‘’Derbinin yeniden hatırlattıkları…‘’
Sporda en önemli biyo-motorik özelliğin çabukluk olduğu çok uzun yıllardır bilinmektedir. Genlerle belirlenmiş, neredeyse değişmeyen tek özelliktir. Ozan Kabak’a bu nedenle henüz tam olmamışken dünyanın parasını verdiler.
Savunmadaki çabukluğu her şeyin üstündedir. Ancak bizde çoğunlukla bu tür özelliklere değil de en çok çalım atanlara bakılır. Çalımcıların iyi futbolcu olduğu düşünülür! Bu yüzdendir, uzun yıllar geçmesine karşın futbolcu standardı oluşturulamadı.
Gençlik mi yoksa deneyim mi?
Derbinin 31. dakikasında Atiba sarı kart gördü. Bu dakikada yaşlı-genç oyuncu ilişkisi ve gerçeği karşımıza çıktı. Muhammed Mustafa iki metre geriden dönerek Atiba’nın önüne geçti.
Gençlik burada da yaşa baskın çıktı. Gençlerin kasları hızlı, yaşlıların ise daha yavaş kasılır. Bu bağlamda kısa mesafelerde genç baskın çıkar. Futbol artık bir “kısa koşular” oyunudur.
Yaşı kemale ermiş oyuncuların avantajı ise fiziksel olarak daha dayanıklı olmalarıdır. Genç bir takım olan Galatasaray’ın maçların ikinci yarısında düşüş yaşamasının nedeni de budur.
Önder Karaveli neyi yanlış yaptı?
Önder Karaveli yanlış takım kurduğu için eleştirildi ve o da bu eleştirilerden etkilenerek hata yaptığını kabullendi. Kanımca Karaveli’nin temel yanlışı takım kurgusuna çok da bağlı değil, oyunun gidişatına doğru müdahale edememesi ve bazı oyuncuların isimleri karşısında ezilmesidir.
Gerçek bir teknik direktör takım içindeki bazı yabancı oyuncularla çoktan yollarını ayırırdı, en azından onların önceliği olmazdı. Güven Yalçın’ın oynatılmasının nesi yanlış? Asıl yanlış olan 37. dakikada onu oyundan almaktır. Ek zamanla birlikte yaklaşık 70 dakika sahada kalan Batshuayi ne yaptı?
Ligdeki konumu ne olursa olsun; adı, şanı, geleneği büyük olan Galatasaray’a karşı kendi evinde oynuyorsunuz. Normalde 15-20 dakikalık bölüm ortama uyumla geçer. Genç oyuncular için bu süre yarım saate bile çıkabilir.
Genç oyuncular nasıl kaybedilir?
Olaya bu mantıkla yaklaşırsanız, Karaveli ne yaptı diye sorarsınız? Henüz ortama uyulmadan iki forvetini dışarı aldı. Böyle bir hata, bırakın profesyonel ligleri altyapı takımlarında bile olmaz! Oyuncu kaybetmenin en etkin yolu bu olsa gerek!
Oysa o dakikalarda sorun forvette değil savunmadaydı. Takımın içinde de takımlar vardır. Savunma, forvet ve orta alan takımları… Genç Mohammed Mustafa yaşı otuzu aşmış iki stoperi tek başına alt ederken ve de takım 2-0 yenikken forvetten oyuncu alınır mı?
Kenan Karaman anlaşılabilir ama Güven neden? Beşiktaş son 5-6 yıldır hiç kimseden çekmedi, tandemden çektiği kadar. Önder Karaveli sona doğru hızla ilerliyor…
‘’“Sapsız nilüfer olmaz”‘’
Eski zamanların bilge insanlarından Horatius “dünyada mükemmel bir şey yoktur” der. Hele söz konusu olan, genlerinin derinliklerine kazınmış içgüdülerine ulaşamayan dolayısıyla zekasını kullanarak davranışlarına yön veren insansa hata yapmak kaçınılmazdır. Bir Hint özdeyişine göre “Sapsız nilüfer olmaz.”
MHK’nın verdiği ani, zamansız ve öne sürülen tüm gerekçelerin saçmalığına ilişkin görüş ve yorumlar ortaya konuldu. Ancak kararı verenler henüz tam anlamıyla toplumu tatmin edici bir açıklamada bulunamadı. İşin beni ilgilendiren yanı karar verenlerin tutarsızlıklarından çok uygulamanın etik yanı ve görevine son verilenlerin gururlarının kırılmasıdır.
Bunun adı toplu kıyımdır
Türkiye’de bu tür uygulamaları son yıllarda görmeye alışmış durumdayız. En başta, birkaç maç sonucunda teknik direktörlerin görevine son verilmesi ve medyada “kovuldu” başlığı ile yer almasını kanıksamış durumdayız.
Kovulmak erdemli insanların olduğu alanların içine sığmamaktadır. Hele, hakemler için “toplu kıyım” sayılacak böyle bir eylemin savunulacak hiçbir yanı olmadığı gibi hiçbir gerekçeyle de açıklanamaz.
“Kurumun üstüne çıkmak” ne demek? Birçoğu evrensel futbol alanlarına sıçrama yapmış bu hakemler zaten kurumun üstündedir. Kurumun üstünde yer alanlar kurumu yüceltir mi yoksa küçültür mü? Bu durum kurumun başındaki insanların dalga boyu ile ilişkilidir.
Uygulama iş değil kalp sorunudur
Kimi insan vardır dalga boyu tusinami yaratır, kimi insanlarsa ancak çırpıntı çıkartabilir. Doğaldır ki çırpıntı çıkarabilenler tusunami yaratanları yönetemez…
Kurum dediğiniz şey nedir ki? Kurumların kurumsallaşması, gelişmesi ve yücelmesi yetiştirdikleri dalga boyu büyük insanlarla olanaklı değil midir?
Bu tür uygulamalarda insanın işe yaramaz hale getirilip “hiçlenmesi” söz konusudur. Dünya ve Avrupa kupası maçları yönetmiş onca hakemin işe yaramaz konuma getirilip camianın dışına itilmesi bir “iş” sorunundan daha çok bir “kalp” problemi olsa gerek.
Unutmamak gerekir ki kalp atımı evrenseldir çünkü onu üreten organ her yerde aynıdır…
‘’Yalçın'dan Karaveli'ye ne kaldı?‘’
Geçen sezon Ali Rıza Sergen Yalçın Bey tarafından hangi koşullar ve beklentilerle transfer edildikleri tahmin edildiği halde durumları netleşmeyen Welinton ve Nsakala Beşiktaş’a kaybettirmeye devam ediyorlar. Nsakala oynamadığı, kadro dışı kaldığı halde ekonomik kayıplara Welinton ise takımın yediği gollerde başrol oynuyorlar.
Elinde kala kala bir kupa şampiyonluğu umudu kalan Beşiktaş onu da Welinton’un hatalarıyla kaybetti. Kayserispor karşısında yenilen iki golün birincisinde ofsaytı bozan Brezilyalı stoper ikinci golde ise ekranda yoktu. Montero ters kademeye girip golü engellemeye çalıştıysa da İspanyol stoper yetişemedi.
Görüp de görmezden gelmek…
Sergen Yalçın’ın bir buçuk sezon boyunca göremediği bu gerçeği ne yazık ki Önder Karaveli’de görmemekte, ya da görmezden gelmektedir. Bazı görüntüleri görememek, beyin-göz arasındaki iletişim sırasında kör noktaya gelebilir. Bunu hemen hemen her insan yaşar. Ancak görüp de görmezden geliniyorsa bu çok daha anlamlı ve düşündürücüdür.
Beyinden söz açılmışken, insan beyninin önce inanıp sonra da inançları doğrultusunda kanıt aradığını, inançlarını pekiştirmek için belge topladığını, bilim insanlarının savunduğunu söylemekte yarar vardır. Siyasal, ekonomik, sporsal ya da toplumsal olsun, beyin hep kanıt arar.
Geçen sezonun başında PAOK ile oynanan Avrupa Kupası maçında ilk kez izlediğim Welinton ve Nsakala’nın Beşiktaş’ta oynayacak donanım ve yetkinlikte olmadıklarını gördüm ve o günden beri benim beynim de bu inancıma kanıt aramaktadır.
Bulduğum kanıtların haddi hesabı yok. Ne var ki Önder Karaveli de kendi inançlarına kanıt arayıp farklı bulgular edinmiş olacak ki, onu oynatmaya ve kaybetmeye devam ediyor!
Gençler oynatılarak, geliştirilerek korunur
Ancak ne kaybettiğinin de farkında değil! Epey bir zamandır kenara koyup unuttuğu gençleri neden oynatmadığı sorulduğunda onları koruma altına aldığını sundu gerekçe olarak. Beşiktaş’ta oynayacak düzeye gelmiş gençler neden teknik direktörü tarafından koruma altına alınır? Karaveli, şu andaki durumu ve konumu ile kendini koruyacak konumda mı ki gençleri koruma altına alıyor?
Bildiğim kadarıyla genç futbolcular oynatılıp, geliştirilerek korunur ve kendilerini koruyacak hale gelir. Aksi durumda, birilerinin kanatları altındaki kuzucuklar olarak kalırlar ki, ne beklentilere yanıt verebilirler ne de yürüdükleri yolda sağlıklı ilerleyebilirler…
Batshuayi 19 dakikada bir defa topa dokundu
Başakşehir maçında görev verdiği Güven Yalçın’ın Batsuhayi’den daha verimsiz hatta daha kötü futbolcu olduğunu bana kim kanıtlayabilir? Maçın 76. dakikasında oyuna girip eklenilmiş zamanda dahil edilince 19 dakika sahada kalıp topa sadece bir kez dokunan kiralık yabancı oyuncudan ne bekliyorsunuz? Beynim, Batshhayi için de yeterince veri topladı ve onun Beşiktaş’a yararlı olamayacağı inancına çoktan vardı.
Klasikleşmiş bir söylem vardır; “Gençlerle yoluna devam etseydi Beşiktaş bugünkü konumundan daha mı kötü olurdu?” Bu soruya farklı yanıtlar verilebilir.
Ancak Serdar Saatçi birden bire kulübeye mahkum edilmese, daha çok oynatılsaydı eminim ki Başakşehir maçında rakibe o gol pasını vermez, alanda daha önce edindiği deneyimlerle farklı konumlanırdı.
Aslında hayat tahminlerimizin çok ötesinde seçenek ve zenginliklere özelde fırsatlara sahiptir. Beşiktaş, Önder Karaveli için bu zengin seçeneklerden biriydi. Bu satırların yazarıyla birlikte birçok insan(başta Cem Dizdar olmak üzere) ona inanıp güvendiğimiz halde Karaveli fırsat tepti denebilir. Dolayısıyla yönetimin yerine hoca araması anlamsız değildir…
‘’Kolay olanın peşinde koşmak…‘’
Bana öyle geliyor ki, Ulus olarak kolay elde edilen şeylerin peşine koşmaktan değerli olanları ıskalamayı kanıksadık. En azından futbol dünyamızda böyle bir gidişat olduğu gözlenebilir.
“Nereden vardınız bu kanıya” diye bir soru akla gelebilir. Kolay elde edilenlerin kolay kaybedildikleri ancak emek ve çaba ile edinilen kazanımların insan hayatını daha anlamlı kıldığını, bilgilerine başvurduğum bilge kişilerden ve kişisel deneyimlerimden biliyorum.
Onun içindir ki futbolda klasik santrfor arayışlarının peşine düşüp kolay yoldan puan kazanma arzusundaki büyük takımların uzun erimde kaybedeceklerini düşünüyorum. Bu fikirler aklıma nereden geldi?
Klasik santrfor Sörloth mu olacak?
Baksanıza, Beşiktaş Şampiyonlar Ligi için transfer ettiği “gezen santrfor” Batshuayi’den umudu kesmiş olacak ki klasik bir santrfor almayı şimdiden planları arasına almış. Bu santrfor da tanıdık; daha önce Trabzonspor formasını giymiş Norveçli Alexendar Sörloth…
Avrupa’da şampiyonluğa ya da başarıya odaklı hiçbir takımın böyle bir kaygısı yok. Çünkü artık büyük takımlar rakip savunma arasında gezip dolaşan, oyun kuran, geriden gelen arkadaşlarına alan yaratan toplamda “sahte dokuz” olarak adlandırılan santrforlarla oynarken zayıf takımlar klasik santrforla oynuyorlar.
Modern ya da klasik santrfor ne anlatır?
Yani, santrfor seçimi modern oyun ile -hadi zayıf takım demeyelim- klasik ya da gelenekçi santrforlarla oynayan takımların futbola bakış ve geleceğe atacağı adımlar konusunda da bir fikir vermektedir.
İşin diğer bir yanı ise klasik santrfor transfer ederek kolay yoldan gol ararken şişirme uzun topları ve şandel yan ortaları kolay kazanmanın taktik varyasyonu olarak seçmektir. Oysa gezen, oyun kuran modern santrforla oynamak daha fazla taktik varyasyon uygulamak zorunluluğunu getirir.
Bu da Türk futbolunun henüz taktik anlamda çağcıl bir yetkinliğe ulaşamadığı, taktik uygulamaların sorunlu olduğu gerçeğine kadar götürür bizi. “Türk futbolcusu taktik çalışmayı sevmiyor” diye kulağımıza gelen bir gerçek vardır.
Futbolcular taktik antrenmanı neden sevmezler?
Eğer böyle bir gerçek varsa bu, futbolculardan değil teknik direktörlerden kaynaklanmaktadır. Futbolcuların çok büyük bir bölümü ağır çalışmaları ve taktik gibi kafayı zorlayacak çalışmaları zaten sevmezler.
Bu noktada önemli olan çalıştırıcıların, futbolcuların isteğine teslim olmaması, onları zorlamasıdır. Bir zamanlar Almanların ünlü teknik direktörlerinden Udo Lattek “futbolcular belki zeki değiller ama çıkarlarını herkesten çok daha iyi bilirler” demişti.
Eğer futbolcular ağır antrenmanların kendilerini geliştireceğine ikna edilirlerse ve de inandırılırlarsa kazanımlarının da artacağını görürler. Onun içindir ki, işin kolayına kaçmadan zorluk derecesi yüksek hedefler ortaya koyup onları uygulayabilmenin planlarını yapmak sadece futbolcuların değil tüm futbol bileşenlerinin kazanımlarını artıracaktır…
‘’Alt yapı diye diye…‘’
Geçen hafta Adanademirspor-Beşiktaş karşılaşmasında siyah beyazlı takımın iki genç beki adale sakatlığı yüzünden oyundan çıkmak zorunda kalmıştı. Bu sakatlıklar rakiplerle mücadele sonucunda değil de, maçın temposuna bağlı olarak haftada iki oyunu kaldıramamak yüzünden yaşanmıştı.
Hal böyle olunca anılara yolculuk etmek zorunda kaldım. 1970’lı yılların başında İstanbulspor’da oynarken sabah 10.00’da genç takımda aynı gün 14.00 de ise profesyonel takımda oynadığım günleri anımsadım. O yıllarda altyapılardan yetişen birçok oyuncu böyle zor görevler yapardı. Üstelik sahalar çamur deryasını andırırdı, yasal olarak da bir engel yoktu. Sonraki yıllarda bu uygulama yasaklandı.
Can Bartu neyi başarmıştı?
Bizimki devede kulak kalır Can Bartu’nun yaptıklarının yanında. Çoğumuzun bildiği gibi Can Bartu hem futbolda hem de basketbolda Ulusal formayı giymiştir. Aynı gün içinde o zamanki adıyla Dolmabahçe Stadı’ndaki gündüz maçında Fenerbahçe adına bir gol, akşam da Spor Sergi Sarayı’nda Galatasaray ile oynanan basketbol karşılaşmasında 28 sayı atmıştır. Bugünün gençleri haftada iki maç oynadıklarında kas sistemi isyan ediyor, acaba nedendir?
Efendim, eskiden bugün olduğu gibi sert, mücadeleci ve tempolu değildi maçlar diyenler olabilir. Ancak eskiden bugünkü bilimsel veriler, düzgün sahalar, beslenme ve antrenman olanakları, malzeme ve ekipmanların hemen hemen hiç biri yoktu. Fenerbahçeli oyuncular Dolmabahçe’ye vapurla giderlerdi.
Günümüz çocukları ebeveynleri tarafından yaşamdan koparılıyor
Sorunun önemli bir kısmı altyapı olanakları ve altyapıda yeterli çalışmaları yapılmaması, gerekli olan güç antrenmanlarının ihmal edilmesi ve bugünün çocukları yoldan çıkartan yaşam koşulları olsa gerek.
Bugünün çocukları ve gençlerinin yaşam biçiminin çoğumuzun farkında olmadığı şekilde doğal yaşamdan koptuğunu ya da koparıldığını belgeleyen bir araştırmadan söz edeceğim. İsmi gerekli değil, ödemişteki bir okulda işlenen cinayet sonrasında görevlendirilen Eğitim müfettişi Doğan Ceylan’ın araştırması sonucunda sunduğu raporun özeti şöyle:
“Çocuklar ve gençler şehitler için gözyaşı döken kendi anne ve babalarını anlayamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor. Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.
Eğlence yoksa yaşam onlara eziyet!
Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek… Eğlenmedikleri tüm zamanları kendilerine işkence olarak görüyorlar. Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar. Herkesi kendilerine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar.
İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı. Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.
Altın kafeste çocuk yetiştiriyoruz
Onlar bir yanığın ya da bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne de ocak yaktırıyoruz. Açlığı bilmedikleri için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyorlar. Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar.
Özetle altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz. Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz. Öyle ki yemek yemeği bile işkence olarak görüyorlar. Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar, hiç susuz kalmamışlar. Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz.
Çocukların saçına yağmur damlası düşmüyor
Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkartıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar. Çocuklar hiç ıslanmıyorlar, evden arabaya kadar üç metrelik mesafede başına şemsiye tutuyoruz. Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz. Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyorlar.
Birazcık parkta koşsalar hasta olacaklar diye engel oluyoruz. Onlar takatleri tükeninceye kadar hiç yorulmuyorlar. Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine koyuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.”
Bu koşullar içinde büyüyen çocuklar, en az on yıl yağmur, çamur, rüzgar, güneş, sıcak demeden antrenman yapmanın zorluklarına dayanabilirler mi? Rıdvan Yılmaz gibi rastlantılar sonucunda, bir kır çiçeği gibi güller açanlar da altyapı eksikliği yüzünden sakatlıklardan kurtulamıyorlar…
‘’Ligimizden savunma görüntüleri‘’
Biz, ulus olarak ezelden beri gözümüzü de gönlümüzü de futbolun hücum yönüne bağlamışızdır. Onu da ne kadar başardığımız tartışma konusu olsa da, uzun yıllar boyunca“hücum futbolu” nu neredeyse bir teori haline getirecektik. Neyse ki, futbolun temelinin savunma üzerine kurulduğu her geçen yıl biraz daha belirginleşti de, baştan yanlış olan futbol-hücum-savunma arasındaki ilişkiden az da olsa savunmaya doğru adımlar attık.
Avrupa’nın gelmiş geçmiş en hücumcu takımı olan 1966-70 yıllarındaki Ajax beş yılda dört Hollanda şampiyonluğu kazandığı halde, 1969’da bir Avrupa Kupası finali oynadı onu da Milan’a hezimet sayılacak bir skorla kaybetti.
Ajax nasıl savunmaya döndü?
Teknik direktör Rinus Michels şapkasını önüne koyup düşündü. Takım Total Futbol oynuyor, bu oyun Hollanda sınırları içine yetiyor ama Avrupa’ya neden yetmiyor? Önce Hollanda Ulusal takımı ve Ajax’ın gedikli futbolcularını acımasızca takımdan uzaklaştırdı.
Savunma yönü güçlü Mühren kardeşleri orta alana transfer etti. Genç takımdan Krol’u sol beke yerleştirdi. Oysa daha önce hiç sol bek oynamamıştı. “Sen herkesten daha iyi sol bek oynarsın” diyerek genç Krol’u ikna etti. O da “Madem Hollanda Milli takımının sol bekinin yerine beni oynatıyor, neden başarmayayım” diyerek içsel motivasyonunu devreye soktu.
Savunma başarısıyla Avrupa Kupası aboneliği başladı
1966’da Paris’te oynanan Real Madrid-Partizan Avrupa Kupası’nı izlerken Yugoslavya Milli Takımı’nda da oynayan libero Velibor Vasoviç’i gördü, onu da transfer etti. Vosoviç sert, hızlı ve geriden oyun kurabilen bir savunmacıydı. 2-1 yenilen Partizan’ın tek golünü de o atmıştı.
Sonra da 4.2.4’den 4.3.3’e geçip Total Futbol’un derinlerde gizli asıl başarısının savunmada olduğunu gördü. Orta alanı üç oyuncuyla kontrol edince rakipten topu almak daha kolay olacaktı. Böylece Total Futbol’un aslında bir savunma sistemi olduğunu teorileştirdi.
Top rakibe geçince onu almak için takım halinde çok çabuk savunmaya geçmek oyunun ilkelerinden biriydi. Vasoviç’in savunmada oynadığı önemli rolden sonra Ajax ilk Avrupa Kupası’nı 1971’de kazandı. Sonra da o yıllarda Avrupa’nın bir numarası oldu.
Herkesin gözü Nwakaeme ve Visca’da ama…
Cumartesi günü ligimizin birincisi ve ikincisinin karşılaşmasını izlerken büyük savunmacı Vasoviç’in Ajax’a katkılarını düşündüm. Maçtan önce de sonra da herkesin gözü Nwakaeme ve Visca’nın üzerindeydi. Nwakaeme ikinci golü attırınca da, maç sonu bütün yorumlar onun üzerinde odaklanmıştı. Oysa maçın gizli kahramanları müthiş savunma becerileri ve oyun disiplinleriyle Siopis ve Dorukhan’dı.
Nwakaeme’nin dört Konyasporlu futbolcunun arasından çıkıp ikinci golü Visca’ya attırması ligimizdeki bireysel ve takım savunmasının pamuk ipliğinden de daha dayanıksız olduğunu göstermektedir. Bu golün oluşumu Trabzonsporlu futbolcunun olağanüstü becerileri ile değil, Konyasporlu futbolcuların savunma beceriksizlikleri sayesinde olmuştur.
İlhan Palut futbolcularına nasıl söz dinletecek?
Diyelim ki, Latin Amerika’da zaman zaman böyle goller görülebilir ancak Avrupa’da bunlara “savunma acemiliği” denilir. Ülkemizin yıllardır en gözde iki oyuncusu Visca ve Nwakaeme’ye ortalama bir Avrupa takımı göz ucuyla bile bakmadı. Bu durum da ligimizin savunma göstergelerinden biri olsa gerek.
Konyaspor’un başında bulunan İlhan Palut maçtan sonra kendini ve takımını savunmak için hakemin aksiyon alanına girince kırmızı kartı gördü. Bildim bileli hocalar, futbolcularının hakeme itirazdan kart görmelerini istemez. Bu konuda oyuncularını soyunma odalarında sürekli uyarırlar. Kart görerek arkadaşlarını alanda eksik bırakmanın profesyonellik olmadığını söylerler.
Peki, şimdi ne olacak? İlhan Palut futbolcularına itirazdan kart görmemeleri için uyarıda bulunabilecek mi? Bunu yaparsa ve futbolcuları bıyık altından kendisine gülerse, İlhan Bey sakın şaşırmasın!
‘’Bugünün işini yarına bırakmak‘’
Ali Koç kongrede başkan seçildikten sonra neler söyleyeceğini merak ettiğimden, seçim sonrası konuşmasını dakikası dakikasına televizyondan izlemiştim. Öylesine içten ve dinleyenleri ikna edici bir konuşma yaptı ki, hepimiz başarılı olacağına inandık. O günlerde, bu konuşmanın bana verdiği esinlenme ile bir de yazı yazdım. Yazımın başlığı “Bizim Ali” idi.
Ne var ki, futbolun, futbol ile ilgilenen herkesi yanıltabilme gerçeği, futbolun çok da içinde olmayan Ali Bey’i daha işin başında yanıltmaya başladı. Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana büyük bir kurumsal geleneğin günümüz temsilcilerinden olan Ali Koç futbolu sözde profesyonellerle yönetebilip, başarılı olacağını düşündü. Comolli ile başlayan sözde profesyonellik hamlesi, arkasında hasarlı bir yapı bırakarak son buldu.
Transferleri sözde profesyoneller yaptı
Takımın başına getirdiği Erol Bulut ve çok inandığı, konuştuğunda ikna olduğunu söylediği Emre Belözoğlu ile yapılan ortaklık döneminde de transferlerin çoğu sözde profesyonel bir şirket tarafından yapıldı. Ülkemiz futbol ortamının menajerler cambazhanesine döndüğü bilindiği halde takımın teknik direktörü devre dışı bırakıldı.
Sözde profesyonel şirketin yaptıkları Ali Koç tarafından onaylanırken teknik kadrodan belli oranda da olsa Emre Belözoğlu’nun haberi oldu. Bu üçlünün transferlere, daha doğrusu hesapsız kitapsız yapılan futbolcu yığınağına karşın takım Sivasspor maçını kazansa o çok özlenen şampiyonluk gelecekti.
Evdeki hesap çarşıya uymayınca…
Bir maç ile kaçırılmış gibi görünen şampiyonluğun asıl sebebi, sezon boyunca yapılan yanlışlıklar nedeniyle Fenerbahçe’nin tarihte görülmedik kadar kendi evinde yenilmesi ve toplamda son yıllarda devamlı bugünün işini yarına bırakmaktı.
Şampiyonluk kaçtıktan sonra bugün yapılması gereken birçok futbolcuyu göndermek değil, o oyuncu yığınağından bir takım oluşturmaya çalışmaktı. Yapılmadı, birçok oyuncu gönderilerek, yenileri transfer edildi. Takım olmak gerçeği yine yarına bırakıldı.
Bugün yapmazsanız yarının yükü de sırtınızdadır
Bugünün işini yarına bırakamazsınız. Çünkü yarının da kendine özgü işleri olacaktır. Unutmamak gerekir ki, bir gün geçtiğinde o günün fırsat ve olanakları da geçer, gider, yarına kalır. O günün işi ertelenirse sonraki günlerin işleri de ağır bir yük olarak sırtınıza yüklenecektir.
Böyle devam eden dönemlerin sırtınıza yüklediği ağır yüklerin altından kalkmak hiç de kolay değil. Medyadan edindiğim bilgilere göre İsmail Kartal’da bir rapor hazırlamış. O rapora göre sezon bitiminde on futbolcu gönderilecek. Bunların tamamı son iki sezonun başlangıç 11’lerinde görev yapmış oyuncular. Her yıl yeni malzeme ile yeni bir yapı kurulmak isteniyor. Malzeme yeni ise yapı çürük olur mu?
‘’Emirhan ve Can'ın suçu ne?‘’
İstanbul’un üç büyüklerinin yavaş yavaş da olsa genç oyuncularına kadrolarında yer vermesi, geleceği kurtarmak anlamında kaçınılmaz bir uygulama olarak görülmelidir. Üstü örtülü de olsa genç oyunculara yöneltilen eleştiriler ise hakça değildir, yapıcı olmalıdır…
En basit düşünme yöntemiyle denebilir ki, Beşiktaş’ı bu günlere Emirhan ile Can Kozanoğlu getirmedi. Beşiktaş’ın efsanelerinden biri olarak kabul edilen Sergen Yalçın’ı da onlar mı gönderdi?
Batshuaiy ve Teixeira!
Ligin bitimine on dört hafta gibi uzun bir zaman olmasına karşın şampiyonluk yarışında kopan Beşiktaş’ın bu halinden gençler mi sorumlu? Onca maç ve puan yitirilmiş, bir maçı da onları kazanmak için kaybetseniz ne olur? Teixeira ve Batshuayi’ye artık tribünlerin bile dayanacak gücü kalmadı. Buna karşın hesap iki gence kesilmeye çalışılıyor.
Önder Karaveli altyapıda çalışmış, büyük rekabet ortamlarının oluştuğu baskıdan uzak kalmış, baskı altında doğru kararlar vermek konusunda sıkıntılar yaşayan bir çalıştırıcı olabilir. Bu yönüyle hatta takım kurgusunda da eleştirilebilir.
Karaveli’nin eleştirilmesi gereken nokta
Ancak asıl eleştirilmesi gereken nokta gençleri oynatması değil, Batshuayi’ye neden bu denli sabır gösterdiğidir. Bugüne kadar 20 maç oynayan Belçikalı santrforun “Beşiktaş’a yakıştı” diyebileceğimiz bir maçını zor anımsarız. Teixeria için de son söyleyeceğimi ilk gün söylemiştim: Transferindeki gerçek, tipik bir menajer oyunu…
Peki, bu iki oyuncunun yerine Güven Yalçın ve Oğuzhan Özyakup başlangıçtaki 11’de görev yapsaydı, Beşiktaş, Antalyaspor’dan aldığı bir puanı da mı kaybederdi? Bunu kimse iddia edemez! Bu seneki ligde kimin kazanıp kimin kaybedeceğini bilmek için Delphoi tapınağının kahini olmak gerekiyor.
Montero’yu Karaveli kazandırdı
Belki şöyle düşünülebilir: Antalyaspor büyük takımlara karşı tam saha baskılı ve sert oynuyor. Topu kaybettiklerinde taktik faul yapıyorlar. Trabzonspor’u bu anlayışla yendiler. Belli ki futbolcuları böyle büyük maçları “fırsat oyunu” olarak görüyorlar. Trabzonspor-Beşiktaş aralığında yedi maç kazanamamaları bu gerçeği aklımıza getiriyor.
O zaman denebilir ki bu sert oyun önceden bilindiğine göre iki gençten birini tercih etmek daha mantıklı olabilirdi. Öte yandan Karaveli’nin Montero’yu takıma kazandırdığından da pek söz edilmiyor. Sergen Yalçın’ın kulübeye hapsettiği genç İspanyol, Antalyaspor karşılaşmasında Beşiktaş’ın en iyi oyuncusuydu.