Arama

Popüler aramalar

‘’Kara şanzıman!‘’

BMC’ler dayanıklı, her yola gelen, çilekeş kamyonlardı. Aşırı sürat yapamaz, çok da rahat olmaz ama kolay kolay yolda da kalmazdı. Direksiyonu müthiş ağır, ‘kara şanzıman’ dediğimiz vites kutusu da bir başka alemdi. Devir tutturamazsın, vites geçerken öyle bir cayırtı kopar ki, kıyameti aratmaz. Hele hele durmadan, birinci vitese asla geçmez. O gürültünün içinde ‘bıııızzzzt... bıııızzzzt’ diye salgıladığı kompresör sesi, sanki müzik namesi.Beşiktaş-Fenerbahçe maçında olan biteni görünce, o günler geldi aklıma. Acemi şoförlük dönemi ya ‘bııızzzt... bııızzzt’ diye aşağıdan ses gelir. Arar dururum. Nereden lan bu zırıltı diye? İnsanlık hali, belki Nobre’de ses yaptı, Emre de aradı! Hooijdonk mu? Ehhh... Çocuk ağır, devirli değil. Sürate ayak uyduramıyor, bilmiyorlar mı? Demek ki o da hız kazanıp, göze girmek için vitesi yükseltmeye uğraştı! Bütün kabahat kara şanzımanda. Eğer otomatik veya senkromeçli olsaydı, belki o problem olmayacaktı! Kara şanzıman vitese zor geçer, hem de gürültü yapar! Kötü niyet yok, teknik eksik var. Ben gençken, çok hata yaptım. Şimdi de gençlere hoşgörüyle bakılsın isterim. 30-35 yaş, bırakın genci, çocuk denilecek yaşlar. İnanmadınız mı? Doğan Koloğlu, Turgay Şeren, Coşkun Özarı, Doğan Sarıbeyoğlu veya Necati Karakaya ağabeylerime sorun.Sabah’ın Levent’i ömür çocuk. “Derin Galatasaray” diyor. Be birader elini vicdanına koy. Bizler, bir kısım Galatasaraylı spor yazarı olarak en görkemli dönemlerimizi, sevinçlerimizi aramızdaki Fenerbahçeli kardeşlerimizin ızdıraptan göz göre göre inlediğini, üstelik de renk vermemek için şekilden şekile girdiğini senin “derin” dediğin çocuklar zamanında yaşamadık mı?“Derin”ler olmasaydı, 100. yıl kutlamaları esnasında hangi Avrupa Şampiyonluğu kutlanacaktı? Belki de Souness’in Şükrü Saracoğlu’na diktiği bayrakla avunacak, başka 100 yıllara bakacaktık. Senin son iki sene özellikle desteklediğin, arkasında durduğun, sığ Galatasaray döneminde ne oldu? Su üstünde susak kabağı gibi kalmaktan öte!Şu anda hem annemizin liginde hem de gazetenin içinde kaldık. Fenerbahçe ve Beşiktaşlılar’ı çok kıskanıyorum çok. Hele hele yurtdışına giderken, “Arivederciiiiii...” demiyorlar mı, hasta oluyorum hasta... Ahh derin Galatasaray ahh... Keşke hep başarılı olsan da sevenlerin de zirvede kalsa...

10 Kasım 2004, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Deneyim farkı‘’

Rizespor ve Sakaryaspor’un istekli ve tempolu başladığı oyunun henüz 10. dakikasında Diallo mu kolay yedi, Kürşat müthiş mi vurdu? Yeşil - Siyahlı kalecinin cepheden gelen toplarda devamlı zaafiyet yaşadığını söylesem ne anlarsınız! Konuk golü yemesine karşın oyun düzenini ve mücadele anlayışını hiç bozmadı. Acaba gol yemeye mi alıştı da, istifini bozmadı? Aslında olaya şöyle bakabiliriz; Mavi - Yeşilliler’de çabuk, Yeşil - Siyahlılar’da da ağır oyuncu sayısı çok. Bu gerçek Rizeliler’i rakip ceza alanında daha etkin kılarken, Sakaryalılar’ı çaresiz bırakıyor. Konuk benzeri geç kalma sıkıntısını hücum girişimlerinde de yaşayınca, ne kadar iyi mücadele ederse et ortaya mutlaka bir dengesizlik çıkıyor. Bu gerçeğin adı çabuk ve etkili olan tarafın üstünlük sağlaması, yani gol atıp galip gelmesidir.Rıza Çalımbay, mevcut sütten verim almayı bilenlerin en mükemmellerinden. Malzemeyi ver, teleme peyniri, yoğurt, ayran üretir. Sonra kalanla da öyle bir süt tatlısı servis eder ki, bayılırsınız. Bu işler için millet süt holdingler kurarken, mütevazi Rıza, Bülent, Gökhan üçlüsü her gittiği yerde battal yatırımları bile kurtarıp, verimlilik dersi veriyor. Rizespor’un kaymaklı ekmek kadayıfı gibi gelen ilk yarı futbolu, taraftarların alkışlarıyla renklendi. Dün geceki sonuç ve futbol değerleri Ekrem Cengiz ve Yılmaz Zehiroğlu’nun stressiz ve keyifli bir sezon geçireceğinin belirgin işaretidir.Sakaryaspor ne yapacak? Sabırla “tekeden süt çıkarmış” sözünün yaşama geçmesini bekleyecek. İlk yarı sonuna kadar ne toplasalar kar. Peki becerebilirler mi? Neden olmasın. Geçtiğimiz sezon 17 takımı geçen, bu sene sadece 3 rakibi geçemez mi? Bu beklentiyle ilgili ümit ışıklarını ikinci yarıdaki futbol anlayışları ve temposuyla kanıtladılar. Rize taraftarlarından da alkış aldılar.Deneyim farkı dedikleri Rize’nin 2 farklı galibiyeti miydi acaba!

08 Kasım 2004, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Geldi-gitti!‘’

Oruç konusunu konuşma ve uyarı fobisi de etken olunca futbolun en canlı olması gereken dönemde, sporcular ruh gibi dolaşmakta. Ülkemizdeki ayak topunun Ramazan manzarası budur. Ya TFF oruç ayında tatil ilan edecek ya da futbolcular işinin ciddiyetini öğrenecek. Başka çare yok. Sen sevaba gireceksin diye, milyonlarca taraftarını günaha sokamazsın.Galatasaray’ın ilk yarıda yapacağı en doğru iş, son anda dahi olsa gol yemekti. Yedi! Yasin marifetiyle becerildi 1-0. Çünkü Diyarbakırspor futbolu ve gol atmayı hem arzu etmiş hem de haketmiştir. Rakip alanda üst üste üç pas bile yapamayan, hiçbir doğrusu olmayan Sarı Kırmızılılar rahat bir gece geçireceğini zannettiği Diyarbakır’da yanıldı. Evsahibi baskısı ve Cim Bom dermansızlığı yengeç gibi yan yan giden konuklar izletti. Top hangi Galatasaraylı’nın ayağında ise, baskı yiyor ve çaresizce kıvranıyor. Hatlar kopuk sadece görüntü var, ses yok. Sinan Kaloğlu yürür gibi çalım attı, çalımı yiyen de olduğu yerde kaldı. Demircioğlu Sinan da, kulvarını mükemmel kullanırken, Cem Yanık ile beraber savunmayı sersem etti.Ümit Kayıhan’ın Diyarbakırspor’u üç puanı haketmişti. Hakan Ünsal’ın mükemmel geri pası, meseleyi kökünden halletti!

06 Kasım 2004, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Leşi mi var?‘’

Gelin zafer günlerine dönelim. Hangi beceri, nasıl bir insafın eseridir, o müthiş takımı tarumar etmek! Tarih yazan ekibin her parçasını bir tarafa saçanlara, çanak tutan amincilerin borusu, gariban futbolculara mı ötmekte! Hiç araştırdınız mı, başta Fatih Terim, Hakan Şükür, Arif, Fatih Akyel, Okan, Emre nasıl gönderildi? Bülent Korkmaz arkadaşlarının hakkını aradı diye mi yenmek istendi? Zorla kanırta kanırta ve bazı medya leşkerlerinin de katkısıyla koparıp attılar çocukları. Üstüne beş kuruş kazanmayı beceremedikleri gibi milyonlarca doları da sokağa atıp, kulübü batma noktasına getirdiler. Örnek mi? Mario Jardel ve niceleri... Kim sordu hesabı? Kongre üyeleri mi, tribünler mi? Galatasaray’ı perişan edenler kahraman, zaferlere imza atanlar kaka! ‘Futbolcu dediğin nedir ki...’ diyenlere soruyorum. Madem önemli değil, madem iyi takım yapmak kolay, neden bu sezon annesinin liginde kaldı Galatasaray? Fatih Terim’in hangi tuzaklara, nasıl düşürüldüğünü bir araştırın, öğrenin bakalım ne olacak?Sağda solda, köşesinde möşesinde ya da sosyete lokallerinde hava yapıp, Galatasaraylılık satanlar, duman edip içten yıkmıştır bu kulübü. Madem çok biliyordunuz, nasıl oldu da arkanızda enkaz bıraktınız?Fatih Akyel bu kulüp için gerekirse mutlaka alınmalı, kendisinden faydalanılmalıdır. Genç ve deneyimli futbol yıldızlarını yok yere heba edecek lüksü yok Türk Futbolu’nun. Galatasaray’a kazık atanlar baştacı, emek verip hizmet edenler dut! Silkele gitsin...Özhan Canaydın’a hatırlatmak isterim. Fatih Akyel, henüz küçücük bir çocukken elimize teslim edildi. Hem milli hem de Sarı-Kırmızı formaları şerefle giydi. Fenerbahçe’ye de namusuyla hizmet etti. Aynen Baliç, Sergen, Revivo veya diğerleri gibi. Onların Cim Bom formasını hakettiği yerde Fatih Akyel bin kere hakeder. Bu hakkını esirgemeyin, onuruyla oynamayın. Fatih eğer arızalı bir kimlikse, ‘yıllarca kendi bünyemizde o arızayı neden gideremedik’ diye düşünün. O genç adamı, babası Galatasaray eğer iyi terbiye edememişse, şimdi o fırsat yine var. Çocuklar kötü de ailelerin hiç mi suçu yok?İyi düşünün!

03 Kasım 2004, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’İmam ve Hagi!‘’

Akçaabat Sebatspor, yıldızlar topluluğu olmasa da birinci sınıf futbolculardan kurulmuş, mücadeleci bir ekip. Sadi Tekelioğlu komutasında hem doğru hem de disiplinli oynadılar. Semavi, Orhan Kaynak gibi lig emektarlarının namuslu mücadelesi tüm takım arkadaşlarına mükemmel örnek oldu. 9,5 kişi oynayan ev sahibi kadar net pozisyonlar yakaladılar. Hele hele 5. dakikada öne geçemediyseler, kader utanmalı. Mondragon’un kalesinde yaşananların başka tarifi yok.Galatasaray maçlarını yöneten hakemleri öyle şartlamışlar ki, yüzde 1 şüphe eksikleri pozisyonda bile devam. Bu nedenle Cim Bom’lu futbolcu caaaart diye topu sokamaz veya gacırtılarla yere inip ölmezse kesinlikle devam. Düdük, müdük hak getire.Conceiçao’da tempo yok, risk yok, araştırma yok, girişim yok... Uzun lafın kısası şu ana kadar hiçbir şey yok. Hakan Olgun takımına güç verirken, İsmet gaza geldi, hakem marifetiyle erken gitti. Galatasaray zaten eksikti! Şimdi rakibi de eksildi. Hagi 65’te kendine geldi; Volkan içeride, Brezilyalı dışarıda. 10’a 10 oynanacak oyun artık. Baliç çıktı, şimdi 11’e 10 oldu. Galatasaray avantajı, ardından Ümit ve Orhan’la da iki golü yakaladı.Hagi lüzumsuz arayışlarla takım kurgusunu bozarsa, Galatasaray’ın sahadaki başarı trendini de bozar. Dün gece bu gerçek sınandı.

01 Kasım 2004, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Öst... Öööst!‘’

İlginçtir. Bizim Kocacıklılar’ın, ‘h’ harfiyle em arası olmaz... Em de pek severler. Dedem, babama, ‘Hakkı’ adını vermiş ama seslenirken hep, ‘Akkı’ Sonra ben de oğlumun adını, ‘Akkı’ koydum. Fakat ep, “Hakkı” yazdık. İyi ki, kızım Gözde’ye de, ‘Atçe’ ismini akıl etmedik. Neyse, dedemin, “Öst... Öööst” diye seslenirken, “Höst... Höööst” demek istediğini anlamışsınızdır umarım.Ben de dün, “Öst... Öööst” diye bağırmışım evde... Sebep Baliç! Demiş ki, “Bana hiç kimse sahip çıkmadı.” Hiç kimse sahip çıkmadı da, sen nasıl durdun orda? Hem de üste milyon dolarlar ala ala... Öst be... Öööst...Bi öst’te Mosturoğlu’na... Kaç yıldır TFF adına Türkiye’yi temsil ediyorsun? Memleketin nereye benzetildiğini yeni mi fark ettin. Madem öyle, bu utancı temizle. Elinde fırsat da var. Zamanda Mosturoğlu, TFF sayesinde Mosturoğlu oluyor. Sonrada kendisi o platformlara taşıyan ülke ve kurumun, ‘kokainciler yuvası’ bir memleketle beraber anıldığını Kolombiya’ya benzetildiğini ifade ediyor. Baliç, UEFA ve Süper Kupa hamili, Galatasaraylılıkları yazdıkları tarihle belgeli Bülent Korkmaz, Arif Erdem, Hakan Ünsal gibi kahramanlara yapılanlara şahit olduğu halde yan gelip yatıyor. Bir gol atınca da yazılı ve görsel medyanın kucağına atlıyor. İnsaf be birader!“Kurtuluş Savaşı’ndan daha zor günlerin içindeyiz” diye yazmış. Fakat bazı tiplerden bunun sporla ne ilgisi var” diye mailler almıştım. “Ben Türküm, Türklüğümden onur duyarım” dediğimizde, “Vay ırkçı, vay şövenist” diye eleştirilir hale geldik. Aynı kimlikler azınlık ırkçılığına da çanak tutar... Üstelik “Türkiyelilik” diye sentetik bir tableti yutturmaya çalışmazlar mı! Delirmek işten değil...Bu tipler PKK hizmetlilerinden daha tehlikeli, daha bölücü, daha zararlı...Biliniz.Sevr Anlaşması hükümleri günümüzde... Hem de Cumhuriyetimiz’in 81. yılında! Kabul ettirilmeye... AB yolunda da ulus kimliğimiz, bağımsızlığımız, laiklik ve Kemalizm yeminimiz yok ettirilmeye çalışılıyor. Bunca tehlikenin içinde ben bayram günü bile 3-5-2 veya 4-2-4’ün faziletlerini yazarsam, Mehmet ağa mezarından kalkar ve seslenir; “Öst... Öööst ulan.” Ondan korkar! Ara sıra da memleket hali yazarım.

30 Ekim 2004, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İç dünyalar!‘’

‘Jinekolog hastası ile aşk yaşar mı?’ diye ortalık ayağa kalktı. ‘Zeynep Tokuş ile jinekoloğu Alp Nuhoğlu arasındaki ilişki tıbbi etiğe uygun mu, değil mi?’ sorusu neredeyse günün meselesi. Kadın uçkuruna göre doktor, doktor da iç dünyasını(!) göre göre aşık olduğu bir kadın bulmuş! Size ne...Hıncal Uluç, her programında Necil Ülgen’e seslenmeyi adet edindi, “Konuş” diye.. Daha ne söylesin Ülgen? Söyleyeceğini söyledi de, sen ne anladın Hıncal Ağabey? Sıra şimdi sende. Bu hikayeyi neyle örtüştürdüysen, adıyla sanıyla açıklasana...Hakan Şükür ve E.Y. iftar yapacaklarmış. Ehhhh... Başka bir şey yapacakları da yok gibi. E.Y. ve akıl küpü C.Ç. Şükür’le iftar, Bülent’le teravih, Ergün’le sahur, Hakan Ünsal ve Şaş’la da sabah namazını eda eder, gün ışıyınca da T.S. ve F.B.’lilerle de toplanır, Ukrayna maçına hazırlanır. İnşallah da kazanırlar.TFF personel yapılanmasını hızla gerçekleştirmekte. Kopenhag’daki otelde baktım ki, Zeki Çol TFF üyeleriyle. Şaşırdım doğrusu. Çünkü Çol daima TRT üyeleriyle takılır. Acaba ne değişti derken, duyduğuma göre Çol, mesleğinden utanmaktan pes etmiş ve ikbal peşinde koşanların safına geçmiş. Hayırlı olsun. Bu arada Köln’deki ofisi hala Dortmund’da zanneden TFF görevlisine de bravo! Şimdi ofisin uzun zamandır Köln’de olduğunu öğretiyor ve oraya yerleşmek üzere kulis yapanların iyice belirlenmesini bekliyorum. Benim de söyleyeceklerim olur herhalde.Bu arada ‘Futbolcular arasında eşcinsel olur mu?’ meselesi çıktı ortaya... Bakın beyler eşcinseller bir çok dürüstlük tacirinden çok daha fazla dürüst ve net insanlardır. Ne olduklarını saklamadıkları gibi başka rollere soyunmazlar, yani sahte adamlık oynamazlar. Neyseler o... Eşcinseller için topluma yanlış örnek diyebiliriz ama sahtekarlık yaptıklarını asla... Onların iç dünyalarıyla dış dünyaları hiç ters düşmez. “Ben dürüstüm, doğruyum” diyen bir çok adam müsveddesinden daha güvenilir ve nettir onlar. Boşu boşuna var mı, yok mu kavgası yapmayın, kafaları da bulandırmayın. Hele hele geçmiş dedikodularınıza mesnet bulmak için Tan Sağtürk’ün teşbihine sarılmayın.

27 Ekim 2004, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tuzla sahili‘’

Sahilde yemyeşil bitkiler arasına serpiştirilmiş cafeler, oturma mekanları, spor alanları ve yürüme kulvarı var. Manzara harika, üstelik mis gibi deniz havası da caba. Çok programlı ve devamlı olmasa da yürüyüşe giderim sahile. Zaman dilimleri farklı saatler olunca değişik jenerasyonlarla karşılaşmak olası... Dikkatimi çeken ne? Arkadaş, dost ya da iki sevgili dolaşır, kimi zaman otururken birbirinin yüzüne bakmaktan olabildiğince kaçınmakta. Bakışlar hep yere doğru sabitlenmiş. Her hareket müthiş kontrollü ve baskı altında, belli. Adeta doğal özgürlüklerine gem vurmuşlar. Oysa birbirlerinin yüzüne baksalar, gözlerindeki anlamı paylaşıp içlerinden geçeni açık açık, dosdoğru birbirlerine anlatsalar, ya geleceğe dönük çok sağlam temeller atacak, ya da açılmak üzere olduklarını zannettikleri mutluluk denizinde düş kırıklıkları yaşamayacaklar. Aslında herşey öylesine kolay ki... Dostluktan, sevgiden utanmak mümkün mü? Düşünce ırmağından taşanları yerdeki sabit noktaya kilitlemektense paylaşmak, doğruyu ya da yanlışları bulmak ve gelecekte hayatı allak bullak edebilecek kötü olasılıkları henüz fırsat varken sonlamak. Gençken ben de aklımdan geçenleri yere doğru mıhlar, boğulur kalırdım. Yoğun düş kırıklıkları ve hatalara neden mahkum ederdim kendimi? Benimki geç kalan bir pişmanlık. Ama aradan neredeyse 40 yıl geçmiş ve bakıyorum; toplumun büyük kesimi aynı tarz davranmakta. Özellikle de biz taşra kökenlilere özgü bir yapı bu galiba.Denizlispor, Ankaragücü, Gençlerbirliği ve Mili Takım Teknik Direktörlüğü yolunda her türlü bilimsel ve çağdaş doğruya imza atan E.Y.’nin de aynı problemi yaşadığı ve yere sabitlediği bakışlarıyla hep başbaşa kaldığı düşüncesindeyim. Doğru veya yanlış, aklından geçenleri yola çıktıklarıyla doğru anlamda paylaşarak değil, bakışlarıyla yerdeki sabit nokta arasındaki hatta oluşturduklarıyla kendi dünyasını kuruyor... Ama olmuyor! Çünkü yapılanlar sadece iki kişiyi değil, çok büyük bir toplumu, hatta Türkiye’yi ilgilendiriyor. E.Y. aynen Denizli, Ankaragücü ve Gençlerbirliği’nde yapamadıklarını şu anda bulunduğu konumda da yapamayacak gibi. Acaba olan biten, ‘taşralılık defosu’ dedikleri şey mi?

25 Ekim 2004, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI