Arama

Popüler aramalar

‘’Teknik direktörler için felsefi yaklaşımlar…(2)‘’

*İyi oyuncu topa sadece bir defa dokunup nereye koşacağını bilen oyuncudur.(Johan Cruyff)

*İyi pozisyon almak, gereğinden fazla koşmamak demektir. Böylece teknik de kolayca ön plana çıkabiliyor.(Johan Cruyff)

*Mesele ne kadar koşulduğu değil, nereye koşulduğudur.(Johan Cruyff)

*Eğer benimle normal bir zamanlama yaparlarsa her zaman geç kalmışlardır demektir.(Johan Cruyff)

*İyi bir futbolcu topa doğru, kötü futbolcu ise onun peşinden gider.(Arthur Rowe)

*Büyük taktisyenlerin dehası biraz da doğru zamanda doğru sistemi uygulayabilme yeteneklerinden gelir.

*Eğer iyi bir teknik direktör olmak istiyorsanız, oyunculuk zamanınızı unutmak zorundasınız.(Valeriy Lobanovski)

*Bir takım ancak topa sahip olduğunda serpilip güzelleşir. Çiçeklerin yağmura ihtiyacı vardır.(Brian Clough)

*Biz ileriye çıkmaya devam ettiğimiz için, rakip de gerilemeye devam eder.(Graham Taylor)

*Bir takım sahanın son üçte birlik kısmında topu tekrar kazanma miktarını artırabilirse, o takım daha çok gol atacaktır.(Charles Hughes)

*Bir takımın topa sahipken hücuma çıkması ne kadar uzun sürerse, savunmadaki takımın da toparlanmak, yeniden gruplaşıp organize olmak için o kadar vakti olur.(Charles Hughes)

*Ancak kötü bir teknik direktör yeni geldiği takımda, kadrodaki oyuncuların özelliklerini dikkate almaksızın “ben bu sistemle oynayacağım” der. Sadece kötü bir teknik direktör sistemin kurbanı olur.(Ciro Blazevic)

*İyi bir teknik adam hem senaryo yazarı hem de yönetmendir. Takım onun bir yansıması olmalıdır.(Arrio Sacchi)

*Futbol beyinde doğar bedende değil. Michelangelo elleriyle değil zihniyle resim yaptığını söylemişti. Bu yüzden, akıllı oyunculara ihtiyacım olduğu gayet açık. Ben solo sanatçılar istemiyorum. Aldığım en büyük iltifat insanların oynattığım futbolu müziğe benzetmesiydi.(Arrio Sacchi)

*Futbol bir takım oyunudur ve dolayısıyla takımın üyeleri birbirine bağımlıdır. Eğer bazı oyuncular sahada kendilerine verilen görevi yapmıyorlarsa, bunun acısını takım arkadaşları çeker. Bu yüzden her oyuncu kendisine verilen temel görevleri yetenekleri ölçüsünde yerine getirmek zorundadır ve bu ancak saha dışında da disiplinli bir yaşam varsa gerçekleşir.(Van Gaal)

*Tamamıyla makineleşmiş takımlar faydasızdır, çünkü senaryonun ucunu kaçırınca kaybederler. Ama tek bir oyuncunun yaratıcılığına bağlı takımları da sevmiyorum, çünkü Tanrı onlardan yana olmazsa, tamamen rakiplerin merhametine kalırlar.(Marcelo Bielsa)

*Maç bir kez başladığında bunun sahneleri sürekli değişen bir film gibidir. Her oyuncu kendini bu filmde bir oyuncu gibi düşünüp, sürekli değişen sahneye uyum sağlamalı, her hamleye göre kendi pozisyonunu değiştirmelidir.(Vic Buckingham)

16 Ağustos 2019, Cuma 15:19
YAZININ DEVAMI

‘’Teknik direktörler için felsefi yaklaşımlar…‘’

Cuma akşamı oynanacak Denizlispor-Galatasaray karşılaşması ile 2019-2020 Cemil Usta Sezonu başlayacak. Geçmiş günlerde bu köşede yazdığım yazılardan seçmeler yaptım. 18 takımın 17’sinin başında yerli hocalarımızın görev yaptığını göz önüne aldığımızda altını çizdiğim aşağıdaki futbol gerçekleri birilerinin işine yarar belki de…

*Yıldız oyuncular teknik direktör olduklarında birer mağrurluk abidesi haline geliyorlar. Kendilerinin zarafetle çok doğal bir şeymişçesine yaptıkları hareketleri başka birine öğretmeyi bilmezler.(Helenio Herrera)

*Kendisi için oynayan rakibi için oynar. Takım için oynayan, kendisi için oynar.(Helenio Herrera)

*Dikine oynarken topu kaybederseniz, bu sorun olmaz. Ama yan pas ile oynarsanız bedeli gol olur.

*Bir oyuncu genel özellikleri itibariyle değil, takıma uygunluk açısından da iyi olmalıdır.

*Futbolda kolektif oyun bireysellikten daha fazla önemsenmelidir.

*Bir takımın en savunmasız olduğu an hücumun başarısız olduğu andır.

*Oyuncu ne denli becerili olursa olsun bütünün bir parçası olarak işlev görmüyorsa, o bütünün içinde yeri yoktur.

*Futbol bir uçak gibidir. Sürat arttıkça, hava direnci de artacağı için ön kısmı daha aerodinamik hale getirmeniz gerekir.

*Futbol bireylerden daha çok koalisyonlar ve onlar arasındaki bağlantılarla ilgilidir.

*Savunma ve karşı atak üzerine kurulu bir oyun hücumdan daha kolaydır.

*Rakibi sizin istediğiniz oyun yapısını uygulamak zorunda bırakıyorsanız sorunun büyük bir kısmı çözülmüş demektir.

*Futbolun değişmeyen kuralı şudur: Top sendeyken alanı genişlet, top rakibe geçince alanı daralt.

*Futbolda önemli unsurlardan biri bir futbolcunun top ayağında değilken ne yaptığıdır.

*Toplumun gözü önündeki insanlar güçlendikçe kendi hatalarına karşı duyarsızlaşır ve savunma geliştirirler. Gerçekliği yansıtmak için kendi hikayelerini değiştireceklerine, hikayesine uyması için gerçekliği değiştirirler.

*Sürekli kazanma hali, ölümcül yenilgilerin tohumuna da gebe olabilir.

*Gerçeklerle çok fazla oynarsanız zayıf düşer ve ileri görüşlü rakiplerinizle mücadele edemezsiniz.

*Eğer Tanrı futbolun havadan oynanmasını isteseydi, çimleri gökyüzünde yaratırdı.(Brian Clough)

*Futbolda kaderinizi tayin etmenin birçok yolu vardır. Kim bilir, futbolda en iyi verimi almanın yolu belki topa sahip olmak, belki de olmamaktır.

*Taktikleri en küçük parçasına ayırıp incelerseniz bunun aslında bir takımın zayıf yönlerini en aza indirme ve güçlü yanlarını en üst düzeye çıkarma çabası olduğunu görürsünüz.(Gianluca Vialli ve Gabriele Marcotti)

*Futbol başarının hangi takımın daha az hata yaptığıyla ve bu hataların bireysel ya da kolektif olmasıyla belirlendiği bir en zayıf halka oyunudur.

*Bir takımın en zayıf halkasını geliştirmesi en iyi oyuncusunu geliştirmekten daha iyidir.

Rafael Benitez Liverpool’dayken Ryan Babel’e daha verimli oynaması için kanat oyununu nasıl geliştireceğini öğretmek için günlerce uğraştı.

*Futbolda şans yoktur! Doğru olanı yeterince yapmak vardır.

Yetenek, ister müzik olsun ister atletik, doğuştan gelen bir şey değil. Çalışma ile edinilir. Bu Mozzart için de böyledir Pele ve Maradona için de. Cruyff , Pele, Maradona ve diğer büyük oyuncular dünyaya ayaklarında futbol topuyla gelmemişlerdir.

13 Ağustos 2019, Salı 14:11
YAZININ DEVAMI

‘’Şenol Güneş gerçekleri…‘’

Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir özelliği vardır. İnsan merakı öylesine güçlüdür ki, bazen yaşamı pahasına gerçeğin ortaya çıkması için uğraşır. “Devlet sırrı” olarak uzun süre saklanabilen gerçekler bile zamanı geldiğinde devletin kilitli kasasından çıkarak karşımıza dikilir.

Rahmetli Süleyman Seba bir devlet görevlisi olduğu ve devlet terbiyesi aldığından Beşiktaş’taki başkanlığı sırasında camiadan bilgi almak zordu, dolayısıyla gazetecilerin en çok zorlandığı dönem onun başkanlık yaptığı yıllardı. Seba’dan sonra Beşiktaş’ta diğer takımların yöneticileri gibi gazeteciler ile ahbaplık etmeye meraklı idareciler görev aldıklarından olsa gerek, camiada saklı kalması gereken gerçekleri ağızlarından kaçırıveriyorlar.

Arkadaşımız Orhan Yıldırım yıllardır Beşiktaş’ın içindedir. Önceki gün Beşiktaş’ın Avusturya kampını öyle güzel analiz etmişti ki, kafamızdaki soruların büyük bir bölümü yanıtlarını buldu. En ilginç olanı da Şenol Güneş’in, izlemeye gittiği hazırlık maçından sonra “benden sonra hiçbir şey değişmemiş” sözleridir. Bir teknik direktör dört yıl çalıştığı bir kulüpten sonra bu sözleri neden söyler? Ne anlama geliyor bu sözler? Abdullah Avcı dönemine bir eleştiri midir yoksa kendisinin kurduğu kusursuz sistemin(!) işlediğine ilişkin görüş mü bildiriyor?

Ucu açık, karmaşık bir düşünce biçimi olsa gerek. Şenol Hoca felsefeye meraklı olduğunu, başkalarından alıp kendisine aitmiş gibi söylediği bazı anlamlı cümlelerinden biliyoruz. Ancak anladığım kadarıyla günümüzün önemli filozoflarından, Alman-Polonyalı ana babadan dünyaya gelen Bukovski’den haberdar değil. Eğer olsaydı, bu sözleri söylemeden önce filozofun şu sözleri aklına gelirdi: Bıraktığınız yerde bıraktıklarınız ya orda değiller ya da bıraktığınız gibi değiller. Evrimsel değişimin en kısa ve öz anlatımı bu sözler olsa gerek…

Şenol Güneş’te ciddi bir iletişim sorunu olduğu Loris Karius’un “Benimle 10 ay içerisinde bir kez konuştu” demesinden bellidir. Beşiktaş’tan ayrılmasının üzerinden henüz iki ay geçmeden Güneş’e ilişkin bir gerçek Karius’un ağzından kaçıverdi. Uzun sürede neler ortaya çıkacak kim bilir? Gerçekten vahim bir durum…

Liverpool’dan gelse de genç bir kalecinin en çok ihtiyaç duyduğu teknik direktörünün konuşmaları ve desteğidir. Üstelik Güneş’te eski bir kaleci ve onun sorunlarını en çok teknik direktörü anlayabilir. Futbolcular genel taktik konuşmalardan daha çok bireysel ve özel taktik konuşmalar ile motive olurlar. Mahalle arasında çocuklara ağabeylik yapan insanlar bile Güneş’ten daha çok özel konuşmalar yapıyorlar. “Oyuncular profesyoneldir, kendilerini hazırlasınlar” diyerek olay geçiştirilemez. Dünyanın en büyük futbolcularının bile hoca desteğine ihtiyacı vardır. “Feda” ile başlayıp Samet Aybaba ve Slaven Blic ile hazırlanan takımın neden tersyüz olduğu gerçeği de, yavaş yavaş da olsa ortaya çıkmaktadır…

07 Ağustos 2019, Çarşamba 16:56
YAZININ DEVAMI

‘’Ali Koç'un “yavuz” yüzü‘’

Teşbihte hata olmaz derler. Futbol tarihimizin en başarılı başkanlardan biri olan Aziz Yıldırım’ı, yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, rekor oy farkıyla koltuğundan İndiren Ali Koç, kazanan başkan olarak ilk konuşmasında hepimizi umutlandırmış, biz de televizyon başında onu alkışlamıştık.

Kokuşmuş futbol düzenini değiştireceğine ilişkin samimi bir konuşma yapan Koç, atacağı olumlu adımlarla salt Fenerbahçe’nin değil Türk futbolunun gidişatını da değiştireceğinin mesajını vermişti. Ortaya koyduğu tutumu ve söylemleri ile barışçıl bir dili futbol dünyasında hakim kılmak için her türlü özveride bulunacağına ilişkin tavrın ortaya konacağını da sözlerine eklemişti.

Ne yazık ki Ali Koç’un estirdiği olumlu hava çok kısa sürdü. Bir yıl içinde o da diğer başkan ve yöneticiler gibi kavgacı bir tutum içine girmekten geri durmadı. Onun yapmak istediği kavgaları çok daha önce Aziz Yıldırım yapmıştı. Kanımca “yavuz yüzümüzü göstereceğiz” diyerek Aziz Bey’den çok daha ileri(!) bir adım atmış oldu.

“Yavuz” ne demek? Google babaya yazdığımda beklediğimden çok daha vahim kavramlar buldum “yavuz” un karşısında. Mertliği de içinde barındırsa da, keskin, çetin, gaddar, hunhar ve kan dökücü anlamları “yavuz” u sarıp sarmalamış. Tam da Yavuz Sultan Selim’i anlatan bir kavram yavuz... Anlambilim(semantik) ile ilgilenenler için ne büyük bir malzeme “yavuz”…

Ali Koç’un “yavuz” ile örtüşebilecek hiçbir davranışı olamaz. Çünkü geldiği yer, kökeni ve kültürü buna izin vermez. Yanındakilerin dolduruşuna gelebileceğini de düşünmüyorum. Kulübün dışında esen rüzgara karşı bir tavır sergilemek isterken dil sürçmesi mi oldu acaba? Bu tür çıkışları, işler kötü gittiği dönemlerde Aziz Yıldırım’da yapardı. Hakem hataları üst üste geldiğinde Aziz Bey kameraların karşısına çıkardı.

Ancak Aziz Yıldırım “Barışçıl bir dil ile Fenerbahçe ve Türk futbolunun gidişatını değiştireceğim” türünden bir söylemin peşine takılmadı. Alt yapısıyla, genç oyuncularıyla yeni bir takım yaratılacağına ilişkin söz de vermedi Yıldırım. Yeni sezona başlarken ilk uygulama olarak Eljif ve Barış gibi gençlere yol veren Ali Koç buna karşın 38 yaşındaki Emre Belözoğlu’nu transfer ederek bütün söylemlerini pratikte de ters yüz etti. Bundan sonrası için ne diyelim? Söylenecek söz şudur: İnsan başkalarını sorgularken doğruya yakın bir sonuç edinebilir ancak kendini sorgularsa kesin doğruya ulaşır…

04 Ağustos 2019, Pazar 16:41
YAZININ DEVAMI

‘’Fikret Orman'dan Şenol Güneş'e gönderme‘’

Beşiktaş’ın başkanı Fikret Orman son günlerde bilerek ya da ölçüp biçmeden bazı konuşmalar yaptı. Koskoca Beşiktaş’ın başkanı söyleyeceği sözleri tartmadan, ucunun nereye dokunacağını hesaplamadan konuşmayacağına göre futbol kamuoyu ile bazı gerçekleri paylaşmak istemiş olmalı. Orman önce “taraftar istedi diye pahalı transferler yaptık, üçüncü şampiyonluğu kazanalım derken dördüncü olduk”, sonra da ”en büyük transferimiz Abdullah Avcı’dır” diyerek, açık ve net biçimde Şenol Güneş’e gönderme yaptı.

Fikret Bey’in bu iki cümlesinin açılımında şu var: Şenol Güneş “ben kulübün çalışanıyım, elime ne verilirse onlarla idare erdim” diyerek sorumluluktan kaçtı, alınan pahalı oyuncuları içten içe istemediği halde karşı çıkmadı ama onlarla takışmayı, inatlaşmayı da elden bırakmadı. Negredo gibi büyük bir golcüyü itibarsızlaştırmaya çalışarak kulüpten gitmesinin koşullarını hazırladı. Savunmaya 1,5 sezon boyunca büyük sıkıntılar yaşatan Pepe’yi kulübeye alma cesaretini gösteremedi.

Bunlar ve Güneş, Beşiktaş’ta görev yaptığı süre boyunca yaptığı hatalar göz önüne alındığında Fikret Orman’ın Şenol Hoca’ya yaptığı gönderme yerine oturmuş durumdadır. Çünkü Abdullah Avcı, Şenol Güneş döneminde olduğu gibi yönetimin verdikleri ile yetinmek türünden bir kolaya kaçma yolunu izlemiyor. Basından bizlere yansıdığına göre Avcı’nın onayı olmayan hiçbir oyuncu transfer edilmiyor.

Avcı, futbolcuya ilişkin değerler söz konusu olduğunda bilirkişi olarak bilgisini ortaya net biçimde koyuyor. Hele bir de gençlere sahip çıkması var ki, salt Beşiktaş’ın değil bütün kulüplerimize örnek olacak değerlidir Abdullah Hoca’nın görüşleri. Şenol Güneş mecbur kalmadıkça Dorukhan’ı oynatmamıştı. Avcı ise Rıdvan Yılmaz, Kartal Yılmaz, Muhayer Oktay ve Erdem Seçgin’i kadrosuna alarak “Gençler bana yeter” diyor. Uzun yıllardır böyle düşünen bir hocaya rastlamadık ligimizde. Hal böyle olunca da başkanın sözlerinin altı doluyor. Abdullah Hoca bu gençleri Beşiktaş’a kazandırabilirse, siyah beyazlı takımın en büyük transferi olmak bir yana, Gordon Milne’den sonra en başarılı hoca da olur…

24 Temmuz 2019, Çarşamba 12:05
YAZININ DEVAMI

‘’Kulüplerimizin bağışıklık sistemi iflas mı etti?‘’

İster en alt ligi ele alın isterse Süper Lig’i, basit bir araştırmayla kulüplerimizin borç batağında olduğu kolayca gözlenebilir. Kuşkusuz üretime dayalı bir sistemi benimsemiş Altınordu gibi birkaç kulübün dışında kalanların borcu dağ gibi. 14 milyar borcun altında kıvranan kulüplerin içinde toplam 11 milyar borç ile üç büyükler başı çekmektedir. 160 milyon dolar civarındaki teminat mektubunu yakıp elini eteğini futbolumuzdan çekmeye hazırlanan yayıncı kuruluş bu isteğinde kararlı olursa kulüplerin vay haline!

Hep söyler dururum, futbol çok zamandır birçok bilimsel disiplini içine bulunduran bir bilimdir. Bu bağlamda futbol ölçülebilin bir şeydir. Zaten ölçülemeyen bir şey ya var olamaz ya da değersizdir. Yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olan futbolda insanların emek ve düşüncesi verimliliğe dayanmalıdır. Bilimsel ve teknik ölçümler kulüplerde görev yapan insanların kararlarından her zaman üstündür, belirleyicidir. Ölçülebilir verilere dayanılmadan verilen kararlara güvenilmez. Bir yerde bilimsel verilere dayanmayan kararlar varsa orada güvensizlik, laçkalık ve belirsizlikle başı beladadır yönetenlerin. Çünkü öznellik duru düşüncenin önünde bir engeldir. Bu denli büyük bir hesapsızlık ve borç içinde olan kulüplerin öznel davrandıkları çok açık değil mi?

Özellikle son 20 yıl içerisinde popüler kültürün şamatasına kendilerini kaptıran futbol kulüpleri sağlıklı işleyen bir sistem oluşturamadılar. Denebilir ki sağlıksız ekonomik uygulamalar, abartılı ve gereksiz transferler kulüplerin bağışıklık sistemini bozdu. Bağışıklık sistemi bozulan bir organizmada hücre büyümesi kontrol edilemez. Organizma hastalanır ve yaşamsal organları arasındaki nazik bağ kopar. Bağışıklık sistemi istenmeyen, organizmayı hasta etmek için sistemin içine girmeye çalışan hücreleri yok etmek durumunda kalmışsa, sistem arızalanmış demektir. Eğer öyle olmasaydı, UEFA büyük kulüplerin başının üzerine koyduğu Demokles’in Kılıcı ile transfer disiplinini devreye sokmazdı.

Futbol kulüpleri ülkemizin sosyal kurumlarındandır. Tüm sosyal kurumlar birer kontrol mekanizması işlevi görürler. Ancak gücünü yitirmiş sosyal kurumlar yandaşlarının enformasyon kaosu yaşamasına neden olurlar. Bağışıklık sistemi bozulmuş kulüpleri yönetenler, görünüşte şeffaf olduklarını söyleseler de, yeri geldiğinde bilgi akışına engel koyarak, istenmeyen enformasyonları yok ederek ayakta durmaya çalışırlar ki, bu uzun vadede olanaklı değil. Çözüm basittir, herkes tarafından bilinmektedir: Üreten, kendi insanına güvenen bir yapı oluşturmak böylece bozulan kulüp bağışıklık sistemini tedavi etmek…

21 Temmuz 2019, Pazar 15:17
YAZININ DEVAMI

‘’Yeni futbol düzeni‘’

Biliyorum, başlık biraz ideolojik oldu ama futbolu yaşamdan ve ideolojiden koparıp tek başına düşünmek de olanaklı değil. Bilenler bilir, bu satırların yazarı 35 yıl önce yazmaya başladığından bu yana futbolu yaşam ile ilişkilendirmeye çalıştı. Çünkü insanın elinde kalem olunca her şeyi yazı olarak görmektedir. Tıpkı elinde kamerası olan bir insan için her şeyin görüntüden ibaret olması, bilgisayar kullanan bir insan için her şeyin data olması ve elinde not defteri olan biri için de her şeyin sayılardan ibaret olması gibi. Bu düşünceyi nasıl geliştirdim diye soracak olursanız “Elinde keser olan her şeyi çivi görür” atasözünden…

“Yetenekli” ya da “düz” nitelemesi yanlıştır

Fanatik’te yeniden yazmaya başladıktan sonra yazılarımda yılların deneyimi, birikimi ve akademisyen bakışı ile artık futbola gelenekçi bir yaklaşım ile bakılamayacağının altını çizmeye çalıştım. Madem bilgisayar çağında yaşıyoruz o zaman sayılar ve datalardan ayrı düşünemeyiz. Bu bağlamda futbol kültürüne ve futbola yeni bakış açısı kazandırmak zorunda olan teknik adamların artık futbolcunun niteliklerini ortaya koyarken “yetenekli” ya da “düz” olarak nitelemesi yanlıştır, yersizdir.

Doğa, insan çabasına engel koymaz

Tepeden tırnağa yetenekli ya da sıfır yetenekli insan olamaz. Her insan yeteneklidir ve yetenekler ancak çalışarak gelişir. Çünkü doğa, insan gayretine, çabasına hiçbir yerde engel koymaz, eğer bir şey ortaya çıkamıyorsa, yapılamıyorsa yeterince denenmediğindendir. Yeni futbol düzeninde, yeterince çalışmamak nedeniyle futbolcuların eksik kalmış yanlarını kullanarak galibiyetin yolunu açmak önceliklidir. Bu salt futbol için değil her spor dalı için geçerlidir.

Federer mi yetenekli Djokovic mi?

Son oynanan Wimbledon tenis turnuvasının finali bu görüşümüz için önemli bir örnek olabilir. Tenis dünyasının bilirkişilerinin birleştiği ortak nokta şudur: İsviçreli tenisçi Federer tenis dünyasının bir numarasıdır. Böylesine özellikli bir tenisçi bir daha gelmez. Ancak geçen Pazar günü beş saat süren 2019 Wimbledon finalinde Sırp Djkovic, “Ekselansları” lakaplı Federer’i yenerek kupayı kazandı. Çünkü Federer’in çok çalışma ile kazandığı, alışkanlık haline getirdiği özelliklerini kullanmasını engelleyecek bir taktikle oynadı. Yeni futbol düzeninin anahtar faktörü de budur. Önemli olan göze hoş gelen futbol oynamak, seyirciye görsel bir şölen sunmak değil, rakibi oynatmamak, data ve verilerle somutlaşan eksikliklerinin üzerine oynamak…

İnsani nitelikler sayısallaştırılabilir mi?

Modern astronominin babası olarak bilinen İtalyan Galileo Galiei(1564-1642) “doğanın dili matematiktir” derken data ve sayısal verilerin hayatımıza bu denli gireceğini de görmüş müydü acaba? Eğer bir düşüncenin niteliği sayılarla ifade edilebiliyorsa merhamet, aşk, nefret, güzellik, yaratıcılık ve zeka bile sayılarla ifade edilebilir. Ama gene de denebilir ki Galileo insanın duygularını, becerilerini ve iç dünyasını sayılarla anlatmaya çalışmamıştır.

Bugünün dünyasında çoğu insan bunları bile sayılara dökme eğilimindeler. Psikologlar, sosyologlar ve eğitimcilere sayılar olmadan işlerini yapmak olanaksız gelmektedir. Sayılar olmadan gerçek bilgiye ulaşamayacaklarını düşünürler. Hal böyle olunca bir futbolcu hakkındaki sayısal veriler ortaya konulmadan onun hakkında düşünce öne sürmek, yorum yapmak, özellikle de söze “yetenekli” diye başlamak nedir, adını siz koyun?

16 Temmuz 2019, Salı 13:22
YAZININ DEVAMI

‘’Ortak oyun fikrine Diagne uymadı Muriç'de uymaz…‘’

İyi ve kötü futbolu neyin oluşturduğuna karar vermek için yalnızca sezgilere, varsayımlara ve geleneklere bel bağlama devri çoktan bitti. Bunların yerini somut kanıtlar aldı. Geçen yıl hiç beklenmedik bir şekilde, “açık ara” seçimi kazanan Ali Koç, Fenerbahçe’nin artık varsayımlara göre hareket etmeyeceğini söylemesine karşın, futbolun pratiğinde yaşanan acı gerçekler sonucunda yeniden eskiye dönmek zorunda kaldı. Fenerbahçe’de bir daha adı anılmayacağı söylenen Ersun Yanal taraftarın baskısı sonucu göreve getirildi. Yeni hiçbir eylem ve sözlemi olmayan Emre Belözoğlu, yolu Fenerbahçe ile kesişme ihtimali olan herkesin söyleyebileceği “Fenerbahçe değerleri” ni yandaşların gönlünü okşayacak şekilde söyleyerek kulübe döndü.

Ali Koç “yenilik” dedi gelenekçi oldu

Oysa günümüz futbol dünyasında yenilenme ve somut bilgiyi kullanma hakkında birçok veri ve buna ilişkin çok sayıda gösterge var. Somut veri ve bilgi kullanımı bu güzel oyundaki güç dengelerini yeniden belirliyor. Futbol artık komutlarla alışkanlıklarla ve tahminlerle yürütülmek yerine daha fazla liyakate dayalı yeni bir aşamaya geçmiş durumda. Ali Koç’un başkanlığı kazandıktan sonraki konuşmasından anladığımız da, sözünü etmeye çalıştığımız bu yeni yola gireceğine ilişkin bir tavır ortaya koyacağıydı. Bugün gelinen noktada Koç eskilerden daha gelenekçi bir yapı ortaya koymaktadır.

Takım oyunu tembel santrforu bile kral yapabilir…

Futbolun evrimi içinde tembel oyunculara tahammül olmasa da, antrenman bilgisi ve teknolojinin yeterince gelişmediği dönemlerde “aylaklığa övgü” anlamında pivot santrforlara bel bağlandı. Futbol tarihimizin belki de en tembel santrforu Tanju Çolak’tı. Ne var ki o da gol rekorları kırdı. Bunun anlamı da şudur: Takımı iyi oyunculardan kurup sistemi yetkinleştirirseniz tembel santrfor bile gol kralı olabiliyor. Öte yandan, kendilerini ortak oyun fikrine tabii kılacak bir topluluk yaratıldığı için Galatasaray iki yıldır şampiyon oluyor. Bu ortak oyun fikrini gereksiz ve anlamsız bir şekilde transfer edilen Diagne bile bozamadı.

Forvetler zeki stoperler hızlı olmak zorunda…

Futbol tembel oyuncuların işi değildir diye söze başladık, kapalı savunmalar arasına zekice girip, değişik ve aldatıcı koşular yaparak gol arayan forvetler dönemine geldiğimiz fikriyle devam edelim. Bugün genelde takım savunması özelde de stoperler öylesine güçlendi ki, zeki, delici defans arası koşular yapmak salt forvetlerin değil aynı zamanda orta alan oyuncularının katılımını da gerektirdi. Forvetlerle stoperler arasındaki ilişki, havadan kurşun ve bomba yağdıran tepkimeli uçaklara karşı uçaksavarların geliştirilmesine benzer bir bakıma. Forvetler zekice koşular yaptıkları süre içinde stoperler de zeki, kıvrak ve hızlı olmak zorunda kaldı. Böylece tembel pivot santrforlar devri kapandı.

Muriç’de Slimani’ye benzer mi?

Artık doldur boşalt ile gol bulmak planı olmayan tembel pivot santrforlara bel bağlayan takımların işi oldu. Diagne’den ağzı yanan Galatasaray haklı olarak Vedat Muriç transferinde tutarlı bir politika izledi. Geçen yılın en iyi istatistiklerine sahip olmasına karşın Muriç’de özünde pivot bir santrfor. Unutmamak gerekir ki İslam Slimani’de Fenerbahçe’ye gelmeden önce çok başarılıydı. Sarı lacivertli forma altında sadece bir gol atabildi. Ortak oyun fikri geliştirilemezse Muriç’de, Slimani’nin durumuna düşebilir…

12 Temmuz 2019, Cuma 14:44
YAZININ DEVAMI