‘’Üç puanla başlamak önemli!‘’
Fenerbahçe sezona iddialı bir kadro kuran Adana Demirdpor maçıyla başladı. Hem de ülkenin en sıcak illerinden biri olan Adana'da.
Gerçeği söylemek gerekirse Gustavo'nun direğe takılan şutu dışında bir varlık gösteremedi, rakip kalede tehlike yaratamadı.
Zaten Altay, Zajc, Szalai, İrfan Can ve biraz da Mesut dışında oynanan oyunu bir tık yukarı çıkarmsk için itiraz edecek performans ortaya koyan başka futbolcusu da olmadı bu yarıda. Buna karşın ilk kırkbeş dakikada daha etkili oldu öne geçecek şanslar da buldu Samet Aybaba'nın öğrencileri. Altay ve Szalai etkili oynayarak sarı lacivertlilerin soyunma odasına gol yemeden gitmesinin baş aktörü oldular.
İkinci yarıya oyuncu ve sistem değişikliğiyle başladı Vitor Pereira. Doğrusu bu değişikliklerin karşılığını da ikinci yarının hemen başında aldı Potrkizli teknik direktör.
Oyunda kaldığı sürece hayaletlerden farksız bir görüntü ortaya koyan Samatta'nın yerine giren Serdar Dursun çok doğru zaman ve şekilde topu maçın kahramanlarından biri olan İrfan Can'a aktardı o da klasına yakışır şekilde taşıdığı topu asiste dönüştürünce Mesut Özil kariyerindeki en kolay gollerden birini attı.
Dün akşaki maç elbette ölçü değil ama sanki Fenerbahçe
üçlü defansla oynarken işkence çekiyor, oyuncuların yarısından fazlası kalitelerini inkar eden bir prrformans ortaya koyuyor.
Elbette Pelkas ve Valensia'nın yokluğu önemli bir handikaptı fün akşam, bu gerçeğin altını da çizmek lazım. S Hele Serdar Dursun da sakatlanınca santraforsuz oynamak zorunda kaldı sarı lacivertli takım. Dün akşamki maçta Samatta'nın halini düşünürsek Fenerbahçe'nin en kısa zamanda kaliteli bir golcü transfer etmesi tartışılmaz hale geliyor bence.
Sakat ve formsuzların yanına Adana sıcağı ve Adana Demirspor'un kaliteli kadrosunu da koyarsak bu galibiyet daha da önem kazanıyor.
‘’Olacak iş mi bu?‘’
Liglerin başlamasına iki gün kaldı ama hala gerekli hatta zorunlu olan takviyeyi yapmadı, kadrolarını şekillendirmedi çoğu kulübümüz.
Şüphesiz mali kriterlerin de azımsanmayacak payı var bu geç kalınmada.
Ancak bana kalırsa bu tuhaflığın asıl nedeni başkan ve yöneticilerin vizyon yetersizliğidir.
Açıkçası çok büyük bir hoşgörüye sahip olsanız bile yerleşik hale gelmiş bir yetersizliği hatta umarsızlığı görmeden edemiyorsunuz.
Bütün bunların bir vebali var ama aslında faturası da var ve maalesef genelde fatura sadece kulübe yazılıyor yıllardır.
Oysa kulüplerimizi yönetenlerin büyük bir çoğunluğu saygın iş insanlarıdır. Kendi iş yerlerinde istihdamda kılı kırk yarıyorlar. Her konuda asla geç kalmadan gerekli adımı atıyorlar, boşluğa, ihmale izin vermiyorlar ki, kesinlikle haklılar.
İyi de iş, kulüplerimizi yönetmeye gelince neden rahmetli Süleyman Seba, Özhan Canaydın, İlhan Cavcav gibi kulüpleri adına hassas davranmıyorlar başkanlar ve yöneticiler.
Büyük vaatlerle geliyorlar ve kulübün borcunu ikiye, üçe katlayıp arkalarına bakmadan çekip gidiyorlar. Neresinden bakarsanız bakın yanlış, haksız bir durum var ortada.
Şu anda başlarında Demokles'in kılıcı gibi sallanan mali kriterlerin sorumlusu da yönetici ve başkanlardan başkası değil.
Teknik direktöre rağmen yapılan transferler, sakat ve yaşlı futbolcularla yapılan uzunca anlaşmalar.
Misal, teknik direktör konusunda hayli istikrarsız olan bir kulübümüzdür Fenerbahçe. Taraflı tarafsız herkesi hemfikirdir bu konuda.
Buna rağmen Dirar'la bu kadar uzun sözleşme yapmak sorumsuzluk değil mi? Keza teknik direktör belli değilken transfer edilen Caulker mesela. Buyurun işte, "Benim sistemime uymuyor" dedi hoca, ne olacak şimdi, bu faturayı neden kulüp ödesin ya da?
Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray başta olmak üzere her sezona şampiyonluk iddiası ve vaadiyle başlayan bir takım kadrosuna son şeklini vermekte, gerekli takviyeleri yapmakta nasıl bu kadar geç kalır kalabilir, olacak iş mi bu?
‘’Bu çocuk okur!‘’
Yürünecek yol var daha. Dolasıyla daha çok yorulacak, fazlasıyla terleyecek Vitor Pereira ve öğrencileri.
Ve hazırlık maçlarının sonuncusunu yaptı Fenerbahçe dün akşam. Ancak toprağı bol olsun, Valeri Lobanovski'nin inşa ettiği ve Mircea Lucescu Dinamo Kiev'ydi bu kez rakip. Dolayısıyla pabuç pahalıydı, "Takım olmak" yolunda hayli mesafe kat etmiş, kolay kolay rakibe alan ve zaman bırakmayan bir Ukrayna şampiyonu vardı karşısında sarı lacivertlilerin.
Henüz yeni teslim aldı bu kadroyu Portekizli teknik direktör. Düşündüklerini bu kadar kısa sürede öğrencilerine anlatabilmesi, sistemini benimsetmesi, futbolcularını sistemine inandırıp ikna etmesi öyle pek kolay değil.
Bütün bunları anlarım, saygıyla karşılarım. Ama kulüp yönetici ve başkanlarının hocaya rağmen yıllardır kadro oluşturmalarını ve sakat anlayışı yerleşik hale getirmelerine saygı duymadım, duymuyorum.
Yıllardır yazar ve söyleriz; "Beyler, teknik direktörünüze rağmen transfer yapmayın. Lütfen hocanızın görüş ve önerileri doğrultusunda kadronuzu şekillendirin"
Ama dinleyen kim, gene kafalarına göre hareket ediyorlar maalesef kulüplerimiz.
Sayın daha Vitor Pereira gelmeden transfer edilen Caulker hazırlık maçlarında bile henüz ilk on bire giremedi gördüğünüz gibi.
Keza muhtemelen Sayın Ali Koç tarafından iskelet kadroda düşünülen Caner Erkin Portekizli teknik direktör tarafından kadronun dışına itildi.
Yukarda da altını çizdiğim gibi uzun ve engebeli Vitor Pereira futbolcularının. Ama buna rağmen dün akşamki maçta güven verdi Mesut Özil, Atilla Szalai ve Altay Bayındır.
Işıldayanlar ise Ferdi Kadıoğlu, Miha Zajc ve İrfan Can oldu dün akşam.
‘’Yazık!‘’
Yazık ki, ne yazık. Asırlık kulüplerimiz yeryüzünün en ateşli, özverili taraftarlarından birine sahip oldukları halde şu anda limit sorunu yaşıyor.
Böyle bir açmazı yıllardır aşamıyorlar, aşmak için çaba da göstermiyorlar. Ne yapıyorlar, rakiplerin söz kestiği, imzaya ikna ettiği futbolcuların menajerlerine oyuncak oluyorlar.
Merih Demiral, Ömer Faruk Beyaz gibi yeteneklerini değerlendiremeyen ve elinden kaçıran Fenerbahçe şimdi Marcos Antonio'yu kiralamaya uğraşıyor.
Antonio Brezilyalı ve 21 yaşında. Onu 2 sene önce keşfetmiş Shakthar Donetsk.
Alanyaspor, Portekiz ikinci Ligi'nde oynanan Merih Demiral'i, Bakasetas'ı, Steven Caulker'i bulup getiriyor ama asırlık kulüplerimizin yönetici ve başkanları yan gelip yatıyor, yumurta kapıya gelince de panikleyerek kulüplerimizin borcunu katlayacak adımlar atıyorlar.
Beşiktaş ezeli rakibinin geçen sezon kiralık oynattığı ve bu sezon da anlaşmaya çalıştığı Gedson için devreye giriyor.
Aşağı kalır mı Galatasaray. O da Beşiktaş'in geçen sezon kiralık oynattığı ve ama büyük verim aldığı ve yeniden anlaşmaya çalıştığı Valentin Rosier ve Ghezzal'in aklını çekmeye başladı.
Oysa scout ekipleri var bildiğim kadarıyla bu kulüplerimizin. Yok Brezilyayı yatıyorlar, yok Afrika'yı elekten geçiriyorlar şeklinde haberleri az okumuyoruz. E, sonuç ne oldu? Bu kadar ehilse scoutlarınız hiç değilse bir, iki tane yetenek keşfetmiş olmaları gerekmez mi?
Birbirlerini parçalarından çekmeyi rekabet sandıkları için hem kendileri hem rakipleri borç batağında çırpınır hale geldiler işte. Yazık ki, ne kadar yazık.
‘’Hep sempati duymuştum!‘’
Hiçbir medya kuruluşu ve basın mensubunun aklından geçmemişti doğrusu. Dolayısıyla sürpriz oldu hepimiz için Vitor Pereira açıklanması.
Dört büyük kulüp içinde Fenerbahçe'nin en borçlu olduğunu Sayın Ali Koç açıklamıştı. Buna rağmen Löw, Rafa Benitez, Lucian Favre, Villas Boas ve benzeri isimleri Fenerbahçe'nin başına getirmeyi nasıl düşündü, düşünebildi anlamış değilim doğrusu.
Hem eskisine oranla daha da kemer sıkacaksınız hem de borcunuzu katlayacak isimlerin kapısını çalacaksınız.
Yukarıdaki isimlerin tamamı en az 5, 6 milyon Euro ücret talep eder ve hepsi de çok maliyetli kadrolar kurmanızı şart koşar. Ali Koç gibi ekonomiden çok iyi anlayan bir insan adına düşündürücü gerçekten.
Neyse, eğri geminin doğru seferi oldu son kararı bana göre.
Bu satırların yazarı Vitor Pereira'ya hep sempati duymuştur. Adam harbi bir kere. İşinin ehli. Ellili yaşlarının başında üç değişik ülkede çalıştırdığı takımı şampiyon yapmış. 3 şampiyonluğu var.
Aslında Fenerbahçe'deki ilk dönemi de Portekiz'deki (Ivan Bebek'in nefret kustuğu) Braga maçına kadar iyiydi.
O sezon Fenerbahçe Süper Lig'in en fazla gol pozisyonuna giren, en az gol yiyen ve en az mağlubiyet gören takımı olmuştu.
Ama Braga maçında kendisi maçın ilk yarısında kart gördü. Yetmedi üç futbolcu da Bebek tarafından kırmızıyla cezalandırılınca resmen dağıldı Pereira ve takımı.
Burada tek soru işareti Sayın Vitor Pereira'nın öfke kontrolü konusunda ne kadar yol kat ettiğidir.
İlk döneminde Van Persie başta olmak üzere bazı futbolcularına forma adaleti ve taktik konusunda yeterince güven vermediğini de belirtelim.
Aradan 5,6 yıl geçmiş. Büyük olasılıkla daha da olgunlaşmış, deneyimlerinden önemli dersler çıkarmıştır.
Sayın Ali Koç hepimizi terse yatırdı ama Fenerbahçe'nin şu andaki şartlarına göre bence en doğru tercihi yaptı Vitor Pereira'yla.
Hayırlı olsun.
‘’Yakışmadı Aziz Bey!‘’
Aziz Yıldırım müthiş tesisler kazandırdı Fenerbahçe'ye. Kulüplerimiz adına çıtayı çok yükseltti ve bence bu konuda örnek de oldu.
3 Temmuz sürecinde kulübü ve ülkesi adına segiledigi tavır, gösterdiği duruş, Feto'nun Türkiye'nin altını nasıl olduğunu büyük bir öngörüyle dile ilk getiren kişi olması hepsi ama hepsi büyük bir övgüyü hakediyor. Haksız yere yattığına inandığım için kendisini Metris'te ziyaret de etmişim.
Ancak dünkü basın açıklamasındaki dil ve üslup tam bir düş kırıklığına dönüştü bence.
Sayın Ali Koç büyük farkla başkanlığa seçilmiştir, hem de bir fenamon haline gelmiş Aziz Yıldırım'in 20 yıllık başkanlığına son vererek.
O halde haksızlığa uğradığınıza inandığınız bir konuda konuşurken bile saygılı davranmalı, Al Koç'un Fenerbahçe'nin başkanı olduğunu unutmaması gerekirdi.
Fenerbahçe ve başkanın kimlerle çalışacağına, kimleri transfer edeceğini tehtikar bir şekilde dillendirmesi, hele "Seni taraftarla göndereceğim, ben sokakta büyüdüm, çelik çomak oynadım..." türü ifadeleri asla ama asla kabul edilebilir değildir.
Elbette eleştirir, öneri getirebilir Aziz Bey. İyi de 26 Haziran'daki kongreye iki gün kalmışken, orada her düşüncesini, önerisini rahatlıkla dile getirmek şansı varken bu basın açıklaması iyi niyetle bağdaşıyor mu?
Ali Koç'un eleştirilecek çok yanlışı var, say say bitmez.
En başta da Comolli tercihi. Aykut Kocaman'la hemen yolları ayırması v.s, v.s.
Doğrusu hiç yakışmadı efsane başkana bu dil ve üslup.
‘’Tanıyı doğru koymalı‘’
Liberalizmin ideal bir sistem olduğuna inanmaz bu satırların yazarı. Zaten ideali bulmak da öyle kolay değil.
Sonuçta her ülke bir sistem benimsiyor ve onunla kalkınmaya, büyümeye çalışıyor ve o sistemle halkını mutlu edeceğine inanıyor.
Bu girişi yapmamın nedeni Türkiye ulusal takımının yarattığı büyük düş kırıklığından sonra dillendirilen kimi görüşlerdir.
Bunların en başında da yaşanılan hezimetin nedeni olarak yabancı futbolcu sayısının gösterilmesidir.
Oysa biz ülke olarak Serbest Piyasa Ekonomisini tercih etmişiz. Dolayısıyla, sistemin gereklerini her alanda uygulamak zorundayız.
Bu sistemin özü de en kestirme şekliyle serbest rekabettir. Ama gerçekten gereklerini yerine getirmek koşuluyla çok ülke bu sistemle her alanda hayli mesafe kat etmiştir.
Bizim ülkemizde sistemin gereklerinin yerine getirildiğinden hiç ama hiç emin değilim.
Ülkemizde yabancı futbolcu yasağı esnetildikçe futbolcumuzun daha geliştiğine inananlardanım. Yeter ki getirilen yabancı futbolcu bu transferi hak edecek kalitede olsun. Maalesef bizim kulüplerimiz (istisnalar dışında) yaşı hayli ilerlemiş, Avrupa'daki piyasası dibe vurmuş yabancıları normal değerinin iki üç katı paralarla transfer ediyorlar.
Dolayısıyla işi menajerlere bırakınca kulüp ve ülke ekonomisine yük haline dönüşüyor yabancı futbolcu olayı.
Avrupa'nın büyük liglerinde yabancı futbolcu yasağı yok, sadece belli kriterler var. Yani sistemin gereğini yapıyorlar sistemi dejenere etmiyorlar.
Uluslararası başarılar yakalamak istiyorsanız yarıştığınız rakiplere göre gardınızı almak zorundasınız. Akvaryumda yetişen balık deryada ayakta kalamaz.
Türkiye'deki yabancı oyuncuyla yarışamayan futbolcumuz bizi Avrupa'da güçlü şekilde temsil edebilir mi?
Kulüp altyapılarının güçlendirilmesi için gerekli olan yabancı sınırlaması değil, ehil olan eğiticiyle doğru düşünce ve planlamadır.
Açık konuşalım, doğru tanıyı koymazsak yanlış tedavi yapmaya başlarız, bu da bizi esenliğe çıkarmaz.
‘’Rüya bitti‘’
İtalya, Galler ve İsviçre maçlarında neredeyse her bölgede farklı oyuncularla sahaya çıktı millilerimiz. İrfan Can'i, Merih Demiral'i, Cengiz Ünder'i kesti olmadı, Kaan Ayhan'i, Yusuf Yazıcı, Kenan Karaman'i sahaya sürdü gene olmadı.
Dekki Okay Yokuşlu, Mert Müldür veya Umut Meras değil sorun, sorun takım olamamak, takım oyununu oynayamamak bir türlü.
Bunun özeti de şudur; Sayın Şenol Güneş bu işi beceremiyor.
Oysa çok değerli bir kadromuz var. Yetenekli, Avrupa deneyimi ustduzeyde olan hayli futbolcumuzdan oluşuyor kadromuz.
Hakan Çalhanoğlu, Burak Yılmaz dahil sergilediği performansla yeteneğinin ve kalitesinin kıyısına ulaşan futbolcumuzu göremedik maalesef üç maçta da ne yazık ki.
Ayağa pas yok, boş alana kaçmak yok, rakip hücumlarda alan ve oyuncu paylaşımı yok, skora itiraz yok, yok yok yok. Dolayısıyla bu turnuvadaki en kötü takım olduk şu ana kadar.
Peki bu kadar kaliteli ve yetenekli oyuncu neden vasatı aşamadı performanslarıyla.
Yetenek ve kalite sorunu yokken performans ve skor anlamında neden vasatın bile altında kaldı bu harika jenerasyon?
Bunun tek sorumlusu Şenol Güneş'tir maalesef.
Mucize beklerken, hezimet nanik yaptı bizene yazık ki.
Ve rüya bitti, gerçekle yüzleşmek zorundayız.