‘’Güçlü federasyonun yolu güçlü kulüplerden geçer‘’
Kulüpler Birliği Başkanı Ali Koç’un yaptığı açıklamayı dinleyince içimden bir ‘eyvah’ dedim.
Çünkü Ali Koç açıklamalarında hiç bir zaman dolambaçlı yollara sapmadan düşüncelerini ‘açık ve net’ olarak söyleyen birisi..
‘Çözülemeyecek finansal sorunlarımız var’ sözü de kulüplerimizin
içinde bulunduğu mali yapının sürdürülemez olduğunu sadece Fenerbahçe Kulübü Başkanı olarak değil Kulüpler Birliği Başkanı olarak da ifade etmesi de çok önemli.
Devre arasında hız kesmeyen transferlere de bakınca futbol kamuoyu kulüplerin finansal olarak o kadar da çok kötü durumda olmadığını sanıyordu.
Bir tarafta UEFA Finansal Fair Play (FFP) denetimi, diğer tarafta TFF’nin sıkı sıkıya takip ettiği Harcama Limitlerinin yanında bir de 40 yıldır beklenen ve Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu döneminde yasalaşan Kulüpler Yasası’nın getirdiği yükümlülüklerden dolayı aşırı borçlanmanın önüne geçileceğini düşünürken Ali Koç’un demeci kulüplerimizin dayanaksız sal gibi okyanus da gitmeye çalıştığını öğrendik.
Bir başka deyişle kulüplerimiz ‘stres testinden’ geçemeyecek duruma gelmiş.
Sanki Türk futbolu bu finansal zorluklar içerisinde ‘yönetilemez’ duruma düşüyor.
‘’Yönetilemez’ derken Gaulle’in davetlisi olarak Paris’te bulunan Churchill masada yüzlerce peynir çeşidini görünce aralarında ki diyalog aklıma gelir hemen aklıma.
20. Yüzyıl’ın 2 büyük devlet adamı Churchill ve De Gaulle arasında tarihe geçen bir sofra konuşmasıdır bu..
İngiltere Başbakanı, Fransa Cumhurbaşkanı’na ‘Fransa’da kaç çeşit peynir var’ diye sorar.
De Gaulle de ‘265 çeşit peynirimiz var’ cevabını verir.
Bunun üzerine Churchill biraz iltifat etmek biraz da hınzırlık olsun diye ‘Oooh 265 çeşit peyniri olan bir ülke savaşta yenilemez” der.
De Gaulle ise esprili bir şekilde “Yönetilemez de” yanıtını verir.
Türk futbolunun yönetilemez duruma geleceğini sanmıyorum ama Ali Koç’un da deprem öncesi alarmını da göz ardı etmeyelim.
Başlığa dönersek; güçlü Federasyon’un yolu güçlü kulüplerden geçer.
Bu yüzden el birliği ile kulüplerimizin kolonlarını sağlamlaştırarak ‘stres testinden’ geçecek duruma getirmeliyiz.
TFF’nin de ülke futbolunun kaderi de buna bağlıdır.
Günün 2 sözü: Çözülemeyecek sorun yoktur.
Hata değil, çare bulun! ( Henry Ford)
‘’Sırtında yumurta küfesi taşımak‘’
Son günlerde futbol da yine peşi sıra öneriler hava da uçuşuyor.
Bu kez de ligde küme düşmenin kaldırılması önerisinin ardından son olarak da ligde Play - off sistemine geçilmesinin istenmesi gündemi bir hayli meşgul etti.
Neyse ki, TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi kesin bir dille ( biraz da sitemkar bir ifade ile) ‘Play-off’un olması mümkün değil. Sezon devam ederken kural değiştirilir mi’diyerek bu önerinin hayata geçmesine izin verilemeyeceğini ifade etti.
Tabii siyasette olduğu gibi futbolda da taraftarlardan kulüp yöneticilerine spor yazarlarına kadar herkesin çeşitli önerilerde sunması normaldir.
Ancak karar alma mekanizmasında görev yapanlar için de bu önerilerin bazılarını hayata geçirse bile bir çoğu kabul görmeyebilir.
Elbette bunun da bir kaç nedeni var.
Bence bunun en önemli nedenini HENRY Kissinger meşhur ‘Diplomasi’ kitabında şöyle anlatıyor: “Entellektüeller uluslararası sistemlerin çalışmasını analiz ederler; devlet adamları ise, bu sistemleri kuran kişilerdir. Analist hangi sorunu inceleyeceğini kendisi seçebilir; devlet adamı ise sorunları önünde bulur. Analist üzerine risk almaz. Devlet adamı ise, bir tek tahmin yapma hakkına sahiptir; yaptığı yanlışlardan geri dönüş yoktur.”
Burada konu futbol olduğu için entelektüellerin ve analistlerin yerine gazeteci-yazar, devlet adamı yerine de TFF Başkanı’nı koyunuz.
Sırtında yumurta küfesi taşıyanla taşımayan arasında ki fark da burada ortaya çıkıyor.
‘’Bir umut gecesi, siyaha kırmızı fırçalar‘’
Omuz Omuz’a kampanyasını izlerken bu satırları yazıyorum.
Her biri birbirinden değerli katılımcıların konuşmalarını karışık duygular içerisinde izliyorum.
Özellikle de büyük dram ve acıların içinde stüdyoya gelerek bu kampanyaya katılan Hatay’ın öz evladı Gökhan Zan’ın metanet içerisinde; güzel Türkçesiyle her kelimeyi seçerek, tartarak konuşması beni ve ekran başında ki herkesi duygulandırdı.
Özellikle de yaptığı konuşmada ‘artık geriye bakmaya gerek yok geleceğe umutla bakmalıyız’ demesi bu kampanyanın ‘UMUT’ konsepti üzerine oturmasını sağladı.
Nitekim peşinden Ali Koç’un da UMUT temasını işlemesi ve 5,5 saat boyunca temposu ve performansı hiç düşmeyen Acun Ilıcalı’nın sürekli gelen bağışların ardından ‘İşte Umut’ bu demesi..
Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu, TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi ve kulüp başkanları ile yardım için telefonla bağlanan herkesin bu UMUT’un peşinden gideceklerini gördüm.
Özellikle Bakan Kasapoğlu’nun konuşmasında omuz omuza veren futbol camiasına teşekkür ederken , “Spor yalnızca fiziksel efor değildir. Spor bir dostluk köprüsü, centilmenlik dayanışmasıdır. Moral veren bir güçtür. Bu gece de buna şahitlik ediyoruz. Arması, forması birbirinden farklı olsa da ortak duyguların birleştiği tarihe geçen bir dayanışma örneği sergileniyor” sözleri..
Dünyanın en büyük futbolcularından Kylian Mbappe’nin yayına bağlanarak destek vermesi..
İmparator Fatih Terim’in futbol yoluyla yaraları sarmak için TFF’nin önderliğinde düzenlenecek organizasyonlara gönüllü olacağını söylemesi.
Verdiği desteği söylemekten mahcubiyet duyan PSG Kulübü’nün Katarlı Başkanı’nın zarafeti.
Kulüplerinin borçlarını unutup depremİn yaralanırını sarmak için ilk günden itibaren can hıraş çalışan Dursun Özbek, Ahmet Nur Çebi, Ahmet Ağaoğlu ve diğer kulüp başkanları..
Taraftarlıktan Antalyaspor Başkanlığına gelen Aziz Çetin’in sadece Kulübünün değil şehrin ileri gelenlerini bu desteklere yönlendirmesi.
Sevgili eşi Selda ile her zaman kimin başı dertte olsa koşan Mehmet Topal’ın önce deprem bölgesinde enkazların içinde kazı çalışması yaparken şimdi de stüdyo da telefon başında destek araması.
Kumbarasını kıran çocuklarımız..
Geçmişte Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptığım Ankaragücü Kulübü’nün Başkanı Faruk Koca’nın duygusal konuşmasında 2023’ü ‘matem yılı’ olarak ilan etmesi.
Yeteneklerini yakından bildiğim Türk futbolunun sakin güçlerinden Hasan Çetinkaya’nın 2.Başkanlığını yaptığı Belçika’nın Westerlo Kulübü’nün 10 milyon liralık desteği..
Her biri geleceğe ümitle bakmamızı sağlayan zarif destekler..
Bunun gibi aktarabileceğim onlarca anekdot var.
UMUTSUZ YAŞANMAZ
Bütün bunları izlerken yıllar önce ünlü ressam Mustafa Ayaz'ın resimlerini sergilediği müzeye gittiğim gün aklıma geldi.
O zaman bu ziyaretiminde ki izlenimlerimi de yazmıştım.
Yıllara meydan okuyan usta fırça Ayaz'ı dinlerken renkleri kullanmanın nasıl da önemli olduğunu öğrendim.
Yıllar önce renk seçimiyle ilgili "siyah boyalar getirin. Çok çok siyah boyalar. Her şeyin anlamsız olduğunu göstermek için kapkara siyah boya..." sözleri sanki bugün ülkemizin içinde bulunduğu durumu anlatıyor.
Sanırım bugünlerde ressamlar siyah boya ile tuvallerine fırça vuruyordur.
11 ilde 15 milyon kişiyi ilgilendiren ve 50 bine yakın vatandaşımızı kaybettiğimiz bu günlere bakınca her şey ne kadar karanlık, anlamsız, ne kadar boş değil mi Mustafa Ayaz'ın söylediği gibi.
Ama Ayaz umutsuzluğun simgesi siyahın üstüne fırçasından bir renk akıtmak ister: Kırmızı
Diyor ki, ama küçücük bir kırmızı, küçük bir ışık gerek. O da yaşadıkça umudum olacak."
HEPİMİZ BİR AĞACIN FARKLI DALLARIYIZ
İşte Omuz Omuza kampanyası ile ülke içinde ve ülke dışından gelen yardımları her şeye karşın ülkemizde ki bu siyah tabloyu aydınlatacak kırmızı renkler de olduğunu düşünüyorum. Zifiri karanlıkta Mustafa Ayaz gibi yaşadıkça içimizde diri tutmaya çalıştığımız kırmızı umutlarımız bunlar.
Yaraları hep birlikte saracağız.
Yazımı bu organizasyon için gece gündüz tüm Federasyon ailesi ile birlikte çalışan Başkan Büyükekşi’nin sözleri ile bitirmek istiyorum:
“Hepimiz bir ağacın farklı dallarıyız; kökümüz bir, suyumuz bir, güneşimiz bir”
‘’Türk futbolunda ‘sağduyu’ zamanı‘’
Yüzyılın felaketi ile karşı karşıya kalan ülkemizin her alanda olduğu gibi futbol gündemi de tamamen değişti..
TFF başta olmak üzere tüm futbol aktörleri bir araya geldi..
Rekabetin yerini dayanışma aldı.
Son yazımda bu konuya değinmiş ve ülke futbolunun bu dayanışmasının öneminin altını çizmiştim.
Hatta daha da ileri götürerek bu dayanışmayı sadece depremzedeler için değil yıllardır kırılmayı bekleyen fay kırığı üstünde duran Türk futbolunun geleceği için de devam etmesi gerektiğini yazmıştım.
Yazıma çok sayıda geri dönüşler aldım. Özellikle de Japonların Kintsugi felsefesi okurlarımın ilgisini çekmiş.
Çok önemli ve değerli bulduğum çıtayı daha da yukarı çıkaran bir okurum görüşünü de sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Ömer bey, bu toprakların harcı aslında her yarayı her çatlağı örtmeye muktedir fakat her seferinde suyu fazla katan harcı bozan bir güruh çıkıyor. O yüzden hep iki ileri bir geri durumumuz var benim hissetiğim. Siz yazıyorsunuz olmuyor, okulda öğretmen öğretiyor olmuyor ,camide hoca anlatıyor olmuyor.
Madem futbolu çok seven bir ülkeyiz inşallah bu kötü gidişe futbol sevgisi ön ayak olur örnek olur kitleleri birbirine bağlar, topluma önderlik eder. Önce saygı ve sevgiyi tribünlere yerleştiririz. Orada maçı izlemeye gelen 10 yaşındaki çocuklar holiganca bağırmayı döner bıçağıyla adam yaralamayı hakem dövmeyi öğrenmezler ve eğitim tribünlerden başlar diye umuyorum.
Futbol camiamız için bulunmaz bir fırsat bu. Tam da farkındalık yaratabilimek için en uygun saha şartları oluştu. Umarım akılcı yönetim akılcı politikalarla uzun soluklu güzel bir dönem yaşarız”
Okurumun yazısında da ifade ettiği gibi futbolun bu toplumu dönüştürecek gücünü yabana atmayalım..
Ancak, Türk futbolu önce kendisini dönüştürse toplumu da dönüştürebileceğine inananlardanım.
*Kuşkucu milletiz
Bunun için de deprem öncesi her tarafımızı saran şüpheden uzak durmasıyla mümkün olabilir futbol dünyamızın..
Ne demek istediğimi anlatmaya çalışacağım:
Yıllar önce bir seyahat sırasında tanıştığım Psikiyatr Prof. Dr. Mehmet Hakan Türkçapar ile Türk futbolu üzerine ve futbol yoru(m)cuları hakkında sohbet ederken kağıda bir şeyler yazdı ve bana uzattı. “Türkler’in Avrupalılar’dan en büyük farkı kuşkucu olmalarıdır.”
Bende bunu köşeme taşımış ve Türk futbolunu kemiren şeyin bu kuşku olduğunu anlatmıştım.
Aradan tam 13 yıl geçmiş ama Türk futbolunda yine bir arpa boy yol alamadığımızı görüyoruz.
(Deprem öncesi Türk futbolunda ki son durum şöyleydi: )
Konu yine hakemler, yine istifası istenen MHK Başkanları, yine yabancı hakem çağrıları, kulüp yöneticilerinin bitmek bilmeyen salvoları, TFF Başkanı’ndan ‘pansuman’ değil ‘operasyon/soruşturma’ bekleyen futbol/hakem yoru(m)cuları.
*TFF Başkanlarının başarısı nasıl ölçülür?
TFF Başkanlarının kaderini sadece hakemlerin düdüğüne bağlayan bir anlayış o zamanda vardı şimdi de var..
Yalnız o zamanlar “VAR” yoktu, bugün ise nur topu gibi bir “VAR” uygulamamız var.
Ancak ne hikmetse hakem tartışmalarını minimize edeceği beklentisiyle kuşkudan arındırılmış bir futbol iklimi vaadiyle ülkemizde en son teknoloji ile kurulan VAR uygulaması kuşkuları dağıtmanın aksine daha da arttırdı.
Öte yandan ülkenin amatör dahil tüm profesyonel futbolunu yöneten, yol gösteren, yön veren ve futbol ekonomisini büyütmek için çalışan Futbol Federasyonu Başkanları’nın başarı kriterini sadece hakemlerin performansları ile değerlendirilmesi bence çok büyük haksızlık, bunu 10 yıl önce de söylüyordum bugün de söylüyorum.
Devasa bir Futbol Federasyonu ve devasa geniş görev alanı var Federasyon Başkanı’nın..
Yönetim Kurulu Üyeleri, Kurullar, profesyonel kadrolar..
Futbol Geliştirme Direktörlüğü.. Milli takımlar, antrenör eğitimi, kadın futbolu, engelli futbolu..
Yüzlerce kişi ülke futbolu için mesai harcıyor.
Tüm buralarda görev yapanların performansları da hakem tartışmalarının gölgesinde kalıyor.
Hani diyeceğim, Cumhurbaşkanı’nın ‘Dünya 5’ten büyüktür’ sözünde olduğu gibi ‘TFF, MHK’den büyüktür’ diyesim geliyor.
*Türk futbolu şüpheden arınmalı
Ama artık hakemlerin başarılı olmasını gerçekten istiyorsak bu her tarafa sinmiş ‘kuşku ikliminden’ Türk futbolunu bir an önce kurtarmalıyız.
Büyükekşi’de TFF Başkanı olduktan ve bugüne kadar yaptığı en önemli şey bu ‘kuşku ikliminden ‘ Türk futbolunu uzaklaştırmak; bu yüzden sürekli olarak Kulüpler Birliği ve spor medyası ile bir araya geldi, şeffaf yönetim sergiledi.
Herkesi bu ‘kuşku’dan arındırmak için VAR kayıtlarını dahi kamuoyuyla paylaştı.
Diğer taraftan da Hakemlerin kalitesini yükseltmek, özgüvenlerini kazanmaları için maddi/ manevi tüm imkanları seferber etti.
Güncel acil konularla boğuşurken bir yandan da geleceği planlıyor.
Şimdi de “Hakem Akademisi” kurarak hakemlik müeessesi için her türlü adımları atacağını gösteriyor.
Yalnız 20-30 yılın kronik sorunlarını öyle 3-5 ayda çözmek mümkün değil; bunu da en iyi Büyükekşi bilmez mi, ülkenin önde gelen işadamlarından ve üstelik geçmişte de THY ve Eximbank’ta uzun süre kamu görevi yapmış birisi.
*Kuşku deyip geçmeyin
‘Kuşku’ deyip geçmeyin, dedikodu ve şüphenin de kardeşidir kuşku..
Merly Streep’in oynadığı ‘Şüphe’ filmini izlediniz mi?
Hakkında şüpheler duyulan peder vaazına şöyle başlar: “Emin olmadığınızda ne yaparsınız?
Bugünkü vaazın konusu bu.
“Şüpheye de gerçek gibi sıkıca sarılabilir insan.”
Daha sonra bir hikâye anlatır.
Dedikodu yapan bir kadına rahip şunu der: “Çatıya bir yastık çıkar, onu bıçakla yar ve sonra bana dön.“
Kadın söyleneni yapıp pedere “Yastığın içindeki tüyler her yöne uçuştu“ der.
Peder: “Şimdi geri gidip rüzgarla dağılan tüylerin hepsini toplamanı istiyorum.”
“Ama” der kadın: “Bunu yapamam. Nereye gittiklerini bilmiyorum. Rüzgar onları her yöne savurdu.”
“İşte” der peder: “Bu dedikodudur.”
Kafamızda onlarca şüphe ve şüpheye gerçek diye sarılan milyonlar..
yastıkları parça parça ediyor.
Türk futbolunda yıllardır tüyler uçuşuyor, tutabilene aşk olsun diye yazardım normal şartlarda.
Ama deprem sonrası ki dayanışmayı ve 1 Mart tarihinde düzenlenecek ‘Omuz Omuza Türkiye’kampanyası ile artık Türk futbolunda ‘şüpheye gerçek diye sarılan milyonların” yerini ‘sağduyu’ ya bırakacaktır diye yazmak istiyorum.
Günün sözü: Sağduyu etkisiz kaldığında şeytan yardıma koşar
( Dostoyevski)
‘’Omuz Omuza Türkiye‘’
Bugünlerde yaşadığımız dehşetengiz deprem nedeniyle sıkça karşılaştırdığımız ülke Japonya oldu
Deprem konusunda Japonların yaklaşımını neredeyse hepimiz öğrendik.
Ancak, Japonların deprem konusunda çıkardıkları derslerin temelini de oluşturan da Japonların yıllar içinden süzülerek gelen felsefelerinin ve kültürlerinin ne olduğunu da anlamadan bu yaklaşımı tam olarak anlamamız pek mümkün değil.
Bu konuyla ilgili belki tek yazıyı da Serdar Turgut ‘Japon kültüründe deprem’ başlığı ile kaleme aldı.
Aslında aşağıda okuyacağınız ve içinde Japonların felsefesine de yer verdiğim yazımı depremin hemen öncesinde kaleme almıştım.
Türk futbolunun içinde bulunduğu durumu ve geleceğe yönelik olarak planlamaları ‘Büyükekşi’nin dönüşüm felsefesi’ başlığı ile kaleme almıştım.
(Yazımı tekrar okuduğumda Türk futbolu için ne kadar da çok çatlak, kırık kelimelerini de kullandığımı farkettim.)
Türk futbolunun da ‘fay hattının kırılmaması’ için yapılan çalışmaları ve bunun için de Türk futbolunda ki ancak tüm paydaşların bir araya gelerek bu sorunların çözülebileceğini anlatmaya çalışmıştım.
Depremin geleceğini nasıl hepimiz biliyorduk ama bir türlü yeterli önlemleri alamadıysak Türk futbolunda ki herkes de biliyor ki gerekli önlemler alınmazsa Türk futbolunda da fayın kırılacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Tabii deprem nedeniyle spor yazmanında okumanın da bir anlamı yok, artık kimsenin en azından bir süre sporu, futbolu konuşacak hali de yok.
Ama dün gece TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi beraberinde Kulüp Başkanları ile Trabzonspor’un Basel maçından yaptığı basın toplantısında; Gençlik ve Spor Bakanlığının da destek vereceği tüm futbol aktörleri ile 1 Mart gecesi ‘OMUZ OMUZA TÜRKİYE’ kampanyasını kamuoyuyla duyurması üzerine yazımı yayınlamaya karar verdim.
Tüm futbol dünyası yüzyılın felaketinin sarılması için ezeli/ebedi rekabet demeden bir araya geliyor ve güzel Türkiye’miz için depremzedeler için her türlü fedakarlığı büyük bir dayanışma içerisinde yapıyorlar.
Ercan Güven’in dediği gibi; ‘bu millet büyük, onun parçası spor da futbol da büyük ne mutlu ki..
Depremden bir kaç gün önce hazırladığım ama deprem nedeniyle yayınlayamadığım bu yazımı şimdi yayınlatmak istememim nedeni de işte bu Türk futbol paydaşlarını bir araya getiren dayanışma örneğinin sadece burada kalmaması gerekiyor.
Türkiye’nin yeniden ayağa kalkması nasıl bir araya geldiysek Türk futbolunun fayının da kırılmaması için de bir arada olmalıyız.
Eksiklerimizi, kusurlarımızı gizlemeden acımasız gerçeklerle yüzleşerek Türk futbolunu depreme hazırlayalım.
** ** ***
Büyükekşi’nin ‘dönüşüm felsefesi’
Mehmet Büyükekşi’nin TFF Başkanı seçilmesinin hemen ardından ‘Büyükekşi’nin Elinde ki Çatlak Kristal’ başlıkı yazımda Türk futbolunun içinde bulunduğu durumu en küçük harekette paramparça olacak ‘çatlak kristal’e benzetmiştim.
Yazımın sonunda da; Büyükekşi için başarı kriteri ‘çatlak kristal’i paramparça olmaktan koruması ile ölçüleceğini ve Türk futbol tarihe geçmesi için de kristalin çatlağını bir kuyumcu hassasiyeti ile tamir etmesine bağlı olduğunu ifade etmiştim.
BAKAN KASAPOĞLU’NUN DA DESTEĞİ ÇOK ÖNEMLİ
Bunları tekrar hatırlamamım ve hatırlatmamım nedeni geçtiğimiz günlerde Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu ile birlikte futbolun tüm paydaşlarını bir araya getiren “TFF’nin Stratejik Plan Toplantısı’ Game Plan” organizasyonunda ki konuşmaları dinlediğimde aklıma işte bu ‘çatlak kristal’ benzetmem geldi.
Acaba çatlak kristali tamir edebilecek miyiz; toplantıya katılan futbolun tüm paydaşları bu kristalin çatlamasında az çok sorumlulukları yok muydu?
Elbette vardı ve onlar gibi herkes bu salona Türk futbolunun geleceğine bir harç koymak için gelmişti.
Bakan Kasapoğlu’nun futbolun büyük bir endüstri olduğunu ifade eden ve uluslararası örneklerle ülkemizi karşılaştırdığı konuşmasında Stratejik Plan Toplantısının Ortak Aklın Işığında, özgün ve yeni bakış açısı açılarına kapı aralayacağının altını çiziyordu.
Aslında Kasapoğlu’nun bu konuşması salonda bulunan ve bulunmayan tüm futbol ailesine hem destek hem büyük bir sorumluluk hem de görevler yüklüyordu.
Türk futbolunun geleceğini yeni yaklaşımlara yönelecek tüm futbol ailesine emanet ediyordu adeta Bakan Kasapoğlu..
BÜYÜKEKŞİ DE ‘ORTAK AKIL” DEDİ
TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’de yaptığı konuşma da salonda bulunan herkesi alkışlaması ve alkışlatması da bu ortak çözüm yolu bulma niyetinin bir göstergesi olarak gördüm.
Paydaşlar olmadan biz TFF olarak hangi stratejiyi hazırlarsak hazırlayalım uygulama imkanı bulamaz diyordu Büyükekşi.
‘Siz varsanız biz de varız’ diyordu bir bakıma..
Bu yüzden de “ oluşturacağımız strateji planı TFF’nin değil, Türkiye futbolunun strateji planı olacak“ sözüne ısrarlı vurgu yaparken devamında ‘biz bugün burada toprağa bir tohum atıyoruz. Bunu büyütecek, besleyecek ve yaşatacak olan sizlersiniz’ diyerek Kasapoğlu gibi Büyükekşi’de ortak aklın öneminin altını çizdi.
PEKİ ÇATLAK KRİSTAL TAMİR EDİLİR Mİ
Doğrusunu isterseniz 20 Haziran 2022 yılında bu yazıyı yazarken çatlakların kolay kolay tamir edilemeyeceğini ve en azından Türk futbolunun paramparça olmaktan kurtarmanın da yeterli olacağını düşünüyordum.
Ve kendi kendime soruyordum Büyükekşi bu çatlakları tamir edebilir mi diye..
Ve bunu nasıl yapacaktı?
Geçen 7 aylık sürede Büyükekşi’nin çalışma metodunda farklıklar olduğunu gözledik.
CEO GİBİ ÇALIŞIYOR
Aslında göreve geldiği andan itibaren tüm zamanını Federasyon da geçiren bir Başkan gibi değil de tam zamanlı bir CEO gibi mesai yapan Büyükekşi sürekli olarak futbolun tüm paydaşları ile bizzat kendisi görüşüyor, büyük bir misyon olarak üstlendiği Futbol Akademisi için birilerini görevlendirerek rapor istemek yerine ülke içinde ki ve yurt dışında ki ziyaretlere Başkanlık ediyordu.
Hem anlamak, hem öğrenmek hem de çözüm önerilerinde tüm süreçlerde yer almak istiyordu.
Bu 7 ay hiç de kolay geçmedi, hakem hatalarından kaynaklanan eleştiri okları altında yol alırken benim de kafamın içinde sürekli olarak ‘bu çatlak kristal ne olacak’ sorusu dolaşıp duruyordu.
‘İşte ‘Game Plan’ çalışması bana bu konuda ümit verdi.
Türk futbolunun geleceği burada şekillenebilir (mi).
Ve Büyükekşi bunu nasıl başaracak?
JAPON FELSEFESİ-ÇATLAKLARDAN DOĞAN SANAT
Tam da burada karşıma ‘çatlaklardan doğan sanat’ı anlatan Japon felsefesi çıktı:KİNTSUGİ
Altın anlamına gelen ‘Kin’ ve birleşmek anlamına gelen ‘Tsugi’ kelimelerinin birlikte kullanımıyla oluşan ‘Kintsugi’ kelimesi bu felsefeye ismini verir.
Japonların kırılan eşyaları altın tozu kullanarak tamir ettiği bir sanat. Kırılan bir eşyayı, “kusurlu” olarak görmektense, altın tozu ile yeniden yapıştırıyorlar.
Fakat bunu yaparken, hiç kırılmamış görünümü vermek yerine, kırıkları, çatlakları, altın kullanarak, görünür bir şekilde birleştiriyorlar ve ortaya aslında yine aynı işlevi görebilen, yenilenmiş bir eşya çıkıyor. Kırılan eşya değersizleşeceğine, kusurlarından dolayı, kusurlarıyla birlikte değerleniyor.
Bu sanat, Wabi Sabi denilen Japon felsefesine dayanıyor. Wabi Sabi’ye göre, dünya üzerindeki hiçbir şey baki değil, hiçbir şey mükemmel değil ve hiçbir şey tamamlanmış değil.
Tıpkı biz insanlar gibi.
KUSURLARI ÖRTMEYE GEREK YOK
Hepimiz farklı farklı zamanlarda, farklı farklı yerlerden kırıldık. Kim bilir ne çok kusur barındırıyoruz içimizde…
Saklamaya çalıştığımız kusurlarımız aslında bizi biricik kılan.
Her birimiz farklı yerlerden çatlamışız, tıpkı o Japon kâseleri gibi.
Ama onları örtüp tamamen kusursuz gibi göstermek değil aslolan..
Tam aksine her biri bizi büyüten birer hazine değerinde olan o çatlaklarımızı göstere göstere yürümeye devam etmek yolumuzda…
DOĞU/BATI FELSEFE
Ve burada ilginç bir Doğu/ Batı felsefe farklılıkları da var. Antik Japon Krallığı'nda kusur, aydınlanmaya giden yolda kilit adımlardan biri olarak görülürdü.
Doğu'da kusura bu yaklaşım varken Batı'da ise kusurlu olan, bozulan ya da kırılan her şeyin artık işe yaramayacağı düşüncesi hakimdi.
Hem Doğulu hem de Batılı olan Büyükekşi kim bilir kusurlu ve hatalarla doku Türk futbolunda ki çatlakları örtüp kapatmak yerine ‘altın tozu’ bir arada tutmayı başaracaktır.
Tıpkı Japonların yüzyıllardır yaptığı gibi..
BÜYÜKEKŞİ TEK BAŞINA BAŞARAMAZ
Kusurlarımızı ve çatlakları dert etmeden ‘altın tozu’ ile Türk futboluna şekil vermeye çalışan Büyükekşi’yi bu yolda yalnız bırakmayacaktır.
Ben ‘Game Plan’ toplantısını bu şekilde okuyorum,
Son sözü; Ernest Hemingway’ bırakalım:
“Dünya herkesi kırıyor ve sonra bazıları o kırık yerlerden daha güçlü çıkıyor.”
Bakalım Türk futbolu da kırık yerlerden güçlü çıkabilecek mi?
‘’Büyükekşi'nin dönüşüm felsefesi‘’
Mehmet Büyükekşi’nin TFF Başkanı seçilmesinin hemen ardından ‘Büyükekşi’nin Elinde ki Çatlak Kristal’ başlıkı yazımda Türk futbolunun içinde bulunduğu durumu en küçük harekette paramparça olacak ‘çatlak kristal’e benzetmiştim.
Yazımın sonunda da; Büyükekşi için başarı kriteri ‘çatlak kristal’i paramparça olmaktan koruması ile ölçüleceğini ve Türk futbol tarihe geçmesi için de kristalin çatlağını bir kuyumcu hassasiyeti ile tamir etmesine bağlı olduğunu ifade etmiştim.
BAKAN KASAPOĞLU’NUN DA DESTEĞİ ÇOK ÖNEMLİ
Bunları tekrar hatırlamamım ve hatırlatmamım nedeni geçtiğimiz günlerde Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu ile birlikte futbolun tüm paydaşlarını bir araya getiren “TFF’nin Stratejik Plan Toplantısı’ Game Plan” organizasyonunda ki konuşmaları dinlediğimde aklıma işte bu ‘çatlak kristal’ benzetmem geldi.
Acaba çatlak kristali tamir edebilecek miyiz; toplantıya katılan futbolun tüm paydaşları bu kristalin çatlamasında az çok sorumlulukları yok muydu?
Elbette vardı ve onlar gibi herkes bu salona Türk futbolunun geleceğine bir harç koymak için gelmişti.
Bakan Kasapoğlu’nun futbolun büyük bir endüstri olduğunu ifade eden ve uluslararası örneklerle ülkemizi karşılaştırdığı konuşmasında Stratejik Plan Toplantısının Ortak Aklın Işığında, özgün ve yeni bakış açısı açılarına kapı aralayacağının altını çiziyordu.
Aslında Kasapoğlu’nun bu konuşması salonda bulunan ve bulunmayan tüm futbol ailesine hem destek hem büyük bir sorumluluk hem de görevler yüklüyordu.
Türk futbolunun geleceğini yeni yaklaşımlara yönelecek tüm futbol ailesine emanet ediyordu adeta Bakan Kasapoğlu..
BÜYÜKEKŞİ DE ‘ORTAK AKIL” DEDİ
TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’de yaptığı konuşma da salonda bulunan herkesi alkışlaması ve alkışlatması da bu ortak çözüm yolu bulma niyetinin bir göstergesi olarak gördüm.
Paydaşlar olmadan biz TFF olarak hangi stratejiyi hazırlarsak hazırlayalım uygulama imkanı bulamaz diyordu Büyükekşi.
‘Siz varsanız biz de varız’ diyordu bir bakıma..
Bu yüzden de “ oluşturacağımız strateji planı TFF’nin değil, Türkiye futbolunun strateji planı olacak“ sözüne ısrarlı vurgu yaparken devamında ‘biz bugün burada toprağa bir tohum atıyoruz. Bunu büyütecek, besleyecek ve yaşatacak olan sizlersiniz’ diyerek Kasapoğlu gibi Büyükekşi’de ortak aklın öneminin altını çizdi.
PEKİ ÇATLAK KRİSTAL TAMİR EDİLİR Mİ
Doğrusunu isterseniz 20 Haziran 2022 yılında bu yazıyı yazarken çatlakların kolay kolay tamir edilemeyeceğini ve en azından Türk futbolunun paramparça olmaktan kurtarmanın da yeterli olacağını düşünüyordum.
Ve kendi kendime soruyordum Büyükekşi bu çatlakları tamir edebilir mi diye..
Ve bunu nasıl yapacaktı?
Geçen 7 aylık sürede Büyükekşi’nin çalışma metodunda farklıklar olduğunu gözledik.
CEO GİBİ ÇALIŞIYOR
Aslında göreve geldiği andan itibaren tüm zamanını Federasyon da geçiren bir Başkan gibi değil de tam zamanlı bir CEO gibi mesai yapan Büyükekşi sürekli olarak futbolun tüm paydaşları ile bizzat kendisi görüşüyor, büyük bir misyon olarak üstlendiği Futbol Akademisi için birilerini görevlendirerek rapor istemek yerine ülke içinde ki ve yurt dışında ki ziyaretlere Başkanlık ediyordu.
Hem anlamak, hem öğrenmek hem de çözüm önerilerinde tüm süreçlerde yer almak istiyordu.
Bu 7 ay hiç de kolay geçmedi, hakem hatalarından kaynaklanan eleştiri okları altında yol alırken benim de kafamın içinde sürekli olarak ‘bu çatlak kristal ne olacak’ sorusu dolaşıp duruyordu.
‘İşte ‘Game Plan’ çalışması bana bu konuda ümit verdi.
Türk futbolunun geleceği burada şekillenebilir (mi).
Ve Büyükekşi bunu nasıl başaracak?
JAPON FELSEFESİ-ÇATLAKLARDAN DOĞAN SANAT
Tam da burada karşıma ‘çatlaklardan doğan sanat’ı anlatan Japon felsefesi çıktı:KİNTSUGİ
Altın anlamına gelen ‘Kin’ ve birleşmek anlamına gelen ‘Tsugi’ kelimelerinin birlikte kullanımıyla oluşan ‘Kintsugi’ kelimesi bu felsefeye ismini verir.
Japonların kırılan eşyaları altın tozu kullanarak tamir ettiği bir sanat. Kırılan bir eşyayı, “kusurlu” olarak görmektense, altın tozu ile yeniden yapıştırıyorlar. Fakat bunu yaparken, hiç kırılmamış görünümü vermek yerine, kırıkları, çatlakları, altın kullanarak, görünür bir şekilde birleştiriyorlar ve ortaya aslında yine aynı işlevi görebilen, yenilenmiş bir eşya çıkıyor. Kırılan eşya değersizleşeceğine, kusurlarından dolayı, kusurlarıyla birlikte değerleniyor. Bu sanat, Wabi Sabi denilen Japon felsefesine dayanıyor. Wabi Sabi’ye göre, dünya üzerindeki hiçbir şey baki değil, hiçbir şey mükemmel değil ve hiçbir şey tamamlanmış değil. Tıpkı biz insanlar gibi.
KUSURLARI ÖRTMEYE GEREK YOK
Hepimiz farklı farklı zamanlarda, farklı farklı yerlerden kırıldık. Kim bilir ne çok kusur barındırıyoruz içimizde… Saklamaya çalıştığımız kusurlarımız aslında bizi biricik kılan. Her birimiz farklı yerlerden çatlamışız, tıpkı o Japon kâseleri gibi. Ama onları örtüp tamamen kusursuz gibi göstermek değil aslolan.. Tam aksine her biri bizi büyüten birer hazine değerinde olan o çatlaklarımızı göstere göstere yürümeye devam etmek yolumuzda…
DOĞU/BATI FELSEFE
Ve burada ilginç bir Doğu/ Batı felsefe farklılıkları da var. Antik Japon Krallığı'nda kusur, aydınlanmaya giden yolda kilit adımlardan biri olarak görülürdü. Doğu'da kusura bu yaklaşım varken Batı'da ise kusurlu olan, bozulan ya da kırılan her şeyin artık işe yaramayacağı düşüncesi hakimdi.
Hem Doğulu hem de Batılı olan Büyükekşi kim bilir kusurlu ve hatalarla doku Türk futbolunda ki çatlakları örtüp kapatmak yerine ‘altın tozu’ bir arada tutmayı başaracaktır.
Tıpkı Japonların yüzyıllardır yaptığı gibi..
BÜYÜKEKŞİ TEK BAŞINA BAŞARAMAZ
Kusurlarımızı ve çatlakları dert etmeden ‘altın tozu’ ile Türk futboluna şekil vermeye çalışan Büyükekşi’yi bu yolda yalnız bırakmayacaktır.
Ben ‘Game Plan’ toplantısını bu şekilde okuyorum,
Son sözü; Ernest Hemingway’ bırakalım:
Dünya herkesi kırıyor ve sonra bazıları o kırık yerlerden daha güçlü çıkıyor.”
Bakalım Türk futbolu da kırık yerlerden güçlü çıkabilecek mi?
‘’Avustralya Açık ve İskoç Kanı‘’
“15 yaşına merdiven dayamış Ankara Tohm (Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezi) bünyesinde performans tenis sporcusu oğlumun gönderdiği video da Federer, Nadal, Djokoviç üçlüsüne meydan okuyabilmiş bir tenisçinin gözü yaşlı veda konuşmasını dinledim.. Oğlum Deniz’i de öyle etkilemiş ki “ üzüldüm adama, konuşmaya çıkarken bile çok kötüydü” yazmış mesajında.
Kim mi bu tenisçi?
Önce hikayesini anlatayım kendi gözümden.
'Suyu arayan adam'ın öyküsü Hint felsefesinde önemli bir yer tutar:
"Bir adam vardı. Suyu arıyordu. Toprağı üç kulaç, beş kulaç kazdı. Suyu bulamadı. On kulaç, on beş kulaç kazdı, gene suyu bulamadı. Sonra yerin derinliklerinde kara kaya tabakalarına rastladı. Yeise düştü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti. Fakat bir ses ona, 'Daha derinlere in, daha derinlere!' dedi. Daha derinlere indi ve suyu buldu."
Bana göre işte yıllar önce Hintli düşünürün yılmayan, vazgeçmeyen, sabırla çalışanlar için anlattığı "Suyu arayan adam" öyküsünün kahramanı Andy Murray idi.
Başarılı bir tenisçiydi, dünya sıralamasında 4.lüğe kadar yükseliyordu. Çeyrek finaller oynuyor, yarı finaller oynuyor, finallere kalıyordu. Ama bir türlü Grand Slam kazanamıyordu.
1987 Dunblane doğumlu Murray'e İskoç halkı şöyle sesleniyordu: "Andy, sen bir İskoç’sun, sende İskoç kanı var, biraz daha cesaretli olmalısın!"
Onlar Andy'den tarihlerinde özgür İskoçya'yı yaratan ve filmlere konu olan bir Cesur Yürek (Brave Heart) William Wallece olmasını bekliyorlardı.
Andy her maçına bu baskı altında çıkıyordu. Zaman zaman yılgınlığa düşmüyor da değildi. Gel gör ki, aynı zamanda bir tenis eğitmeni olan annesi, sevgilisi ve tüm İskoç halkı "daha derinlere in, daha derinlere" demekten vazgeçmediler. Daha önce birçok kez en derine inerek hedefine ulaşan efsane bir eski tenisçi Ivan Lendl'ın rehberliğine sığındı. Bir şövalye mücadelesini andıran, unutulmaz Wimbledon final maçında kaybettiğinde bile Roger Federer rakibinin suyu bulmaya yaklaştığını söylüyordu. Nitekim önce Londra Olimpiyatları'nda altın madalya, ardından Novak Djokoviç ile nefis bir mücadelenin sonunda daha derinlere indi ve suyu buldu: Amerika Açık Şampiyonluğu...
Murray sahada bu mücadeleyi verirken ekranlar da bir başka ünlü İskoç Sean Connery'yi gösteriyordu. Sir Alex Ferguson da tribünlerdeydi. İşte İskoç dayanışmasını bu maçta fark ettim.
Bu kez herkes ne zaman Wimbledon’ı kazanacak diye sormaya başladı. Beklentileri üst seviyeye çıkarmıştı. Yine İskoç kanı hatırlatılıyor bir başka baskı oluşturuyordu.
2013 yılında bu beklentiler gerçeğe dönüştü ama hiç de kolay olmadı.
Son derece tecrübeli ve çok formda bir rakibi vardı finalde: Novak Djokoviç
Tüm Britanya bu maça kilitlenmişti. Final maçındaki stresini bugün bile hatırlıyorum. Maçı kazandığındaki ruh hali inanılmazdı. Biraz şaşkın ama çokça mutlu ve gururlu. Artık o da bir Wimbledon‘ı kazanan bir Britanyalı idi.
2016'da mayıs ayındaki Roma Açık’tan itibaren, Wimbledon ve Rio Olimpiyatları’yla beraber ATP Dünya Turu Finallerinde dokuzuncu şampiyonluğuna uzanan Murray, üst üste 24. galibiyetini elde ederek kariyerinin en iyi serisini yakalamış oldu.
Böylece 2016 yılını dünya klasmanının 1 numarası olarak da kapatmayı başardı İskoç asıllı Britanyalı tenisçi.
Toplamda 3 Grand Slam yanında 2 kez de Olimpiyat madalyası sahibi Murray gözyaşları içinde yaptığı basın toplantısında şunları söylüyordu: Kendimi iyi hissetmiyorum. Uzun zamandır mücadele ediyorum. Yaklaşık 20 aydır çok acı çekiyorum. Elimden gelen her şeyi yapıtım ama işe yaramadı. Wimbledon’da tenisi bırakacağımı düşünüyordum ama sanırım Avustralya Açık son turnuvam olacak.
Elbette Murray, bu yolda yürürken kesinlikle yalnız değildi. Tüm ülke O’nun yanında,önünde, arkasında her yerde vardı. Tıpkı Liverpool taraftarının “asla yalnız yürümeyeceksin” dediği gibi her zaman destek oldular. Ona en iyi antrenman şartlarını çocukluğundan itibaren sağladılar. İnişler çıkışlar yaşadığı zamanlarda da umutlarını korudular ve bunu her zaman hissettirdiler.
Şimdi veda zamanı geldiğinde de O’na hak ettiği saygıyı göstereceklerdir.
Murray’i belki de son kez izlemek için önümüzdeki hafta başlayacak Avustralya Açık’ı kaçırmayın derim.”
Bu yazıyı bundan tam 4 yıl önce Fanatik’te ki bu köşemde yazmışım.
Andy Murray için 2019’da ki Avustralya Açık turnuvasının son turnuvası olacağını düşünmüştüm tıpkı kendisi, ailesi ve tüm tenis severler gibi.
Ancak, bir yandan vücuduna platinler takılırken diğer yandan da İskoç kanı tenisten uzaklaşmasına izin vermediğini gördük.
Geçen dönemde sayısız ameliyatların etkisiyle yürümesi bile değişmiş kort içinde paytak paytak yürümesine alışıyorduk.
Ama turnuvalarda acı içerisinde elinden gelen mücadeleyi yapıyordu.
Ancak, Avustralya Açık’ta önce şampiyonanın favorisi İtalyan Berretini’yi yenmesi ve son olarak da Avustralya’nın Krigos’un çiftlerde ki partneri Kokkinakis’i Avustralya Açık tarihinin 5 saat 45 dakika ile en uzun süreli 2. maçı olarak tarihe geçecek o muazzam maçta hem de 2-0 geriden gelip 3-2 yenmesi bence Grand Slam kazanmasından çok değerli olmuştur.
Murray bize, ‘bir boks maçında yere düşen değil yerden kalkamayan maçı kaybeder’ dersini öğretti.
NAL TOPLAYAN TÜRK TENİSİ
Avustralya Açık’ı izlerken Tenis Federasyonu Başkanı Cengiz Durmuş’un son günlerde bir hayli yoğun bir şekilde yazılı ve sözlü medyada yer alan röportajları aklıma geldi.
Muhtemelen bu röportajlar tenis ile ilgili ve tenisi bilenler için değil de tenis ile ilgisi olmayanlar için verildiğini düşünüyorum.
Fanatik’te Tenis Yazarı Bekir Emre de böyle düşünmüş olacak ki, köşesine taşıdığı bu röportajlarda Durmuş’un ısrarla ‘Türkiye’nin bir tenis ülkesi olduğu ve dünya bir numaralarını çıkaracağız’ sözlerinin neden imkansız olduğunu yazmış.,
Yıllar önce ‘ Eyvah oğlum tenisçi olacak’ yazılarına imza atan ve Türk tenisini bir çok açıdan yakından izleyen birisi olarak;,Grand Slamlerde ana tablo da tek bir oyuncumuz yokken, dahası elemelere dahi katılacak tek tük oyuncumuz varken, bir çok ülkenin en zayıf kadrosu ile katıldığı Akdeniz Oyunlarında kadın/erkek kategorilerinde sıfır çekerken, Davis Cup’ta Kolombiya karşısında 4-0 mağlubiyetler ortada dururken , en değerli genç oyuncularımızın ümitsizlik içerisinde Amerikan Üniversitelerine giderken nasıl oluyor da dünyada bir tenis ülkesi oluyoruz anlamadım doğrusu.
Son 10 yıldır Eurosport’da tek bir Türk tenisçisini izleyemediğimizi eklemeliyim.
10 yıldır bu ülke de adam akıllı Almanya’da , İtalya’da olduğu gibi Türk Tenis Ligi kurulması için çaba gösteren birisi olarak, göstermelik bir haftalık organizasyonu lig diye sunulmasını mı diyelim.
Tabii bir de Başkan’ın - hiç kimsenin bilmediği- bir sistem kurduğunu ve bu sistemle Türk tenisinin şahlanacağını okuduğum da benim de aklıma hemen ‘nal toplayan at’ hikayesi geldi.
Rahmetli Ferruh Bozbeyli'nin hangi sonucu alırlarsa alsınlar her seçim sonrası kendini başarılı gören siyasetçiler için anlattığı fıkrayla yazıya son verelim: "Karadenizli atçılığa merak sarmış, safkan atlar satın almış, en pahalı jokeyle anlaşmış, ahırlar tutmuş. Velhasıl hiçbir masraftan kaçınmamış. Ve yarış günü gelmiş, çatmış! Bizim Karadenizli elinde dürbün ailesi ile birlikte hipodromda yerini almış. Tam atlar finiş çizgisine yaklaşırken bizimkinin atı nal topluyor... Buna rağmen büyük bir heyecan ve coşku içerisinde ayağa kalkar, bütün gözler onun üstündedir ve bağırmaya başlar: Uyyy gözünü sevdiğimin hayvanı, kattı önüne hepsini kovalıyor..."
Son sözü Bekir Emre’ye bırakayım:
“Başarı gerçekler üzerine inşa edilir, hayaller değil”
‘’TFF'nin “Boşluk” görevi‘’
“Bir testi yaparsın
çamurdan
içindeki boşluktur
onu yararlı kılan"
Yıllar önce engelli futbolunda yaşanan gelişmeler üzerine kaleme aldığım yazım böyle başlıyordu. Şimdi yazıma tekrar Çinli düşünür LaoTsu'nun bu sözleriyle başlamamın elbette bir nedeni var:
Ülkemizde artık bir engelli futbolu gerçeği var hem de dünya markası olmuş bir engelli futbolu..
Aradan geçen onca sene sonra bir kez daha 'boşluk'tan ama "yararlı boşluktan" sizlere bahsedeceğim:
Baştan söyleyeyim, bu "öykü"nün gerçek kahramanları ise engelli futbolcularımızdır.
Testinin hammaddesi de çamurun oluşturduğu testi de engelli camiaları ile engelli futbolcularımızdır.
Fakat testinin suyu tutabilmesi için bir ‘Boşluk’a hatta yararlı bir boşluğa ihtiyacı vardır.
Futbol Federasyonu da işte bu ‘boşluk’ rolünü üstlenmiştir, testinin suyu tutmasını sağlamıştır. Kimi zaman liderlik ederek çoğu zaman da geride durarak testinin suyunu tutması için mütevazi ‘Boşluk’ görevini üstlendi.
2006 yılında TFF bünyesinde Engelliler Koordinasyon Kurulu oluşturdu.
Geçen 16 yıl boyunca Engelli Spor Federasyonları ile testinin iki kulpundan tutarak yukarıya doğru kaldırdığımızda testinin aslında sayısız “Şampiyonluk Kupalarına” dönüşmüş olduğunu görürüz.
10 Yıl önce 10 yıl sonra
Engelli futbolunda bugün geldiğimiz yeri anlamak ve anlatmak için sanırım en güzel örnek bir zamanlar sosyal medyada fenomen olmuş ve bir çok ünlünün de katıldığı “10 yıl önce 10 yıl sonra” (10yearschallange) akımında olduğu gibi biraz gerilere, 2006’lara dönmek gerek.
Burada uzun uzun 2006’larda ülkemizde engelli futbolunun yerine ve dünyadaki konumumuza değinmeyeceğim. O tarihlerde sadece rehabilitasyon amaçlı, çoğunluğunu gazilerin oluşturduğu, Kamil Yazıcıoğlu’nun bir araya getirdiği ve içlerinde İsmail Temiz, Adem Püskül, Barış Telli gibi 20 ampute futbolcu ile çıkılan yolda bugün ampute futbolun dünyadaki merkezinin Türkiye olması mı…
Çok az sayıda futbolcusu bulunan görme engelli futbolu “Sesi Görenler Futboluna’ dönüşürken UEFA’dan yılın aktivitasyon ödüllerinden Pralimpik oyunlarına üçüncü kez katılım başarısına, Avrupa şampiyonluklarına uzanan yol mu…
Yine işitme engelliler futbolunun iki dünya şampiyonluğu, Avrupa şampiyonluğu ve Olimpiyat şampiyonluğu (DEAF) ile Türk spor tarihinin en başarılı milli takımı derecesine ulaşması mı…
Yine bir zamanlar evlerinden çıkarlar mı çıkamazlar mı diye tartıştığımız Down Sendromlu Futsal Millî Takımımızın üç yıl içinde Avrupa şampiyonu olmasının ardından ilk kez katıldığı Dünya Şampiyonası’nda üçüncü olmasını mı?
UMUTLARINIZ YOKSA YARATIN
UEFA'ya bağlı ülkeler içerisinde engelli futbolunu gelişmesi konusunda ilk ve tek örneği oluşturan bu yapıda 4 Engelli Spor Federasyonu ile işbirliği içerisinde etkin çalışmalar ve organizasyonlar yapıldı.
Bütün bunlardan daha önemlisi de bu çalışma ve organizasyonların ilgi çeken bir hikayesi var.
Önce bir mesaja ve slogana ihtiyaç vardı. Kurul çalışmalarını "Türkiye Futbol Oynuyor" projesi kapsamında "Futbol Aşkı Engel Tanımaz" sloganı ile hareket etmeye başladı.
Hikaye şöyle başlıyordu:
"Sesiniz yoksa çığlık atın...
Ayaklarınız yoksa koşun...
Umutlarınız yoksa yaratın...
Bu proje umutlarını yaratanları, sesi olmadan çığlık atanları, ayakları olmadan koşanları ve görmeden gol atanları anlatmaktadır."
CUMHURBAŞKANI VE BAKAN KASAPOĞLU DA FİLMDE YER ALDI
TFF, engelli futbolunun geçmişten günümüze bu hikayesini anlatmak için geçtiğimiz yıl “ TFF ile Engelli Futbolu 15 Yaşında” kısa bir film yaptı.
Bu film, ilk kez bugün TFF Başkanı olan Mehmet Büyükekşi’nin 2021 yılında Divan Başkanlığı yaptığı TFF Genel Kurulu’nda futbol ailesine gösterildi.
Bu film ile “Sesi olmadan çığlık atanların, ayakları olmadan koşan ‘tek ayaklı kramponların’, ‘en güzel gol hissederek atılan gol’ diyen sesi görenlerin, verdikleri mücadele ile bize her zaman ‘umutlarınız yoksa yaratın’ mesajını veren özel sporcuların, down sendromlu futbolcuların gerçek hikâyesini” anlatıyordu ve sadece 60 saniyeye sığdırılmaya çalışılıyordu bu muhteşem hikaye.
Filmin içerisinde Külliye koridorlarında Down Sendromlu futbolculara penaltı atan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Gençlik ve Spor Bakanımız Mehmet Kasapoğlu da bu anlamlı filmde bizzat yer alarak desteğini gösterdi.
Bakan Kasapoğlu gözleri bağlı bir şekilde ‘sesi gören’ milli sporcularımızla futbol oynadı. Gözleri bağlı Kasapoğlu gören kaleciye ‘hissederek’ attığı ilk penaltı vuruşu gol oldu. Belki biraz şanslıydı Kasapoğlu ama geçmişte Alpay Özalan, Hamit Altıntop, David Beckham, Mehmet Topal, Erol Bulut gibi üst düzey futbolcuların ilk vuruşta gol atamadığını da belirtelim.
Engelli futbolcularımız tarih yazmaya devam ederken biz de onları yazmaya devam edeceğiz.