MENÜ

Alt yapı diye diye…

Abone Ol Google News

Geçen hafta Adanademirspor-Beşiktaş karşılaşmasında siyah beyazlı takımın iki genç beki adale sakatlığı yüzünden oyundan çıkmak zorunda kalmıştı. Bu sakatlıklar rakiplerle mücadele sonucunda değil de, maçın temposuna bağlı olarak haftada iki oyunu kaldıramamak yüzünden yaşanmıştı.

Haberin Devamı

Hal böyle olunca anılara yolculuk etmek zorunda kaldım. 1970’lı yılların başında İstanbulspor’da oynarken sabah 10.00’da genç takımda aynı gün 14.00 de ise profesyonel takımda oynadığım günleri anımsadım. O yıllarda altyapılardan yetişen birçok oyuncu böyle zor görevler yapardı. Üstelik sahalar çamur deryasını andırırdı, yasal olarak da bir engel yoktu. Sonraki yıllarda bu uygulama yasaklandı.

Can Bartu neyi başarmıştı?

Bizimki devede kulak kalır Can Bartu’nun yaptıklarının yanında. Çoğumuzun bildiği gibi Can Bartu hem futbolda hem de basketbolda Ulusal formayı giymiştir. Aynı gün içinde o zamanki adıyla Dolmabahçe Stadı’ndaki gündüz maçında Fenerbahçe adına bir gol, akşam da Spor Sergi Sarayı’nda Galatasaray ile oynanan basketbol karşılaşmasında 28 sayı atmıştır. Bugünün gençleri haftada iki maç oynadıklarında kas sistemi isyan ediyor, acaba nedendir?

Haberin Devamı

Efendim, eskiden bugün olduğu gibi sert, mücadeleci ve tempolu değildi maçlar diyenler olabilir. Ancak eskiden bugünkü bilimsel veriler, düzgün sahalar, beslenme ve antrenman olanakları, malzeme ve ekipmanların hemen hemen hiç biri yoktu. Fenerbahçeli oyuncular Dolmabahçe’ye vapurla giderlerdi.

Günümüz çocukları ebeveynleri tarafından yaşamdan koparılıyor

Sorunun önemli bir kısmı altyapı olanakları ve altyapıda yeterli çalışmaları yapılmaması, gerekli olan güç antrenmanlarının ihmal edilmesi ve bugünün çocukları yoldan çıkartan yaşam koşulları olsa gerek.

Bugünün çocukları ve gençlerinin yaşam biçiminin çoğumuzun farkında olmadığı şekilde doğal yaşamdan koptuğunu ya da koparıldığını belgeleyen bir araştırmadan söz edeceğim. İsmi gerekli değil, ödemişteki bir okulda işlenen cinayet sonrasında görevlendirilen Eğitim müfettişi Doğan Ceylan’ın araştırması sonucunda sunduğu raporun özeti şöyle:

“Çocuklar ve gençler şehitler için gözyaşı döken kendi anne ve babalarını anlayamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor. Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.

Eğlence yoksa yaşam onlara eziyet!

Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek… Eğlenmedikleri tüm zamanları kendilerine işkence olarak görüyorlar. Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar. Herkesi kendilerine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar.

İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı. Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.

Altın kafeste çocuk yetiştiriyoruz

Onlar bir yanığın ya da bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne de ocak yaktırıyoruz. Açlığı bilmedikleri için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyorlar. Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar.

Haberin Devamı

Özetle altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz. Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz. Öyle ki yemek yemeği bile işkence olarak görüyorlar. Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar, hiç susuz kalmamışlar. Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz.

Çocukların saçına yağmur damlası düşmüyor

Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkartıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar. Çocuklar hiç ıslanmıyorlar, evden arabaya kadar üç metrelik mesafede başına şemsiye tutuyoruz. Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz. Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyorlar.

Birazcık parkta koşsalar hasta olacaklar diye engel oluyoruz. Onlar takatleri tükeninceye kadar hiç yorulmuyorlar. Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine koyuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.”

Bu koşullar içinde büyüyen çocuklar, en az on yıl yağmur, çamur, rüzgar, güneş, sıcak demeden antrenman yapmanın zorluklarına dayanabilirler mi? Rıdvan Yılmaz gibi rastlantılar sonucunda, bir kır çiçeği gibi güller açanlar da altyapı eksikliği yüzünden sakatlıklardan kurtulamıyorlar…

Haberin Devamı
YORUM YAZ