‘’Efsane Tolga‘’
Asla yenilme... Şampiyonlar Ligi’nin mottosu bu.
Yenemiyorsan yenilme değil... İlk şart olarak yenilme...
Çünkü bu ligde yenilmezsen 1 maç kazandığında gruptan çıkman kuvvetle muhtemeldir.
Yine çünkü, kazandığın puanlardan daha önemlisi rakiplere vermediğin puanlardır.
Ve böyle bir kalecin varsa kolay kolay yenilmezsin.
Sanırım Taffarel’den bu yana en müthiş Avrupa performansıydı Tolga’dan izlediğimiz. İnter için bezdirici bir oyun. Nereye vursalar uzadı... Çıktı büyüdü...
İtalyanlar en çok ondan bahsedecek...
Biz ise Şenol Güneş’ten. 2 yılda bu kendi kariyer zirvesini bulan bunun da ötesine çıkan kaçıncı oyuncu? Trabzon’un son yıllarda kazandığı tüm başarıların ötesinde bir başarı bu... En önemlisi bu...
Şampiyonlar Ligi bir kontrol oyunu sahnesi. Hele de ilk maçlar. Kimse önde basmıyor. Kimse risk almıyor. Trabzonspor dün gece topyekün değil ancak bir çok oyuncusuyla bu genel durumdan yararlandı.
Colman’ın dün piyasasını geliştirdiğini söylemek lazım. Çok talibi olacaktır. Selçuk İnan televizyon başında bu takımda olmadığına ya da bu Colman’ın yanında olmadığına üzülmüştür kuşkusuz... Olağanüstü bir soğukkanlılıkla oynadı. Ona Cech, Golwacki, Zokora ve Celustka’nın yardım ettiğini söyleyebiliriz.
Böylelikle savunmanın duran toplar dışında çakılı oynadığı 4-6-0 hiç de kötü işlemedi. Hücum yönünde pek işlemeyen, Burak’ın deliciliğini arayan takım orta sahada kalabalık ve kontrollü kaldı.
Belki hazır bir Sapara da olsa bu durum daha da keyifli hale gelebilirdi.
Hücum yönü olmayınca eksik ve hakikaten gerilemiş İnter kanatlarını da toptan çıkararak Trabzon kalesine gelmeye çalıştı. Ancak orta sahada pas yapabilmesi, Trabzon’un sürekli bir baskı yemesini engelledi. Yani İnter, Trabzonspor savunmasını boğacak bir yapı kuramadı. Bireysel ve sürekli olmayan ama gerçekten etkili pozisyonlarda ise Tolga gecenin adamı olunca iş bitti.
Bu kadar hazırlıksız, dünyanın en önemli futbol sahnesine çıkıp deplasmanda İnter’i deviriyorsanız, her türlü övgüyü hak edersiniz. Ama belki de bu hazırlıksızlık, baskı azlığı, avantajı yaratmıştır kim bilir...
‘’Şampiyonluk adayı‘’
Fenerbahçe’yi geçen sene ileri iten üç oyuncu vardı. Andre Santos, Gökhan Gönül ve Emre Belözoğlu. Dün bu oyunculardan hiçbirisi sahada değildi. Üstüne yaklaşık 2,5 aydır devam eden şokların etkisini ekleyin. Son olarak standart bir savunma takımı gibi oynamayan, hem pas oyununu hem savunmayı belli oranda beceren Orduspor’un oyuna ortak oluşunu da ekleyin. Bu durumda Fenerbahçe’nin sahadan galibiyetle ayrılması bir başarı. Bu başarıda başrol Alex de Souza’nın. Bütün soru işaretlerini kafalardan silen, belki geçen seneki Sivas maçının dahi üzerinde bir hırsla sahadaydı. Aykut Kocaman’ın sahaya yerleştirdiği sistemden bağımsız olarak Fenerbahçe’yi ayakta tutan bu oldu. Yoksa ne Ziegler, Santos gibi hücuma katkı yapabildi, ne Emre’nin boşluğu doldurulabildi, ne Gökhan Gönül’ün iticiliğine yaklaşılabildi, ne de Niang tehditkarlığı sahnelenebildi. Aykut Kocaman sadece Türkiye’de mücadele edecek olmanın avantajıyla sistemini yakın bir gelecekte yeniden oturtur. Burda asıl önemli olan isyan edecek bir oyuncu bulmaktı. O da Alex oldu. Temel sorun böylece çözüldü ve Fenerbahçe futbola döndü. Fenerbahçe yeniden şampiyonluk adayıdır.
Bunlar ne demek?
1- TFF, Fenerbahçe’ye açılış oynatmıyor.
2- Şampiyonlar
Ligi’ne de yollamıyor. (Almayan UEFA değil, yollamayan TFF...)
Bu, ‘ben seni şampiyon kabul etmiyorum’ demek değil mi?
*
1- O zaman neden lige alıyor?
2- Açılışı neden Trabzonspor’a yaptırmıyor?
3- Neden Trabzonspor’u Şampiyonlar Ligi’ne TFF yollamıyor da UEFA çağırınca tüm TFF Yönetimi şaşkına dönüyor?
4- Gelen UEFA başmüfettişinin özel yetkili savcıyla yaptığı görüşmede, Savcı Berk’in ‘size hiç bir şey söyleyemem’ dediği ve aslında bir görüşme olmadığı doğru mu?
Keşke bir yetkili bize bunları anlatsa...
Defterler açıldığında
Şike dünyanın her yerinde beladır. ABD’de NBA hakemleri, Almanya’da Bundesliga hakemleri, İtalya’da yönetici ve oyuncular bu işlere karıştı. Finlandiya bile şikeyle sarsıldı geçen yıl.
Bahis varsa şike de vardır. Bundan kaçış zor, meşakkatli...
Bu sporun gerçeği.
Bu yüzden, aslında bugün sporda korkulması gereken şikenin olması değil, yakalanamamasıdır. En azından insanların yakalanmaktan korkmaması..
Ve utanılması gereken de insanların yakalanma ihtimali çıktığında talimatların değiştirilmeye çalışılmasıdır.
Şimdi değiştirmeye çalıştıkları ne?
Bir yasa var...
Bir disiplin talimatı var...
Bir de müsabaka talimatı...
1- Yasa başkanlar için şikeye 18 yıla kadar hapis getiriyor.
2- Talimat ise 3 yıla kadar spor müsabakalarından men... (Hem disiplin hem de müsabaka talimatı, ayrıca küme düşme cezası da öngörüyor.)
İlki çok ama çok ağır. Dünyadaki örnekleri 2 yılı aşmıyor...
İkincisi çok ama çok hafif. Sıklıkla ‘ömür boyu men’ veriliyor. (Bizde ise sadece hakemlere bu ceza veriliyor.)
Şimdi soralım:
Yöneticiler bunların hangisini ve nasıl değiştirmek istiyorlar?
Neden şimdi istiyorlar?
Şike dünyanın her yerinde var olan bir beladır. Adli cezaları da olmalıdır tabii, ama asıl cezası sportif olmak zorunda.
Bunu yöneticiler oturup konuşmadı. Zamanında taraftar ve medya ‘bu yasa hatalı’ diye bağırırken kulaklarını tıkayanlar şimdi ağlıyor.
Bu öngörüsüzlüklerinin cezasını çekecekler ama nasıl...
Böyle bir öngörüsüzlük içinde olanların Türkiye’de futbolun temel taşları olan kulüpleri yönetmeye hakkı olmalı mı peki?
Yıllardır “Türk Futbolu’nu Kulüpler Birliği yönetmeli” diyen ben, bugün dehşet içindeyim. Meğer kendi çıkardıkları yasaları bile okumamışlar bunlar...
Şimdi bu tembellik ve öngörüsüzlük içinde olanlar, 2013-2014 sezonunda UEFA onları bütçe dengesizliği nedeniyle Avrupa’ya almadığında ne yapacak?
Ekonomik kriterlere uyulmadığı için defterler incelenmeye başlandığında 900 bin Euro’luk oyunculara nasıl olup da 4.5 milyon Euro verildiğini nasıl anlatacaklar? İşte asıl kıyamet o zaman kopacak Türk Futbolu’nda...
O gün defterler açıldığında...
Galatasaray’ın yolu
Kazım’dan santrfor olur. 4-4-2’nin sağı da olur. Ama 4-3-3 ve varyasyonlarının kanadı olmaz. ‘Baros oyundan çıkarken neye kızdı?’ diye sorarsanız, bence en çok bu duruma kızdı. Sadece ayağına top isteyen bir pozisyon oyuncusu Kazım.
Bu kadarla kalmıyor...
Orta üçlüye bakalım; Selçuk, Melo, Sabri...
Sabri önde bilinçli bir şekilde ‘serseri mayın’ olarak bırakılmış. Rakibin top yapmasını engellemek amacıyla.
Ama rakip orada top yapmıyor ki? Orayı pas geçiyor... Sabri daha geride 360 dereceyi kontrol ederek oynamayı bilmiyor. Böyle olunca savunmanın önünde sabit bir ön stoper gibi oynama görevi Melo’da oluyor. Böyle bir iş için fazla değerli bir oyuncu o.
Selçuk ne oluyor bu durumda? Arkada sabit bir Melo, sağda sabit bir Kazım, şahane bir delici ama pas verecek adam bulamayan, sürekli geri basan bir Eboue. Ve kalabalıkta markajlanan Baros’la ne olabilir ki?
Bu kadar oluyor.
Galatasaray hazır olduğu anda Elmander-Baros ikilisini birlikte sahaya sürmek zorunda. Melo ve Selçuk’u iki çift yönlü olarak kullanıp, ön stopersiz sisteme geçmek mecburiyetinde aynı zamanda. O zaman Kazım sağda oynayabilir. 4-2-4’ün sağı olarak...
Şimdilik çıkar yol bu gibi...
‘’Vahim başlangıç‘’
-Baros gibi bir santrforla oynuyorsanız orta sahanızı daha fazla içeriye sokmanız gerekiyor. Tek başına herkesle kavga etmesini bekleyeceğiniz oyunculardan değil o.
Tabii ki ilk yarının, ilk 20 dakikasındaki ceza sahası önü yığılmalarından bahsetmiyorum.
-Eğer savunmanın arasına bir kaç oyuncuyla sürekli dalıp pas seçeneklerini çoğaltmıyorsanız, bu yığılmaların getirisi sadece kalabalık savunmaya erken ortalar oluyor. Herkes elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırken dahi ancak bu kadarını üretebiliyorsunuz. Böyle maç kazanılır mı? Tabii ki kazanabilirsiniz. Ancak sürekli kazanmak zor olur.
-Halbuki Selçuk İnan’ın geçen yıl Burak Yılmaz’la kurduğu bağa benzer bir oyun birlikteliğini bu yıl Baros’la kurabilmesi mümkün. Ancak sürekli ayağına top isteyen ve tüm üstün fizik özelliklerine rağmen statik oyundan kurtulamayan Kazım ve sadece iyi bir bozucu gibi oynayan Sabri’yle Baros’un başındaki markaj kalabalığını hafifletmek kolay değil. Selçuk’un da yanında tüm işleri paylaşabileceği bir Colman’ı yok...
-Takımdaki bu hal, daha üst standarttan gelen oyuncuları aşağı çekiyor. Ujfalusi hücum zenginliği eksikliğini gidermek için hep önde. Melo onun açıklarını kapatmak için hep arkada. Eboue her çıkışında pas verecek yeterli boş adam olmadığı için geri basıyor... En önemlisi Selçuk’un hücumda neredeyse hiç olmayışı. Kafası karışık. Belli bir oyun şablonundan çok, onun yaratıcılığına kalmış bir yapı var. Ama bu doğaçlama oyun için yeterli alışkanlığın oyuncular arasında olduğunu söylemek olanaksız.
-Galatasaray’ın tüm bu genel duruma bakıldığında, son dönemlerin en kötü lig başlangıcını yaptığını söylemek yanlış olmaz. Tabii her şeyin Rijkaard döneminin tersine işlemesi de mümkün...
-Ancak şunun çok dikkat çekici olduğunu söylemek lazım. Sahada belirgin hiçbir hücum şablonu görünmüyor. Sadece kalabalık olarak ceza sahası önüne yığılıyorlar. Ve hemen tüm akınlar kalabalığa atılan bir ortayla bitiyor. Böyle uzun bir savunma ve usta bir kaleciyle karşılaşıldığında ise durum vahim oluyor.
Kabul etmek lazım ki dünkü pozisyonlara bakıldığında çok daha vahim olabilirdi.
-Hocayı ilk maçtan derin bir şekilde eleştirmek hakkaniyetli olmaz. Her şeye yeniden başlamak kolay değil.
Ancak her şeyin bu kadar Galatasaray’ın lehine olduğu bir lige, skordan bağımsız olarak bu kadar kötü bir performanla başlamak da anlaşılır değil.
‘’Soğukkanlı ve sabırlı‘’
Savunmanın önünde Selçuk Şahin ve Mehmet Topal’la 6’lı bir savunma hattı oluşturmuştuk. İleride Umut, Burak ve Arda’ya ihale edilmiş hücum ile savunma arasında bağlantıyı Yekta ve Sabri’nin sağlaması bekleniyordu, belliki.
Yekta karmaşık işlerden kaçındı, mümkün olduğunca basit oynamaya çalıştı. Hiddink’in istediklerini yapmış olsa gerek ki, oyunda kaldı. Sabri’nin kendi standartlarının çok ötesinde bir pas ve orta isabetiyle oynayışı gecenin sürpriziydi. Kazakistan maçında eksik kalan sağ kanat bindirmeleri, bu kez Arda’nın performansıyla birlikte bizi gole yaklaştıran temel yoldu. Burak Yılmaz eğer üstün atletik özelliklerine bir şey daha ekleyebilmiş olsa maçı rahatlıkla kazanabilirdik. Havadayken vücuduna hakim olmanın, sert durmanın bir yolunu bulup, kafa vuruşlarını etkili hale getirmek. Burak 22-23 yaşından sonra birçok gelişme sağladı. İnanıyorum bu yönde de ilerleyecektir. Ona yardım eden Umut’un öndeki presi ise zaman zaman bize fayda sağladı, ancak istediğimiz seviyede değil. Çünkü orta sahamız defansif işlerle meşguldü. Umut da doğal olarak hücumdan çok orta sahada çalıştı.
Genel olarak sevinmemiz gereken en önemli şey ise soğukkanlı oynayıp, oyunu pasif bir şekilde kontrol etmemiz gereken bir maçı zorlanmadan, dağılmadan tamamlayabilmemiz oldu. Beraberlik istiyorduk, buna uygun bir 90 dakika oynadık. Rakibin 70. dakikada hücum değişikliğine saha içi bir çözümle hemen cevap verebilmemiz, oyuncu değişikliği yapmayışımız, Hiddink’in istediklerini herkesin tam olarak yaptığı gösteriyor. Bu güzel ama bizim istediğimiz böyle bir futbol mu, onu daha sonra tartışırız.
‘’Sorunlar büyük ama...‘’
Aksi halde sizin yetenekleriniz ya da rakibin güçsüzlüğü bir anlam ifade etmiyor.
Açalım:
Top sizde ve karşısınızda bir blok halinde 8 kişi duruyor. Bu bloğu dağıtmak için topu en sağdan en sola en hızlı şekilde dolaştırmanız ve bu bloğu gevşetmeniz lazım. Topu yürüme hızıyla çevirdiğiniz sürece bu blok gevşemiyor, koridorlar açılmıyor.
Bu top çevirme sırasında bireysel olarak da topsuzken hareketli olmak şart. Her bir oyuncunun topa sahip olan arkadaşı için bir pas seçeneğine dönüşmesi temel gereklilik. Böyle olunca rakip hem alanı hem de sizi kontrol etmek zorunda kalacağından defansif yapı iyice gevşer.
Ancak bizde herkes pozisyonunda bekliyor. Markajda olmak önemsenmiyor. Top da Selçuk’tan Emre’ye ondan yeniden Selçuk’a dönüp duruyor.
Top kaptırıldığı anda nerdeyse hemen orada basacak yakınlıkta durmak lazım. Oysa özellikle iki savunma kanadımız hiç orta sahamıza yakın olamadı. Hep rakibi kovaladık. Yediğimiz gol de aynı şekilde 40 metre önce müdahale etmemiz gereken pozisyona 40 metre seyirci kaldık. Tamam bu bir şans golüydü. Ama topun oraya kadar gelmesinin şansla alakası yok...
Şimdi bu sorunları Hiddink’le, ‘kadroda o var bu yok’la anlatamayız. Her zamanki gibi, bu saçma yola girersek yine temel meseleyi ıskalarız.
Bizim sorunumuz hoca sorunu değil.
Sorunlar büyük. Ancak biz onları çözmek bir yana daha teşhisi koyabilmiş dahi değiliz.
O şişeyi kim attı?
Kazakistan maçında uzun süredir görmediğimiz cinsten bir milli seyirci vardı: Çok kötü bir oyuna rağmen neredeyse hiçbir olumsuz tepki vermeden sonuna kadar desteklediler. Kulüp takımlarında dahi göremediğimiz bir tavırdı bu. Eleştiriyi sona bırakıp takımın parçası oldular. Stadın ve harika akustiğinin hakkını sonuna kadar verdiler.
Maçın büyük bölümünde bu çok iyi seyirciye bakarken dikkatimi çeken bir durumu da paylaşayım. Arena’da numaralı ve kapalının önünde tel barikat yok. Ama kale arkalarında var.
Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum. Tamam dünyanın başka statlarında da benzer uygulamalar olabiliyor. Bunun da ne anlama geldiğini bilmiyorum. Daha sert taraftarlar kale arkasında diye mi?
Tabii insanın aklına uzun süredir sormadığımız bir soru geliyor?
Batuhan kardeşin kafasına o şişeyi kim nereden atmıştı?
Hâlâ bulunamadı değil mi?
Burak ve Selçuklar
Penaltı kaçınca eleştirilmek normal. Ama böyle bir maçtan sonra kurban edilmek? Kazak maçındaki Burak Yılmaz’ı eleştirmek için gerçekten oyunu seyretmemiş olmak lazım. Attığı gol, yarattığı endirekt serbest vuruş, son dakikada aldığı faul, verilmeyen gol...
Önde hep ısıran adamdı. Savunmacıların yapmadığı kadar savunma yaptı. Orta sahaların yapmadığı kadar poziyon yarattı.
Bu oyunda Selçuk İnan’ı özlemiş olmasının payı büyük olmalı. Bu iki oyuncuyu birbirinden ayırmamanın bir yolunu bulmak gerekiyordu.
Ne Trabzon ne Galatasaray bunu yapabildi...
Gelelim diğer Selçuk’a. Hiddink muhtemelen, İnan, Ekici, Emre orta sahasının bu maçta her şeyi çözeceğini düşünüyordu. Kağıt üzerinde gerçekten iyi bir ekip. Ancak takımın genel hareketsizliği Ekici’yi çok etkiledi. Tek top yapacak kimse bulamayınca sürekli geri döndü. Mesut
Özil de bu takımda olsa farklı olmaz. O oyunu açamayınca Hiddink bir ön stoper oyuna alıp Emre ve İnan’ın hücum yönünde rahatlamasına karar verdi. Bence çok yerinde bir tercih bu. Emre sakatlanıp anında golü de yiyince bu plan hemen yattı.
Eleştirmek haktır. Ama neyin neden olduğuna bakıp sonra eleştirmek de bir görev olmalı.
Kol saati
Hiddink göreve geldikten sonra ABD kampında ilk antrenman yapılmaktadır. Antrenman biraz uzar. Oyuncular hafiften şikayete başlar.
Ertesi gün antrenman öncesi oyuncular bir hediye getirirler Hollandalı’ya.
Bir kol saati...
Hiddink bugün bu hediyeyle yapılanın zekice bir espri olduğu söylüyor. Ama derinde anlattıklarının da önemli olduğuna dikkat çekiyor.
Yeni dünya çapında bir hoca göreve gelmiş. Eskiler yeniler kalabalık bir ekip bir ilk izlenim kampına çıkmış. Herkesin kendisini ispatlama vakti gelmiş.
Böyle bir ortamda çalışmaktan şikayet edebiliyorsanız ya her şeyi aşıp bitirmiş olmalısınız. Ya da emeklilik vaktiniz çoktan gelmiş olmalı.
Biz böyle biz zihniyet yetiştiriyoruz işte. Sorun burada. Hiddink’te, Terim’de, Rijkaard’da vs. değil...
‘’Her şeyi denedik ve kazandık‘’
Hiddink diziliş olarak her şeyi denedi. 4-3-3, 4-2-3-1, 4-5-1 hatta maçı 4-4-2’yle tamamladık. İlginç olan bütün bu denemelerden futbol adına farklı bir şey çıkamamasıydı. Temel problemimiz şuydu: Topu çok yavaş çeviriyorduk ve pas seçenekleri hep çok azdı. Dolayısıyla Kazakistan savunması içinde geniş alanlar yaratamadık. Ancak rakip, hem oyuncu kalitesi hem de takım özellikleri açısından o kadar zayıftı ki her içeri dalmak isteyen oyuncumuz bunu rahatlıkla yapabildi.
Rakip kötü savunma yaptı
Burada ortaya çıkan temel sorun ise, hücum oyuncularımızın kalitesiydi. Kabul edelim ki asist ve şut kalitesi açısından yerlerde sürünüyor. Çok da yanlış fikirlere kapılmayalım. ‘Rakip çok iyi kapandı, savunmalarıyla bizi bezdirdi’ gibi fikirler gerçek dışıdır. Çok kötü savunma yaptılar, çok kötü oynadılar ve çok kötü bir kalecileri vardı ama biz de pek iyi değildik. Hiddink’in değişikliklerinin detaylarına girersek zaten bu sorunu görebiliriz. Selçuk Şahin’i oyuna alması çok anlaşılamayabilir. Ancak sahada görünen bir sebebi vardı. Mehmet Ekici, Selçuk İnan ve Emre’den oluşan orta saha bir türlü iki yönlü oyuna geçemedi. Ya defansta kaldılar ya da gittiklerinde geri dönemediler. Bunun üzerine Hollanda’lı Selçuk Şahin’i ön stoper yaptı. Emre’yle Selçuk İnan’a da ‘gidin hücumun merkezi olun’ dedi. Sorun şu ki bu iki yetenekli adamdan istediğimizi alamadık. Yine savunma ve hücum olarak ikiye bölündük. Bu bölümde Kazakistan’ın orta sahayı iyi kullanması onları kolay kontra oynayan bir takım yaptı. Yani nitekim ön stoper hamlesi mantıken doğruydu ama pratikte istenen sonucu vermedi.
Santrfor problemi var
Gökhan Töre hamlesi ise mantıken soru işaretleriyle dolu olmasına rağmen pratikte çok başarılı oldu. Genç oyuncu sol kanadı mükemmel kullandı. Ancak santraforsuz oyun nedeniyle yaptığı servisler sonuçsuz kaldı. Burada Hiddink’in tercihlerini sorgulamak yanlış olur, çünkü memlekette bir santrafor problemi var. Avusturya maçına gelirsek Selçuk’un yokluğu bizi derinden etkileyecek. Hele Emre’nin de sakatlığı da varken... Ancak dün de görüldü ki Arda’nın liderliği, yılmaması bu açıkları kapatabilir. Keşke bildiğimiz eski Tuncay da varolsaydı. Bu maçta yaşanan sıkıntıları unutup yeni bir plan yapmak lazım. Hiddink’i eleştirmek mümkün. Ancak şu anda içinde bulunduğumuz duruma bakmadan Hollandalı’yı yok etmek de insafsızlık olur. Hangi futbol seviyesinde olduğumuzu bir düşünüp, oyuncu kalitesi seviyesine bakmamız bu elemeler bittikten sonra yapmamız gereken ilk şey. Hoca harcamak hiçbir şeye
çözüm olmuyor.
‘’Garp kurnazlığı‘’
UEFA Fenerbahçe’yi men etmiyor. Çünkü ederse Fenerbahçe UEFA’ya karşı bir hukuk mücadelesine girişip, hemen CAS’a giderek bu hakkı geri kazanabilir. Hatta daha kötüsü, o zamana kadar da Şampiyonlar Ligi’ni dahi oynatmayabilir.
Dolayısıyla davayı bir iç sorun haline getirmek gerekiyor. UEFA bu nedenle Fenerbahçe’yi TFF’ye men ettiriyor.
Ancak Trabzonspor’a vizeyi verme işini TFF üstlenmiyor. Çünkü öyle olursa TFF için Trabzonspor’u şampiyon ilan etmek ve Fenerbahçe’yi anında küme düşürmek zorunluluğu doğar. TFF bunu yapmak istemiyor.
Daha doğrusu TFF’nin bunu yapmasını Trabzonspor’u yönetenler dahil hemen hiçbir futbol aktörü istemiyor. Federasyon’un üzerinde baskı kurup Fenerbahçe’yi ligde tutması için pres yapıyorlar.
Bu yüzden Fenerbahçe’yi kendisi men etmeyen UEFA, Trabzonspor’u çağırma işini bizzat kendisi yapıyor.
Bu durumun sağladığı bir başka avantaj ise ülkenin topyekun itirazının önünü kesmek. Bu tip durumlarda sıralamada bir alttaki ülkenin temsilcisini çağırmayı adet edinmiş olmasına rağmen, UEFA; Şampiyonlar Ligi elemelerinde elenmiş olan Trabzonspor’u çağırıyor.
Misal; Belçika temsilcisini çağırsalar tüm Türkiye’yle uğraşacaklar. Ama bu şekilde her şeyle uğraşması gereken TFF oluyor. Ülke kamuoyu bölünüyor. UEFA rahat ediyor.
Bu kurnazlık işinde ‘şark’a fazla yükleniyoruz sanki...
Hissedarlara kim hesap verecekti?
UEFA, TFF’ye “Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’nden çekilmesini sağlayın” dedi.
Bunun üzerine, TFF de Fenerbahçe’ye “Şampiyonlar Ligi’nden çekilmelisiniz...”
Fenerbahçe yöneticileri bunu yapamazdı. Çünkü hiçbir resmi neden olmadan hissedarların elindeki hisselerin değerinin düşmesinden, büyük gelir kaybından sadece onlar sorunlu olacaktı.
Fenerbahçe yöneticilerinin bu kararı TFF’ye bırakmaları doğrudur. Bunun aksi düşünülemezdi. Doğru yaptılar.
Trabzonspor’la el ele
Trabzonpor yöneticilerinin bugün Federasyon’a başvurup, “Şampiyonluğumuz verilmeden Şampiyonlar Ligi’ne katılmıyoruz” demeleri gerekir.
Bu, Fenerbahçe’nin Bank Asya’ya düşme isteğiyle birebir örtüşen ve fiili durumu resmi hale çevirecek bir taleptir.
Başmüfettiş Cornu, ‘Özel Yetkili Savcı’yla görüşmesinden sonra UEFA, Trabzonspor’u hem de TFF’ye Fenerbahçe’yi men ettirerek Şampiyonlar Ligi’ne çağırdıysa... TFF de buna onay veriyorsa, tek bir sonuç çıkar.
Savcılık, Trabzonspor’un herhangi bir suçu olmadığını düşünüyor.
Fenerbahçe’nin ise suçlu bulunacağından hiçbir şüphe duymuyor.
Bunun sonucunda TFF, Fenerbahçe’yi atıp Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi’ne alınmasına itiraz etmiyorsa, hemen bugün Trabzonspor’u geçtiğimiz yılın şampiyonu ilan etmelidir.
Bu başvuruyu 82 puanlı iki kulübün birlikte yapması da gelecek açısından önemlidir.
Çünkü bugünkü şartlarda bir Trabzonspor-Fenerbahçe maçının oynanabilmesi mümkün değildir. Bu tip yakınlaşmalar işe yarayabilir.
ABD’de oynansın
Fenerbahçe-Trabzonspor (ya da tersi) karşılaşmasının nasıl oynanabileceği konusunda herhangi bir fikri olan var mı?
Aklı başında hangi insan evladı, o maça çocuğunu yollar?
İsterseniz 16. değil de 116. haftaya ayarlayın... (Bu ayarlama da başka türlü bir şikedir ya...)
Daha 3 ay evvel Bursa- Beşiktaş maçını yaşamış olan bu ülkede, gelecekteki derbiyi düşünüp uykusu kaçmayan var mı?
O maçlara gidecek, sahaya çıkacak oyuncuların, hakemlerin, gazetecilerin, emniyet görevlilerinin sırtına yükleyeceğiniz yük kaldırılabilir cinsten değil.
O maçları sadece Kadıköy ya da Trabzon’da değil, Konya’da, Köln’de oynatmak da ölümcül sonuçları etkilemez.
En iyisi şöyle; Salt Lake City, Seattle vs’yi ayarlayın. Herkesin kafası rahat olsun.
Futboldan gelenler
Aykut Kocaman’ın ‘Lutfi Arıboğan göndermeleri’ şaşırtıcı değil mi?
Futboldan gelenlerin futbolu yönetmesi isteğine itiraz edecek değilim. Mantıklı bir yaklaşımdır...
Ancak bir isim vermek lazım gelmez mi?
Lutfi Arıboğan hangi; iyi eğitim görmüş, bir hayat görüşü oluşturmuş, yabancı dil bilen, analitik zeka sahibi, yöneticilik geçmişi olan eski futbolcunun önünü kesiyor hocam?
Lutfi Arıboğan’ın işini çok iyi yapıp yapmadığı bir tartışma konusudur. Ancak kimin hakkının yendiğini de söylemek gerekir.
Futbolu futboldan gelenler yönetsin. Tamam... Peki kimler?
Aykut hocadan duyunca insan şaşırıyor doğrusu. Başka tür kafalardan bunu çok duyduk, ama Kocaman başka bir düşünce yapısını temsil ediyor. İnsanı üzüyor.
Ama diğer taraftan şunu da söylemek lazım ki, bu istek bence yakında gerçek olacak.
Çünkü sanırım yakında futbolculardan başka kimse futbolla ilgilenmeyecek.
Mutlu bayramlar!
‘’Yeni bir ihale yapılır mı?‘’
Digiturk bu ligin yayın haklarını uzun vadeli olarak satın alırken, 400 milyon doları kaç derbi için verdi?
Önem sırası ve ekonomik değer var olmakla birlikte toplam 12 derbi için ödendi bu para. Yani tamamı olmasa da misal 400 milyon doların yarısı 12 derbi için ödendi diyebiliriz.
Şimdi play-offlu statüde, final niteliğinde, yani değeri belki normal sezon derbilerinin iki-üç katı olan 12 derbi ihtimali daha olacak. Peki bunun için ayrı bir ihale açılacak mı?
Açılırsa normal sezon ihalesinde ödemeyi taahhüt ettiği parayı Digitürk öder mi? Hayır...
Dolayısıyla play-off’a özel yeni bir bir ihale olmayacak.
Peki diğer platformlar ya da TV kanalları 24 tane derbi olacağını bilsek biz de girerdik bu ihaleye demez mi?
Bakın, sporun özüyle ilgili olarak öncelikle bilmemiz gereken şudur:
Maç oynanırken kural değişmez. Yayıncı kuruluş için maç devam ediyor. İhale bitene kadar kural değiştirmek mümkün değildir.
Ligin statüsü böyle derinden değişirse ihale iptal olmalıdır. Çünkü diğer platformlara haksızlık yapılmış olur.
İhale iptal olursa da bu sefer Digitürk haklı olarak tazminat ister.
Dolayısıyla ligin statüsünü değiştirmek mümkün değildir.
Eğer Fenerbahçe ve Beşiktaş düşerse yayıncı yükümlülüklerini gözden geçirir demek bir fikirdir. Karşı çıkılabilecek bir fikirdir. Çünkü futbolun özünde düşme vardır. Yani büyüklerin düşme ihtimali hep vardır. Ancak ne olursa olsun tartışılması gereken bir fikirdir.
Öte yandan derbi sayısının ikiye katlanma ihtimali hiç yoktur...
Bu fikir ortaya atılabiliyorsa 12 derbi ihtimali daha doğduğunda o yayının değeri en az iki katına çıkar.
Veren var mı?
Buna şoklama derler
Türk spor tarihin en büyük krizlerinden biri yaşanıyor...
Ne olursa olsun futbola dönmek, futbol konuşabilmek zor...
Hakkını vermek lazım... Bu zorluğu TFF kolaya çevirdi. Hem de bir hamlede.
Bir kulüp Messi’yi transfer etse, karşılaması vs. bir hafta on gün sonra yeniden şikeye dönecekti mevzuu.
Şimdi play-off teorisi ve soruşturmayla ilgili yayın yasağı üst üste geldi.
Ve futbola dönüldü.
Mecburen herkes bunu konuşmak zorunda.
Kalbi durmakta olan hastaya bastılar şoku, tartışmanın seyri değişti.
Eğer lig zamanında başlasaydı bugün 3. haftayı oynamış olacaktık.
Bugüne kadar kamuoyu önünde hiç tartışılmamış böyle bir yapısal değişiklik böyle bir takvimde ortaya atılıyorsa bu piyasayı şoklamak içindir.
Trabzonspor ve Galatasaray kanadı buna haklı olarak itiraz ediyor. Ama söyledikleri gibi bu gündemi değiştirmek değil.
Yani o kadar basit değil.
Çünkü bu hamle onları da futbola döndürdü farkında değiller...
Havuzun ruhuna aykırı
Yukarıdaki 4 takıma ekstradan 6 hafta maç yaptırmak, havuzun ruhunu bozar.
Türkiye yayın gelirlerinde Fransa’dan sonra Avrupa’daki en eşitlikçi paylaşımlardan birini yapıyor. Bunda Aziz Yıldırım ve Levent Bıçakçı’nın payı büyüktür. (Trabzonspor dahil kimse onların bu konuda haklarını ödeyemez)
Bu devrimci-eşitlikçi ve hatta aslında pozitif ayrımcılık içeren bir sistemdir.
Temel olarak ‘futbolun ürünü maçtır’ı motto olarak alır.
-Yani %90’ın üstünde insan büyükleri seyretmek istiyor.
-Ama onların maç yapabilmesi için rakibe kesin bir ihtiyaç var.
-Dolayısıyla sattığın aslında sadece büyük takım değil. Küçük takımın da hakkı diğeri kadardır.
Play-off’la bu analitik zincir kırılıyor.
Çünkü aslında eğer son 20 yılda %86 oranında ilk 4’ü kaplayan 4 büyükse... Kurduğunuz 4’lü play-off sistemi defakto olarak yeni bir ligdir...
Bu da havuzun ruhuna aykırıdır. Sistemi paramparça eder.
Bu sene olsaydı
Bu sene uygulanmış olsaydı Antep Fenerbahçe ve Trabzonspor’un 11 puan gerisinde olacaktı. Antep’ten ırak olsun, başka bir takım diyelim. Xspor misal...
İlk maçta Xspor, Z spor’a yeniliyor ve zaten az olan şansı iyice azalıyor. Sonra Fenerbahçe’de yeniyor X spor’u ve şansı sıfır oluyor. Trabzsonpor maçına ne motive edecek onları? Şampiyonluk şansı yok. Şampiyonlar Ligi de...
Demek ki bu sistem şike önleme işine yaramayacak.
O zaman geçiniz...
Küme düşmek gibi
Yine bu sene uygulanmış olsadı bu sistem. Beşiktaş ve Galatasaray dışarıda kalacaktı. Muhtemeldir ki biraz daha fazla sıkarlardı kendilerini ama yine ilk 4’e giremeyebilirlerdi. O zaman ne olacaktı peki?
Bugün 5. olmak sadece 5. olmak. Play-off’un dışında kalmak ise ise bu küme düşmekten farksız. Düşünün bir büyük diğerinden en az bir ay önce sezonu bitiriyor. Bugünün gerginliğini kaldıramayanlar için bu sistem
sakinleştirici olmaz.
Karar: Şike yok
Bu Kulüpler Birliği’nin kararı. Trabzonspor direkt müşteki olduğunu hissettiği için karşı çıkıyor.
Galatasaray’da ise içerideki bir kanat şike konusundaki kararın karşısında gibi. Diğer kanat da bundan rahatsızlık duymuyor. Çünkü hem kamuoyu baskısını hafifletiyorlar hem de sistemle barışık kalabiliyorlar. Bunun dışında kulüplerin oy çokluğuyla vermiş oldukları karar şudur: Şike yok!
Kararın doğruluğunu yanlışlığını tartışmıyorum. Fotoğraf budur...
Hesap da basittir:
Eğer daha önce oynanması mümkün görülmeyen ve ertelenen lig yapılan araştırma sonunda aynı takımlarla oynanmaya başlanacaksa ortada bir karar var demektir.
Aksi taktirde yine ertelenebilirdi. Tek devreli oynanabilirdi. Play-off olabiliyorsa iki gruba bölünüp, sonra play-off yapılabilirdi. Yani iddianame beklenebilirdi.
5 takımın küme düşme olasılığıyla bir lig başlayamaz. Dolayısıyla böyle bir olasılık yok demektir. Ve yine dolayısıyla bu bir erteleme değil, karardır.
Birbirimizi kandırmayalım.
Futbol kendisinin temiz olduğuna karar verdi.
Ve bu kararı veren İstanbul’un baronları değil, hep onlardan şikâyet eden Anadolu kulüpleri oldu.
Play-off nasıl olur?
Peki play-off asla olmaz mı? Olur. Ama elemeyle. Play-off ruhu gereği puanlama sistemine uymaz. Basketbol Ligi’nde olduğu gibi 8 takımlı. 1’e 8, 2’ye 7, 3’e 6, 4’e 5 eşleşmesi ve karşılıklı deplasmanlı oynatabiliyorsanız ne âlâ. Heyecandan hep beraber ölürüz.
Bunun dışında kalan ise kimse kusura bakmasın sadece saçmalıktır. Belçika’yı örnek göstermek ise komik. 2 yıl hükümet kuramayan bir ülkeden örnek almak için fazla büyüğüz.
Ya sonuçlar
Kuşkusuz bu kararın sonuçları olacaktır.
Misal adı geçen kulüpler bu sene ekstra bir başarı sağlamaka isteyeceklerdir. Hatta bunu Avrupa’da da yapmaya çalışacaklardır. Bu onlarda doping etkisi yapar. Hiç suçu olamayan bir senede, Avrupa’da atıyorum çeyrek final oynayan ligde kupada şampiyonluk kazanan bir takımı bir önceki sezon için düşürmek itip kakmak yürek ister.
Bu yılın da ruhu budur.
3








































