‘’Şeytanın pabucu‘’
Kablosu kesilmiş astronot gibi Avrupa hedefinden sapıp, yörüngesinden boşluğa yuvarlanmış bir Fenerbahçe, ligin başından beri mayın gibi bir takım olan ve son 7 haftadır da yenilmeyen Antalyaspor.
Tribünde hoşluklar değil boşluklar ağırlıkta artık. Kötü gün dostları nöbette, iyi gün dostları ya evde ya pusuda...
Gökhan’ı çağırıyor bir tek kale arkası, o koşarken “Bu formanın hakkını verenler asla yalnız kalmazlar” pankartı fon yapılıyor. Çok ama çok şey anlatıyor; masal değil, maval değil olsa olsa belgesel...
Affettirme telaşında futbolcular, o kadar belli ki! Bu yüzden basit oynayamıyorlar, her biri en ‘çok güzel hareketler bunlar’ dedirtmenin, hayran bırakmanın, bunları da üst üste yapıp, golle ya da asistle sonuçlandırmanın peşinde... Oysa şeytana pabucu ters giydirmenin sırrı fantastik ve çetrefil atraksiyonlar değil, en basiti uygulamak ve her maçı derbi ciddiyetiyle oynamak. Bunu anlasalar zirveye ambargoyu koymuşlardı çoktan.
Allah’tan ilk gol kafasına denk düştü Güiza’nın, ayakları ‘ya kaçırırsam’ korkusuyla iyice düğümlenmiş. Kolayı zorlaştırmak, zoru kolaylaştırmak değişmeyen yazgısı gibi Fenerbahçe’nin.. Maçı koparacak fırsatlar elindeyken ve ritmini de tutturmuşken, üstelik rakip de eksilmişken oyunu rölantide tutmanan ne gereği var? Gergin oynayacağına keyif al, taraftarların da coşsun. Bir bakıyorsunuz, Volkan 2’ye 1 kalmış rakiplerle boğuşuyor. Firesiz geçilmesi gereken son iki kritik maçın ilkiydi Fenerbahçe için, onu da başardı. Allah Şifo’ya kolaylık versin, şimdi infaz kuyruğuna girmiştir bile birileri...
‘’Olağan şüpheliler‘’
Aykut Kocaman gibi bir adam oğlu adama yapılan iftiraları, üretilen aşağılık senaryoları hayretle, ibretle izliyoruz.
Adları şikelere, sahte pasaport dosyalarına girmiş, telefon konuşmaları yayınlanmış ‘makbul yorumcular’ da bu iğrenç koronun en önünde yer alıyor üstelik. İşte Türk Futbolu’nun ve medyasının acınacak hâlinin en bariz göstergesi...
Aykut Hoca önce tribünler tarafından, ardından da yayıncı kuruluşun anlı, şanlı, yanlı ve zanlı yorumcusu tarafından böyle bir zulme maruz kalıyor. Aslında linç çağrısı iki hafta önce NTV ekranından başlıyor. ‘De Nigris’i kasten oynatmayıp böylelikle Fenerbahçe’ye maçı satmış’ diye damgalanıyor ‘Bay Fularlı’ tarafından... Ve de Özer’in penaltı pozisyonu için ortalığı ayağa kaldırmadığı için... Hem de Türkiye’nin en prestijli ekranından geliyor bu çirkin kışkırtma... Eeee... De Nigris Beşiktaş maçında oynadı mı peki?
Aykut Kocaman’dan söz ediyoruz. Son maçta kazandığı bir şampiyonluktan sonra yaptığı dramatik ve saygı dolu konuşma yüzünden, o dönem Fenerbahçe’ye hakim olan zihniyet tarafından aforoz edilmiş saygın bir futbol değeri... Yazıklar olsun!
Böyledir; bu ülkede Fenerbahçe isen, Fenerbahçe forması giyiyorsan ya da giymişsen, Fenerbahçe Başkanı isen, Fenerbahçe yazarı isen ‘olağan şüpheli’ sınıfındasındır, ömür boyu gözaltındasındır. Futbolun egemenleri ve onların biat etmiş müritleri seni anında darağacına çekerler.
Tarafsızlık, adamlık, dürüstlük, yürek, bilgi, beceri, yeterlilik, sportmenlik, centilmenlik, helâl para gibi kavramlar onların ve onların tuttukları takımların tekelindedir çünkü... Haluk Ulusoy Federasyonu dışında tüm federasyonlar da ‘Fenerasyon’dur. Kurulların başındaki ya da içindeki her Fenerbahçeli de dürüst işleyişe çomak sokmak için vardır ya da Aziz Yıldırım ajanıdır. Verilmiş ve verilebilecek bütün hakem kararları Fenerbahçe’yi katletmişse sadece masum, hoş görülebilir bir hatadır. Aksi durum mutlaka komplodur ve kasıt aranmalıdır.
Ümit Kayıhan ve Ali İpek’in gereksiz konuşmalarına hiç girmeden topu sektirelim ve Yılmaz Vural şirinliklerine gelelim: “Yenildik ama en azından işe yaradı, Anadolu takımı kazandı” lafları ıslanmamış bir bakla mı, yoksa güvercin takla mı sayın Vural?
Rezilliğin, kepazeliğin, pespayeliğin bini bir para... Onur, namus, dürüstlük, vicdan mezattan işportaya düşeli çok olmuş.
Futbolun sözde sicil amirleri ile onların işgüzar tetikçilerinin Aykut Kocaman’ı yok etme histerisi mi anormal, yoksa Aykut Hoca’nın biat etmemekte direnip inatla ayakta kalabilmesi mi?
‘’Şişirme‘’
Gol umutlarını pozisyon üretmeye değil de şişirme toplara bağlamışsan, Maldonado, Ali Bilgin ve İlhan’a düşmüşse ‘kurtarıcılık’ görevi, zaten yanmışsın...
Çatışmayı geçtik, sertimsi itiş-kakışları bile göze alamayan mücadele kaçağı futbol anlayışıyla zafer kazanmak da hayal ötesi zaten.
Sanki beraberlik Fenerbahçe’ye yetiyor da kazanmaya mecbur olan Kiev. Her ne kadar Ukrayna takımı frene basmış gibi görünse de, bizimkilerin gaza basacak mecali ve becerisi yok. Kiev’de kontrol tavan ama bizimkilerde kontör taban. Hatta hatlar kesilmiş, iletişim sıfırlanmış.
Devler Ligi’ne anlamsız, yakışıksız ve vadesiz veda kesinleşeli çok olmuş zaten. UEFA’ya kalabilmek, taraftar ve camia için teselli ikramiyesinden farksız. Finalin kendi sahanda olması bile seni motive edemiyorsa diyecek bir şey yok... Geçen seneki görkemin ve vizyonun yanına yanaşamayacak futbol fukaralığı bir kez daha sahnede... Gol pozisyonu bile vermeden yenik duruma düşmek hangi tür kronik rahatsızlığın ürünü bilinmez.
Böyle kritik bir maçta dahi, eline zar zor geçirdiği yarım yamalak gol pozisyonlarını da ‘kahraman olma’ sevdasına kurban veriyor Fenerbahçe. Takım olmanın sırrı kahramanlara değil, bozacak, yıpratacak, kavgaya girecek, dağıtacak, cephede tekmeye kafa sokacak anti-kahramanlara sahip olmakta...
Maçın en iyisi Selçuk’un sakatlanması can sıkıcı da, sakatlanmasa ne olacaktı ki... Mutlak kazanmak zorunda olan takımsın ama 90+4 dakikayı tek kornerle kapatıyorsun.
Ayar kaçmış ayar! Geçen senenin bütün karizması sıfırlandı. Devler Ligi macerası hoyratça yarıda bırakıldı, radikal bir takviye yapılmazsa lig şampiyonluğu da çok zor.
‘’Yanlış işler!‘’
Fenerbahçe, kaybettiği oyun gücünü ve zekâsını Mehmet Yıldız, Petkoviç ve Musa Aydın’da arıyorsa, bu, yanlışı yanlışla örtmek anlamına gelir. Bence boş, nafile ve israftan öteye geçecek bir hamle değil. Teşhis de yanlış, tedavi de!
Bu takım, Daum’un kurduğu ihtişamlı orta saha imparatorluğunu şu veya bu nedenle lağvettiği ve yerlerini de dolduramadığı için bu fakirliğe geriledi. Orta saha, çağdaş futbolun olmazsa olmazı, dinamizmi, deprem kazığı, stratejik köprü.
Fenerbahçe ne çektiyse bu bölgeden çekiyor. Defansın sürekli hata yapmasının ve kart problemine girmesinin nedeni de burası, forvetin aciz ve yalnız kalmasının nedeni de...
Fenerbahçe’nin körelen yanı için yönelmesi gereken oyuncu tipi Murat Ceylan, Gökhan İnler, Selçuk İnan ve Mehmet Topuz’du. Hadi Topuz’u vermiyor Kayseri, Selçuk da zaten yaptı transferini. İşte her yerinden enerji fışkıran Murat Ceylan orada, işte bence 3 Aurelio edecek gencecik Gökhan İnler orada... Al ikisini, bir aksilik olmadıkça 10 yıl başın ağrımaz.
Artık DNA uyuşmazlığı kesinleşen düşük maliyetli Maldonado’nun mevkisine de savaşan, oyun zekası, hızı, hücum-defans becerisi ile tecrübesi yüksek yeni bir adam şart! Fransa Ligi dünyanın en verimli önlibero tarlası mübarek. Biraz mübalağalı olacak, ama herhangi bir takımdan herhangi birini getirsen yeter.
Sözün özü şu ki; Fenerbahçe, orta saha imparatorluğunu bir daha hiç yıkılmayacak hatta sarsılmayacak biçimde, eskisinden daha ihtişamlı şekilde yeniden inşa etmeye mecburdur. Birinci önceliği budur.
Eğer Güiza’nın verimsiz çırpınışlarına ilaç aranıyorsa, ya yeni bir Nobre bulacaksınız ya da rakip defansı yıpratacak, korkutacak, hava hakimiyeti yüksek, dağıtıcı, top saklama ve sırtı dönük oynama becerisi gelişkin güçlü bir ikinci santrfor alacaksınız. Yabancı olmuyorsa, elinizin altında en azından bir Sinan Kaloğlu olacak. Volkan gidecek diye kaleci arayışı varsa o zaman çifte vatandaş Hasagiç orada duruyor. Musa Aydın belki, ama Mehmet Yıldız ve Petkoviç asla bu takımın oyuncuları değil. Üstelik de fahiş fiyat çekecekleri kesinken...
Bütün bunların yerine pişman olmuş Appiah’ı affedin bari! Hem bonservissiz hem de bir çok arızayı düzeltir.
Ayrıca Avrupa, gurbetçi yetenek kaynıyor. Hem altyapıları daha sağlam, hem bonservisleri daha gerçekçi, hem oyunları tertemiz, hem de zihinleri hiç kirlenmemiş.
İyi bayramlar!
‘’Regulatör‘’
Ne rövanştı, ne de hesaplaşma ama her şeye rağmen psikolojik ağırlığı olan bir maçtı Fenerbahçe için... Hem Beşiktaş galibiyetinin güme gitmemesi, hem de deplasman fobisini kırma açısından.
Koskoca ilk yarıda insanın içini şişiren, ayva gibi kursakta takılan bir futbol vardı sahada... Gol yeme rekorları kıran Denizlispor karşısında ne varlık gösterebildi, ne de oyununu kabul ettirebildi Fenerbahçe.
Bu yarıda akıllarda kalan, Alex’in bir kaç cılız gol girişimi ile Volkan’ın 45 artı’da parmak ucuyla savuşturduğu Denizli tehlikesi vardı. Bir de Ümit Kayıhan’ın ‘parmak şovu’ ile oyuncularının hakeme sığınarak dozunu artırdığı yaptırımsız sertlikler. Belli ki Kayıhan da, hakemler de ‘yayıncı abi’lerine fazla güveniyordu.
İkinci yarıda göstergeler durağandan negatife dönmek üzereyken can alıcı değişiklik yapıldı. Deivid ve Emre değişikliği sırasında, yardımcı hakem işgüzarlığı ‘hükmen’ mağlup ilan edecekti az kalsın Fenerbahçe’yi... Deivid’i çekerek sahaya fırlatma girişimi sonuç verse, skor 3-0’a bağlanmıştı.
Deivid, bu takımın regulatörü, ruh ve beden ritminin düzenleyici ilacı, denge noktası. Emre ve o, sahadaki futbol zekasını anında sıçrattılar.
Emre’nin 3’lük füzesine şapka çıkarılır. Güiza’nın bomboş pozisyonunu ofsayt gerekçesiyle kesmek anlaşılır hata da, Deivid’in olağandışı golünü orta sahadan iptal edene ne demeli?
Yanlı ve zanlı yayın manüplasyonları ile mantığı ve vicdanı çökertilen hakemlerin durumu vahim. Yani Fenerbahçe lehine sonuç doğuracaksa düdük çal, bayrak çek. Aleyhine sonuç doğuracaksa tereddüt bile etmeden tam tersini yap. Yoksa bitirilirsin!
‘’Biraz ciddiyet!‘’
Fenerbahçe, mayıs ayında Olağan Genel Kurulu’a gidecek. Başkan Aziz Yıldırım bir kaç kan değişikliğiyle Şükrü Saracoğlu’nun 16 yıllık rekorunu egale etme yolunda bir irade koyabilir. Ya da hayatını ihmal, ihlâl ve işgal eden nedenlerden yılıp, Sarı-Lacivert ideallerinden vazgeçebilir.
Kulüp ve kendi adına, ikisinin gerçeklerine ve doğrularına en uygun olanı yapacaktır. Vereceği devam ya da tamam kararına her halükârda saygı duyulacaktır.
Ortada çarpıcı bir tablo var. Fenerbahçe artık kişilerin cebine bağımlı olmaktan çıkmış, ayakları üzerinde dimdik durabilen bir kulüp... Yöneticilerin kulübe yaptıkları jestler dışında, 4 yıldır durum bu. Ataşehir tesisleri tamamlandığında, amatör branşların geleceği de garanti altına alınmış olacak.
Artık hamasetle, para vaadiyle ya da onu bunu doyurarak kulübe başkan olma devri kapandı. Rantiye grup ağaları da sadece acınası bir figür. Ama ‘devr-i saadet’ özlemleri de bitmiş değil. İnatla denedikleri modası geçmiş oyunları da para etmiyor. Oyuncak haline getirdikleri kulübü iktidarların kucağına taşıma, yönetimi politikaya göre şekillendirme rezilliği de bitti.
Artık Fenerbahçe’ye başkan ya da yönetici olmak için sadece vizyon ve proje üretmek yeter. Ne kirli ve gizli pazarlıklara ihtiyaç var, ne de biat arayan rant konseyi.
Kulübe bedava üye yaptırıp, aidatlarını topluca ödedikleri üyeleri ‘vefa’ kozuyla vurmaya dayalı saltanat bitti. Kulübün üye profili 10 yılda çoook değişti. Kavgadan, gürültüden, küfürden ve utançtan uzak saygın kongrelerde, pırıl pırıl genç insanlar kürsüden medeni bir cesaretle konuşup, eleştirilerini yapıyorlar. Bu insanlar Fenerbahçe’nin tavizsiz şekilde geleceğe dönük yüzünü temsil ediyorlar. Kasaba kurnazlıkları, ucuz hamasetler, rant vaatleri bu insanlara asla sökmez! Onlar devrin değil, devrim muhafızları çünkü... Kulübü kaderine terk etmezler, kendi ürettikleri, biriktirdikleri bu zenginliği de çapsızlara, mafyoz özentilerine ve grupçu artıklarına yağmalatmazlar.
Ne kadar çok aday çıkar ne kadar çok proje üretilirse Fenerbahçe’nin o kadar yararınadır. Her kongre üyesinin de kutsal hakkıdır bu. Ancak ciddi makamı ucuzlatmaya, kulübü karikatürize etmeye, kendini ön plana çıkarmak için kullanmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.
Kimse aptal değil!
‘’Yakışıklı futbol‘’
Hani dillere pelesenk meşhur şehir efsanesi; üstelik bir kısmı da samimi olarak inanıyor bu illüzyona; Beşiktaş Fenerbahçe’yi hep yeniyor. Oysa son 10 maçı alt alta koyduğunuzda, durum çok net. Amerikan gençliği de Vietnam savaşını kazandığını sanıyor açık ara, Hollywood etkisi işte...
Maç kadroları Denizli’nin korkusu, Aragones’in cesaretiydi. Sarı - Lacivertli ekip, büyük maçların gizli golcüsü Selçuk ile golü bulduğunda, daha 11. dakikaydı. Ancak gol attıktan sonra daha çok motive olmak yerine, panikleyip konsantrasyon kaybetmek, oyunu kopartmak yerine davetkar bir bekleyişe geçmek, Fenerbahçe’ye mahsus bir özellik olsa gerek. Doğal olarak üç pasta, göstere göstere Nobre’nin ayağından gelen antrenman golü. Zoru kolaya çevirmişken, kolayı zora sokmak, lanetli bir Fenerbahçe ironisi olmalı...
‘Okçu’nun aşırtma ve şaşırtma ‘hoşgeldim’ golüyle tekrar bir rahatlama... Carlos’un zırhlı ayaklarıyla söke söke getirip verdiği bomboş topu ıskalamasa, daha orada kopacaktı maç. Fenerbahçe’nin zorlandığı dakikalarda, Cisse’nin durduk yerde Beşiktaş’ı eksilten hamlesi yetişti imdada...
Deivid, izleyenleri hem yoran enerjisi, mest eden oyun zekası, ofansif ve defansif yardımlaşması ile Devler Ligi imzalı dömivolesi ile takımın en iyisiydi. Selçuk’un hakkını ve de Carlos’un rahatlatan tecrübesinin de hakkını vermemek insafsızlık olur. Kazım ise laubaliliği ve yokluğu ile gemileri yakan adamdır. Nokta.
‘’Olasılıksız!‘’
Son 5 yıldır ligi son ana kadar domine eden Fenerbahçe, bu sezonun daha ilk yarısında ‘bilmemkaçıncı kez’ olmak ya da olmamak maçına çıkıyor. Soğuk bir şaka gibi, ama öyle...
Kendi emeğini, yeteneğini, birikimini ve takımını inkâr eden bir hoyratlıkla, yine kendi ayağına dolanarak.
Önceki yıllarda kaçan, giden, kaybedilen, heba edilen, hibe edilen sadece bir şampiyonluk, kazanılan ise bir şampiyonluktan çok daha fazlasıydı. Ancak bu kez durum farklı; kazanılırsa sadece bir şampiyonluk, kaybedilirse bir şampiyonluktan çok daha fazlası olacak. Bedel ağır olacak, görünen bu.
Yükü ağır bir maç
Derbilerde daha çok favori olmayanların yüzlerinin gülmesi sürpriz değil. Çünkü bu maçlarda futbol dışı faktörler daha ağır basıyor. Sonucu da genellikle onlar belirliyor. Soğukkanlılık, havaya girme, sükunet, dikkat, stresle başaçıkabilme, inanç, motivasyon, oyun disiplini, taktik ve stratejinin sahaya yansıma yüzdesi ve son olarak da şans faktörü... Ve bir de kazanmaya daha çok ihtiyacı olan taraf, istediğini alıyor.
Beşiktaş maçı Fenerbahçe açısından yükü hayli ağır ve belirleyici bir karşılaşma... Hem fizik hem psikolojik, hem de ligdeki geleceği açısından... İlk hedefinden travmatik bir şekilde kopan takımın, mağlubiyet halinde lig hedefinden de ağır bir sapma yaşayacağı muamma değil.
Puan cetveli yanıltır
Sarı-Lacivertliler, hafta sonundan itibaren gelecek sezonun planlaması ve hesaplarıyla uğraşmak, karmaşa ve kargaşanın içine yuvarlanmak istemiyorsa bu maçı kazanmaya mecbur. Kırılma noktalarından inanılmaz bir yüzdeyle çıkan Trabzonspor’un da Kayserispor deplasmanına çıkacağı göz önünde bulundurulduğunda, maçın önemi daha da katlanıyor.
Oluşan puan tablosu, rahatlıkla herkesi yanıltabilir, ancak bu yıl ligi domine edebilen bir takım yok. Futbol ve mücadele ederek yok. Her takım her takımı rahatlıkla yenebilir. Ligin en tepesindeki de, en altındaki de birbirinden farklı oynamıyor, farklı mücadele etmiyor. Bir tek Beşiktaş isteği ve enerjisiyle diğerlerinden biraz farklı. Ama o da sadece o kadar.
Bir düğün, bir cenaze
Görünen o ki; bu yılın şampiyonu, 3 puanlı lig tarihinin en az puanıyla mutlu sona ulaşacak. Buna rağmen, inanç, mücadele ve özgüven erozyonu yaşayan Fenerbahçe’nin bozuk kimyası, yenilgiyi taşıyamaz. Başından beri bir düğün, bir cenaze şeklinde giden sezon önce angaryaya sonra kabir azâbına dönüşür.
Fenerbahçe ilk yarıdaki fikstür avantajını hovardaca harcadığı ve toparlanacak gibi görünmediği için sezon sonu için güzel rüya görmesi zaten zor da, en azından kâbuslarını ertelemiş ve ötelemiş olur.