbisine sadece 1 hafta kalmışken. Ancak Prandelli’nin, elinde hangi oyuncu grubu olursa olsun 4-2-3-1 düzeninden vazgeçmeyeceğini gördük. Burak Yılmaz’ı en uçta, Hamit’i sağ açıkta, Olcan’ı forvet arkasında, Yasin’i de sol önde oynatan İtalyan hoca, kanatlarda etkili olmak istiyor. Ancak bu işin Hamit’le yürümeyeceği kesin. O kadar ağır ve o kadar etkisiz ki, artık en fazla Selçuk-Melo ikilisine alternatif olabilir. Hal böyle olunca Cim Bom hücumda çok etkisiz kaldı. Olcan bir şeyler yapmaya çabalasa da Yasin ona ayak uyduramadı.

Kazanan Emre Can Coşkun

Bu maçın kazananı Emre Can Coşkun olabilir. Mancini döneminde stoper olarak A2 takımından yükselen 19 yaşındaki savunmacıyı bu kez sağ bekte izledik. Diri, soğukkanlı, iyi bir kesici. Üzerine gidilirse Galatasaray yeni bir Semih daha kazanabilir.

Atletico maçı yanıltmasın

Sneijder için üzülüyorum dedim, evet. Sadece Prandelli değil, Galatasaray taraftarı da 10 numarasından çok şey bekliyor. Ama dün akşam serbest vuruşlarda Selçuk, Burak ve Olcan üçlüsünün topun başına geçme hırslarını görünce, sezon içerisinde Wesley’ye karşı sağlam bir cephe izleyeceğimiz fikrine kapıldım. Umarım yanılırım. Çünkü bu takım Sneijder’siz yürümez. 0-0’lık Atletico maçı da kimseyi kandırmasın. İlginçtir, devre arasında yazdığım bu düşüncelerin ikinci yarıda sahnelendiğine şahit olduk. Wesley sahaya girer girmez oyunun rengi değişti. Nerede duracağını bilen, adrese teslim paslar veren, ceza sahası çevresinde çok tehlikeli, iyi değil, büyük bir futbolcu olduğunu kısa sürede gösterdi. Amrabat’a da yaparak günü boş geçmedi. Ama duran toplarda, az önce bahsettiğim üçlü baraja takılması (!) endişelerimi arttırdı. Galatasaray’ın 10’a çok ihtiyacı var. Sahip çıkmak gerek.

18 Ağustos 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Primle derbi mi kazanılırmış!‘’

Ünal Aysal milyar Euro’luk bir iş adamı. Enerji tesisleri yaratıp yönetecek kadar güçlü. Haliyle iş dünyasını en iyi bilen isimlerden. Sahibi olduğu o devasa kurumsal şirketlerde istihdam ettiği ‘personelini’ primle motive ediyor olabilir Sayın Aysal. Aynı sistemi Galatasaray’da uygulamak istemesi de gayet doğaldır. Kulübün başına CEO getirme fikri, danışmanları, yüzbinlerce lira maaş olan profesyoneller, bir şirket olarak hayatına devam eden kulübün kalkınması için gereklidir mutlaka. Bizim gibi maaşlı elemanların uzman olduğu konular değil bunlar.

Ancak... İş yeşil sahaya gelince, orada bir durup düşünmek gerekiyor işte. Real Madrid’den 6 gol yiyen takıma, Beşiktaş derbisi öncesi ‘hocayı da ezerek’, Drogba aracılığıyla prim haberi göndermek ki kazandırmıştı o maçı 80 bin kişinin önünde? Yoksa, kulüp CEO’suna, “Ya Lutfi, yarın Beşiktaş maçı var, 6-1’lik maç kaybetmişiz, Galatasaraylı oyunculara maddi beklenti yakışır mı? Biz kazanırsak zaten Başkan bize istediğini verir” diyen yürekli hocası mı?
Yılda 3 milyon Euro, 4 milyon Euro kazanan adamları primle motive etmek nasıl bir mantıktır izah edebilir misiniz? Hatta asıl sorun motivasyonsa, bu işi Türkiye’nin, hatta Avrupa’nın en iyi yapan adamlarından birini gönderip de, takım yenilirken bile dünya umrunda olmayan bir teknik adamı göreve getirmek hangi mantıkla açıklanabilir peki? Ama doğruya doğru, vizyon geniş. Sol beki Sabri, sol açığı Burak, ön liberosu Ceyhun’lu sistem denemeleri taraftara da keyif veriyordur eminim. Ama Sarı-Kırmızılı olanlara vermediği kesin. Neyse, hoca da zamanla öğrenecek bu işleri!

Son söz yine Aysal’a. Kurumsallık, şeffaflık, yönetimde farklı renkler fikirler derken, kendisine karşı düşüncede olan tüm ekibiyle yollarını ayıran Aysal’a. Kulübün lokomotif branşları futbol ve basketbolla uzaktan yakından ilgisi olmayan zenginlerle ve sanatçılarla yönetim kurulunu dolduran Aysal’a. CEO var, danışman var derken Florya’ya üs kuran, soyunma odalarından çıkmayan Aysal’a. Aziz Yıldırım’dan hiçbir farkı kalmayan Aysal’a. Tek adam Aysal’a... Umarız ki, devraldığınız enkazı, zirveye çıkardıktan sonra, sizden sonraki yönetime yine bir enkaz olarak bırakmazsınız!

12 Kasım 2013, Salı 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kırgın, mutsuz, huzursuz...‘’

Malum, takım 10 gündür kamptaydı. Bu 10 gün boyunca Fatih Terim’in ağzını bıçak açmadığı gibi, gülümsediği tek bir kare fotoğraf bile göremedik. Kampı izleyen arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla 10 gün boyunca yaşanan tek diyalog, hocanın gazeteciler gününü kutlamasından ibaretti. Peki bu tavır, Terim’in basına karşı bir tepkisi miydi?

‘Maaşlı personel’ mesajı

Cevap kesinlikle hayır! Fatih hoca kırgın, mutsuz ve huzursuz. Terim’in göreve geldikten sonra ilk iş olarak Florya’yla ilişkisini kestiği Bülent Tulun’un transferde etkin bir role bürünmesi, Ünal Aysal’ın mesajın gideceği yeri bile bile hocadan, “Maaşlı personelimiz” diye söz etmesi, gerilimi tırmandıran birkaç detay olabilir. Ama büyük resimde, daha sonra sırrı ortaya çıkacak bazı tamamlanmamış parçalar var. Zira deyim yerindeyse yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen Abdurrahim Albayrak’la Fatih Terim’in hiç bir araya gelmemeleri, konuşmamaları başka türlü izah edilir gibi değil. İşin ilginç yanı, onu bu duruma getirenlerin sıkıntıyı gidermek adına tek bir adım bile atmamış olması.

Sneijder’den daha önemli

İyi transferler her zaman yapılır, ki yapıldı da. Ama onları bir arada tutabilecek, başarıya odaklayacak bir lideri her zaman her yerde bulamazsınız, ki bulunamadı da. Onun için Sneijder transferinden önce “En büyük transferimiz” diye bahsedilen Fatih Terim’in gönlünü almakta fayda var. Gelinen son noktada ise bunu yapabilecek kişi, Ünal Aysal’dan başkası olamaz.

14 Ocak 2013, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI