‘’Fransa'yı nasıl yendik?‘’
Öncelikle, yaşlı diye eleştirdiğimiz Mrcea Lucescu’ya bir teşekkür borçluyuz. Yaşı belli bir yere gelmiş, artık futbol oynamaktan daha çok prim peşinde koşan, gazetecilere saldıran, teknik direktörleri ile parasal konuda tartışan bir kuşaktan, genç dolayısıyla enerjik ve oynamayı öne çıkartan bir ekibe sorunsuz bir şeklide geçiş yapmamızda yardımcı olduğu için…
Rumen teknik adamın yaptığı hamleler ve seçimleri ile iyi bir milli takıma kavuştuğumuzu herkes kabul etmektedir. Futbolda ne olacağını öngörmek kolay değildir. Ancak bu Ulusal takımın, sırtımızı yere getiren öncüllerinden sonra bizi ayağa kaldıracağını bilmek de kehanet değildir. Futbol öylesine değişken ve her an yeni durumlara açık bir oyun ki, Şenol Güneş’in maç öncesinde yaptığı açıklama bile oyuncularımızın gücüne motivasyon anlamında güç katmış olabilir.
Futbolda artık klasikleşmiş bir söylem vardır: “oynanmamış maç kazanılmaz ve kaybedilmez”. Güneş maçtan önce “kaybetsek bile öğreneceğimiz şeyler var” anlamında bir açıklama yaptı. Bu, rakipten çekinmenin hatta korkmanın bir yansıması olsa gerek. Ne var ki bizim maça ortak olmamız için önemli bir avantajımız vardı. Rakibimizin tüm kadrosu Avrupa’nın en önemli ligleri ve takımlarında şampiyonluk kovalamış, başarılı olmuş, Şampiyonlar Ligi finali oynamıştı. Artık bitmiş liglerden sonra yaz döneminde motivasyon sıkıntısı yaşayacakları açıktı.
Düşünsel olarak zorlanma olasılığı yüksek rakip oyunculara yapılacak baskı ve mücadeleyi öne çıkartan oyun maçı bize doğru çevirebilirdi. Nitekim Şenol Hoca’nın güce dayalı oynayan futbolcuları alana çıkartması Fransa’nın pas bağlantısını kopardı. Bana göre, Rusya’da oynanan 2018 Dünya Kupası’nın en iyi oyuncusu Griezmann, Mbappe’ye tek bir doğru pas bile veremedi. Fransa milli takımı çok pasa dayalı oynayan bir ekip değil. Paslaşma süresi uzadıkça gol atmanın zorlaştığını biliyorlar. Bu nedenle, mücadeleci oyuncularımız Griezmann’ın kısa sürede pozisyona dönüşecek paslarını başlangıç noktasında bitirdiler. Yine son dünya kupasının en iyi karşı atak yapan oyuncusu olan Mbappe pas alamayınca Hasan Ali Kaldırım’ın karşısında işe yaramaz duruma düştü.
Fransa’ya attığımız ikinci gol salt bize değil tüm dünyaya özellikle amaçsız pasları ilke edinen takımlara ders niteliğindeydi. Burak Yılmaz’ın baskı ile kazandığı topu Dorokhan’a vermesi, onun da topu Cengiz Ünder ile buluşturması, Kaleci Lloris’in kalesine basit ama anlamlı bir sayı olarak gitti. Bu golden alınacak ders şudur: Rakip alana geçildiğinde gol için yapılan pasların yüzde 91,5’i asla dördüncü bir oyuncuya kadar devam etmiyor. Topu üçüncü bölgede gereksiz paslarla oyalarsanız Cengiz Ünder bu denli basit ama anlamlı bir golü atamazdı…
‘’Abdullah Avcı Beşiktaş'ta başarılı olur mu?(2)‘’
Türkiye ile Avrupa’nın başarı ölçüsü farklıdır. Bizde ne kadar iyi futbol oynanırsa oynansın sonunda şampiyonluk gelmiyorsa yargımız kesindir: başarısızlık… İki yıl üst üste şampiyonluk yaşansa da son iki yıl Şenol Güneş’e bakış açısı yüzde yüz değişti. Üstelik Abdullah Avcı’nın başarılı olacağı bir ortam da yok Beşiktaş’ta. Şenol Güneş şampiyonluğa hazır bir takım bulmuştu elinde. Abdullah Avcı ise yeniden kurulmak üzere bir takımı devralacak.
Avcı’nın en büyük şanssızlığı dört yıl boyunca hiçbir oyuncuyu geliştirmeyen, elinde Türkiye’nin en iyi kadrosu varken, bir üst aşamaya geçmek için kılını kımıldatmayan, sıkıştığı zaman “ben görevliyim” deyip kenara çekilen, yönetimle yaşadığı inatlaşmalar yüzünden en değerli oyuncularını yok sayan Şenol Güneş’ten sonra görev almasıdır. Öyle ki, Şenol Güneş göreve geldiğinde Beşiktaş, Türkiye koşullarına göre süper bir kadroya sahipken, dört yıl sonra ayrıldığında oyun ve değer olarak Galatasaray’ın gerisine düşürmüştür Siyah Beyazlıları.
Şu andaki kadrosunu korusa bile önümüzdeki yıl şampiyonluk yarışında açık ara önde olacak bir Galatasaray, küllerinden doğmaya çalışan Fenerbahçe ve öze dönüş konusunda büyük hamle yaparak kadrosunu iddialı duruma getiren bir Trabzonspor ile Beşiktaş’ın nasıl baş edeceği Avcı’nın en önemli sorunu olacak. Üstelik takımının üzerinde büyük bir etkisi olan Beşiktaş taraftarlarının Abdullah Hoca konusunda bilinçaltı da doludur. Önceki yıllarda Beşiktaş-Başakşehir karşılaşmaları sırasında zaman geçiren rakip oyuncuların tutumunu “Yere yat Avcı, yere yat” diye protesto etmeleri en küçük bir başarısızlık sırasında yansımalarıyla devreye girecektir.
Ayrıca takım içerisinde büyük bir temizliğe gidilmesi zorunludur. Avcı tarafından gönderilmesine çok haklı olarak onay verilen Quaresma’yı, Serdal Adalı koruma altına almış durumda. Bu bile başlı başına bir kriz nedeni. Oynadıkları sürece her şeylerini Beşiktaş için sahaya koyan Gökhan Gönül ve Adriano yolun sonuna geldi. Ağır aksak oynayan Caner Erkin ile geleceğe umutla bakmak zor. Şenol Güneş’in “birinci santrforum” dediği Larin ve yine Güneş’in uygulamaları yüzünden futbolu unutan Lens’ten verim almak çok zor. Medel büyük umutlarla alınmasına karşın istikrarlı olarak geriledi. Mustafa Pektemek de aynı konumda. Bu oyuncuların hepsini elden çıkartmak sorun, takımda kalmaları ise daha büyük bir sorun.
Abdullah Avcı yeni bir takım kurup performans yaptırmaktan daha çok enerjisini bu sorunlarla baş etmeye harcayacak. Ancak Türkiye’de peş peşe alınacak galibiyetler tüm sorunların üstünü örtüyor. Şenol Güneş, Beşiktaş’ı dört büyüklerin en sorunlusu haline getirdi. Ulusal takıma giderek kendini kurtardı. Arkasında bir ateş yumağı bıraktı. Abdullah Hoca elindeki bu ateş yumağı ile nasıl baş edecek? Nereden bakarsanız bakın işi çok ama çok zor…
‘’Abdullah Avcı Beşiktaş'ta başarılı olur mu?‘’
Henüz resmi olarak Beşiktaş yönetiminden bir açıklama olmamasına karşılık Abdullah Avcı’nın Siyah Beyazlı takım ile yakınlaşması bütün medya organlarına yansımış durumda. Tesisleri gezmesi sırasında yine yazılı basında görüntülenen fotoğraflarına bakılacak olursa iş sözleşme aşamasına gelmiş...
Abdullah Avcı’nın, Beşiktaş ile yakınlaşması hangi nedenlerden kaynaklanıyor? Önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi futbol takımında sonrada bu firmanın devamı olan Başakşehir’de başarılı olduğu algısından mı yoksa Beşiktaş’ta en çok sözü geçen, Başkan Fikret Orman’ın en çok güvendiği yönetici olan Ahmet Ürkmezgil’in eski bir İstanbulsporlu futbolcu olmasından mı? Biz İstanbulsporlu eski futbolcuların yaptığı anma ve toplantı günlerine Abdullah Avcı’da katılır. Çünkü o da İstanbulspor’un eski oyuncularından biri. Zamanında Emin Cankurtaran’ın kulübe transfer ettiği “Abdullah Bey”.
Daha önceki yazılarımdan birinde, Emin Cankurtaran’ın sekreteri kendisini Abdullah Bey’in beklediğini söylediğinde yanlışlıkla başka bir iş adamına mı randevu verdiği konusunda ikileme düştüğüne değinmiştim. Çünkü söz konusu zamanda futbolcu Abdullah ile buluşacaktı. Cankurtaran karşısında son derece bakımlı, takım elbise ve kravatlı Abdullah’ı görünce iyi bir transfer yapacağına inanmıştı.
Ulusal takımda görev yaptığında, benim de yadırgadığım bir televizyon programında yakası başı açık, gömleğinin kolları kıvrılmış görüntüsünü bir yana bırakacak olursak Avcı, Cankurtaran ile karşılaştığı ilk izleminden bugüne kadar ödün vermedi. Düzgün, yapıcı konuşmaları ve maçları analiz edebilen yaklaşımı ile birçok futbol insanını etkilediği gibi eski renktaşı Ahmet Ürkmezgil’in de beğenisini kazanmış olabilir.
Peki, Abdullah Avcı, Beşiktaş’ta başarılı olabilir mi? Bu sorunun yanıtına ilişkin olumlu ya da olumsuz bir fikir edinebilmek için İstanbul Büyüklehir Belediyesi futbol takımı ve onun ardılı olan Başakşehir’de yaptıklarına bakmak gerekir. Oynadığı en büyük maçlarda tribünlerinde birkaç yüz yandaşı ancak bulabilmesine rağmen son dört yıl süresince sonuna kadar şampiyonluk yarışının içinde olması başarılı olduğu konusunda bir veri.
Ancak üç büyüklerde bile olmayan bir ekonomik gücü arkasında bulması, istediği her oyuncuyu alabilmesi, kulübesinde zaman zaman Adebayor, Demba Ba, Arda Turan, Robinho ve Bajic gibi çok önemli futbolcular bulunduğu ve geçen sezon büyük puan farkını koruyamayıp şampiyonluğu yitirmesi ise aksi yönde bir kanı uyandırıyor. Üstelik birkaç sezondur ligimizin en değerli oyuncusu olan Visca’ya sahipken… İşin Beşiktaş boyutuna ise gelecek yazıda değinmeye çalışacağım…
‘’Şenol Güneş başarılı mı?‘’
UEFA’ya üye ülkeler ister Ulusal olsun isterse yerel, tüm ligler 31 Mayıs gününe değin bitirilmek zorundadır. Bu bağlamda yapılan sözleşmeler bu tarihe kadar sürer. Dolayısıyla, Ulusal takımda görev yapan Şenol Güneş’in Beşiktaş ile imzaladığı sözleşmesi de 31 Mayıs’ta bitmektedir. Bu yazı, Beşiktaş teknik direktörü Şenol Güneş için yazılan son eleştiridir.
Güneş’in, Beşiktaş’a geldiği gün elinde “Feda” ile başlayıp üç yıl emek verilen ve son iki sezonunda şampiyonluğu kıl payı kaçıran bir takım bulduğu onun başarılıp olup olmadığını belirleyen en önemli kriterdir. Yani Beşiktaş’ın kadrosu oturmuş, bir iki takviyeyle şampiyonluğa ulaşma olasılığı çok yüksekti. Mario Gomez gibi bir büyük golcünün alınması ve Sosa’nın zirve yapması, beklenen şampiyonluğu getirdi.
Başarılı bir teknik direktörün en önemli özelliklerinden biri, şampiyonluk kazanılırken yeni genç oyuncular keşfetmesidir. Alex Ferguson’u başarılı ve büyük yapan bu özelliğidir. Bu durum, spor sosyolojisinde “Alternatif teknik direktörlük uygulamaları” başlığıyla anlatılır. Şenol Güneş’in genç oyuncu kazanmak diye bir derdi hiç olmadı. 35 yıllık teknik direktörlük yaşamında Güneş’in yetiştirdiği bir oyuncuyu bileniniz var mı? Eğer varsa biri bana iletsin, bilgisizliğimi kabul edip Güneş’ten özür dilerim.
Büyük camia olmaları, taraftar kitlesi, lobisi ve ekonomik olanakları ile İstanbul’un üç büyükleri için söylenen “formasını koysanız yüzde elli şampiyon olurlar” söylemi eskiden beri belleklerimizdedir. Üç büyüklerde dört yıl üst üste görev yapan ikinci yerli hoca Şenol Güneş’tir. Formasını sahaya koysanız yüzde elli şampiyon olur” denilen bir takımda ancak yüzde elli oranında şampiyonluk çıkarmıştır.
Şenol Güneş başarılıysa Fatih Terim’e ne diyeceğiz? Süper başarılı mı yoksa ultra başarılı mı? Galatasaray’a ilk geldiğinde dört sezonda dört şampiyonluk kazandı, son iki şampiyonluğunu ise bir buçuk yılda edindi. Ozan Kabak gibi bir genci görüp, cesaretle görev verip 11 haftada Avrupa’ya transfer yapmasını sağladı. Şenol Güneş ise yanında oturan Dorukhan ve Güven’i mecbur kalmadıkça oynatmadı.
Bir kere olsun dönüp altyapı takımlarına bakmadı. Avrupa’nın en büyük golcülerinden biri olan Negredo’ya neredeyse futbolu bıraktıracaktı. Yanındaki değerlere göz ucuyla bile bakmazken dikkatleri hep dışarıdaydı. “Burak da Burak” diye inatla ayak diredi ve sonunda aldırdı. Peki, şampiyonluk maçları olarak ayağına gelen Galatasaray ve Trabzonspor karşılaşmalarında Burak Yılmaz neredeydi? Hocası Şenol Güneş gibi Burak’ta bu maçların havasını kaldıramadı…
‘’Şenol Güneş neyi başardı?‘’
Beşiktaş-Kasımpaşa karşılaşması iki yönüyle önemliydi. Birincisi dört yıl görev yaptıktan sonra Şenol Güneş’in son oyununa çıkması diğeri ise Siyah Beyazlı takımın maçı kazanarak ligi üçüncü bitirmesiydi. Şenol Hoca, hak etsin ya da etmesin her teknik direktöre, her görev adamına yapılması gereken bir olgunluk ve sevgi gösterileri ile uğurlandı. Beşiktaş taraftarları ona hakkını helal etti. 35 yıllık teknik adamlık yaşamında sadece Beşiktaş’ta şampiyonluk yaşaması ilginç bir rastlantı olsa gerek.
Hocayı uğurlarken medyada onun başarılarının öne çıkartılması insanca bir şeydir. Hiçbir sakıncası da yoktur. Ancak Şenol Güneş’in neyi başardığı noktası başlı başına irdelenmesi gereken bir konudur. Şenol Güneş’in neyi başarıp neyi başaramadığını anlamak için sadece Kasımpaşa karşılaşmasına bakmanız yeterlidir.
Kasımpaşa maçı galibiyetle bitirildiği an Beşiktaş ligi üçüncü bitirecek ve önümüzdeki sezonu erken açıp çok maç oynamak zorunda kalmayacaktı. Gelin görün ki dördüncü uzatma dakikasının sonunda Karius’un kurtarışı olmasa Beşiktaş ligi dördüncü bitirecek, yok pahasına çalışan Ünal Karaman’ın gerisine düşecekti. Dört yıl boyunca hiçbir krizi yönetemeyen Şenol Güneş az kalsın rahat Kasımpaşa maçının krize dönmesine de seyirci kalacaktı.
Evet, sadece Kasımpaşa maçına bakmak yeterlidir demiştim. Beşiktaş-Kasımpaşa maçının yıldızı kim? Üç gol atmasına karşın maçın adamı Güven Yalçın değil, Atiba’dır, sonra Güven Yalçın. Atiba, Şenol Güneş’i sırtında taşıyan oyuncuların başında gelmektedir. Peki, Kanadalı oyuncu sezon başında neredeydi ve neden ilk yarının ortalarına doğru takıma katıldı? Başarılı bir teknik adam koşullar ne olursa olsun, yönetim ne düşünürse düşünsün Atiba’yı sezon öncesi hazırlık kampına götürmez miydi? Şenol Hoca götüremedi ve biraz da bu yüzden daha ligin ilk yarısında şampiyonluktan koptu. Kasımpaşa karşısında Atiba’yı izlerken ben yoruldum. Son birkaç yıldır takımı için fedakarca mücadele eden oyuncuların başına Atiba’yı yazarım.
Peki, Güven Yalçın’a ne demeli? Aslında Şenol Güneş Güven’e hiç güvenmedi. Beşiktaş’ın genç santrforu bu sezon 14 maça ilk 11’de başladı. Çoğunda doksan dakikayı tamamlamadan oyundan alındı. Söz gelimi 25 maç oynayan bir Güven’in hangi konuma geleceğini düşünebiliyor musunuz?
Şenol Güneş gençlere güvenmedi. Zorunlu olmadıkça onları 11’de sahaya sürmedi. Bu bağlamda Şenol Güneş’in başarılı olduğu konusuna şerh koyuyorum. Şenol Güneş’in neyi başardığı konusunu hafta arası sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Şimdilik, eski bir arkadaşım olarak Ulusal takımda sonsuz başarılar dilerim kendisine…
‘’Fatih Terim'in konuşması…‘’
Dünya futbolunun efsane oyuncusu ve futbol adamı Hollandalı Johan Cruyff “futbol basit bir oyundur ama basit yapmak zordur” demişti. Almanya Ulusal takımından sonra Galatasaray’ın başına geçip şampiyonluklar yaşayan Derwall ise “futbol basit bir oyun değildir” diye yazdı anılarında. Futbol basit bir oyun mudur yoksa zorluk derecesi yüksek midir; insanların bilgisine, bakış açısına, bulunduğu yerlere ve duygularına göre değişebilir. Ancak kesin doğru olduğuna inandığım bir gerçek var ki, futbolda büyük finaller ve şampiyonluklar bizdeki kadar basite indirgenerek kazanılamaz.
Galatasaray, Başakşehir karşılaşmasının ilk yarısını 1-0 yenik tamamladıktan sonra, oyunun dönüşü Fatih Terim’in soyunma odasında yaptığı motivasyon içerikli konuşmaya bağlandı. Terim’in maçı döndüren konuşmasının özeti şöyle yansıdı basına: “ Burada kapanması gereken bir hesap var. Kendiniz gibi oynamak zorundasınız. Sahaya çıkın ve gerçek Galatasaray gibi oynayarak taraftarımız önünde şampiyonluğu kazanın”. Bu sözler elbette ki oyunculara katkı yapmıştır ama soyuttur, daha somut veriler ve taktik değişiklikler gereklidir. Başka türlü geriden gelinip böyle önemli bir maç zor kazanılır.
Fatih Hoca’nın konuşması büyük olasılıkla şöyle gelişmiştir: “Beyler, ilk yarıda oyunun hücum yönünü sadece Fghouli üzerinden tek yanlı oynadık. Oysa solda hızlı, çabuk ve becerili Onyekuru’ya sahibiz. Daha etkili hücumlar geliştirmek için oyuna bu tür maçları çok oynayan Selçuk’u da alıyorum. Belhanda ile birlikte iki kanadı da derin paslarla işler hale getirmeliyiz. İlk yarıda stoperlerimiz bir defa görev karmaşası yaşadılar ve golü yedik. İkincisine tahammülümüz yok. Rakibin duran toplarda hatalar yaptığını biliyoruz. Böyle anlarda Diagne, Luyindama ve Marcao’nun yüksek top becerisinden yararlanmalıyız. Özellikle söylüyorum bu devre Onyekuru’nun rakip arkasına ve savunma arasına sızdığında pas zamanlamasını iyi yapmalısınız. Bunları doğru uyguladıktan sonra maçı kazanacaksınız. Siz son şampiyonsunuz, bu şampiyonluğu da herkesten çok hak ediyorsunuz. Buna inancım tamdır…”
İnsanlar farklı kültürlerden gelip birlikte bir futbol takımı oluştursalar da insan her yerde insandır. Duygulara basit dokunuşlar yapılarak motive edilebilirler. Ancak 11 yabancıyla Başakşehir karşısına çıkan Galatasaray tamamen “Türk usulü” yöntemlerle şahlandırılamaz. Yapının sağlamlığı taktik ve teknik kurgudadır. Motivasyon ise bu uygulamayı güçlendirir…
‘’Zorlukları aşmak Galatasaray'ın işi…‘’
Türkiye’de düzenlenen en büyük iki organizasyon Türkiye Ligi ve Türkiye Kupası’dır. Beş gün içerisinde bu iki büyük organizasyonun kupalarını kazanmak Galatasaray gibi zorlukların üstesinden gelmeyi bilen bir takımın işi olmalı. Lig şampiyonluğu mücadelesinde önce geriye düştü, sonra beraberliği yakaladı ve sonrasında Belhanda ile atılan belki de ligin en güzel gollerinden biri VAR’a takıldı, yine arkasından bir gol daha var olamadı. Ancak Galatasaray demek zorlukları aşmak demektir dedik ya, hiç yılmadan büyük mücadelelerini sürdürüp bilek gücüyle şampiyonluğu aldılar.
Ben bilek gücü diyorum isterseniz siz oyun gücü deyin… Çünkü “bilek gücü” Galatasaray’ın gücünü tek başına anlatmaz. Galatasaraylılar bu sezon hem kendi güçlerini ortaya koydular hem de futbol oyununu güçlendirdiler. Israrla, Türkiye Ligi’nin en iyi futbol oynayan takımı Galatasaray dedikçe bana dudak bükenler az olmadı. Başakşehir karşısındaki şampiyonluk mücadelesinde geriye düşüp, VAR’ın bile üstesinden gelmek iyi futbol ile mümkündür ancak.
Galatasaray’ın şampiyonluk yazısının içinde gözdeki arpacık gibi dursa da örneklemek bakımından tam da yeridir. Beşiktaş, yılda 3-4 gol atan Quaresma’nın peşine koşadursun, Galatasaray’ın iki kanat oyuncusu Onyekuru ve Fegouli 22 gol attılar. Bu bile Galatasaray’ın nasıl değerlere sahip olduğunun göstergesidir. Geçen sezon kazanılan şampiyonluğa en büyük katkıyı yapan Gomis ve Rodrigues’i takımdan gönderip yine şampiyonluğa ulaşmak da Galatasaray’ın doğru ve yerinde transfer yapma başarısının bir göstergesidir.
Futbolcular ne kadar değerli olursa olsun onları bir amaç doğrultusunda mücadele etmeleri için uğraş veren teknik direktörler olmasa şampiyonluk ne anlam ne de değer bulur. Bu nedenle başta futbolcular olmak koşuluyla, Fatih Terim’in yol göstericiliğinde teknik kadroyu da kutlarız. Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir. Futbolda iyilikleri, güzellikleri ve kazanmayı futbol oyununun kendisi değil, futbolun içindeki insanlar planlar. Futbolun günümüzdeki en önemli unsuru planlama olsa gerek. Galatasaray bu planın en iyi takımıydı. Şampiyonluk analarının ak sütü gibi helal olsun.
Başakşehir ve Abdullah Avcıyı da kutlarız. Ancak önümüzdeki yıllarda bu düzeylerde artık bir Başakşehir takımı olmayacak. Seyircisi ve başarı geleneği olmayan bir takımın yaptıkları unutulmaz ama artık buraya kadar!
‘’Görev karmaşası Terim'den mi kaynaklanıyor?‘’
Rize deplasmanında olduğu gibi, Sivas’taki Türkiye Kupası finali sırasında da Galatasaray’daki saha içi görev karmaşası dikkat çekti. Bu birbirini dinlememe hatta izleyenleri ciddi şekilde rahatsız eden başına buyruk hareket etme kimden kaynaklanıyor? 18 kez Türkiye Kupası’nı kazanan Galatasaray’ı hepimiz alkışlamamız gerekirken böylesi bir sorun ile başarının üstünü örtmek niyetinde değiliz. Ancak iki maç üst üste gelen penaltı atma krizi, öte yandan da lig şampiyonluğuna neredeyse bir adım kalmışken irdelenmesi gereken konu olarak öne çıkmaktadır.
Hangi takımda görev yaparsa yapsın Fatih Terim’in otoritesi ile futbolcularını etkileyen bir hoca olduğu bilinmektedir. Zaman zaman sert tutumları ile ödün vermez yapısını genelde koruyan Terim’in bugünkü koşullarda antrenörlük uygulamaları değişmiş olabilir. Günümüzde teknik adamlık otorite ile değil bilgi ile yapılıyor ve özellikle de eskiden olduğu gibi futbolcunun moral değerlerini örselemek yerine psikolojik takviye daha öne çıkmış durumda.
Futbolculara yaklaşım otoriter sertlikten özgürlüğe ve moral takviyeye doğru evrim geçirse de, değişmeyen uygulamalar da vardır. Bunlar, takımı adına sahaya çıkıp görev yapan futbolcuların görevlerine sadık kalmasıdır. Bu görevleri belirleyen kişi de teknik direktördür. Bir takımın penaltıcısı maçtan önce bellidir. Penaltıcı değişebilir. Maçtan önce görevlendirilen penaltıcı o anda sorun yaşayabilir, psikolojisi uygun değildir.
Bu durumda yine kimin penaltı kullanacağına teknik direktör karar verir. Sadece penaltıyı kullanacak oyuncu değil, köşe vuruşunu, serbest vuruşu, taç atışlarını, rakip serbest vuruş yaparken baraja kimlerin gireceğine, baraj kaptanının kim olacağına değin tüm ayrıntılar teknik direktör tarafından belirlenir. Futbolcu özgürlüğü ile görev bölümü birbirine karıştırılmamalı. Böyle bir karmaşık durum takım içi disiplinini bozacağı gibi zaman içinde teknik direktöre olan güveni de sarsar. Özellikle Diagne’nin, Rize’de bir kabadayıyı andıran tutumu ve arkadaşlarıyla yaşadığı sorun taraftarlarca da yadırganmıştır…