‘’Büyükekşi’nin Elinde ki Çatlak Kristal’ darmadağın oldu‘’
16 Haziran 2022 tarihinde Olağanüstü Genel Kurul ile TFF Başkanlığı seçilmesinin üzerinden 4 gün sonra yazımın başlığı şöyleydi: “Mehmet Büyükekşi’nin elindeki çatlak kristal”
0 zaman büyük bir kaos ortamında istifa eden Nihat Özdemir’in ardından Büyükekşi Federasyon Başkanlığına seçildiği dönem için ‘Türk futbolu adeta bir çatlak kristale döndü’ şeklinde benzetme yapmıştım.
Çatlak kristalin tamir edilmesinin çok güç hatta imkansız olduğunu ancak kimse oynatmadığı sürece bir arada kalır çatlak kristal..
Uzun yıllar bu şekilde kalabilir kristal.
Ama en küçük hareket her şeyi paramparça edebilir’ diye de eklemiştim.
Dün Eryaman stadında bir dönem yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığım ( 1998-2002) Ankaragücü Kulübü’nün Başkanı ve taraftarları ile yaptıkları Türk spor tarihine ‘kara leke’ olarak geçmiş ve Büyükekşi’nin elinde ki çatlak kristal yere düştü ve kristal paramparça oldu.
Halbuki Mehmet Büyükekşi, Başkanlık yaptığı 1,5 yıllık dönemde kuyumcu hassasiyeti ile çatlak kristali bir arada tutmak için büyük çaba gösterdi.
Hatta Türk futbolunda 20 yılda biriken sorunların çözümünün peşinden gittiğini yani çatlak kristali tamir etmeye yöneldiğini görünce bu yaklaşımını ‘Büyükekşi’nin dönüşüm felsefesi’ başlığı ile kaleme almıştım.
Acaba Büyükekşi reformist kimliği ile bu çatlak kristali tamir edebilecek miydi sorusuna cevap arıyordum.
JAPON FELSEFESİ-ÇATLAKLARDAN DOĞAN SANAT
Tam da burada karşıma ‘çatlaklardan doğan sanat’ı anlatan Japon felsefesi çıktı: KİNTSUGİ
Altın anlamına gelen ‘Kin’ ve birleşmek anlamına gelen ‘Tsugi’ kelimelerinin birlikte kullanımıyla oluşan ‘Kintsugi’ kelimesi bu felsefeye ismini veriyor.
Japonların kırılan eşyaları altın tozu kullanarak tamir ettiği bir sanat. Kırılan bir eşyayı, “kusurlu” olarak görmektense, altın tozu ile yeniden yapıştırıyorlar.
Fakat bunu yaparken, hiç kırılmamış görünümü vermek yerine, kırıkları, çatlakları, altın kullanarak, görünür bir şekilde birleştiriyorlar ve ortaya aslında yine aynı işlevi görebilen, yenilenmiş bir eşya çıkıyor. Kırılan eşya değersizleşeceğine, kusurlarından dolayı, kusurlarıyla birlikte değerleniyor.
İşte bunları yazarak Büyükekşi’nin futbolda ki kusurları ‘altın tozu’ yeniden yapıştırabileceğine inancımı belirmiştim.
Dün akşam yaşanan trajediyi görünce hepimiz gibi Büyükekşi’nin nasıl bir hayal kırıklığı ve üzüntü yaşadığını; yüzüne ve ses tonuna yansıyan duygusal ve öfkeli açıklamasından gördük.
Bu yaşananları görünce kusurlarımızı ve çatlakları dert etmeden ‘altın tozu’ ile Türk futboluna şekil vermeye çalışan Büyükekşi’yi bu yolda yalnız mı bıraktık demeden kendimi alamıyorum.
Günün suçlusu: Şimdi kim suçlu tartışması yaşanacak ve herkes kendisinin ne kadar da masum olduğunu anlatacak, kimileri de timsah gözyaşları dökecek. Ama nafile, hepimizin ektiği tohumların bu ürünü vereceğini bilmiyor muyduk? Bu sürece adım adım gelmedik mi?
İtalyanların güzel bir sözü var: Dünya sizin çiğnediğiniz sakız parçasıdır, dişlerinizin izini alır.’
Türk futbolu da hepimizin ( tüm futbol ailesi) çiğnediği sakız parçasıydı, dişlerimizin izini aldı.
Maalesef bu iz dün öyle bir şekil aldı ki büyük bir utanca döndü.
‘’Kadın futbolunda ‘bir şeyler kımıldadı’‘’
Bundan 6 ay önce 9 Mayıs tarihinde bu köşe de Kadın futbolunda ‘bir şeyle kımıldıyor’ başlıklı yazım da konuyu İtalyan bir filozof ile Einstein arasında geçen şu diyaloğa getirmiştim:
“İTALYAN filozofu Papini, Einstein'la yaptığı bir konuşmada diyor ki, "Rölativite, evren, fizik, teoriler... Ben bunlardan bir şey anlamıyorum. Siz en büyük fizik âlimi olarak evren hakkında herkesin anlayabileceği şekilde çok kısa olarak bütün bunları ifade eder misiniz?" Einstein derin derin düşünüyor ve "Bütün fizikî olayları tek bir cümlecikle ancak şöyle özetleyebilirim: Bir şey kımıldıyor!"
Kadın futbolunda ne oluyor diye sorsalar herhalde en doğru cevap Einstein'ninki gibi ‘Bir şeyler kımıldıyor’ olurdu.”
Kadın futbolunun da ki pozitif çalışmaların gelecekte ki başarıların ayak seslerini duymuş ve değerli okuyucularıma aktarmıştım.
Son derece yetenekli Teknik Direktör Necla Güngör Kırağası’nın yönetiminde son 4 maçını gol yemeden kazanarak UEFA Uluslar B Ligine yükselerek ‘tarihi bir başarı’ yakalayan Milli Takımımızı yürekten kutluyorum.
TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi de göreve geldiği ilk günden itibaren kadın futbolunun gelişimi konusunda tüm sponsorları kadın futboluna da yönelmesini sağladı, Federasyon için de özel bir yapılanma yaparak çıtayı yukarıya koydu.
Medya desteği de çok önemli
Geçmişte Basketbol’un bugünlerde Voleybol’un geldiği noktaya ulaşmak için kadın futbolunda alınacak çok yol var ama artık kadın futbolunun adı da bu ülke de var.
Çorum’da oynanan maça 12 bin 500 seyircinin gelmesi beni daha da ümitlendirdi.
Sırada artık kadın futbol maçlarını yazacak yorumlayacak spor yazarlarımızın da topa girmesi gerekiyor.
Mesela 2007 yılında Ampute futbolu yorumlamış ilk spor yazarı olan değerli dostum Uğur Meleke’nin kadın futbol lig maçlarını analiz etmesini heyecanla bekliyorum.
‘’Türk futbolu yükselişe geçti‘’
Fenerbahçe'nin Edin Dzeko , Tadiç , Mert Müldür , Djiku, Kent, Szymanski gibi gibi yıldızları kadrosuna katması, Galatasaray’ın şampiyon kadrosunun üzerine ‘Aşkın olayım/ İcardi’yi rekor ücretle kadrosuna katması, üstelik Zaha, Angelino , Balambu, Kerem Demirbay gibi üst düzey oyuncuları transfer etmesi, ilk etapta biraz geride gözükse de Beşiktaş’ın Rebiç, Amartey ile anlaşması, Trabzonspor ve diğer Anadolu takımlarının akılcı transferleri ‘transfer borsasının’ en renkli ülkesinin Türkiye olduğu ortada...
Ne oldu da birden bire battı batacak denilen kulüplerimiz böyle bir transfer atağına kalktılar. Halbuki gazetelerde çıkan haber ve yazılara baktığımda kulüplerimiz çoktan iflas etmişlerdi. Kulüplerin kasasına yeni kaynaklar girmediğine göre bu transferleri nasıl izah edeceğiz?
Bu transferler gelecekte büyüyeceği düşünülen Türk futboluna güvenin bir ürünüdür. Borsada meşhur bir deyim vardır: Borsada beklentiler satın alınır, gelecek satılır. Futbolcu transferleri de borsa gibi beklentileri satın alır. Kulüp yöneticileri Türk futbolunun büyüyeceği konusunda beklentileri satın alıyorlar. İyi ki de karamsar yazılara itibar etmiyorlar. Bu sene ligimizin renklenmesini hep yerin dibine soktuğumuz kulüp yöneticilerinin de vizyonuna borçluyuz.
İddialı kulüp başkanları
Artık kulüp başkanlarımızda da değişim yaşandığını görüyoruz. 4 büyük takım başkanlarının yanısıra Göksel Gümüşdağ , Mecnun Odyakmaz gibi tecrübeli başkanlar, Murat Sancak, Faruk Koca , Süleyman Hurma gibi hem dominant karakterleri hem de hırslı yapıları ve de benim de bir yazımda ‘suyu arayan adam’ olarak adlandırdığım Yüksel Yıldırım gibi son derece iddialı ama bir o kadar da planlı Başkan’ın varlığı.
Sanki bu sezon Başkanların daha fazla öne çıkacağını düşünüyorum. Her biri ilginç renkli kişilikleri olan Kulüp Başkanlarının sayısının arttığı bu sezonun da çok renkli geçeceğine imzamı atarım. Öyle ki bu yıl Süper Lig’e çıkma mücadelesi de önceki yıllara göre daha çetin ve daha heyecanlı geçecek.
Kirpilerin oklarından korumalıyız
Elbette Türk futbolunda çözülmeyi bekleyen onlarca sorun var, elbette Türk futbolunu ‘ kirpilerin oklarından korumak’ için çeşitli sigortalar oluşturmalıyız.
Ama ümitlerimizi korumak için de onlarca nedenimiz var.
Asırlar önce Miletli Thales’e sormuşlar:,
“Sana göre dünyada biricik, devamlı olan şey nedir?
‘ Ümit’ diye cevap vermiş filozof:
‘ Zira bizi en son bırakan budur’
Büyükekşi mayınları temizliyor
Peki bu sürece nasıl geldik?
Bu sürece hiç kuşku yok ki ; Büyükekşi’nin bugüne kadar Türk futbolundaki mayınları tek tek temizleme gayretleri ve aldığı sonuçların da etkisi var. Son yazımda da ifade ettiğim gibi, Trendyol’un Süper Lige isim sponsorluğu başlı başına büyük bir olaydır Türk futbolu için. Olay sadece parasal bir kaynak olarak görmemek lazım, ülkenin önde gelen ve hızla büyüyen firması Trendyol’un ülke futbolunda ki bu yükseliş ‘trend’ini görmemiş olması düşünülebilir mi? Trendyol’un firması için geliştirdiği bir çok stratejinin ve yeteneklerinin bir çoğunu yakın zamanda Türk futbolunun gelişimininde göreceğimizi düşünüyorum.
Gelişmeler olumlu
Bugüne baktığımızda hiç de karamsar olmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Avrupa’nın futbol devi İtalya ile 2032 Avrupa Şampiyonasını düzenleme konusunda tarihi işbirliği, Milli takımımızın 2024’de Almanya’da Avrupa Şampiyonasına katılmak için avantajlı konumu, Avrupa Kupalarında takımlarımızın sadece kendileri için değil ülke puanı içinde motive olmaları ve en iyi kadroları ile mücadele etmeleri çok ama çok önemli gelişmelerdir..
Bu canlanma sayesinde maç günü gelirleri, forma satışları derken, yeni sponsorları da Türk futbolunun içinde göreceğiz. Galatasaray ve Trabzonspor’un stat isim haklarını rekor ücretle pazarlaması( muhtemelen yakın zamanda Beşiktaş’tan da böyle bir anlaşma gelecektir) ve sisteme yeni sponsorların ilgisi..
Bu canlanmanın -korsan yayın ile mücadelede ki başarıyla da orantılı- yayın ihalesinde de meyvesini vereceğini düşünüyorum.
Şahsen kendi adıma yıllar sonra tekrar abone olma arzusu duyuyorum.
Karamsar papağanın sonu
Benim açımdan bu gelişmeler hiç de şaşırtıcı olmadı. Geçmişte de hep bu karamsar havanın hakim olduğu zamanlarda dahi “Lincoln’un papağanı” hikayesini anlatırdım.
Sanırım bu hikayeyi bugün bir kez daha anlatmanın vaktinin geldiğini düşünüyorum.
Amerika’nın efsanevi Başkanlarından Lincoln; her zaman olumsuzluğa dem vuranlara karşı papağan hikâyesi anlatır. “Jefferson City’de bir avukatın papağanı her sabah onu çığlık çığlığa uyandırıyormuş: ‘Bugün dünyanın sonu geliyor, Kutsal kitap böyle buyuruyor...
Bugün dünyanın sonu geliyor, Kutsal kitap böyle buyuruyor... Bugün dünyanın sonu geliyor, Kutsal kitap böyle buyuruyor.’
Bir gün değil iki gün değil aylarca papağan her sabah ‘dünyanın sonu geliyor’ demekten vazgeçmemiş.
Öyle bir noktaya gelmiş ki günün birinde avukat kuşu vurmuş...”
Başkan Lincoln öykünün sonunu şöyle bitiriyor: “Bir bakıma kuşun kehaneti de gerçekleşmiş. Hiç olmazsa kendisi için.”
Diğer yazar-yorumcu dostları bilmem ama benim avukatın vurduğu felaket tellalı papağanın akıbetine uğramaya niyetim yok!” Artık “Türk futbolu batıyor” söylemlerine de itibar etmeyeceğim. Yıllarca ayağına çelme takılarak, dövülerek şekil alan Türk futbolu yine borsa deyimiyle ‘yükselişe’ geçmiştir.
( Bu yazı 7 Ağustos 2023 günü yayınlanmıştır. O tarihlerde Kulüp takımlarımızın Avrupa Kupalarında galibiyet serisi başlamamış Galatasaray iki kez geriye düştüğü maçta Manchester United’ı kendi sahasında mağlup etmemiş, A Milli Takımımızda 2024 Avrupa Şampiyonasına katılması kesinleşmemişti.
Binbir zorluklar içerisinde olsa bile Türk futbolunun geleceğinin parlak olduğuna dair inancımı muhafaza ediyorum)
‘’Türk Futbolu yükselişe geçti‘’
Fenerbahçe'nin Edin Dzeko , Tadiç , Mert Müldür , Djiku, Kent, Szymanski gibi gibi yıldızları kadrosuna katması, Galatasaray’ın şampiyon kadrosunun üzerine ‘Aşkın olayım/ İcardi’yi rekor ücretle kadrosuna katması, üstelik Zaha, Angelino , Balambu, Kerem Demirbay gibi üst düzey oyuncuları transfer etmesi, ilk etapta biraz geride gözükse de Beşiktaş’ın Rebiç, Amartey ile anlaşması, Trabzonspor ve diğer Anadolu takımlarının akılcı transferleri ‘transfer borsasının’ en renkli ülkesinin Türkiye olduğu ortada...
Ne oldu da birden bire battı batacak denilen kulüplerimiz böyle bir transfer atağına kalktılar. Halbuki gazetelerde çıkan haber ve yazılara baktığımda kulüplerimiz çoktan iflas etmişlerdi. Kulüplerin kasasına yeni kaynaklar girmediğine göre bu transferleri nasıl izah edeceğiz?
Bu transferler gelecekte büyüyeceği düşünülen Türk futboluna güvenin bir ürünüdür. Borsada meşhur bir deyim vardır: Borsada beklentiler satın alınır, gelecek satılır. Futbolcu transferleri de borsa gibi beklentileri satın alır. Kulüp yöneticileri Türk futbolunun büyüyeceği konusunda beklentileri satın alıyorlar. İyi ki de karamsar yazılara itibar etmiyorlar. Bu sene ligimizin renklenmesini hep yerin dibine soktuğumuz kulüp yöneticilerinin de vizyonuna borçluyuz.
İddialı kulüp başkanları
Artık kulüp başkanlarımızda da değişim yaşandığını görüyoruz. 4 büyük takım başkanlarının yanısıra Göksel Gümüşdağ , Mecnun Otyatmaz gibi tecrübeli başkanlar, Murat Sancak, Faruk Koca , Süleyman Hurma gibi hem dominant karakterleri hem de hırslı yapıları ve de benim de bir yazımda ‘suyu arayan adam’ olarak adlandırdığım Yüksel Yıldırım gibi son derece iddialı ama bir o kadar da planlı Başkan’ın varlığı.
Sanki bu sezon Başkanların daha fazla öne çıkacağını düşünüyorum. Her biri ilginç renkli kişilikleri olan Kulüp Başkanlarının sayısının arttığı bu sezonun da çok renkli geçeceğine imzamı atarım. Öyle ki bu yıl Süper Lig’e çıkma mücadelesi de önceki yıllara göre daha çetin ve daha heyecanlı geçecek.
Kirpilerin oklarından korumalıyız
Elbette Türk futbolunda çözülmeyi bekleyen onlarca sorun var, elbette Türk futbolunu ‘ kirpilerin oklarından korumak’ için çeşitli sigortalar oluşturmalıyız.
Ama ümitlerimizi korumak için de onlarca nedenimiz var.
Asırlar önce Miletli Thales’e sormuşlar:,
“Sana göre dünyada biricik, devamlı olan şey nedir?
‘ Ümit’ diye cevap vermiş filozof:
‘ Zira bizi en son bırakan budur’
Büyükekşi mayınları temizliyor
Peki bu sürece nasıl geldik?
Bu sürece hiç kuşku yok ki ; Büyükekşi’nin bugüne kadar Türk futbolundaki mayınları tek tek temizleme gayretleri ve aldığı sonuçların da etkisi var. Son yazımda da ifade ettiğim gibi, Trendyol’un Süper Lige isim sponsorluğu başlı başına büyük bir olaydır Türk futbolu için. Olay sadece parasal bir kaynak olarak görmemek lazım, ülkenin önde gelen ve hızla büyüyen firması Trendyol’un ülke futbolunda ki bu yükseliş ‘trend’ini görmemiş olması düşünülebilir mi? Trendyol’un firması için geliştirdiği bir çok stratejinin ve yeteneklerinin bir çoğunu yakın zamanda Türk futbolunun gelişimininde göreceğimizi düşünüyorum.
Gelişmeler olumlu
Bugüne baktığımızda hiç de karamsar olmaya gerek olmadığını düşünüyorum.
Avrupa’nın futbol devi İtalya ile 2032 Avrupa Şampiyonasını düzenleme konusunda tarihi işbirliği, Milli takımımızın 2024’de Almanya’da Avrupa Şampiyonasına katılmak için avantajlı konumu, Avrupa Kupalarında takımlarımızın sadece kendileri için değil ülke puanı içinde motive olmaları ve en iyi kadroları ile mücadele etmeleri çok ama çok önemli gelişmelerdir..
Bu canlanma sayesinde maç günü gelirleri, forma satışları derken, yeni sponsorları da Türk futbolunun içinde göreceğiz. Galatasaray ve Trabzonspor’un stat isim haklarını rekor ücretle pazarlaması( muhtemelen yakın zamanda Beşiktaş’tan da böyle bir anlaşma gelecektir) ve sisteme yeni sponsorların ilgisi..
Bu canlanmanın -korsan yayın ile mücadelede ki başarıyla da orantılı- yayın ihalesinde de meyvesini vereceğini düşünüyorum.
Şahsen kendi adıma yıllar sonra tekrar abone olma arzusu duyuyorum.
Karamsar papağanın sonu
Benim açımdan bu gelişmeler hiç de şaşırtıcı olmadı. Geçmişte de hep bu karamsar havanın hakim olduğu zamanlarda dahi “Lincoln’un papağanı” hikayesini anlatırdım. Sanırım bu hikayeyi bugün bir kez daha anlatmanın vaktinin geldiğini düşünüyorum.
Amerika’nın efsanevi Başkanlarından Lincoln; her zaman olumsuzluğa dem vuranlara karşı papağan hikâyesi anlatır. “Jefferson City’de bir avukatın papağanı her sabah onu çığlık çığlığa uyandırıyormuş: ‘Bugün dünyanın sonu geliyor, Kutsal kitap böyle buyuruyor...
Bugün dünyanın sonu geliyor, Kutsal kitap böyle buyuruyor... Bugün dünyanın sonu geliyor, Kutsal kitap böyle buyuruyor.’
Bir gün değil iki gün değil aylarca papağan her sabah ‘dünyanın sonu geliyor’ demekten vazgeçmemiş.
Öyle bir noktaya gelmiş ki günün birinde avukat kuşu vurmuş...” Başkan Lincoln öykünün sonunu şöyle bitiriyor: “Bir bakıma kuşun kehaneti de gerçekleşmiş. Hiç olmazsa kendisi için.”
Diğer yazar-yorumcu dostları bilmem ama benim avukatın vurduğu felaket tellalı papağanın akıbetine uğramaya niyetim yok!” Artık “Türk futbolu batıyor” söylemlerine de itibar etmeyeceğim. Yıllarca ayağına çelme takılarak, dövülerek şekil alan Türk futbolu yine borsa deyimiyle ‘yükselişe’ geçmiştir.
‘’Merhaba futbol!‘’
Yepyeni bir sezon, "yepyeni" heyecanlar, keyifler, hüzünler yeni transferler, eskimeyen tartışmalar ve gerginliklerle başlıyor.
Her ne kadar Galatasaray’ın ezeli rakiplerine transfer çalımı atarak geçici bir küslük yaşıyor olsalar da, yine TFF’nin 1959 öncesi şampiyonlukları için bir komisyon kurma kararı bazı kulüplerin kimyasını bozsa da, yeni sezona TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin -görev süresi içerisinde en başarılı işi bence - Süper Ligi’n isim sponsorluğu için 13 yıl aradan sonra tekrar özel sektörü futbolun içine getirmesi oldu.
Trendyol’un bu tarihi sponsorluğu ‘mali kıskaç’ içerisinde ki kulüplerimizin yüzlerini güldürdü.
Ve Büyükekşi’nin Hükümet nezdinde yaptığı girişimler ile kulüplere can suyu olacak amatör branşlara stopaj desteği de Kulüplerimize moral oldu.
Ve sezona tarihimizde ki en flaş transferlerle gireceğiz. Üst düzey futbolcular bu sezon ülkemizde forma giyecek.
Sevgili Uğur Meleke’nin tabiriyle ‘kıran kırana bir lig’ bizleri bekliyor.
Öte yandan içeride kıran kırana rekabete girecek takımlarımızın uluslararası arena da birbirlerinin puanlarına ihtiyaç duyacakları bir dayanışma dönemindeyiz.
Ön elemelerden kurtulmanın yolu sadece taraftarı olduğumuz takımın değil diğer takımlarımızın da alacağı puanlara bağlı.
Belki bir çok fanatik taraftar rakiplerinin yenilmesini arzu etse de içten içe başarılı olmasını isteyeceği bir dönem olacağını düşünüyorum. Hangi taraftar takımının Temmuz ayında ve ön eleme maçları ile başlamasını ister ki?
Rekabet güzel de ya futbolun eğlencesi n’olacak, hiç mi keyif almayacağız 2 efsane golcü Icardi ile Dzeko’nun rekabetinden?
Kayıkçı’nın mı Filozof’un mu felsefesi…
Her sezona girerken kaleme aldığım "merhaba futbol" yazımda ki gibi:
Bir filozof fırtınalı bir havada karşı kıyıya geçmek için kayıkçının küçük sandalına biner ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:
Filozof: Tarih hakkında hiçbir şey biliyor musun?
Kayıkçı: Hayır!
Filozof: O zaman ömrünün yarısını boşa geçirmişsin. Peki, hiç matematik öğrendin mi?
Kayıkçı: Hayır!
Filozof: O zaman ömrünün yarısından çoğunu ziyan etmişsin.
Tam bu anda büyük bir dalga sandalı devirir, filozof ve kayıkçı suya düşerler.
Kayıkçı: Peki sen yüzme biliyor musun?
Filozof: Hayır!
Kayıkçı: O zaman sen ömrünün tamamını boşa geçirmişsin.
Kıssadan hisse, hayatı anlamlandırmaya çalışırken bazı temel şeyleri ıskalamamak ve hayatın değerini bilmek gerekir.
Taktik direktörlük yapacağız!
2023-24 futbol sezonu başlıyor. Hepimiz futbol yorumcusu olarak teknik, taktik direktörlük yapacağız.
Evde, sokakta kahvede, hakem, hoca, yönetici kararlarına, futbolculara dair açılımlar getireceğiz:
"Hoca 3-5-2'de neden ısrar etti anlamadım. Adamın futbol felsefesi yanlış. İşin matematiğini bilmiyor, Dön 4-4-2'ye, çıkar şunu, al sağ tarafa fuleli, driplingci filancayı, besle tandemi... Ah biraz tarih bilseler, bak 80'de şu maçta ne olmuştu. Vizyon yok bunlarda... halbuki dünya futbolunda... "
Çok iddialıyız ve "İddia" oynuyoruz ya. İşin ucunda para kazanmak da var artık, bilmediğimiz lig, bilmediğimiz takım kalmadı, neredeyse dünya çapında oynanan tüm maçlar hakkında yorum yapabilecek durumdayız!
Hal böyle iken önümüzdeki 10 ay boyunca futbolun felsefesi, tarihi, matematiği havada uçuşacak.
Iskalamamak için…
Sonra ligler bitecek, dönüp arkaya baktığımızda, o tartışmalardan geriye hiçbir şey kalmamış olacak. Sadece "bu lig güzel geçti mi, kimin maçından, oyunundan, yönetiminden zevk aldım?" diye düşüneceğiz.
O sezonun sonunda, o anları yaşamış olmamın hazzı, eğlendiğimiz, coştuğumuz, güldüğümüz, ağladığımız, kızdığımız zamanlar, kısaca duygularımız ve duyumsadıklarımız bir hoş seda olarak kalacak.
Üçün beşin ikinin, matematiğin, felsefenin hesabını yapmadan, gönül verdiğiniz renklerin, sevgilinin seyir zevki ile hayatımızın bir eğlencesi olarak gördüğümüzde bir şeyleri ıskalamamış olacağız.
Şu ölümlü dünyada futbolu anlamlandırmaya çalışmaktan daha çok, futbolu hayatı yaşar gibi güler yüzle yaşamak bizi mutlu kılacak.
Kayıkçının denize düşen filozofa dediği gibi, "ömrümüzün tamamını boşa geçirmemek" için, futbolu sadece futbol olarak, bu "basit" zevkleri ile yaşayacağımız sürprizlerle dolu bir sezon diliyorum.
Merhaba futbol!
Sağol!
‘’Hasan Doğan ve mirasına sahip çıkmak‘’
Bazı insanların yazgısı, büyük ve unutulmaz işler yapmak üzere yazılmıştır.
Bundan tam 15 yıl önce (5 Temmuz 2008) vefat eden rahmetli Hasan Doğan kısa süre TFF Başkanlığı yapmasına karşın toplumun tüm kesimleri tarafından çok ama çok sevildi.
Belki de ülkemizde hiçbir spor adamı hem görevi sırasında hem de vefatının ardından halkı bu kadar etkilemedi, derinden sarsmadı.
En önemlisi de halka dokunmuştu, çünkü o halkın bizatihi kendisiydi.
Birlikte çalışma onurunu yaşadığım Doğan’ın her ölüm yıldönümünde yazılarıma Mevlana’nın şu dizeleri ile başlarım.
Eğer sana bir diken batmışsa
Bil ki onu sen dikmişsindir!
Şayet yumuşak ve latif kumaşlar içindeysen
O kumaşı da sen dokumuşsundur.
Mevlana’nın bu dizelerdeki derin anlamını bir kişide hissetmek ister misiniz?
Futbolu ağlatan adam
O zaman size bir soru daha soracağım. “Futbolu Ağlatan Adam: Hasan Doğan” kitabını okudunuz mu?
Kitapta Doğan’ın nakış gibi işlediği hayatının satır aralarında yerel değerlere bağlı kalarak evrensel rekabeti kovalamasını buluyoruz. Doğan’ın hayat hikayesini okurken bir Türk müteşebbisinin Ramsey gibi bir dünya markasını yaratmasının tarihini öğreniyoruz. Kastamonu’nun Abana ilçesinden çıkmış bir Anadolu insanının, A Milli Takımımız’ın Avrupa üçüncülüğünde eşiyle (Rahmetli Hasan Doğan’ın eşini İSamsun’da ki Galler maçında tribünlerde gördüm, devre arasında kendisi ile sohbet etme fırsatı buldum) birlikte tüm halkımızın sevgisine mazhar oluşunun hikayesini de...
Kitapta, Doğan’ın sosyal sorumluluk projelerine verdiği önemden tek satır bahsedilmemişken kitabın tüm geliri Bedensel Engelliler Spor Federasyonu’na bağışlanmış. Neden dersiniz? Bu boşluğu da ben doldurayım:
2008 yılının ilk dönemlerinde yeni Başkan seçilmiş Hasan Doğan, kimseye haber vermeden Ankara’ya gelir ve 5 saati aşkın bir süre boyunca TFF olarak engelli futbolu konusunda yaptıklarımızı dinler.
Doğan bu projelerden o kadar etkinlemiş olacak ki, Fransız spor gazetesi L’Equipe’e verdiği röportajda şunları söyler: “Futbolun sosyal yanını da geliştirmek lazım. Bunun yolu da görme, işitme engellilere, sokak çocuklarına futbolu aşılamaktan geçiyor.”
Durun kaleye ben geçerim
Doğan iki kere Ankara’ya geldi ve ampute futbolcularla gösteri maçları yaptı. Sincan’daki çocuk yuvasındaki mini futbol sahasının açılışında o dev gibi cüsseli adamın yüreğindeki çocuğu gördüm. Bakan Başesgioğlu’nun penaltılarında kaleye geçecek çocuk ararken “Durun kaleye ben geçerim” diyen tek yetişkin de O’ydu.
Tabii Hasan Doğan deyince kendisiyle sadece uhdemde bulunan Engelliler Futbolu Koordinasyon Kurulu Başkanlığı görevimin yanı sıra benden şike/şiddet yasa çalışmaları, Türk futboluna yapısal reform önerileri, Avrupa Birliği fonları ile doğu ve güneydoğu da futbol sahaları yapılması ve futbol yoluyla da terörle mücadele için projeler üretilmesi, Futbol Akademileri gibi birçok alanda çalışma fırsatım olmuştu.
Türk futbolunda çözülemeyecek sorun olmadığına inanırdı.
Vefatının ardından Hasan Doğan Ampute Futbol Turnuvası yaptık. Oğlu Selim’e Doğan’ın engellilerle yaptığı maçların fotoğrafları olan bir albümü vermiştim. Bu sefer oğlu bu turnuvada babasının yerine geçmiş ve ampute futbolcularla gösteri maçı yapıyordu.
Bu kez de oğlu Selim ile 6 yıl TFF’de Engelliler futbolunun gelişimi için birlikte görev yaptık. Bugün engelli futbolunun ülkemizde dünya markası olmasında baba/oğul Doğan ailesinin büyük emeklerinin en yakın tanığıyım.
Yazımda rahmetli babasını yazacağımı söylediğimde Selim bana şu mesajı göndermişti: “O’nun adının böyle güzel yazılarda anılması ve hatırlatılması en büyük mutluluğumuz. Eline ve yüreğine sağlık.”
Bazen insanların yazgısı, büyük ve unutulmaz işler yapmak üzere yazılmıştır. Kadere inanan ama kaderci olmayan Hasan Doğan, yazgısının izinde giderek, Mevlana’nın dediği gibi hiçbir dikene batmadan, kendi yumuşak ve latif kumaşını dokudu. Başta engelliler olmak üzere tüm spor camiasının saygısı ve gözyaşlarıyla uğurlandı.
Mirasına sahip çıkılıyor
O yüzden de gerek ailesi, gerek sporun tüm aktörleri O’nun ismini bir gün bile unutmadılar.. O’nun adına düzenlenen organizasyonlar, birçok tesise isminin verilmesi çok önemli..
En son olarak; Doğan’ın cenaze töreninde gözyaşlarını tutamayan dönemin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan’ın açılışını yaptığı TFF’nin Riva tesislerine Hasan Doğan isminin verilmesi bunun en güzel örneklerinden birisi.
Ama bunlardan daha önemlisi O’nun vizyonunun ve mirasının hala devam etmesi...
Vefatının hemen ardından göreve gelen Mahmut Özgener ve 4 yıl sonra göreve gelen Yıldırım Demirören her zaman O’nun ilkelerinin ve vizyonunun altını çiziyorlardı.
Doğan’ın mirasına sahip çıkan bir başka Futbol Federasyonu Başkanı da Mehmet Büyükekşi.. Belki de en çok Hasan Doğan’a en çok atıfta bulunan Federasyon Başkanı da Büyükekşi oldu..
Doğan’ın vefatının üzerinden 14 yıl sonra göreve gelen Büyükekşi her fırsatta ‘Hasan Doğan’ın devamıyım’ diyor.
Reform çalışmalarını ve projelerini açıklarken mihenk taşı olarak hep Hasan Doğan’ı referans olarak gösteriyor. Özellikle de futbol akademileri konusunda ki projeleri ve ısrarı Doğan’ın misyonunu taşıyor. Her ikisi de Türk futbolunun kurtuluşunu ‘Futbol Akademileri’ne bağlamıştı.
Saçtığı tohumların bugün hala ürün vermesi büyük bir gurur vesilesi Doğan ailesi için.
Hasan Doğan’ı Rahmetle anıyorum. Ruhu şad olsun.
Yüzyılın sözü: Tohum saç, bitmezse toprak utansın! (Necip Fazıl)
‘’TFF ve engelli futbolu‘’
“Bir testi yaparsın çamurdan içindeki boşluktur onu yararlı kılan"
Yıllar önce engelli futbolunda yaşanan gelişmeler üzerine kaleme aldığım yazım böyle başlıyordu. Şimdi yazıma tekrar Çinli düşünür LaoTsu'nun bu sözleriyle başlamamın elbette bir nedeni var:
Ülkemizde artık bir engelli futbolu gerçeği var hem de dünya markası olmuş bir engelli futbolu..
Aradan geçen onca sene sonra bir kez daha 'boşluk'tan ama "yararlı boşluktan" sizlere bahsedeceğim:
Baştan söyleyeyim, bu "öykü"nün gerçek kahramanları ise engelli futbolcularımızdır.
Testinin hammaddesi de çamurun oluşturduğu testi de engelli camiaları ile engelli futbolcularımızdır.
Fakat testinin suyu tutabilmesi için bir ‘Boşluk’a hatta yararlı bir boşluğa ihtiyacı vardır.
Futbol Federasyonu da işte bu ‘boşluk’ rolünü üstlenmiştir, testinin suyu tutmasını sağlamıştır. Kimi zaman liderlik ederek çoğu zaman da geride durarak testinin suyunu tutması için mütevazi ‘Boşluk’ görevini üstlendi.
2006 yılında TFF bünyesinde Engelliler Koordinasyon Kurulu oluşturdu.
Geçen 16 yıl boyunca Engelli Spor Federasyonları ile testinin iki kulpundan tutarak yukarıya doğru kaldırdığımızda testinin aslında sayısız “Şampiyonluk Kupalarına” dönüşmüş olduğunu görürüz.
10 Yıl önce 10 yıl sonra
Engelli futbolunda bugün geldiğimiz yeri anlamak ve anlatmak için sanırım en güzel örnek bir zamanlar sosyal medyada fenomen olmuş ve bir çok ünlünün de katıldığı “10 yıl önce 10 yıl sonra” (10yearschallange) akımında olduğu gibi biraz gerilere, 2006’lara dönmek gerek.
Burada uzun uzun 2006’larda ülkemizde engelli futbolunun yerine ve dünyadaki konumumuza değinmeyeceğim. O tarihlerde sadece rehabilitasyon amaçlı, çoğunluğunu gazilerin oluşturduğu, Kamil Yazıcıoğlu’nun bir araya getirdiği ve içlerinde İsmail Temiz, Adem Püskül, Barış Telli gibi 20 ampute futbolcu ile çıkılan yolda bugün ampute futbolun dünyadaki merkezinin Türkiye olması mı…
Sayısız kupaların yanına ülkemizde düzenlenen son Dünya Şampiyonluğu ile taçlandırılması.
Çok az sayıda futbolcusu bulunan görme engelli futbolu “Sesi Görenler Futboluna’ dönüşürken UEFA’dan yılın aktivitasyon ödüllerinden Pralimpik oyunlarına üçüncü kez katılım başarısına, Avrupa şampiyonluklarına uzanan yol mu…
Yine işitme engelliler futbolunun iki dünya şampiyonluğu, Avrupa şampiyonluğu ve Olimpiyat şampiyonluğu (DEAF) ile Türk spor tarihinin en başarılı milli takımı derecesine ulaşması mı…
Yine bir zamanlar evlerinden çıkarlar mı çıkamazlar mı diye tartıştığımız Down Sendromlu Futsal Millî Takımımızın üç yıl içinde Avrupa şampiyonu olmasının ardından ilk kez katıldığı Dünya Şampiyonası’nda üçüncü olmasını mı?
UMUTLARINIZ YOKSA YARATIN
UEFA'ya bağlı ülkeler içerisinde engelli futbolunu gelişmesi konusunda ilk ve tek örneği oluşturan bu yapıda 4 Engelli Spor Federasyonu ile işbirliği içerisinde etkin çalışmalar ve organizasyonlar yapıldı.
Bütün bunlardan daha önemlisi de bu çalışma ve organizasyonların ilgi çeken bir hikayesi var.
Önce bir mesaja ve slogana ihtiyaç vardı. Kurul çalışmalarını "Türkiye Futbol Oynuyor" projesi kapsamında "Futbol Aşkı Engel Tanımaz" sloganı ile hareket etmeye başladı.
Hikaye şöyle başlıyordu:
"Sesiniz yoksa çığlık atın...
Ayaklarınız yoksa koşun...
Umutlarınız yoksa yaratın...
Bu proje umutlarını yaratanları, sesi olmadan çığlık atanları, ayakları olmadan koşanları ve görmeden gol atanları anlatmaktadır."
Gelecekte ülkemizde CP’li ve Otistik vatandaşlarımızın da futbol oynama ve ‘futbolla hayata bağlanma’ları için özel projelerde devreye alınacaktır.
ir gün değil her gün
Diyeceğim o ki; 2006 yılında TFF bünyesinde Engelliler Koordinasyon Kurulu oluşturulması başlayan süreç rahmetli Hasan Doğan’ın özel ilgisi, Yıldırım Demirören zamanında bu ilginin artarak devam etmesi, Nihat Özdemir zamanında artan destekler ve Mehmet Büyükekşi zamanında tüm ülkemizi sevince boğan Ampute Futbol Milli Takımızın Dünya Şampiyonluğu ile Sesi Görenler Milli Takımının Avrupa ikinciliği ile Paris Paralimpik Oyunlarında ülkemizi futbol branşında temsil edecek tek takım olması..
Engelli futbolcularımız tarih yazmaya devam ederken biz de onları yazmaya devam edeceğiz.
İçinde bulunduğumuz hafta Engelliler Haftası ve ülkemizin her yerinde çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.
TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’de bu haftaya yönelik özel bir açıklama yaptı.
Sözün özü; TFF’nin engelliler politikası ve yaklaşımı sadece bu özel günlere yönelik değil, 17 yıldır her gün ülkemizde engelli futbolunun gelişimi konusunda çalışmalarda yatıyor.
Bir gün değil her gün engelli vatandaşlarımızla birlikte olmalıyız.
‘’Kadın futbolunda ‘ bir şeyler kımıldıyor’‘’
İtalyan filozofu Papini, Einstein'la yaptığı bir konuşmada diyor ki, "Rölativite, evren, fizik, teoriler... Ben bunlardan bir şey anlamıyorum. Siz en büyük fizik âlimi olarak evren hakkında herkesin anlayabileceği şekilde çok kısa olarak bütün bunları ifade eder misiniz?" Einstein derin derin düşünüyor ve "Bütün fizikî olayları tek bir cümlecikle ancak şöyle özetleyebilirim: Bir şey kımıldıyor!"
Kadın futbolunda ne oluyor diye sorsalar herhalde en doğru cevap Einstein'ninki gibi "Bir şeyler kımıldıyor" olurdu.
Yıllar var ki her spor adamının, her spor yöneticisinin ya da her medya mensubunun yıllardır Türk kadını için söyledikleri klasik demeçler ve yazılar olurdu: "Türk sporunda kadın odaklı politikalar oluşturuyoruz( Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu)
Kadın futbolunda ligleri başlatacağız. ( TFF eski Başkanı Nihat Özdemir)
Kadın futbolunu önemsiyoruz. (TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi)
Son zamanlarda bu söylemler kadın sporcularımızın bir çok branşta başarılı sonuçlar almasıyla göğsümüz kabarırken kadın futbolunda da - en az 15 yıl gecikmeyle de olsa- gözle görülür bir hareketlenme ve Einstein’in dediği gibi ‘bir şeyler kımıldıyor’
Mazereti yok
Öyle ki TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi ‘uluslarası nerede toplantıya gitsem ilk sunum hep kadın futbolu oluyor’ diyecekti.
Çok acıdır ki; ülkemizde uzun yıllar ‘ Kadının Adı Yok’ sözünü doğrularcasına ‘Kadın futbolunun da adı yoktu. Halbuki benim de 2009’lerde Yönetim Kurulu Üyesi olduğum Basketbol Federasyonunda kadın futbolu 10 yıl içinde emekleme dönemlerinden Olimpiyatlara gidecek noktaya gelmişti. Değerli dostum Akif Üstündağ’ın Başkanlığında Voleybol da geldiğimiz nokta ortada. Kadın futbolunun bu kadar geri kalmasında hiç bir mazeret benim açımdan geçerli değil.
Kadın yönetim kurulu üyeleri
Ama son bir kaç yıldır kadın futbolunda büyük bir hareketlenmenin olduğunun da altını çizmek durumundayım. TFF tarihinde ilk kez birbirinden değerli 2 kadın yöneticinin yönetim kurulu üyesi olduğu bundan başkası da beklenilmezdi zaten. Ayrıca, Teknik kadronun başında da kadın bir teknik direktörün olması. Tabii bu anlayışın ve yaklaşımın başarılı olması için hem zihniyet hem de kadro olarak istikrara ihtiyaç var. Bugün ‘engelli futbolunda dünya markası olduk’ diye övünçle demeçler veriyorsak 2006 yılında ‘engelli futbolunda dünya markası olacağız’ diyenlerin aynı yöneticiler olması tesadüfi olmasa gerek.
Kadınların dayanışması yeterli
Yalnız kadın futbolunun tabana yaygınlaşmasında ve yatay gelişmesinde yapılacak çok iş var.. her bir başarılı ve ünlü kadınlarımızı kadın futbolunun bir temsilcisi yapacak özel projelere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bunun için de kadınlarımızın kendilerine yeteceğini düşünüyorum.
İngiltere’de demokrasi ‘çocuk ve kadınların gözyaşları’ üzerine kurulmuştur. Ülkemizde de kadın futbolu kadınlarımızın mücadelesi ile hak ettiği yere gelecektir.









































