Arama

Popüler aramalar

‘’Aras kargo...‘’

Evet sevgili dostlar... Galatasaray basketbol takımının sıkıntılarına kahrolur, neden koskoca camiadan bir ‘Aras Kargo’ örneği çıkmaz diye üzülürken diğer taraftan sporun erdemi adına, Sarı-Lacivertli basketbolcuları bağrına basanlara saygı duyuyor, açıkçası Aydın Örs, Ömer ve arkadaşları başarılı oldukça da seviniyorum. İnşallah Galatasaraylı olduğunu iddia eden firmalar ortaya çıkar da, basketbolcuların 10 senedir üzüntüyle izlediğim çileleri sona erer.Pazartesi günü erken saatlerde Coşkun Özarı, İsmet Tongo ve ben Galatasaray’ı gözlemlemek üzere Florya’ya gittik. Yok canım futbol değerlerini değil. O kolay iş. Biz farklı pencerelerden bakalım dedik. Sonuç mu? Koskocaman bir ayıp. “Galatasaray terbiyesi, etiği ve duayenleri adına yapamayacağım hiç bir şey olamaz” diyen Özhan Canaydın önce kulüp bünyesindeki işçi, memur ve benzeri statüdeki maaşlı adamlarına Galatasaray terbiyesi ve gelenekleri nedir, öğretecek. Teknik adam, şampiyonluklar, kupalar, maçlar kazanımında büyük katkılar yapmış olabilir. Yapacak da olabilir. Fakat, Galatasaray’ı Galatasaray yapan değerler sadece bunlar değil ki! Öğrenilmesi ve öğretilmesi gereken çoook şey var daha. Fair Play ödüllerinden her fırsatta söz ettiğimiz Başkan portresi, mahiyetindeki sorumluya da bir şeyler öğretmeliydi. Hiç olmazsa nezaketi, centilmenliği! Coşkun Özarı okulda, takımda, milli formada yıllarca Galatasaray adına mücadele etti... Sonra, hocaların hocası ünvanı... Burada yazmama gerek yok. Tarih zaten yazmış. Gheorge Hagi’yi de tarih yazacak... Yazacak da, adamlık kantarında ne yazacak?Galatasaray’ın makus talihi! Teknik adamdaki ikinci kimliğin, hani o bastırılmış duyguların devreye girmesi günleri yine geldi.Geldi de... Hiç de hoş gelmedi!

08 Aralık 2004, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hela maşrapası!‘’

Dün Ankara’dan geliyorum; hemen önümde, Bolu Dağı Koru Otel civarında, aşırı sise girince bocalayan bir otomobili azman mı desem, azrail mi desem dev bir kamyon beton bariyerlere yapıştırmış. Araç içindekilerle beraber ezilip, abartmıyorum topu topu 1 metreküplük sac yığını haline gelmiş. Trafik kazasıyla futbolun ne ilgisi mi var? Var! Sakaryaspor ve Kayserispor sise girince şaşkına dönen otomobilse... Ligin üst tarafındakiler de acımasız, ağır tonajlı ve her an kendi kurallarını realiteye sokan dev birer kamyon. Yukarıdakiler onları pres gibi çiğneyecek... Sağ kalırlarsa aşağıdakiler de birbirini yiyecek.Az donanımlı iki otomobilin kıran kırana yarışıydı dün izlenen. Bu kez motoru yakıp kucağa alan Kayseri’ydi. Böylesine acemice gollerin yendiği, pozisyon defolarının çok izlendiği maçta olan bitene futbolcu kazası denmez de ne denir?Sakaryaspor takım oyununu iyi örnekliyor. Fakat, TSE belgesi olmayan bazı parçaların sorunlarını da fena halde yaşıyor.Ya Kayseri? Eşeği boyayıp babasına satan zekanın mucidine, bazı futbolcuları allayıp pullayıp satmışlar!Sahada iz bırakan yok muydu? Burak, Ragıp, Ali Cansun, kaptan Mesut ve Aydın. Fatihler’in ŞEN olmayanının golü, ŞEN olanının da futbolu mükemmeldi.Yılnur Önen, Dışişleri Bakanlığı’ndan tayinli diplomattı sanki. Annan Kıbrıs Planı’nda Türkiye’nin haklarına nasıl baktıysa, Önnen de Sakarya’nın davasına öyle bakandı! Ama yapamadı.Yeşil - Siyahlılar sise girmediği müddetçe daha çok can yakacak belli... Ama nereye varacak, belli mi?

06 Aralık 2004, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Teflon tava‘’

Oyunun hemen başında sobe diyecek Mustafa, Youla topu getirebilse. Ceza alanı göbeğinde tek başına kalan beyaz formalının yanında acaba kim olmalıydı? Merak ettim. Az sonra, Necati çok düşündü. Harman dalı oynayan efe değil, horon tepen uşak olacaksın o pozisyonlarda. Dünya kadınlar günü nedeniyle tribünde baylar, bayanlar, sahada da demiştim ya, kayanlar. En olmadık yerlerde de dalanlar! Mesela El Saka... Şükür Saka’dan, sakarlık bekliyor olsa, golünü ikinci değil, ilk yarıda atmış olacak.Orhan Ak, Ayhan katılımı Sabri delişmenlikleri, (penaltı dahil) Necati takipçiliği, Galatasaray’ın temposunu yükseltmiş, mücadele gücüne artılar katmıştı dün gece. Yoğun ve doğru pas yapamamış olsalar da, kazanma arzuları baskındı. Gençlerbirliği böyle bir rakip ummuyordu anlaşılan. Açık söylemeliyim, ben de ne böyle bir Cim Bom, ne de hırsıyla, sinirini birbirine karıştırmış evsahibi beklemiyordum. Futbolu ilginç kılan da, umulanın değil, beklenmeyenlerin gündeme girmesi galiba.Orhan Ak, rakip savunma arasında önce durdu, sonra korner topuna kafasıyla mükemmel vurdu. 0-1 Zaten gergin olan oyun, iyiden iyiye stres yumağı oldu. İkinci yarı Hakan Şükür’ün ikinciyi atması, iki tarafın da zıvanadan çıkıp, gerçek kimliklerini bulma nedeni oldu. Gerginlik gitmiş, yoğun futbol gelmişti. Ve Necati’nin olağanüstü vuruşu: 0-3 Sabri’nin yaptığı penaltıydı. Filip iki taksitte içeri... 1-3. Ve Bülent Korkmaz, Hasan Şaş, Petre etkinliklerinin başlaması, evsahibinin de Boliç’le umut araması. Güzel maçtı. Cem Deda, babasından daha yakışıklı bir genç. Hakemliği de daha yakışıklı olacak. Belli. Sadık bey oğlunu iyi yetiştirmiş demek ki.

05 Aralık 2004, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gençler birlik olmuş!‘’

Henüz iki ay önce Hırvat ve Yunanistan kulüpleriyle oynanan maçlara bakmış, Gençlerbirliği’nin takım olma özellikleriyle ilgili olumsuz düşüncelerimi yansıtmıştım. Şimdi şu birkaç günlük gözlemlerimi değerlendiriyor ve “Gençler gerçekten birlik olmuş” iddiasının boşlukta asılı kalmayacağına inanıyorum.Cuma sabahı erken saatlerden kampa giriş vaktine kadar dikkatle izlediğim Başkent’in genç sporcuları, sıkıcı bir kampa değil, keyifli bir buluşmaya gelen, şen çocuklardan farksızdı. Oğuz Çetin alışılmış ciddiyeti ve zamanlama titizliğiyle hep aynı profili örneklerken, duayen kulüp başkanı İlhan Cavcav, mutlak hakimiyet ve daimi kontrol realitesini tesislere adım attığı andan itibaren örnekliyor... Son 15 yılda yakalanan muhteşem yükseliş ve tesisleşme trendinin boş olmadığı “geçen 30 yıla helal olsun” denmesi gereği, bir kez daha belgeleniyordu.Gençlerbirliği’nin son durumu Galatasaray adına bir şanssızlık olarak değerlendirilmeli açıkçası... Kaleci Ömer’in maç çeviren kurtarışları, güven veren kimliği, Erkan’ın Ümit Milli Takım yıldızlığından daha yukarı çıkacağı sinyalleri ve El Saka - Kaptan Ümit ikilisi... Mercimek’in “Ben artık piştim” demesiyle beraberce mükemmel savunma, bir o kadar da adam gibi adamlık örneklerini gündeme sokmuştur.Aslında Kaptan Ümit’e ayrı bir paragraf açılmalı. İnsani değerlerle, sporcu etiğini mükemmel özümleyen, üstelik de futbolu sahneye üst düzey yapımcı olarak koyan bir kimliktir o.Skoko geldiğinde yıldızdı! ‘Kaymak üzere mi acaba?’ derken, ışıldadı. İddia ederim ki, Flip Deams ve Ali Tandoğan Türkiye Ligi’nin elit kenar adamlarının başındadır. Oyunun her yönünde oldukları gibi serbest vuruş ustalıkları ve mükemmel şutları 90 dakikalara renk katmaktadır. Mehmet Nas, neredeyse çocukluğundan beri Süper Lig’de... ‘Maradona’lığa soyunmadığı sürece üzerine yok. Youla’yı cümle alem zaten biliyor... Boliç’i de!.. Boşnak, kepenkleri çekmezse büyük tehlike. Fakat bu sezon dükkanı hiç açmadı ki! Mustafa Gürsel, Mustafa Özkan ve Uğur Boral benim sevdiğim, model futbolun güzel, Sedat ise şanssız adamlarıdır.Evet Galatasaray bugün sezonun en zorlu maçlarından birine çıkacak. Belli. Takımın son durumu da belli. Zaten bakan, bakmayan, yazan, konuşan, kafayı takan herkes, Cim Bom’u konuştu. Gençler’den pek haber yoktu. Sarı - Kırmızılılar’ın hangi tehlike ile burun buruna olduğu acaba şimdi belli oldu mu?Ne dersiniz?

04 Aralık 2004, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nasıl geçti habersiiiiiz!‘’

Haftasonu çok hareketliydi. Önce İstanbul - Ankara, hemen sonra İstanbul - Malatya... Başkent’te onca önleme karşın ayazda kalmaktan kurtulamamıştım. Kaçırılan goller de iç donduracak bir başka nedendi aslında! Neyse Malatya’ya talimli ve tedbirli gittim. İki üç yıl önce bir kupon ‘kula’ kumaşı almıştım. Sırf yün. Turan Sarıgülle’ye (UKİ) rica ettim. Fabrikasında takım elbise diktirecek. Sağolsun kırmadı. Elbiseyi almaya gittiğimde tek ceket ve 70 cmlik bir parça. Turan abi “Pantalon çıkmadı, Nirgül’e etek diktirirsin” dedi. Yılmadım. Bir kupon kumaş daha aldım, doğru Abdullah Ağabey’e (Kiğılı)... Ellerine sağlık, ustaları şahane bir pantalon ve yelek dikti. Evdeki mevcuttan mavi bir gömlek ve yine Turan Ağabey’den 10-12 yıl önce aldığım bordo bir kravat. O zaman modaydı, şimdi çok ince kaldı. Normal bağlasam, fular gibi olacak. Ben de günümüz modasına uysun diye, oldukça kısa bağlayıp, 15 cmlik kravatı yeleğin içine saklıyorum. Sakata gelmemek için de çengelli iğneyle gömleğe tutturuyorum. Neyse... Yine bu uygulamayı yaptım. Kardeşim Yavuz’un Adapazarı Uzunçarşı’daki dükkanından aldığım herkesin İtalyan sandığı aslında RUBO marka paltomu giydim. Fötrümü de takınca Malatya ayazına her türlü önlem alınmıştı. Evet önlemler iyi de ben pazartesi dönüyorum ve o gece Zarifi’de bizim 10. yıl kutlamaları var. Uçaktan indik, doğru oraya gittik tabi. Rahmetli babam gülmemizi (karı gibi olur) dans etkinliklerini de (eşcinsellik sayılır) diye kesinlikle yasaklamıştı. Kendisi rahmete karıştı, beni o gün bugün, ne düğün ne dernek ne de ‘beach’te tutabilene aşkolsun! Oynamaya doyamam.Neyse ‘Altın Kızlar’ başladı ben de önce oturduğum yerde, az sonra masa kenarında, derken ortada... Yün elbise terledikçe kurşun gibi oldu sırtımda. Kavruluyorum adeta... Ceketi çıkardım. Gecenin ilerleyen saatleri su içinde gibi, mola vermeden oynamaya devam. Bizim görsel yönetmen Serdar bir ara yeleğin düğmesine yapıştı. “Çok bunaldın, açalım ağabey” diyor, ben ellerini itip “Gerek yok” diyorum. İkimizin de kafası iyi... O inadından ben karizmadan vazgeçemiyorum. Cırt cııııırt diye gidecek karizmam. Neyse kulağına kravatın vaziyetini anlattım da zoraki vazgeçti.Dün aklıma ne geldi? Fırat Aydınus Gençler’in penaltısını, sonra da Yunus’un golünü yedi. Not 8.3. Zafer Önder İpek, kaleci Oğuz’a göstermediği kartla Sakarya’yı infaz etti, not 6.5. Fenerbahçe Yönetimi de ‘kombine bilet işi acaba nasıl olmalı?’ diye kale arkası tribün liderleriyle görüşmek üzere harekete geçti. Bir de ‘biletix’in bastığı numarasız biletler meselesi. Ya şirketten birileri ‘nasılsa numarasız, üstelik de kalp’ diye eşine dostuna ucuz ucuz satmayı alışkanlık edinmişse...TFF, MHK, gözlemciler, bazı kulüpler ve bilet işini üstlenen şirketlerin yeleğine yapışılsa da bir iki düğme açılıp, kravatın ucundaki çengelli iğneyle tutturulmuş defolar ortaya çıkarılsa.Nasıl geçti haberliiiiii!

01 Aralık 2004, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Evdeki yabancı‘’

Dümeni bozuk kulüplerde kasa boş olunca sporcunun kafası da, futbolu da boş oluyor. Çayır ağası futboluna hoşgörüyle sabredilebilir. Ama Cavcav’da gaz yapar bu tür adamlar. Uyarıyorum! Futbol yaşamları üst düzey finallerle süslü iki teknik adamın ekipleri, göze hoş gelen işler üretti zaman zaman. Skoko’nun volesi, Ayman’ın vuruşları ve Ömer’in kaleci gösterileri lezzet verdi. Dakika 23; Schuman Bah’ın yaptığı ringde de, ceza alanında da faul. Boksta ihtar, futbolda penaltı gerektirir. Aydınus uzak, yardımcısı sessiz kaldı. E.Y bilmez de! Memlekette sağ kanat oyuncusu yok diye çarşaf çarşaf yazanlar Ali Tandoğan’ı nasıl görmez? Hayret! Yine Ömer kurtardı, top döndü, bu kez seyirci kornere attı. Topu arka direkteki Youla usulca içeri bıraktı. Futbol ilginç spor. Boks gibi değil. Vur vur nafile, bir dokunuş nakavt: 0-1.İkinci yarı aynı viteste gidilip geliniyor... Mercimek de Fevzi’yi terse yatırıyor. Hayır! Fevzi orta beklediği için kendi kendine yapıyor. Musalla taşı dibindeki ibrik gibidir Fevzi’nin ayak ucundaki top ve 0-2... Sakat kaleci çıktı, Bora girdi!Bu maç patlayan forvet iddiasının değil, akıllı oynayan takım gerçeğinin gösterisiydi. Fırat Aydınus mu? Hani reklamda eve gelen çocuk annesine, “Çoook çalışmam lazım çok” diyor ya, Aydınus da aynısını yapacak! Malatyaspor da evdeki yabancı olmaktan mutlaka kurtulacak.

29 Kasım 2004, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şakşuka Tarık!‘’

Önceki gece TV kanallarını dolaşırken baktım Mustafa Sandal’ın Yunanlı Natalia’sı... Ola Talla diye çok da güzel bir şarkı yapmış. Ehhh, kendisi de hem esmer hem de dilber, klibi seyre doyum olur mu! Fakaat, yine bakıyor birşeyleri yerine koyamıyorum. Bir tuhaflık var ama ne? Hani yıllardır tanıdığımız biri bıyıklarını keser, siz de karşılaşırsınız; karşılaşırsınız da uzunca süre bakar, bocalar, ne olduğunu anlamakta zorlanırsınız. Herşey yerli yerinde de... Bir acayiplik de var işte! Natalia’daki eksik belki Mustafa Sandal. Ya Galatasaray’daki eksik ne? (............) Herkes gönlünden geçeni yazabilir.Reha Kapsal deneyim ve çabukluğu harman etmiş savunmasında. Orta alan Şakşuka Tarık’ın dans grubu gibi hiç yerinde durmuyor, çok hareketli. İleri, geri, sağa, sola. Böyle olunca Galatasaraylılar’ın da gereğinden fazla koşması gerekti! Ehhh, o zaman Şakşuka Tarık ve ekibinden nasıl kuğu gölü balesi zerafet ve kalitesi bekleyemezseniz... Dün geceki koşturmadan da beklemeyecektiniz.Orhan Ak, savunmanın akça pakça çocuğu... Her pozisyonda etkin oldu. Gol öncesi, civarımdaki FBliler’e göre penaltı değil. GSliler’e göre buz gibi penaltı. Madem Ankara’dayız, ben Süleyman Demirel felsefesini uyguluyor, “Penaltıysa penaltıdır... Bir gol yedi diye Ankaragücü aşınmaz” diyorum. Hakan Şükür, vurdu: 0-1.İkinci yarı da ilk yarının aynıdır. Fakat birkaç futbolcu kimliği farklıdır. Öyle goller kaçtı ki, ‘ben olsam bile atardım’ diyeceğim ama ayıp olacak. Onun için demiyor, olanı da olmayanı da şiddetli ayaza bağlıyorum. Bu havada 3 puan, süper puan.

27 Kasım 2004, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sen neredesin ben nerede?‘’

Çapsızlığın, Türkiye’de hangi kafa yapısının egemen olduğunun göstergesi değil mi? Sorumlu konumdakilerin sığlığı, memleketteki eğitim sorununun, kültür erozyonunun aynasıdır. Bu iki değerin yokluğu nelere malolur, şamar gibi suratlarımıza çarptı. Baştan sona kırk yıllık ihmalin toplumsal çürümenin faturasını ödüyor Türkiye...Sorumluluk duygusu olmayan, ‘benden sonra tufan’ felsefesine sığınan bir neslin genç versiyonu sahnede. Yine de riya kusup, perişanlığın doğru tespitini yapmaktan kaçıyoruz. Şu takım, bu takım ya da futbol mu, yoksa spor mu ucuzluğu, ne denli çare üretir? Tümör toplumu sarmış götürüyor!Geliniz akıl yürütelim biraz. Akrabalarının “futbolu sevmezdi” dedikleri bir çocuk. Okul kitabı parasını maç biletine verdiği söylenen yoksul bir çocuk. Ablasına “Şu İstanbul’a gideyim de, uzun zamandır kar görmemiştim, göreyim” diyerek taaa Adana’dan yola çıkan fakir bir çocuk. Babasının ekmek götürmekte zorlandığı kenar semtten kalkarak bileti 70 milyon civarı olan kapalı tribüne gelen, yeme içme gece yarısı eve dönme giderleri için neredeyse 100 milyon lirayı gözden çıkaran işsiz bir çocuk. Pisi pisine can veren bir garip çocuk... Öteki de hemen hemen aynı durum ve yollardan gelip katilliği seçen bir çocuk. Kağıthane - Dolmabahçe kulvarında varoşlardan gelen iki kişi ve kesiştikleri nokta kapalı tribünün içi! Ertesi günse muhabirlerin mide bulandıran palavraları! Bu ipsiz sapsız senaryolara kim inanır bilemem ama stadlarda bedava dağıtılan biletler yüzünden müthiş bir rant kavgasının oluştuğunu bilirim. “Sözüer ve Aktaş’ın aralarında bulunduğu iki siyasi grup, bir hafta önce kavga etmişti” iddiasını neden irdelemez kimse?Özellikle İstanbul’da malikinin mücadele gücü olmayan her yer birileri tarafından işgal edilip mülk ediniliyor. Devletin gecekondu inşa edilen arsalarından yok edilen ormanlarına, vatandaşın tapulu alanlarına her yerde talan yok mu? Statlara, kalın kimliklerin oturduğu localara ve protokole henüz cesaret edemediler. Ama kapalı tribün gibi orta halli insanların yerlerini ele geçirdiler. Tıpkı otoparklar, tıpkı sahiller, tıpkı büfeler, tıpkı rant getiren her yer gibi... Tribündeki olay sporun değil, ülkeyi saran çıkar egemenliği aysberginin sadece su üstündeki kısmıdır.Kötüler iyileri kaçırırken, devletin sorumlu birimleri seyrediyor. Beşiktaş, Fenerbahçe ya da Galatasaray maçları ebediyen seyircisiz oynansa, keyif olmaktan çıkıp ızdırap gösterilerine dönüşen futbol etkinlikleri tamamen iptal edilse ne olur? Memleket elden gitmek, sistem çökmek üzere...Ben nereye bakıyorum, sen nereye?

25 Kasım 2004, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI