‘’Zemin rezaleti‘’
Lig standartlarının çok üzerinde bir mücadele, bir güç sarfiyatı vardı maçta. Her iki takımın hemen tüm oyuncularını bu özverili oyun için kutlamalı.
Ancak şu da gerçek ki, böylesine bir mücadeleyi gerektirecek kalitenin yakınından bile geçemediler... Halbuki kadrolardaki isimlerden beklemeniz gereken farklı.
Bunun iki sebebi var. Teknik tercihler ve zemin...
Zaten mücadelenin büyük bölümü zeminleydi...
Muhtemelen Avrupa’nın en iyi statlarından biri olan Telekom Arena’nın, Afrika’da dahi göremeyeceğimiz kötülükteki zeminiydi mücadelenin asıl tarafı...
Riera’yı, Melo’yu, Muslera’yı, Selçuk’u almayı düşünmek ve bunu başarmak büyük iş... Tamam da, şu zemini şu halde bırakmak nasıl bir iş? Kimse milli takım filan demesin. 20 günde 2 maçı kaldıramayan Arena olur mu?
Bu stada bu zemin olmuyor. Sorumlusu kimse hesap versin.
Bursaspor’u iki yıl önce şampiyon yapan neydi? Bana kalırsa İnönü’de, Saracoğlu’nda çevirdikleri maçlar. Son maçın son saniyesine kadar inançla kovalamaları zaferi... Yerden kalkmayı bilen bir boksördü Bursa. Şimdi ilk aldığı yumrukta dağılan bir amatör gibi. Ertuğrul Sağlam bu kırılganlığı çözmeli önce. Bireysel ve takım olarak. Bana kalırsa bu kırılganlık takımın fazla geriye yaslanmasından kaynaklanıyor. Doğalarına ters bir oyun oynuyorlar. Bu oyunu hazmedemiyorlar.
Özellikle ikinci yarıda Galatasaray savunmasının orta sahasından kopuşundan doğan kontralar buldular. Özellikle de Engin-Sercan değişikliğinden sonra. Ama çoğunlukla yanlış pas tercihleriyle Galatasaray’ın zaaflarından yararlanamadılar. Eski Bursaspor bunları affetmezdi. Zaten onları şampiyon yapan da buydu. Beraberlik sağlandıktan sonra baskıyı artırıp Galatasaray’ın boş orta sahasını iyice dağıtmamak ise sonları oldu. Geri çekilmek hataydı.
Galatasaray’ın ilk yarıda rakip alana yerleşebilmesi Terim’i sevindirmiş olmalı. Ancak hocanın 4-3-3 ısrarını anlamak mümkün değil. Baros-Elmander tehdidini kullanmamak acaba neden. Özellikle de içerde. Ve yine içerde oyunu genişletmek için şu ters ayaklı orta saha kanadı işinden vazgeçmek lazım. Galatasaray’ın baskıdan sonuç çıkarması ancak böyle olur...
‘’Amrabat parladı‘’
İlginç olan 2 ön liberolu oyuna rağmen Beşiktaş orta sahasının neredeyse şeffaf olması. Kayserispor hiç bir dirençle karşılaşmadan rahatça rakip alana geçti oyun boyunca. Ve eğer Furkan biraz daha dikkatli ve becerikli olsa fark büyür ve maç erkenden kopardı. İki kanat bekini oyuna hiç sokamadı Beşiktaş. Quaresma ve Simao’yu eksik ve kötü gösteren biraz da bu oldu. Arkalarında geniş alanlar kaldı ve Kayserispor da bunu çok iyi kullandı. Bir başka önemli eksik ise ciddi bir maç ve güç eksiği olan Guti’nin neredeyse santrfor gibi oynaması ve stoperler arsında kalması oldu. Belki daha hızlı bir santrfor, misal Mustafa Pektemek yanında olsaydı pasör rolünü üstlenebilirdi. Ama Edu çok zayıf ve ağır kaldı. Bu tip bir oyun için Edu çok yetersiz. Hangi oyun için yeterli diye sorarsanız, ben bilmiyorum. Mendes’e sormak lazım. Yani hücum hattında oldukça ağır. Orta sahada şeffaf, savunmayı da çok oyuna sokamayan bir Beşiktaş var dün. Dolayısıyla olmadı. Kayseri’de ise oyunu güzel yapan her şey vardı. Set bir orta saha, savunmaları kanatlarını oyuna sokan bir akın planı... Ve tabii önde çok haraketli hücumcular.
Bu oyun hakkında konuşurken herhalde en başta Amrabat’tan bahsetmek lazım. Sezonun en etkileyici performanslarından biriydi. Beşiktaş orta sahasını böyle kolay geçilen bir alan yapan da onun performansıydı daha çok. Olağanüstü bir oyun görüşü, topla ve topsuz hızlı karar verme ve uygulama... Ve tabii ekstra bir delicilik ve denge izletti bize. Dünya klasında bir yetenek göstersiydi. Hafta içinde milli takıma çağrılmadığı için teknik heyeti eleştiren İbrahim Toraman tüm çabalarına rağmen onu yıkamadı, bezdiremedi.... İkinci golde topu alışı, dönüşü, soğukkanlılığı ve pas kalitesi özellikle inanılmazdı. Sahadaki en iyi oyuncuydu açık ara. Beşiktaş seyircisi de oyundan çıkarken onu alkışlayarak ödüllendirdi. Son olarak milli takım serzenişinde bulunan bir diğer oyuncu olan Cenk’i de unutmamak lazım. Çok temel hatalar yapmaya devam ediyor. Sürekli topu önüne düşürerek ikincil şanslar verdi Kayseri’ye. Dedim ya Furkan iyi gününde olsa, Cenk’i çok tartışırdık.
‘’Herkesin istediği rakip...‘’
Selçuk’un oyuna girmediği önceki takım, Kazım’ın rakip stoperler arasında hareketsiz durduğu, atıl bir hücum gücüne sahipti. Burak tek başına kalabalık savunmayı dağıtmaya çalışıyor, ancak Hamit dışında bir destekçi bulamıyordu. Hiddink’in Almanya maçının ilk yarısında defansif görevlerini yerine getirmediği için Selçuk’u kenarda tuttuğunu tahmin etmek güç değil. Ancak burada cezalandırılan Selçuk değil, Milli Takım oluyor. Milli Takım orta sahasının tamamı, yani Hamit, Emre ve Mehmet Topal takımlarında süreklilikleri olan oyuncular değil. Hatta tamamı sakatlıktan çıkıp kendisini toparlamaya çalışıyor. Sürekli oynayan ve Burak’la mükemmel bir ikili oluşturan Selçuk İnan’ı kenarda tutmak çok büyük bir teknik direktörlük hatası. Hele de çok hareketsiz Kazım sahadayken. Ve üstüne bir hücumcuyla gelmeye çalışan Azerbaycan’ı iki stoper ve Mehmet Topal’la bekleme tercihini ekleyin. Selçuk oyuna girdikten sonra takımın belli bir hareketlilik seviyesine ulaştığı açık. Bunu Hiddink’in kestirememesini nasıl açıklayabiliriz? Ligin geçen yılki en parlak ikilisinden bahsediyorum. Her biri diğerini düzeltiyordu. Burak 7 gol attığı bu sezon ‘Selçuk olsa 10 tane atardım’ diyor. Böyle bir ikiliyi kullanamamayı nasıl açıklayacağız? Gerçekten Amsterdam bize bu kadar uzak mı? Bunu umarım anlatır.
Bu grup macerasını 13 gol atarak kapadık. Kazakistan ve Azerbaycan’ın olduğu grupta sadece 13 gol... Bu başarı gibi gözüken bir başarısızlık. Play-off’ta bu formumuzla herkesin istediği rakip olacağız kuşkusuz. Umarım bu durum bizim için bir avantaj olur.
‘’Almanya'ya geçilmek‘’
Altın jenerasyonumuzun zirveye yürüdüğü zamanlardı.
1991’de atılan temellerden artık koskoca bir kulenin tepesini inşa ettiğimiz zamanlar...
Türk futbolunun en iyi, en başarılı takımının zirvesi...
Galatasaray UEFA şampiyonluğuna koşuyordu.
Harikaydık...
Almanya’ysa belki de 2. Dünya Savaşı döneminden sonra en zor zamanlarından birini yaşıyordu. 98 Dünya Kupası’nda darmadığın olmuşlardı. Yeniden yapılanmaya çalışıyorlardı ve biz de kendi zirvemize yürüyorduk o dönem...
Gol yemeden bir galibiyet, bir beraberlik almıştık Almanya’dan...
Muhteşemdik.
Ama işte biz o grupta dahi birinci olamamış, Almanya’nın ardından Finlandiya’nın önünde ikincilikte kalmıştık...
Altın jenerasyonumuzun zirvesinde...
Aslına bakarsanız biz hiçbir grupta birinci olamadık!... Bir kez bile...
Modern zamanda en büyük başarılarımızda dahi hep grup ikincisiydik. 96, 2000, 2004, 2008... Hep ikinci olduk.
Üstüne kupalara gittiğimizde, final gruplarında da durum değişmedi.
Orada da hep ikinciydik. 2000’de İtalya’nın, 2002’de Brezilya’nın, 2008’de Portekiz’in ardından.
Peki şimdi neden kızıyoruz muhtemel ikinciliğe?
Eğer Azerbaycan’a yenilmemiz ve Kazakistan’dan son saniyede 3 puanı almamızaysa kızgınlığımız? O zaman tamam.
Ancak onun dışında aslından kızdığımız kendi hayalciğimiz olmalı...
Çünkü bu ligin ve bu oyuncu grubunun hak ettiği bu kadardır...
Her şey dile saygıyla başlar
NTV’de Löw’e “Sorularımızı İngilizce sorabilir miyiz?” dedik. Zira İngilizce biliyor ve tercüman kullanmak zorunda kalmayacak kimse...
-Hayır dedi. “Ben Almanya
Milli Takımı’nın hocasıyım.
Almanca’dan başka bir dilde konuşamam.”
10 yıldır Türkiye’de olup hâlâ Portekizce konuşan efsaneleri anladık da, Milli Takımda oynayıp Türkçe konuşmayanları ne yapacağız!
Diline saygısı olmayanın futbolundan ne olur?
10 Şubat’ta Milliyet’e yazdığım yazı. Tekrara gireyim...
Guus Hiddink teknik direktör olduktan sadece bir sene sonra Avrupa’nın zirvesine çıkmıştı... İstanbul’a da Şampiyon Kulüpler Kupası Şampiyonu olduktan 2 sene sonra gelmişti... Hollanda tarihinin en fazla şampiyon olan teknik direktörü olma yolculuğunu yarıladıktan hemen sonra. Yurt dışına çıkmaya karar verip, en batıdan en doğuya gelmişti Avrupa’da. Hem coğrafi ve hem zihinsel anlamda... Hiddink kısa Türkiye macerasında çok şey yaşadığını, çok şaşırdığını, çok tuzağa düştüğünü yazdı kitabında da, verdiği röportajlarda da. Hep bunu anlattı. Yaşı yetmeyen hatırlamaz. Hiddink kendi jenerasyonun Pep’iydi bir nevi...Türkiye’de çalışmaya karar vermiş bir Pep... Muhtemelen, insani olarak İstanbul ve Türkiye onda bir nevi Anelka etkisi yapmıştı. Hani Anelka, “Ben Türkiye’de bile yaptıysam...” anafikirli onca cümle kurdu ya! Sanırım biraz öyle... Gerçi Hiddink, Türkiye’de yapamamıştı. İspanya’da Hollanda’da, hem Hollanda hem Avustralya’da. Hem Kore hem Hollanda’da, hem Rusya hem İngiltere’de hep zirveyi bulduktan sonra, bir finale karar verdi. Kariyerinde başaramadığı tek hedefle emekliliğine hak kazanmaya niyetlendi. İstanbul’da başarılı olmak için ülkesinden çıkmıştı. Türkiye’yle başarılı olmak ve kariyerini böyle noktalamak üzere İstanbul’a döndü. Yarım bıraktığı işi bitirmek gibi bir huyları vardı bu cins adamların... Kendine güveni sonsuzdu. Şimdi durum nedir bilmiyorum! Almanya’ya neden kaybettin diye linç edilmek üzereyken takımı Azerbaycan’a kaybetti. 20 yıl sonra yine şaşırdı. O maçla ilgili ‘Rezalet’ deyişi bundan. Türk Milli Takımı’nda başka birisi tarafından muhtemelen yedek bırakılacak bir ‘Mesut’ oyuncu tarafından yıkılmıştı. Türkiye liglerinde yer almak için yırtınan ama yer bulamayan Azeriler tarafından da devrildi. Dün en güvendiği, en güvenebileceği oyuncunun, Emre’nin, sıradan bir hazırlık maçında “yine her zamanki gibi delirip” saçma bir kırmızı kart görmesiyle kaderine 20 yıl sonra yeniden şaşırdı. Dünden sonra açıkça konuşmak lazım: Hiddink’le artık çok zor olur... Zaten; onunla konuştuklarımıza bakılırsa kulüplerde yeterli antrenman yapılmadığını söylüyor... Teknik olarak oyuncularımızı “Ok” olarak niteliyor. İyi ya da harika değil, ok...75 milyondan çıkanlar değil 3 milyonluk Almanya Türk topluluğuna gidiyor sürekli. (Ekici ve Hamit en iyiler olsa da) Muhtemelen yarın da bir milli maçta kulüp tezahüratı yapılmasından şikayet edecek. Kabul edelim. Onun başladığı işi bitirme inadına kapılmayalım. Hiddink’le olmaz. Yol yakınken vazgeçelim.
En kötü ikinci
Hedefimiz en iyi ikincilik olmalıydı. Yani Kazakistan ve Azerbaycan’dan 12, Avusturya ve Belçika’dan 10 puan. Şimdi İsveç’in evinde Hollanda’ya yenilmesini bekliyor olacaktık.
Ama öyle olmadı. Şimdi 2. olsak bile 6 takımlı grupların en kötüsü olacağız...
Yani en iyi ikinciliği hedeflememiz gerekirken şimdi en kötü olacağız.
Kendini bilmemek diye buna derler.
Pişman mısın Hamit?
* Hamit dünyada yılın golü ödülünü aldıktan sonra teşekkür konuşmasını Almanca yaptı. Türk Milli takımıyla attığı golün konuşmasıydı bu.
Mesut ise atamadığı gollerden sonra kızgınlığını gayri ihtiyarı Türkçe küfrederek ifade ediyor her seferinde.
* Mesut Alman Milli Takımı’nı seçti. Ama Türkiye’ye hep güzel mesajlar yolluyor...
* Hamit Türk Milli Takımı’nı seçti ama hemen her maçtan sonra ne kadar yanlışımız varsa hiç çekinmeden yüzümüze vuruyor.
* Mesut Alman Milli takımını seçti iyi bir paraya Real’e tranfer oldu.
Hamit Türk Milli Takımını seçti ama Türkiye’de ona teklif edilenin 4’te birine Real’e gitti. Oynamazsam 1 kuruş almam diyerek.
Şimdi Hamit’e bir soru sormak lazım aslında:
* Pişman mısın Hamit?
Hiddink’le olmaz
10 Şubat’ta Milliyet’e yazdığım yazı. Tekrara gireyim...
Guus Hiddink teknik direktör olduktan sadece bir sene sonra Avrupa’nın zirvesine çıkmıştı... İstanbul’a da Şampiyon Kulüpler Kupası Şampiyonu olduktan 2 sene sonra gelmişti... Hollanda tarihinin en fazla şampiyon olan teknik direktörü olma yolculuğunu yarıladıktan hemen sonra. Yurt dışına çıkmaya karar verip, en batıdan en doğuya gelmişti Avrupa’da. Hem coğrafi ve hem zihinsel anlamda... Hiddink kısa Türkiye macerasında çok şey yaşadığını, çok şaşırdığını, çok tuzağa düştüğünü yazdı kitabında da, verdiği röportajlarda da. Hep bunu anlattı. Yaşı yetmeyen hatırlamaz. Hiddink kendi jenerasyonun Pep’iydi bir nevi...Türkiye’de çalışmaya karar vermiş bir Pep... Muhtemelen, insani olarak İstanbul ve Türkiye onda bir nevi Anelka etkisi yapmıştı. Hani Anelka, “Ben Türkiye’de bile yaptıysam...” anafikirli onca cümle kurdu ya! Sanırım biraz öyle... Gerçi Hiddink, Türkiye’de yapamamıştı. İspanya’da Hollanda’da, hem Hollanda hem Avustralya’da. Hem Kore hem Hollanda’da, hem Rusya hem İngiltere’de hep zirveyi bulduktan sonra, bir finale karar verdi. Kariyerinde başaramadığı tek hedefle emekliliğine hak kazanmaya niyetlendi. İstanbul’da başarılı olmak için ülkesinden çıkmıştı. Türkiye’yle başarılı olmak ve kariyerini böyle noktalamak üzere İstanbul’a döndü. Yarım bıraktığı işi bitirmek gibi bir huyları vardı bu cins adamların... Kendine güveni sonsuzdu.
Şimdi durum nedir bilmiyorum! Almanya’ya neden kaybettin diye linç edilmek üzereyken takımı Azerbaycan’a kaybetti. 20 yıl sonra yine şaşırdı. O maçla ilgili ‘Rezalet’ deyişi bundan. Türk Milli Takımı’nda başka birisi tarafından muhtemelen yedek bırakılacak bir ‘Mesut’ oyuncu tarafından yıkılmıştı. Türkiye liglerinde yer almak için yırtınan ama yer bulamayan Azeriler tarafından da devrildi. Dün en güvendiği, en güvenebileceği oyuncunun, Emre’nin, sıradan bir hazırlık maçında “yine her zamanki gibi delirip” saçma bir kırmızı kart görmesiyle kaderine 20 yıl sonra yeniden şaşırdı. Dünden sonra açıkça konuşmak lazım: Hiddink’le artık çok zor olur... Zaten; onunla konuştuklarımıza bakılırsa kulüplerde yeterli antrenman yapılmadığını söylüyor... Teknik olarak oyuncularımızı “Ok” olarak niteliyor. İyi ya da harika değil, ok...75 milyondan çıkanlar değil 3 milyonluk Almanya Türk topluluğuna gidiyor sürekli. (Ekici ve Hamit en iyiler olsa da) Muhtemelen yarın da bir milli maçta kulüp tezahüratı yapılmasından şikayet edecek. Kabul edelim. Onun başladığı işi bitirme inadına kapılmayalım. Hiddink’le olmaz. Yol yakınken vazgeçelim.
‘’Siklet farkı‘’
Hiddink’in planı kötü işlemedi... İlk yarıda Burak en sola kaçıyor, Boateng’in üzerine oynuyor ve o kanattan başlattığımız hücumları hızla en sağa çevirip gol arıyorduk. Hamit’le iki kez, Selçuk’la da bir kez gole çok yaklaştık. Vuruş kalitemiz çok kötüydü. Öte yandan ikinci yarıda da Almanlar hem golü buldu, hem de Volkan’ı çok zorladılar. İlk yarıda iyi yaptığımız başka bir şey de kaybettiğimiz anda topun arkasına geçip rakibimizi kalemizden uzak tutmamız oldu. Her ne kadar çok sevilmese de Sabri’nin bu işte rolü büyüktü. Ancak yaptığımız bütün bu iyi işler, temponun yükseldiği bir anda heba oldu. Kaleci Neuer ile başlayan müthiş organize bir kontranın sonunda, Servet’in Mario Gomez karşısında çok kolay bir feyk yemesiyle, puan hedefimiz de suya düştü. Mario Gomez harika vurdu... İkinci yarıda Selçuk’un oyundan çıkmasıyla, orta sahada top tutmak bizim için iyice zorlaştı. Ancak Gökhan Töre, çizgiye iyi inerek, bizim adımıza bir artı ortaya çıkardı.
Müller’in golü, Almanya’nın 2010 Dünya Kupası’nda marka olmuş organizasyonlarından biriyle geldi. Can sıkıcı olan durum ise; aynı akından dört tane gerçekleştirip de ulaşamadığımız o şut kalitesini gösteremememizdi. Dün akşamki maça organizasyon açısından baktığımızda aslında Almanlar’la aynı şeyleri yapabildik. Ancak onlar bizden çok daha süratli ve çok daha isabetliydi. Çok zor işleri, çok basit bir şekilde yaptılar. Biz ise çok zor yaptığımız işlerin sonunda basitçe kaçırdık.
Dünkü oyunda, Guus Hiddink’in planını çok beğendiğimi söylemeliyim. Oyuncular da planı çok iyi uyguladılar. Başka bir rakip karşısında büyük bir galibiyet alabilirdi Ay-Yıldızlılar’ın bu oyunu. Ama dün akşam siklet farkı çok açık bir şekilde göründü.
‘’Şike krizi kimi etkiledi?‘’
Fenerbahçe 5 yılda 2 kez son maçta şampiyonluk kaçırdı. Bu yıl Şampiyonlar Ligi kuralarına 24 saat kala kupadan ihraç edildi. Başkanı, asbaşkanı tutuklu. 2 maç ceza aldı. Önemli oyuncularını kaybetti. Bu sene sonunda şampiyon olsa bile küme düşebilir. İstediği transferleri yapamadı. Kalan oyuncular travmalı.
Teknik heyet, yönetim istifadan döndü.
Takım geçen seneki standartta oynamıyor.
Ve fakat takım lig lideri.
Galatasaray baştan aşağı değişti.
İdeal 11’in kimlerden oluştuğu dahi belli değil.
Terim bu hücum oyuncularıyla Ocak’a kadar idare edeceğiz diyor.
Onlar da Fenerbahçe gibi pek ahım şahım oynamıyor.
Ve fakat takım lig 2.’si...
Belediye şike soruşturması kapsamında oyuncuları tutuklu olan ender takımlardan.
Başkanı TFF görevi nedeniyle ayrıldı.
Seyircisi yaratıcı ama az. Kamuoyu yok. Ve fakat takım lig 3.’sü...
Trabzonspor oyunun omurgasını kaybetti. Onur, Egemen, Selçuk ve Umut yok.
Takım geçen senenin oldukça gerisinde.
Hiç alışık olmadıkları bir yoğunlukla Şampiyonlar Ligi’nde oynayarak yürüyorlar... Buna rağmen ligde de vites yükseltiyorlar.
Peki futbolun devlerinin her türlü krizi yaşadığı bu olağanüstü zamanda şampiyonluk hedefini bizzat ortaya koymuş olanların durumu ne?
Bu hedef için geçtiğimiz 3 yılda büyük yatırım yapan Ankaragücü, Gaziantep ve Kayserispor ligin dibinde. Hem puanlarıyla hem oyunlarıyla.
Ülkenin zengin toprakları, İzmir, Denizli, Adana, Aydın, Muğla zaten yok.
Trakya hiç yok...
Ve lig yine bildik takımların elinde...
Bu durum en azından, Fenerbahçe, Trabzonspor ve İBB’nin iyi yönetildiğini, Galatasaray’ın ise bu yola girdiğini gösterir mi? Kuşkusuz.
Ancak asıl gösterdiği diğerlerinin iyi yönetilmediğidir.
Hem de çok yüksek, dünya çapında naklen yayın ve bahis gelirlerine rağmen...
Türkiye’nin krizi budur işte.
Büyüklerin hakimiyeti değil...
Diğerlerinin kendilerini piyon olarak görmeleri.
Bu krizden, krizi asıl yaşayanlardan çok etkilenmeleri bu yüzden...
Şimdi söyleyin eder miymiş?
Son ihale öncesinde bu lig 400 milyon dolar etmeli demişti Aziz Yıldırım. Etmez diye düşünenlerdendim.
Digitürk bu parayı verdi.
Yıldırım kazandı... Biz de yanıldık dedik.
Parayı veren varsa demek ki eder!
Çok geçmeden her şey değişti sonra.
Meğer başta yanılmamışız.
Sonra yanıldığımızı sanarak yanılmışız meğer...
Çünkü etmediğini bizzat parayı verenle parayı alan itiraf etti şu olup bitenlerle.
Muhtemel 12 derbi daha eklediler önce fikstüre.
Sonra da zam yaptılar abonelere.
Buna ne tüketici itiraz ediyor. Ne malın sahipleri, ne köle gibi çalışan futbolcular, teknik adamlar ne de biz gazeteciler...
Kimse ne zamma ne de işin artmasına itiraz etmiyor!
Şimdi bunların üstüne kur sabitlenecek, ihalesiz yayın süresi bir kaç yıl artacak vs.
O zaman şimdi bir daha sorma vaktidir.
Bu lig bu parayı eder mi?
Yabancı ayrımcılığı
Bakmayın siz “futbolcular zekidir” teranelerine.
Zeki futbolcular vardır. Çok zeki olmayanlar da...
Her meslek grubunda olduğu gibidir durum.
Zeka açısından futbolcular lehine özel bir durum yoktur.
İlla şunlar zekidir demek gerekirse ben tercihimi elekrik mühendislerinden yana kullanmayı tercih ederim.
Futbolcuların bazılarını farklı yapan da bu durumdur zaten. Misal Arda yeteneklidir. Ama aslında onu farklı yapan farklı bir zekası olmasıdır. Söyledikleri, söyleme şekli, sahada yaptıkları, yapma şekli vs. Hepsi bunu gösteriyor.
Bu yüzden çok tartışılacak son sözlerini de iyi anlamak gerek. Çünkü biliyorum ki yanlış anlaşılacak.
“Biz 50 bin dolarımızı alamazken yabancılar helikoptere biniyordu” diyor Arda...
Doğru anlamak ve hatanın kimde olduğuna karar vermek lazım.
Hata bizim oyuncularımızdadır.
Sağlam sözleşmeler yapamadıkları için bu oluyor. Bir meslek örgütleri olmadığı için.
TFF yabancı sınırını kaldırdığında karşı çıkacak bir sendikaları olmadığından.
Play-Off’tan hâlâ yarısının haberdar olmayışından.
Hak verilmez alınır.
...spor’da kimsenin parası kalmaz.
...spor istesin boş mukaveleye imza atarım.
Mantalitesiyle ancak bu kadar olur.
Arda’nın söylediklerini doğru anlamak gerekir.
Ve hepsi Arda kadar zeki olsalar bütün bu saçmalıklar olmazdı... Bunu da bilmek gerekir.
Burak Yılmaz fenomeni
Herhalde Burak Yılmaz’la ilgili en çok yazıyı yazanların başındayımdır. Başta onun potansiyeli hakkında. Sonra değerlendirilemeyen potansiyeli hakkında... Son zamanlarda umutsuzdum.
Ancak en umutlu olduğum dönemlerde dahi bu kadar olabileceğini tahmin etmemiştim...
Burak bügün 18 yaşında zirveyi bulup sonra hiç gelişmeyenlerin aksine her gün üstüne koyarak devleşiyor.
Çok kötü başlayan üst düzey futbol macerasında, önce driplingini geliştirdi. Araya çok iyi kaçar oldu. Çok gol kaçıran oyuncu olmaktan en yüksek yüzdeli yerli santrfor olmaya uzanan bir yoldu bu.
Şutunu geliştirdi sonra.
Kendisini sürekli yere atan ‘yalancı çoban’dı...
Sadece 2 yılda ‘bu adam düştüyse penaltıdır’a ulaştı...
Sadece kafa vuruşları kaldı bana kalırsa. Şu an için herkesten iyi çıkıyor ama havada dağılıyor. Gövdeden kafayı çıkarmayı başardığı anda bu kez dünya çapında olacak.
Şenol Güneş’e, Selçuk’a, Ünal Karaman’a çok şey borçlu.
Ama biz de ona borçluyuz.
Burak bu ülkedeki herkese bir cevher nasıl mücevhere dönüşür, bunun dersini veriyor.
Şimdi potansiyeli çok daha yüksek. Ulaşabileceği seviye en yukarısı.
‘’İyi yolda ama...‘’
Terim’in takımı iki maç üst üste duran toptan gol atmayı başardı. Çok fazla değil ama çok net kontrataklar geliştirip hatta bunlardan gol de çıkarmayı bildiler.. Ve asıl önemlisi yine önemli bir pozisyon veremeden maçı bitirdiler.
Rakip ne kadar tarihi bir bunalım yaşıyor olsa da, bunlar Galatasaray için iyi haberler. Çünkü Galatasaray birkaç yıldır rakiplerin bunalımından yararlanan değil, onları kurtaran rolündeydi.
Bunlar artılar.
Bir de devam ettirilebilirliğini sorgulanabileceğimiz artılar var. Engin-Selçuk-Melo orta sahası hocanın istediği işleri yapmaya yakın bir ekip gibi durdular. En iyileri Engin’di. Onun en büyük yardımcısı ise Kazım...
Bu ekip üzerine koyabilirse ne ala. Ancak Kazım ve Engin’in ipiyle kuyuya inmeyi ve ardından da oradan çıkabilmeyi başarmak gerekiyor. Bu daha önce yapılabilmiş değil.
Bu iki oyuncuyu istikrarlı birer Galatasaraylı’ya dönüştürmek benim gözümde, UEFA Şampiyonluğu ayarında bir başarıdır.. Ve dünkü oyunun devamlılığı açısından bu başarı elzem.
Terim’in en büyük sınavı işte bu olacak.
Ve birkaç da soru işareti var:
-Baros Terim’in yeni Arif Erdem’i mi olacak? Özellikle ikinci Terim döneminin süper yedeği girer girmez maç değiştiren adamdı. Şimdi de Baros girer girmez penaltı alıyor. Ancak fark Baros’un eldeki en iyi hücumcu oluşu.
-Eboue, sadece sağ bekte oynayabilen bir oyuncu değil. Ama o pozisyonda sadece Galatasaray’da değil, dünyada en iyi oyuncularından biri.. Ve o poziyonda oynadığında hücumu direkt etkileyebilen bir yetenekten bahsediyoruz. Acilen oraya yerleşmeli.
Bu Galatasaray’ı bir değil, birkaç basamak yukarı çıkarır.
‘’Volkan ve Webo‘’
Bekir’in şoke edici hatalı geri pasında Holmen’in iki net gollük vuruşunu üst üste çıkaran Volkan Demirel, Fenerbahçe adına maçı tutan adam. Sakatlanmak pahasına yaptığı bu iki kurtarış kötü dizayn edilmiş takımını devre arası restorasyonuna kadar ayakta tuttu.
Aykut Kocaman, Gökhan Gönül’ü ortanın sağında Topuz’un yanında, Orhan Şam’ın önünde sahaya sürdü. Gönül aslında bu pozisyonun oyuncusu. Oftaş’ta öncelikle burada oynuyordu. Ama asıl dikkat çekici olan Gökhan’ın kariyeri boyunca oynadığı bu bölgede hiç milli takıma çağrılmamış olması. Ne zaman Zico onu direkt sağ bek yapıyor, Gökhan milli de oluyor, Milan tarafından da isteniyor.
Kocaman’ın bu tercihi o bölgede etkileyici bir performans çizen Doka’ya karşı bir tedbir miydi? Yoksa genel olarak bunu deneyecek mi bilmiyorum. Ancak şunu söylemek lazım ki, bu tercih Doka’nın daha rahat Fenerbahçe kalesine yaklaşmasına neden oldu. Fenerbahçe’nin ilk yarıda işlemeyen oyununun tek nedeni bu değil tabii... Sezer oyuna girene kadar Fenerbahçe’nin orta sahasında top yapan adam azlığı vardı. Bir de üzerine top yapanların tamamının hücum oyuncuları olduğunu ve geriye hemen hiç gelmediklerini, tek yönlü oynadıklarını ekleyin. İşlemediler, hücum savunma biribirinden koptu. İBB çok rahat çıktı.
Ama Volkan, Webo’nun kendisini büyüklere ispatlama güdüsü vs. onları da skorsuz kıldı.
Ne ilginçtir ki maçı Fenerbahçe adına zor sokan da yine aynı isimler oldu. Fenerbahçe normaline döndükten sonra Stoch’un şutuna reaksiyon gösteremeyen Oğuzhan gibi, maçın sonlarında Webo’nun usta avcılığına Volkan iki kez beklenmedik bir hamlıkla yakalandı.
En kötü anında takımını ayakta tutan Volkan iş kolaylayınca döküldü diyebiliriz özetle...









































