Arama

Popüler aramalar

‘’Potansiyel var‘’

İkinci yarıda Galatasaray savunma ve orta sahasını kendi kalesine yakın tutup kontraya yatkın oynayınca, savunma zaafları ortadan kalktı. Defansif olarak istedikleri seviyeye ulaştılar, ancak bu kez kontra yapamadılar. İlk yarıda bunun tam tersi olmuştu. Dörtlü hareketli hücum hattıyla Eskişehirspor karşısında pozisyon bulmaya çalıştılar. Selçuk ve Melo’yla bu dörtlü ekibi destelemek istediler, ancak top kaptırdıkları her an savunma dörtlüsü rakibi topu kaptırılan yerde karşılamak yerine geri koşmayı tercih edince, Eskişehirspor organizasyona gerek olmadan, rahatlıkla Galatasaray ceza sahasına kadar geldi. Ancak burada Galatasaray savunmasına takıldılar.

Galatasaray belki çok net pozisyonlar vermedi, ama sürekli geri koştukları için hem yoruldular, hem de atak sürekliliği sağlayamadılar. Fatih Terim’in önündeki en önemli problem bu. Oyunu iki yarıda da iki yönlü oynamayı beceremediler. Ancak bir de büyük avantajları var; bu kadar problemli bir oyuna rağmen ligin flaş ekibi Eskişehirspor’u yenmeyi başardılar. Ufak gelişmelerle bu takımın ileriye gidebileceğini söylemek yanlış olmaz. Potansiyel var.

Fenerbahçe üyeliği açılmalı

Fenerbahçe ülkenin en büyük sivil toplum örgütü değilse bile, en esnek ve en çevik olanı... 45 bin kadın ve çocuğu 1 gün içinde onca bürokrasiye rağmen toplamak her babayiğidin harcı değildir. Hem de formalarıyla...

Pazar günü 4 bine yakın üyenin katılımıyla gerçekleştirilen olağanüstü genel kurulda hemen her toplumsal kesimden üyenin destek için biraraya gelişiyse başka türlü bir övgü nedeni. (Uygulamayı yanlış bulmakla birlikte, Fenerbahçe’nin başarısı büyüktür) Umarım bu inanılmaz desteği alanlar bu desteği hak ediyordur. Çünkü böyle bir destek veren camiaya çok şey borçlular.

Bugün eğer şartlar buysa yapılması gereken taraftar kart satmak değildir. Bugün Barcelona gibi olmak için harekete geçmek gerek.

Taraftar karttan biraz daha fazla bir ücrete üyelik yolu açılmalı herkese.

1 milyon taraftar kart değil, amaç 1 milyon üye olmalı...

Bugün, o gündür...

Kim kazandı?

Geçen yıl yüzü aşkın insan tutuklandı. Bursaspor-Beşiktaş maçı oynanamadı. Bir dolu günahsız insan gaz bombasından etkilendi vs.

Holiganların yaptığını günahsız futbolsever ödedi.

Ne pahasına yapıldı bunlar?

Bu yıl yine deplasman taraftarı alınmadıysa geçen sene neyin sınavı verildi peki?

Cezayı kim çekiyor?

Bu yıl deplasman setircisi olmaması geçen sene olay çıkaranların haklılığını kabul etmek değil mi?

Yani sonuç itibarıyla kim kazandı söyler misiniz?

Modern zaman köleliği

Şenol Güneş, Play-Off kuralını bilmiyoruz dedi. Fatih Terim de, Bize sorulmadı. Aykut Kocaman boynumuzda ilmekle oynuyoruz diyor. Carvalhal böyle bir fikstür olmaz.

Peki kime soruluyor kararlar verilirken.

Asıl patron kim?

Bunun adı bu sektörün tüm çalışanları için söylüyorum “modern zaman köleliğidir”

Çoğu için parası hiç fena olmayan bir köleliktir. Ama sonuçta söz hakkın yoksa ‘kul’sundur.

Eğer çalışanların fikri sorulmuyorsa orada başarı olmaz.

Eğer maaşlar zamanında ödenmiyorsa, oyuncular 1 yıl para alamıyorsa orada şike olur.

Bunlar bu zamanın işleri değildir.

Oyuncular ve hocalar yarın bir araya gelip buna bir son vermeli.

Sendika hemen yarın kurulmalı.

Fair Play'e para ödülü

Biz paranın üzerine Yunus Emre’nin resmini koyabilmiş bir ırkın ahvadıyız.

Hem de 200 TL’nin...

Tamam tamam iyimser bakalım: Yunus’un resmini, parayı eline alan bunun bir kağıt parçası olduğunu asla unutmasın diye koydular diyelim... Vay vay!

Ancak ne olursa olsun bu bir tezat...

Dolayısıyla oyuncular oyunu adil oynasınlar diye para ödülü almalarını da anlamaya çalışabiliriz.

Yani er meydanında er gibi olunsun diye para ödülü konabilir.

Peki ya bu ödülün şampiyona verilen kadar olmasını nasıl anlayacağız?

Bu neyi mi anlatır:

İnsanların adil oynamasının şampiyonluk kadar ender olduğunu... Şampiyonluk kadar zor olduğunu...
Şampiyonluk kadar üzerinde konuşulması gereken bir şey olduğunu...

Demek bu kadar batmışız...

Ya benim bilet param

Farz edelim iş için Londra’dayım, ya da Sivas’ta... Haftasonunda bir maça gitmek istedim.

Geçen hafta oynanan Sivas-Eskişehir veya Tottenham-Liverpool maçına bilet aldım. Sivas neyse de White Hart Lane’de bayağı tuzlu olur...

Keyifle yerime oturdum. Zevkle maçı seyrederken hakem zart zurt iki kırmızı gösterdi.

Maçın bitmesine de 15, 20 ya da 30 dakika var...

Birden diğer takım frene basıyor ve top çevirmeye başlıyor.

Çok mantıklı ve hatta güzel gibi duruyor değil mi? Hatta alkışlanacak bir şey gibi. Ben de zaman zaman böyle olayları alkışlamış olabilirim belki... Otomatiğimiz bu çünkü...

Ama daha iyi düşünmek ve dürüst olmak lazım...

1-Ben o maça herkes sonuna kadar elinden geleni yapsın ve ben de seyredeyim diye para ödüyor ve gidiyorum. 30 dakika top çevrilecekse, anons yapsınlar ben de çıkıp gideyim...

2-Ben karşı takımda olsam oynamayan rakibe kızar, “Beni insandan saymıyor musunuz?” diye kavga çıkarırım... Çünkü bitmeden bitmez, hatta bitse de bitmez...

3- Bu mantıkla Barça’nın her maçın 15. dakikasında topu çevirmeye başlaması gerekmez mi?
Bunun adı fair play filan değil kimse kusura bakmasın.

Herkes topunu oynasın. Terinin son damlasına kadar...

Adil oyun budur...

Ve bu sadece bir oyundur. Namus meselesi değil...

27 Eylül 2011, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yobo'nun maçı‘’

2 temmuz günü Aykut Kocaman bu yılın ideal kadrosunu yazsa muhtemelen dün sahada olanlardan sadece Volkan ve Alex’e yer verirdi.
İçinde bulunulan ruh halini vesaire bir kenara bırakın. Sadece bu durum bile yeterince yıpratıcı... Ve 4 haftada 10 puan mükemmel bir sonuç.
-Peki Kayserispor’un özrü ne? Rakibin bu durumundan yararlanmaya çalışan yegane oyuncu Amrabat’tı. Ancak o da kahramanlığa soyundu.
Üst üste üç akında ceza sahası dışından şut çekti. Bu Xavi için bile görülmedik bir durumdur. Geçen yılki disiplinlerinden çok uzaklar.
-Fenerbahçe’nin isyankar kaptanı Alex bu fikstürde normal olarak yoruldu. Böyle bir maç silsilesini kaldırabilir. Ama böyle ağır bir rolle, bu çok zor.
-Caner’in golü Fenerbahçe’nin bu sene temel gol şablonunun ne olduğunu hatırlattı yeniden. Hızlı tek toplarla akın kanadını değiştir. Akının başlangıç kanadına yığılmış rakibi, markajsız kalan ters kanattaki oyuncunla yık. Antep maçında da, Manisaspor maçında da pozisyon ve golleri böyle buldular.
-Caner bu yıl Fenerbahçe’nin en tartışmalı oyuncusu olacak gibi. Bırakın aynı maçı, aynı dakika içinde hem dahi, hem de beceriksiz olabiliyor.
-Yobo çok kritik üç gol önleyici son müdahale yaptı. Bilica böyle bir savunma oyununda bile (Ziegler stoperlerden dahi az çıktı ileri) bu kadar hata yapıyorsa sorun büyük demektir. Orhan da Amrabat karşısında ağır kaldı.
-Bu kadar ağır aksak ilerleyen bir maçta bile hakemler dökülüyor. Hakem neredeyse koşmak zorunda olmadığı maçta dahi bu kadar net hataları nasıl
yapabiliyor?

24 Eylül 2011, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Carvalhal değil Koch‘’

Genel kamuoyu Bursaspor’un en değerli iki oyuncusunun Volkan ve Sercan olduğunu düşünüyordu desek herhalde çok yanılmış olmayız.

Bu iki oyuncuyu bırakmasına rağmen, ligin en iyi ‘eski şampiyon’ performansını ilk 30 dakika onlardan seyretmiş olmamız ne olacak peki?

Ülkenin yıldız tarifinde mi sorun var?

Dün 11’e 11 oyunda ev sahibi sahaya enine çok iyi ve geniş yayıldı. Bu yöneleriyle ligin üzerindeler.
Eksik olan orta ya da pas kalitesiydi.

Kanattan sıfıra iniyorlar. Ceza sahası içine yeterince adam sokuyorlar. Ama asist şablonları yok gibi.
Çok iyi, hızlı çıkıyorlar...

Ancak net kontratak planları/şablonları da yok gibi. Biraz fazla doğaçlama oynuyorlar sanki.
Tüm bu tabloya rağmen ilginç olan, eksik kalmalarına rağmen yine rakiplerinden daha net ve fazla pozisyona girmeleri oldu. Farkı açmaları, maçı erkenden, ilk yarıda bitirmeleri işten değildi.
Bunu övmeliyiz. Kolay bir iş değil...

Ancak oyunun kaderini/sonucunu etkileyen 3 temel unsurdan da bahsetmek lazım:

-3 senedir standart düşürmeden bu takımı bu seviyede tutan Ertuğrul Sağlam’ın, bu sezon üzerine koyan ve çok iyi oynayan Batalla’yı oyundan çıkarması takımı etkiledi... Eğer bir sakatlık yoksa, oyunu ileride tutabilen, oyun planın bu çok önemli parçasının oyundan alınmasını anlayamadığımı söylemem lazım. Yokluğu Bursa’yı çok geri düşürdü.

-Beşiktaş’ın asla bir oyun planı yok. Ama güçlüler... Roland Koch bu takımı fizik olarak iyi hazırlamış. Rakip daha uzun süre eksik oynayarak yorulsa da arada ciddi bir fizik farkı olduğu görülüyor.

Dün Beşiktaş şanslı bir finalle oyun içinde tahmin edilemez bir galibiyet aldı. Ama fizik olarak bu kadar iyi olmasalar şansları yetmezdi.

23 Eylül 2011, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’TFF'den yenilik: Beraberliğe 0 puan...‘’

İlk iki haftada Galatasaray için yapılamayacak tek eleştiri sanırım mücadele etmedikleri olabilirdi.
Yapısal sorunlar, oyuncu tercihleri, diziliş vs. hakkında birçok şey söylemek mümkün olabilirdi. Ama haklarını yememek lazım şu ana kadar mücadele etmişlerdi.

Dün ise belki de en çok eleştirilmesi gereken bu oldu:

Erken eksik kalmalar genelde takımlarda konsantrasyon artışına yol açar. Ama onlarda bu hiç olmadı. Mücadele sıfırlandı. Notlarım beni yanıltmıyorsa Muslera’nınki dahil sadece 2 faul yaparak maçı tamamladılar. Hem de rakibin yüzde 60’a yakın bir yüzdeyle maça hakim olduğu bir oyunda.

Daha doğrusu bu oran onların mücadelesiz oyununun sonucuydu demeli.

Muslera’nın Beşiktaşlı Cenk’den hallice çıkış hatasıyla kırmızı kart görmesinin ardından Ufuk’un kaleye geçişi Karabük’ü de etkiledi.

İlk yarıda Karabük’te en çok göze çarpan Emenike’nin varlığıyla şekillenmiş bir takımın Shelton’la bocalamasıydı. Cernat’ın form düşüklüğü dışında aynı oyunu oynayan takım, Nijeryalı’nın gücünü, oyun görüşünü, süratini ve vuruş becerisini fazlasıyla arıyor. Yücel İldiz’in yeni bir Emenike aramaktansa yeni bir yöntem ve sistem bulması lazım sanki.

Özellikle ikinci devredeyse Karabüklü oyuncular “kaleyi gören vursun” talimatıyla sahaya çıkmış gibilerdi. Galatasaray savunma ve orta sahası da bilinçli olarak buna müsaade etti. Ancak golde kimsenin yerinden bile kıpırdamadan duruşunu bu klasmanda değerlendiremeyiz.

Herkes yerleşikken, 6 kişi bölgesinde dizilmişken herkes kıpırdamadan seyretti. Hakan’ın 3 metre geriden yalan takibi dışında. Ve Taffarel’in iki numarası da Erdem’in Hagivari bu vuruşunu seyretti sadece.
Beraberliğe yol açan penaltı ise Baros’un prestijini kurtarması açısından önemli. Rıdvan bu inanılmaz hamlesiyle hem Baros’u hem de Muslera’yı kurtardı.

Galatasaray’ın dün uyguladığı 4-4-2 varyasyonunda tek artı notu ilk 2 maçta en çok eleştirdiğim oyuncuya vermeliyim. Kazım genlerine işlemiş bu sistemde ne yapacağını çok daha iyi biliyor.

Ama bunun dışında gerçekten bu maç hakkında iyi bir şey söylemek mümkün değil. TFF yenilikçi ve her şeyi kolayca değiştirebilen bir kuruma dönüştü. Eğlenceli bir durum bu. Her gün yeni bir karar çıkıyor.
Ben de bir öneride bulunmalıyım: Futbol böyle olduğunda herkese 0 puan verilsin. Bu futbola 1 puan da fazla. İki takım için de...

22 Eylül 2011, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Olağanüstü bir gece‘’

Böyle giderse 40’larda kırmızı kart görmek Manisaspor için bir taktiğe dönüşecek.
Trabzonspor maçında kendilerine Isaac’in oyundan atılmasıyla gelmişlerdi.
Bu sefer Nizamettin’in atılmasının ardından değilse de Mehmet Güven’in oyuna girmesiyle orta sahada bir akla sahip oldular.
İlk yarıda özellikle Yiğit’le Alex’i sıkı markaj altına alarak Fenerbahçe’yi kalite açısından fazlasıyla geri düşürmüşlerdi. Ancak onlarda da eksik kalan çok farklı değildi. Simpson ve Kahe’yi besleyemediler.
İkinci yarıda ise Fenerbahçe savunmasından daha akıllı ve kalabalık oldukları kontralar yapmayı başardılar. Kırmızı kart onlara sanki yaradı.
Fenerbahçe akın yönünü hızla değiştirerek rakip savunmaları aşmak üzerine iyi çalışmış. Belki sakatlar ve gidenler olmasa bunu başka bir seviyede yapacaklardı. Antep maçında en soldan en sağa hızlı tek paslarla getirdikleri 3 topta Mehmet Topuz’a iyi final pasları verememişlerdi. Dün Dia’ya bu yolla golü attırdılar.
49’da Nizo’nun atılması da buna eklenince Alex’in üzerindeki baskı hafifledi ve rahat oynamaya başladı. Ancak takım bir türlü rahatlayamadı. Caner tahmin edilemez bir oyun oynuyordu. Hem hamleleri hem de hamle kalitesi açısından. Semih kariyerinin en kötü dönemlerinden birini yaşıyordu. Ziegler Antep maçının gerisindeydi. Dia yoruldu. Ancak bireysel performanslardan çok genel yapıya bakmak daha doğru olur.
Gökhan Gönül, Santos ve Emre tarzı bir “hücum gücü yaratan savunmacılar” ekibi olmadan baskı kurmak ve akın sürekliliği Fenerbahçe için şimdilik hayal gibi duruyor. En azından elde kalanların sakatlıktan dönmesi Fenerbahçe’yi bu tip maçlarda rahatlatır.
Bu eksiklik nedeniyle ancak belli oranda, süreklilik arz etmeyen bir pozisyon vasatına ulaşabildiler. Rakibe kelepçeyi takamadılar. Bu halde de hem İlker iyiydi, hem de Fenerbahçe hücum vasatının çok altında. Buna bir de hakem performanslarını eklemek sanırım yanlış olmaz.
Gelelim asıl konuya. Seyircisiz maçın seyircilerine...
Bu kadar kısa zamanda 41 bin kadın ve çocuğu hem de formalarıyla tam teşekküllü olarak gecenin o saatinde stada toplayabilmek herkesin harcı değil.
Bu seyircinin oyuna anında tepki veren, maçı izleyen ve anlayan bir topluluk olduğunu da söyleyelim.
Bu organizasyon anlı şanlı uluslararası sivil toplum kuruşları için bile meseledir.
Bu uygulama çok tartışılacaktır kuşkusuz.
Ancak bu organizasyon tartışılmaz...

21 Eylül 2011, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Cenk zora soktu‘’

1- Carvalhal’ın, Fernandes-Aurelio-Necipli planı Necip’in hücum gücünde bir atılım yapamaması nedeniyle zayıf kaldı. Mustafa Pektemekli plan bu tip maçlarda Beşiktaş için daha uygun.

2- Ziya Doğan, Uğur’u sol bek, ileride top yapabilecek ender oyunculardan Güven’i sağ bek, Özgür’ü de sol açık oynatarak Simao-Quaresma ikilisine derin alanlar bıraktı. Ancak bundan Beşiktaş yararlanamadı. Bunun sebebi de Necipli planın işlememesi.

3- İkinci yarıda Uğur sağa Özgür sola geçince Ankaragücü biraz direnç kazandı. Ancak yine pozisyon bulamadı. Yine de 1-1’i buldular. Ama Ziya Doğan, Theo Weeks’i çıkarıp Serdar Özkan’ı oyuna alınca Başkent’in direnci yine düştü. Böyle bir orta sahayla Quaresma ve Simao’nun önünde durmaları mümkün değildi.

4- Ne olursa olsun Beşiktaş’ın rahat alacağı maçta iki kritik hata yapan Cenk Başkentliler’i oyuna ortak etti. İki hızlı savunmacının ortasında bir santrfor varken kaleyi bu kadar terk etmek bir yıldır Beşiktaş’ın kalesinde olan bir kaleciye yakışmıyor. Fatura onun üzerine kalabilirdi.

Ve son olarak sertlik ayarlarını hiç yapamayan, kart teşhislerinde sürekli yanılan ve oyunu sertleştiren bir hakem izledik. Bu seviyenin dahi karşılığını veremedi.

Akreditasyon kartı

Teknik direktörün saha kenarında akreditasyon kartı takmasının manası ne?

Dünya Kupası’nda bir dolu güvenlik noktasından geçiliriyor. Ve Güney Afrikalı bir polisin Paraguaylı bir teknik adamı tanımama olasılığı var. Bu yüzden böyle bir önleme gerek var diyelim. Ama yerel bir ligde böyle bir uygulamanın sebebi ne?

-Fatih Terim’i o boynundaki karttan tanıyacak bir adam varsa, bu işte çalışmasın.

-Petkoviç’i tanımayan olabilir diyebilirsiniz. Tamam kabul. Ama onu tanımayan Ahmet Şahin’i de tanımayabilir. Ne yapacağız kaleci de mi takacak?

Dolayısıyla illa ki takılması gerekiyorsa saha kenarına gelene kadar taksınlar maç başlayınca çıkarma hakları olsun.

Futbol sahasında kendi alanı alan iki kişi vardır. Biri kaleci diğeri de teknik direktör. Teknik direktör de en az kaleci kadar maçı oynar.

Sahadaki oyuncu maç sırasında akreditasyon kartı takmıyorsa teknik adamın da takmasına gerek yoktur.
Bu kadarla bitmiyor. Bunun bir de ticari tarafı var. Giyim sponsorları bu kıyafetler için onca tasarım yatırımı yapıyor. Yani bu insanlar aynı zamanda birer reklam panosu... Spor da giyinseler, formel de...

Siz o rezil plastik kartları ne hakla bu tasarımların üzerine koyuyorsunuz?

Zemin rezaleti

Akreditasyon kartına ceza vereceğimize zemin uygunluğuna baksak? Yahu ne yapalım? diyen varsa, çözüm önereyim...

Zemini uygun olmayan kulüplere şu denmeli:

-Maalesef saha zemininiz Süper Lig standartlarına uygun değil. Bu hafta aldığınız beraberlik nedeniyle hak ettiğiniz para zemin düzeltilene kadar size verilmeyecektir. Bir ay sonunda düzeltilmezse, zemini iyi durumda olan kulüpler arasında pay edilecektir.

Saygılarımızla.

Senin baban bir...

Bu yazacaklarım bir eleştiri değil. Bir katkı olarak algılansın...

Cezalı olan maçlara kadınlar ve çocukların bedava alınacak olmasını her yönüyle tartışalım istedim...

Bu işi haremlik selamlıktan çıkarmak gerekir. Dolayısıyla bu uygulamada kadın-çocuk değil. Aile-çocuk maça çağrılsa daha iyi olur.

Böylece:

-”Anne babam niye gelemiyor” diye soran çocuğa annesi “Çünkü senin baban bir hayvan evladım!” demek zorunda kalmaz.

“Bu işi çocuğunuzun yanında da yapar mısınız?” dan daha güzel bir holiganizm testi olur mu? Alın aileleri erkek ya da kadın çocuklarına nasıl örnek olacaklarını göstersinler işte...

Şenol Güneş artık yeni Lucescu...

Şenol Güneş artık yeni Lucescu...

Geçen yıl her bir oyuncusundan kendi şahsi zirvesini çıkarabilmiş bir teknik adamdı Güneş. Herkes zirve yaptı.

Bu sefer, en iyi oyuncusu ve milli kalecisi olmadan San Siro’dan zaferle ayrıldı.

Skor yanıltmasın; son vuruş becerisi hariç bu yeni takımla İBB’ye karşı da gayet iyi oynadılar.

Güneş rakiplerinin çok gerisinde bir kadrodan optimum yarar sağlamaya devam ediyor.

Artık ona adam satarken kimse rahat olamayacak çünkü kimsenin kullanamadığından yıldız çıkarıyor.

Ondan adam alırken de bin kez düşünmek gerekecek.

Çünkü onun yıldızından onun gibi yararlanmak hiç kolay olmayacak. İşte ben buna Lucesculaşmak derim.

Yoğun program

Bu yoğun programa başta itiraz etmek mümkün. Ama kabul edelim ki ihtiyacımız olan buymuş. En azından dedikodularla uğraşacağımıza maçlarla uğraşıyoruz. Futboldan başka bir şey konuşmaya vakit ve enerji kalmıyor.

Eliniz değmişken

Şu şike soruşturması kapsamında acaba o ünlü İsviçre maçı da soruluyor mu ifade verenlere?
Aslında ne olmuştu? Organizasyon var mıydı? Başında kim vardı?

Kimlere bilet dağıtıldı? Otobüse yumurtayı atanlar kimdi?

Statta boynunda akreditasyon kartı olmaması gereken kimlerde bu kart vardı vs.

Bir dönem aydınlanır hiç değilse...

20 Eylül 2011, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Baros kurban ediliyor‘’

Galatasaray’ın elinde 4-3-3 oynayacak kalite ve sayıda hücuma dönük orta saha yok. Riera eski gücüne biraz yaklaşabilirse belki. Ama Kazım oyunculuk özellikleri açısından olmuyor.

Öte yandan 4-4-2’ye gelirsek 3 kalburüstü santrforu var. Türkiye kalitesinin çok üzerinde 2, iki yönlü orta saha oyuncusu.. Ve savunma hattı.

Terim 4-3-3 ve varyasyonlarını denediğinde Baros kurban oluyor. Çok kötü oynuyor. Halbuki onu kötü yapan yalnızlığı.

Sağda Kazım, Sabri, Eboue üçlüsünün sürekli birbirine girdiği bir kakafoni var. Selçuk da oraya gdiyor sürekli. Solda ise sadece Riera.

Kazım sadece Baros’un yanına girdiğinde biraz işliyor. Kanada gittiğinde durarak oynuyor. Oynamıyor demeli.

Dolayısıyla olmuyor...

İlk yarıda yine İBB maçında olduğu gibi iyi niyetle önde oynamaya çalışsalar da, bunun iyi bir sistem oyunu olduğunu söylemek olanaksız.

Samsunspor’un savunmasını hiç çıkarmadan sadece 2 oyuncuyla kontra yapmaya çalışması, Galatasaray’ın sorunlarını ortaya çıkarmadı belki.

Ama her kontra girişiminde Galatasaray savunmasının 40 metre geri koşup, rakibi karşılamaktan çekinmeleri gözden kaçmadı.

İkinci yarıda 4-4-2’ye ilk dönenin Samsunspor olması normal. Ama Galatasaray’ın buna 20 dakika tepki vermemesi inanılmaz.

Oyun bu arada elden kaçabilirdi.

Geç de olsa Terim 4-4-2’ye geçtikten sonra takım biraz daha bildiği bir şey oynamaya başladı. Sahada çok daha dengeli durdular.

Bu oyun içinde Baros’un ne yapacağını umarım ileriki haftalarda görme şansımız olur. Çünkü sistem değişince o çıktı ve sanki sorun oymuş gibi durdu. Ki böyle düşünmek büyük bir yanılgı olur.

Onu Elmander’le birlikte kullanmak Galatasaray’ı bir üst sınıfa geçirebilir. Son olarak. Umarım Federasyon Ahmet Şahin’e bir ceza vermez. Bu büyük haksızlık olur.

19 Eylül 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Alex daha da iyi‘’

Kendi attığı kornerin golünü de yaptı...
Sanırım bir tek bunu yapmamıştı bugüne kadar.
O da oldu.
Kaçırdığı penaltıya bakmayın, o penaltıya yol açan asist asıl bakılması gereken.
Çünkü Alex bu sene daha farklı...
Alex bu sene her yıl yaptığından daha farklı bir işi başarıyor.
“85 dakika ortada görünmez, bir çıkar her şeyi değiştirir” rolüyle geçen yıllardan sonra artık o her daim lider...
Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu krize karşı duran isyan eden bir lider...
O şimdi Fenerbahçe’nin ağır adamları arasında en eski olan...
An itibarıyla atan da o attıran da...
Kimsenin hakkını yemek istemem... Kimse kırılmasın, alınmasın ama sanki başkan da o, hoca da, kaptan da...
Alex bu sene her şeyden önce mağrur bir isyankar... Futboluyla söylediği de demeçlerindeki gibi. Konuşmadan anlatıyor...
Saygı katıyor...
-Dün ilgi çekici olan Alex’e henüz ikinci lig maçına çıkan Ziegler’in katılışı oldu. Kendi kanadından Antep’in gelişini sürekli ileri çıkarak engelledi sanki. Ona kariyerinin en iyi oyunlarından biriyle destek veren Caner’i de unutmamak lazım. Türkiye standartlarının üzerinde bir tek top oyunu oynadı. Topuz’u ilk dakikalarda işleten oydu. Ama bir pasının kısa kalması da arkadaşının sakatlanmasına yol açtı.
Bunun dışında Semih Alex ikilisinin Ziegler ve Caner’in katılımıyla kurduğu bağ ligin en zor deplasmanlarından biri için yeterli oldu.
Semih çıktıktan sonra uygulanan Alex’in en ileride olduğu santrforsuz oyunda ise neredeyse hiç pozisyon vermemeyi başardılar. Geçen seneye nazaran daha iyi kontratak yaptıkları da gerçek.
-Şampiyonluk adaylığını daha da kuvvetli olarak ortaya koydular böylece. Fenerbahçe için sadece iki temel defodan bahsedebiliriz. Uğur girene kadar, ya da Olcan sakatlanarak oyundan düşene kadar sağ kanat iki yönde de döküldü. Selçuk kendi standardının da gerisinde kaldı. Ki bunda Cristian’ın ona yardım etmeyişinin de payı var kuşkusuz.
Ancak bunun sonucu vahim olmadı. İlk yarıda Antep çok rahat bir şekilde Fenerbahçe orta sahasını geçti ama pozisyon bulmakta zorlandı.
Yani Fenerbahçe’nin defansta çok sorunu yoktu ama defansif olarak sorun yaşadı.

17 Eylül 2011, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI