Arama

Popüler aramalar

‘’Nereden nereye?‘’

Fenerbahçe ne kadar özgüven gösterisiyle başladıysa, Porto o kadar tedirgin ve temkinliydi. Porto’yu sağlı sollu kıstırdığı 7 dakikalık dilimde yapması gerekeni yapamayınca, yavaş yavaş teslim olmaya başladı.
Alex’in sağ ayağından çıkan ve kaleyi sıyıran konvansiyonel füzeye, Lisandro’nun yaptığı nazire, Volkan’ın parmak uçlarıyla savuşturuldu. O dakikadan itibaren de Porto şoktan çıktı.
Ayağındaki topu rakibe ikram etme yarışı, pozisyonları da fütursuzca heba etme hastalığı misafirperverlik katsayımızın göstergesiydi.
Olmaz zamanlarda, olmaz yerlerde, olmaz şekilde, olmaz zamanlamayla yapılan olmaz hatalar, olmaz rahatlıkta 2 gol hibe edildi. Direkten dönen şans topu sırasında yansıyan dağınıklık ve çaresizlik ‘yürek burkan’ cinstendi. Taçtan yenen ikinci gol ‘futbol komedi’ programlarında ilk 10’a girer. Yasin hakeme ayar vermek yerine topa yoğunlaşsa zaten gol olmazdı.
Kazım’ın ‘sektirmeli’ füzesi, işi şımarıklığa ve laubaliliğe vuran Porto’yu silkeleyip kendine getirmeye yetse de, Fenerbahçe’yi ve inancını diriltmeye yetmedi.
Bu dirençsiz ve gücünden çok şey kaybetmiş Porto’ya karşı bile şu oynasaydı bu oynasaydı yanılgısı, hedef şaşır(t)maktan ve saptırmaktan başka bir hiçbir yere götürmez.
Devler Ligi’nde final hayalleri kuran takım, Kiev ayazında ‘tek sonuca endeksli’ UEFA’ya katılma finali oynayacak artık. Bu, çok iyi sorgulanması ve analiz edilmesi şart olan bir duraklama ve hatta gerileme sürecidir.
Dün gecenin iki direnişçisi Gökhan ve Uğur’u eksiklerine rağmen alkışlamak gerek.

26 Kasım 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Üçleme‘’

Fenerbahçe, ‘3 puanı almak zorundayız’ yerine ‘nasıl olsa 3 atarız’ modundaydı. Ankaragücü, deplasmanda Eskişehir’e 3 atmış moral bulmuştu. İstanbullu havalardaydı, Başkentli maçın havasındaydı.
Ayar kaçmış ya bir kere; arka arkaya 3 maç kazanmak bile ‘büyük olay’ sayılacaktı Fenerbahçe için... Şayet arka arkaya 3 pas yapabilmeyi becerebilseydi. Topu alan her Fenerbahçeli, 3 taraflı baskın ve kuşatma altında kaldı.
Maçı özetleyen 3 pozisyon: Selçuk’un bomboş halde gol pozisyonu başlatması gerekirken kendine gösterttiği sarı kart; Volkan’ın kontrolündeki topu korner yapma becerisi; Elyasa’nın ‘dokunulmaz’ gibi kaleye buyur edilmesi... Bunlara Aragones’in 3 değişiklik tercihlerini ekleyin. Özellikle de Deivid-Maldonado...
Hasta narkozdan çıkmış da nekahat döneminde sanki...Dönen ve seken toplarda zaten yoksun, mücadelede hiç yoksun ve duran toplarda da kayıpsın! Hamle yerine, seyretmeyi ve beklemeyi seçmişsin. Atılan, aslında savrulan paslarda (Deivid hariç) ne zekâ var, ne de insaf... Pozisyon yaratmayı Edu ile Lugano’ya, gol umudunu da şişirme toplara havale etmişsen, zaten yanmışsın. Deivid gibi sorumluluk alan 3 adam daha olsaydı yine de çok şey değişirdi.
Halis Özkahya 3. sezonda 3. kez Ankaragücü-Fenerbahçe maçına atanmıştı. Cemal Aydın’ın ‘ince planı’ neydi bilemiyoruz ama kendi tribünlerine hedef şaşırtmayı düşündüyse, yutturamamış. Kafadan maçı murdar, kendini madara etti...
Fenerbahçe bu defolardan arınmazsa ‘ilk 3’ü zor görür, Ankaragücü bu maça aldanırsa ‘son 3’ kabusundan uzaklaşamaz.

23 Kasım 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Alfabe‘’

Futbol bir oyundur. Çim zeminde ve sahada oynanan bir oyundur. Dünyanın en güzel, en heyecanlı, en popüler ve en sürükleyici oyunudur.
Takım oyunudur ve takım ruhu ilk şarttır.
Mücadele ister, yetenek ister, zeka ister, çok koşmayı gerektirir.
Yardımlaşma, ahenk, özgüven ve hırs ‘olmazsa olmaz’ıdır.
Aşka ve hamâsete değil, forma ve meslek namusuna gerek duyar.
İyi futbol, iyi futbolcularla oynanır.
Taktik ve strateji ister.
Bilgi, beceri, istikrar ve sabır ister.
Rakiple oynanan bir oyundur.
Yenilmeyecek rakip yoktur.
Küçük, kolay ve çerez rakip de yoktur.
Sürpriz, mucize veya umutsuzluğa yer yoktur, her maç her sonuca açıktır.
Şımarıklığa, lakâyitliğe ve ahkâm kesene anında tokadı basar.
Rakibe saygı, kendine ve kendi formana saygı demektir.
Rakibin kadar koşmaz ve mücadele etmezsen yetenek üstünlüğün lafta kalır.
Sahada bonservis bedelleri, bütçeler ve karizmalar değil, futbolcular oynar.
Matematik ve fizikten çok, kimya kuralları işler.
Hiçbir futbolcunun ve hiçbir taraftarın maç seçme lüksü yoktur.
Her maç ciddi ve her maç en üst düzey maçtır.
Sahada adına bakmaksızın futbolun doğrularını uygulayan takım kazanır.
Bazen şans kazansa da, o bile büyük çoğunlukla çalışanın yanındadır.
Kitleleri de zaten bu özellikleriyle peşinden sürükler.
Taraftarlar futbolun tâli değil aslÓ unsurudur.
Tribünler kötü takıma ve kötü futbolculara maç kazandıramaz.
Taraftar kulübünün üstünde olamaz, profesyonel taraftarlık hiç olmaz.
Taraftar kazanmayı değil, takımını, renklerini, kulübünü ve futbolu sever.
Gerçek taraftar tüketmez, var eder; iyi gün değil, kötü gün dostudur.
Futbol önce sadece futboldur, ama her şeyden önce de spordur.
Hatalara açık bir oyundur.
Ahlâk, eşitlik ve adalet mutlak şarttır.
Tarikata, siyasete, mafyaya, ittifaka, derin devlete, ayrımcılığa hiç gerek duymaz.
Buraya kadar evrensel alfabeyi, evrensel anayasayı hatırlattık.
Futbolun ‘oyun içinde oyun’, ‘oyuncak’ ve ‘afyon’ haline getirildiği ‘yoldan sapmış’ ülkeleri bulmak, tamamen sizin kıyas mekanizmalarınıza ve hafızalarınıza kalmış.
Hadi bakalım!

21 Kasım 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Özür dileyerek...‘’

Yönelttiğimiz sorularla birilerinin canını fena halde sıktığımız anlaşılıyor. En başta da meslektaşlarımızın... Sıkılsın zaten, onlar da sorsun ve sorgulasın ayrıca... Mesafesizliğin mesleği ne hale getirdiğini, iki satırlık adamların gözünde mezata hatta işportaya düşürülüp, nasıl ucuzlatıldıklarını kendi gözleriyle görsünler. Daha girilebilecek bir yığın damar konu, adresli bir yığın da dumur soruları var aslında... Hem de gelen cevapların içinden cımbızlanacak kontra sorular...
Neyse... İki fıkrayla bağlayalım.
Hizmetlinin biri Ağa’ya, ”Ağam bu gece çok garip bir rüya gördüm ikimiz hakkında” deyince, Ağa da “Hayırdır, anlat bakalım” buyurmuş. Devam etmiş adam; “Uçağa binmiştik, yükseldik yükseldik, sonra aniden fırtına, uçak alabora oldu. İkimiz birden boşluğa savrulup, düşmeye başladık. Paraşüt de yok. Süzüldük süzüldük, sen bir bal kuyusuna düştün, ben de lağım kuyusuna...” Ağa keyifle böbürlenip “Eee” demiş. Hizmetli de, “Sonra sen beni yaladın ben de seni yaladım ve birbirimizi temizledik” diye noktalamış. Kıssadan hisse işte.
Şimdi bazı arkadaşlar FBTV’den para aldığımı ima ediyor. Kuyruklu yalan. Çünkü benim kriterlerime göre hem ayıp ve hem de ahlâksızlıktır. Kazandığım belli, yaşam standardım belli, geçmişim de ayan beyan ortada. Yaranmak ya da beklenti uğruna kursak bülbülü olmadım, olmam. Kimseyle ‘dayı, amca’ menziline girmem, kavram sahtekârlığı yapmam.
Kucakta, omuzda, dizde, paçada, baş üstünde, sırtta, himaye, tavsiyeyle, yancılıkla, torpille ya da paraşütle inmedim mesleğe...
Bu da ikinci fıkra: Bir genelevde intihar vak’ası yaşanmış. Zavallı kadının intihar notunda şöyle yazıyormuş; “Bugün bu işin parayla yapıldığını öğrendim!” Mânidar mı?
Yani böyle bir düzenden haberimiz yok. Fikir ve meslek fahişeliği yapmadım. Artık Fanatik dışında bir yerde yazmamın mümkün olmadığını bilecek kadar da zekiyim. Eleştirenler, eleştirilmeyi sevmezler. Hele suyun başını tutuyorlarsa... Nokta!
Adresli soruları ‘azizyıldırım.com’dan yöneltmedim, cevapsız cevaplarınızı da ‘bilmemne.com’un site sakini sıfatıyla vermeyin. Cidden gülünç kaçıyor. Köşelerinizden, ekranlarınızdan, mikrofonlardan konuşun. Okuyucuların bile yorumlarını, direkt haberin altına yazabildiği bir dönemdeyiz üstelik...
Gelelim takım uçağı konusuna; sizin geçmiş dönemlerde defaatle yaptığınız üzere 3, sadece 3 kez bindim. İkisinde Star TV Haber Koordinatörü sıfatıyla davetliydim... Hiyerarşik işleyişi bildiğiniz için kimsenin himmetine ya da bedavacılığa, iddaa bayii açmasına ihtiyacım olmadığını en iyi sizler bilirsiniz. Mesela bunların birinde Uğur Dündar da vardı, Necati Baba da (Bilgiç), başka tanınmış gazeteciler de. Ben sübjektif olabilirim, o nedenle bunun kriterini onlara sorarsanız daha sağlıklı yanıt alırsınız. Ama ‘indirme-bindirme’ kriterinin esas alınmadığı kesin.
..Ve Vatan Gazetesi Spor Müdürü İbrahim Seten’e medeni yanıtı için bir teşekkür. Gıyâbında yapılan konuşmalardan tiksindiğini, Kıran’ı oldum olası hiç sevmediğini, Saran ile dostluğunu bitirme kararında da ne kadar haklı olduğunu kaleme almış. Ayrıca bu konulara girdiğinde doğrudan ya da dolaylı olarak birçok tehdit aldığını da...
Muhtaç olduğunuz cevapların çoğunluğu, ‘Dayı’nın elindeki dosyada mevcuttur. Cevabı olmayanlar soru da soramaz zaten. Geçici rahatsızlık ve meşguliyet için okurlardan tekrar özür diliyorum.

18 Kasım 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Havaya girmek‘’

Fenerbahçe ne kadar yolundan çıkmışsa, Ankaraspor o kadar yolundaydı. Ev sahibi dengesizliğin, konuk takım da dengenin takımıydı. Üstelik Fenerbahçe’yi takip etmenin avantajını iyi değerlendirmiş “5’te 5” fiyakasıyla gelmişti Kadıköy’e...
Daha ilk dakikalardan itibaren ‘orta saha savaşları’ şeklinde geçiyordu maç. Alex zaten yoktu, Uğur gününde değildi, Semih de erken sakatlanmıştı. Ancak Sarı-Lacivertliler sezon başından beri yapamadıkları paslaşmanın öcünü alır gibi, bu maçın ilk yarısına tamamını sığdırdılar. Mücadele, yardımlaşma ve paslaşma olarak sezonun en iyi maçıydı Fenerbahçe açısından...
İki maçtır ‘diriliş destanı’ yazan Roberto Carlos güdümlü, güdümsüz bütün füzelerini karşı cepheye gönderdi. Birinde de direklerin direnişine, Lugano ‘itiraz şerhi’ni düştü. Bu gol, Galatasaray maçındaki golün ‘çalışılmış ve ezberlenmiş’ kopyası gibiydi.
Dün akşamki maç, Deivid’in niçin vazgeçilmez ve stratejik bir silah olduğunu ortaya koydu. Yarım haliyle bile 1,5 kişi demek ıslıkların efendisi... Çünkü o varsa, Gökhan da tam kapasiteyle ortaya çıkıyor.
Maç berabere giderken tribünlerin Beşiktaş ile uğraşmaya başlaması ayıbın ve bilinçsizliğin önde gideniydi. Sanki ‘gazozuna’ bir müsabaka izliyormuş gibi bir saçmalık. İyi ki futbolcular taraftarlara kulak asmadılar.
‘Maçın adamı’ sıfatı Selçuk, Lugano ve Josico arasında gider gelir ama bence Selçuk. Yunus Yıldırım’ın en bariz hatası, daha 7. dakikada Edu’nun Murat Tosun’a yaptığı bariz penaltıyı ıskalamasıydı.

16 Kasım 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bırakamazsın Başkan!‘’

10 yıldır yapılanları, üretilenleri 10 maçla çöpe atmak isteyenler, onlara alkış tutanlar ve onların paralı askerliğini yapanlar... İçerideki tezgah ve düzeneği, dışarıdan tetikleyenler, hatta destekleyenler... Sevr dayatılıyor neredeyse, çünkü bu, Fenerbahçe’nin Kurtuluş Savaşı...
Hatalarınız, yanlışlarınız, yönlendirildiğiniz, yanıldığınız, yanıltıldığınız, çokça da ablukaya alınıp perdelendiğiniz, köreltildiğiniz oldu. Üç kuruşluk yaratıkları, iki satırlık mahlukâtı adam zannettiğiniz de, inandığınız da, sözlerini ciddiye aldığınız da! Hatta onların yüzünden kırılmaması gereken kalpleri kırdığınız da. Bu her liderin kronik açmazı. Fenerbahçe Başkanı iseniz daha katmerli sorun.
Ne ihanetlerden, ne tuzaklardan süzüldünüz, ne darbeler yediniz. Sırtınızdan kurban kesenler de hâlâ fazlasıyla mevcut... Bitmedi, bitmeyecek ve bitmez! Ne tuzaklar, ne tezgahlar bozdunuz. Ne darbeleri, ne belaltı organize saldırıları içe atmak zorunda kaldınız. Bunlar da bitmedi, bitmeyecek, bitmez!
90 yılda yapılamayanı 10 yılda becerebilen biri olarak ne kadar övünseniz de övülseniz de az. Ancak futbol takımı bir türlü sizin verdiğiniz mücadeleye, koyduğunuz vizyona ayak uyduracak kaliteye, kalibreye, bilince ulaşmadı. Ya kadro, ya teknik direktör, ya da futbolcu kalitesi olarak hep geride kaldı. Bazen yanlış tercihlerle, bazen umulmadık hatalarla, bazen de futbolun kendi doğasında var olan şartlar yüzünden hep bir şey eksik kaldı.
Bütün kavganız kayıp yılları, ayıp zamanları telafi etmekti. Fenerbahçe’yi kişilere ve kişilerin cebine bağımlılıktan kurtarmak, ürettiği değerlerle kendi ayakları üzerinde durabilen bir kulüp haline getirmekti. Köy bakkalı düzensizliğinden, çağdaş bir kurum düzenine taşımaktı. Kulübün 5 kuruşunu çaldırmamak, yiyenlerin, yağmalayanların yanına bırakmamaktı. Grup ağalarının rant oligarşisini yıkmaktı. Sıradan bir üyeye cebine elini atmadan, çirkin pazarlıklara oturmadan başkanlık yolunu açmaktı. Kulübü saran mafyozları safdışı bırakmaktı. ‘Spor Kulübü’ gerçeğini, idare-i maslahat için değil hakkını verecek biçimde hayata geçirmekti. Büyük oranda ilerleme sağlandı, ama hâlâ çok yol var.
Şartlar ne olursa olsun, pes edemezsiniz. Başlattığınız devrimi tamamlamak zorundasınız. Binbir meşakkatle üretilen zenginliği pusuda bekleşen yağmacılara terk edemezsiniz. Bu, hem kendinize hem kavganıza hem hedeflere inanan gerçek taraftarlara hem de Fenerbahçe’ye yapacağınız ‘tarihi ihanet’ anlamına gelir.
Bazen devrimi, bizzat ‘devrimci’nin kendisine karşı bile savunmak gerekebilir ki; misyonumuz da budur, merâmımız da!

15 Kasım 2008, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Birkaç iyi adam‘’

Galatasaray galibiyeti Fenerbahçe’yi morallendirdi. Hepsinin ötesinde marjları genişletip zaman kazandırdı. Özgüveni canlandırıp, pusudakileri sindirdi. Ancak subjektif kazançları bir kenara bıraktığınızda, matematik getirisi sadece 3 puandan ibaret. Ne eksik ne fazla çıplak olarak yazıyla üç puan. Hala zirveden kaç puan geride olunduğuna odaklanmak gerek.
Fenerbahçe’nin 6-0 yendiği sezonda kaçıncı olduğunu, 4-0 yendiği sezonda kimin şampiyon olduğunu iyi hatırlamak gerek. İşte Galatasaray’ın en imrenilecek güçlü yanı. Bursaspor’a 5-0 yenildiği sezonda bile ligi zirvede bitirdikleri unutulmamalı. Tam tersi tablo Fenerbahçe için geçerli olsaydı, sezonbaşlamadan biterdi.
Eğer bu galibiyet narkoz etkisi yapar da gözlere perde inerse, önlemler ötelenir, meseleler örtülürse tarihe koca bir sezonun ‘teselli ikramiyesi’ olarak geçer. Tıpkı daha önceki sezonlarda olduğu gibi. Çünkü sorunlar olduğu gibi yerli yerinde duruyor.
Sarı-Lacivertli kulübün en zayıf tarafları; camianın bu kırılgan ve duygusal yapısı, her an bozulmaya müsait gergin kimyası, patlamaya/patlatılmaya hazır iç dinamitleri, bir türlü mutlu olmayı bilmeyen, asla tatmin olmayan, krizle baş edemeyen kronik rahatsız bünyesi...
Bu sezon için söylenecek bir şey yok. Bir hafta ‘düğün-bayram’ bir hafta ‘cenaze-ağıt-yas’ şeklinde geçebilir. Her şey başladığı gibi de gidebilir, düzelebilir de. Bu konuda iş yönetime düşüyor.
Açıkçası birçok aklı başında futbolsever gibi pansuman, yama, panik ve şan olsun transferlerine hiç de sıcak bakan biri değilim. Özellikle ‘Kaos Cumhuriyeti’ olan Fenerbahçe’nin, tercih edilmiş bir ekol çerçevesinde, kısa, orta ve uzun vadeli plana dayalı olarak, ödün vermeden hareket etmesi gerektiğini savunuyorum. Hem de tribünlere, medyaya ve camia baskısına rağmen, dimdik, inatçı ve kararlı bir soğukkanlılıkla...
Bu sezona döndüğümüzde kendini, mesleğini, formasını, futbolu, mücadeleyi ve bu işin takım oyunu olduğunu unutan, hafıza kaybı dışında hiçbir mazereti olamayacak futbolcuların kendilerine gelmesi/getirilmesi en büyük kazanç olur. Ancak hatalarda ve yanlışlarda ısrarcı olmanın, diretmenin ‘istikrar’ ile uzaktan yakından akrabalığı bile yoktur.
Fenerbahçe’nin ilk yarıyı 5-6 puan geride tamamlaması bile yeterli... Ara transfer döneminde yapılacak takviye ile takımın mücadele gücü, oyun zekası, inat ve hız çıtası yukarı çekilebilirse çok şey değişebilir. Kuzey Avrupa, Güney Amerika ve Türkiye’den ‘bir kaç iyi adam’ yeter de artar bile... Tıpkı Nobre örneğinde olduğu gibi, obsiyonlu kiralama da akılcı bir çözümdür.
Yoksa bu önemli ve kritik derbi galibiyetini ‘zafer havası’na sokmak, işleri çözümsüz hale getirmekten başka hiçbir işe yaramaz.

11 Kasım 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Töre‘’

Kadıköy’e ilk kez bu kadar özgüvenli gelmişti Galatasaray... Üstelik bir takımın yaşayabileceği olabilecek bütün eksiklikleri ve aksilikleri yaşayan kırılgan bir Fenerbahçe karşısındaydı... Uzun yıllar sonra ilk kez, üstelik daha maçın başında öne geçtiği müsabakada, yine farklı yenildi.
Fenerbahçe toparlandığından, iyi oynadığından ya da müthiş mücadele ettiğinden değil, şehrin Anadolu yakasında ‘derbi töresi’ çok katı ve acımasız işlediği için...
Gerçek Fenerbahçeli olması Emre Aşık tarafından son anda engellenen Güiza, Emre’nin mükemmel ‘sol dış’ pasında bomboş kaleye vurabilse, maç daha orada kopacaktı.
Zaten moraller yerlerde, takım ruhu yerlerde, futbol doğruları yerlerde, uzak ara silip süpürmesi gereken zirve takımı, tuzak ara gerilere düşmüş... Zaten 10 Kasım’ın bir öncesi.. İkinci bir yas çok ağır gelecekti, dışardan düşürülemeyince kendi ordusuna kuşattırılan ‘Son Kale’ye...
Bırakın yenilmeyi, berabere bile kalsa dinamikleri bile dinamitlere dönebilecek bir durumdaydı Sarı-Lacivertliler.
Selçuk tartışmasız şekilde maçın adamıydı. Deivid her şeye rağmen çok şeydi. Fenerbahçe farklı kazandı kazanmasına, bir galibiyetten çok daha fazlasını aldı ama sorunları hâlâ yerli yerinde duruyor.
Aynı skorla kaybeden Fenerbahçe olsaydı, hatta 10 puan arayla da lider olsaydı, tepetaklak düşüşe geçer, sezon kabir azabına dönerdi. Oysa Galatasaray 6-0 kaybettiği sezonda bile şampiyon oldu. Unutanlara hatırlatırım!
Sarı-Lacivertliler tabii ki keyfini sürsün ama kimsenin gözüne de perde inmesin!

10 Kasım 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI