Arama

Popüler aramalar

‘’Kale düştü!‘’

Hızlı, istekli ve hırslı başladı maça Kanarya... Çıkış ararken, çıkmaza saplandı. Bu sezon Avrupa Kupaları’nda ilk 15 dakikada 2 gol yemek zaten kronik bir hastalık haline gelmişti. Şeytanın bacağını kırayım derken, 2 dakikada 2 gol yemek gibi negatif bir rekoru kırdı. Hemen peşinden Volkan dokunmasa, tabelada 4 dakikada 3 yazacaktı. Hem de 3 yıldır yenilmediği kendi evinde...
Soğukkanlılığını, yerini ve adamını topyekün terk edersen, birileri de gelip mahalleyi ateşe verir. Dengeli gitsen rakibin panikleyecek, dengesiz gittiğin için sen panikliyorsun...
Kaldı ki; Kayserispor’dan yediğin goller de aynı, Kocaelispor’dan da... Üstelik bu kez, futbolu hız ve tek top üzerine kurmuş bir ülkenin en üst düzey takımlarından biri karşındaki... Nereden, nasıl ve niçin hortlatıldığı tam bir muamma olan ilkel ve komik ofsayt taktiğinin armağanı ‘karbon kopya müsibetler’ silsilesi şaşırtıcı mı?
Çabuk, hamleli ve ayağa oynayan her takımın karşısında bu korku filmini yaşamak da ve korktuğunun da başına gelmesi de kaçınılmaz. Böyle giderse bu berbat film, bu sezon kolay kolay vizyondan inmez.
Fenerbahçe’nin kader gibi kabullendiği açmazı biz deşifre edelim; onu mahkum eden rakibi değil, bizatihi kendi oyun anlayışı...
UEFA‘ya katılma şansı bile mucizelere bağlı. Geçen seneki çeyrek finalin tesadüf olduğu da tescillendi. Ne diyelim; yayında ve yapımda emeği geçen herkese teşekkürler!

22 Ekim 2008, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Formanın uğuru mu?‘’

Birinin puanı yok, diğerinin deplasman galibiyeti. İkisinde de moral yok ama Fenerbahçe’de kudret de, kuvvet de yok.
Birinin yıldızları ve millileri çok, diğerinde bunların hiçbiri yok. Birinin hedefi şampiyonluk, diğerinin hedefi ligde kalabilmek.
Fenerbahçe’de dirilme, silkinme, mücadele, paslaşma, yardımlaşma, birinci ya da ikinci top hamlesi, alan daraltma, adam daraltma, oyun zekası adına hiçbir teknik-taktik üstünlük yok. Bırak oyununu kabul ettirmeyi, bir de ağır baskı yiyorsun. Rakip 10-15 pas yaparken çaresizce izliyorsun. Adressiz ve dengesiz paslar savuruyorsun.
“Al kardeşim, bal kardeşim, ben yoruldum sen oyna; oynamazsan topu bana yolla!” tekerlemesini sahneye uyarlamış gibi Fenerbahçeli futbolcular. Ve nitekim Taner Gülleri, Galatasaray’a attığı golün karbon kopyasını, dün gece de ağlara gönderince kahır mektubu yazdırıyor ilk 45 dakikada Fenerbahçe.
İkinci yarı eveleyip gevelerken, 3 dakika silkeleniyorsun, Güiza ve Uğur ile kâbustan rüyaya geçiş yapıyorsun. Ne farkı açma derdindesin, ne de skoru koruma. Yeniden uyurgezerliğe dönüp, beraberlik golünün asistini de kendi ayağınla ikram ediyorsun. Sonrası yine şuursuz ve dengesiz bir yırtınma... Fenerbahçe günü kurtardı ama kulübedeki kırgın, kızgın, bezgin ve küskün haller hiç örtüşüyor mu bu kulübün tarihi ve karakteriyle?

19 Ekim 2008, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Cevabını arayan sorular (II)‘’

Kaldığımız yerden soruları sormaya devam ediyoruz. Cevap gelmeyeceğini ve gelse de kimse tarafından umursanmayacağını bile bile, sadece tarihe kayıt düşmek adına ve de başımızı belaya sokma pahasına sormaya devam ediyoruz.
1- Gazeteci Feridun Niğdelioğlu kendisini kimin, neden bıçakladığını bilmekte midir? Engin Verel kendisini yaralayan kişiyi ya da bunu yaptıranı adı gibi tanımakta mıdır? Abdullah Çevrim abimize saldıran kişi kimdir? Yoksa yanıtları bilmiyormuş gibi yaparak, tıpkı Rüştü olayında olduğu gibi, ihaleyi Aziz Yıldırım’ın üzerine yığmak daha mı karizmatik bir durumdur?
2- Deniz Derinsu, Gürcan Bilgiç, Feridun Niğdelioğlu ve İbrahim Seten ile Tahir Kıran ve Sadettin Saran arasındaki ilişkinin derinliği, sığlığı ya da sıklığı ne boyuttadır? Tahir Kıran Bey bu isimlere ‘kontr haber’ yaptırmaktan kimselere söz etmiş midir?
3- Fenerbahçe Kulübü Başkanı bir yerlere spor müdürü ya da muhabir atamış mıdır? Onlara daire, araba vs almış mıdır? Herhangi bir spor müdürünün ya da muhabirinin işinden atılması ya da yükseltilmesi için, gazete genel yayın yönetmenleri veya patronlarından ricada bulunmuş mudur? Peki, diğer kulüp başkanları ve yöneticileri böyle işler yapmış mıdır, yapmakta mıdır?
4- Serhat Ulueren’in Ahmet Çakar’ı diz çöktürüp geri püskürttüğü kaset nerede, ne zaman çekilmiştir? Kasette Ersin Düzen ve Güntekin Onay da var mıdır? Kendi işyerinde, mahiyetinde çalıştırdığı kişilerin şakalaşmasını gizli kamera ile kayda almak adamlığın, delikanlılığın, gazeteciliğin ve ahlâkın neresine denk düşer?
5- Futbolcu Hakan Şükür, sadece birkaç medya sitesinde yer alan ve asla yalanlanmayan iddiadaki gibi, Sabah Gazetesi sahibi Ahmet Çalık ile Serhat Ulueren’i spor müdürü yapması için görüşmüş ve ricada bulunmuş mudur? Öyleyse bunu hangi sıfatla yapmıştır? Ulueren’in aynı cemaate yakın duran Kanaltürk’te görev almasında benzer faktörler rol oynamış mıdır?
6- Hakan Bilal Kutlualp’i yeşil-siyah giyinecek kadar dolduruşa getirme ayinleri hangi Fenerbahçeli’nin evinde gerçekleştirilmiştir? ‘Baron’ lakaplı büyüğümüz bu yemekli toplantıların kaçında yer almıştır?
7- Fenerbahçe-Everton maçında, bir kişinin yaralanması ve kulübün saha kapatma cezası almasıyla sonuçlanan olayda, patlayan silah kimindir? Balistik raporları ve soruşturma ne aşamadadır?
8- Son olarak meslektaşlara yönelik bir uzman ve hatta azman sorusu: Bu satırların meczup ve amigo yazarı, kimin tetikçisi veya beslemesidir? Medyaya kim tarafından sokulmuş, hangi güç tarafından kollanmaktadır? Mevlâ ile meblâğ arasında ne tür bir tercih yapmıştır? Derdi mevtâ olmak mıdır? Kalemini, vicdanını, aklını ve ahlâkını kaç paraya satmış veya kiralamıştır? Bunu da tarifeyi ve rayici iyi bilip, bu kurallara bağlı çalışanlar yanıtlasın. Nokta!

17 Ekim 2008, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Merak ettiğim sorular‘’

1- Ahmet Çakar’ı kim neden öldürme kastıyla vurdu veya vurdurdu? Tetikçisi ya da azmettireni kimdir? Sayın Cerrah o günden bugüne hangi bulgulara ulaşabildi? Çakar’ın elinde 13 sayfalık bir el yazısı itiraf var mı? Varsa kendi gazetesi bile neden yayınlayamadı? Aynı tehdit günümüzde de geçerli mi? Sayın Zekeriya Öz, bu konuda ne düşünmektedir?

2- Ertuğrul Sağlam, Beşiktaş’a nasıl getirildi? Eğer öyle değilse Başbakan ve Cumhurbaşkanı kendisini niçin arar? Peki ya aynı makamlar Hakan Şükür’ü niçin kabul ederler? O’nu alkışlayan gazetecilerin konumu, durumu ve gerekçeleri nelerdir?

3- Sinan Engin ile Çakıcı görüşmeleri ayan beyan ortalığa saçılmışken, Lucescu hangi gasptan söz edebiliyor? İki şampiyonluğunda da yaşanan rezaletler gün gibi ortadayken, kendisi mağdur mudur, gasp edenlerin tarafında mıdır? Çalıştığı kulüpler O’nun şampiyon yaptığına zerre kadar inansaydı, bu kadar kolay gönderilebilir miydi?

4- Rahmetli Hasan Doğan’ın siyasetle geldiğini haklı olarak söyleyenler, Mesut Yılmaz ve Mehmet Ağar’ı hâlâ apolitik bir esnaf mı zannediyorlar? Sami Yen’de loca sahibi olan Ulusoy’un kestirdiği kurbanları, Çakıcı’nın şoförünün hem poliste hem savcılıkta hem de mahkemede itiraf ettiği el yazısı talimatı nereleriyle sindiriyorlar?

5- Çıkar amaçlı suç çeteleri futbolun, kulüplerin, tribünlerin, menacerlik kurumunun ve federasyonların içine ne kadar sirayet etmiş durumdadır? Cemaat ve tarikat futbolculara, hocalara ve spor medyasına ne ölçüde hakim durumdadır?

6- Galatasaray ile sözleşme imzalayıp antrenmana çıkan İlhan Mansız, nasıl bir gecede Beşiktaşlı olmuştur? Galatasaray’dan neden en küçük bir tepki yükselmemiştir?

7- Teknik direktör tercihleri ağırlıklı olarak liyâkate mi, siyasete mi, tarikat telkinine mi, ucuz banka kredisi şartına mı, federasyona mı, kumar borçlarına mı, yoksa yayıncı kuruluşa şirin görünme kriterine göre mi işlemektedir?

8- Fenerbahçe Başkanı, ilk istifasını kendisi bile bilmezken, bazı gazeteciler nereden ve nasıl bilmiştir?

9- Canlı, yanlı ve zanlı yayında, kameralara parmak sallanarak ilân edilen ‘medya getirir, medya götürür, ona göre haa!’ felsefesinin dayanağı nedir? Çakıl taşlarını temizlemek onların görevi midir?

10- Demirören grubuna ait iki tüpgaz firmasının sponsorluğunda TV programı yapıp keseyi doldurmak, sonrasında da güya önceden muhalif olduğu bir federasyon başkanının emri altındayken eski ‘gizli patronuna’ bodoslama sallamak nasıl bir duygudur?

11- Başkan adayı bir muhalifin radyosuna doluşup, maaş karşılığı mevcut yönetime aralıksız sallamak etik bir duruş mudur? Patronları, kendi saflarındaki bazı gazetecileri bu yolla doyuracağını çete davası dosyasındaki dinleme kayıtlarında, Tahir Kıran Bey’e 4 yıl öncesinden söylemiş midir?

12- Bir tribün grubu kulübün ‘kalbi’ olabiliyorsa, istisnasız bütün organları hangi kişi ve kurullara denk düşmektedir? ‘Yöresel keriz’ dalgalarından sonra ‘duruş/kuruş’ paritesi hangisinin lehinde abartılı bir şekilde açılmıştır?

14 Ekim 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ahval ve şerait‘’

Boşa koysan dolmuyor doluya koysan almıyor. Fenerbahçeli futbolcuların sahadaki çaresiz, aciz ve hiçbir yere varmayan nafile çırpınışları, ürkek, acemi ve bazen de komikleşen halleridir taraftarın beynini, yüreğini ve gözlerini acıtan... Hatta utandıran...
Taraftarlar için mesele yenilgi, farklı yenilgi, puan kaybı, hatta yarıştan geri kalıp hedeften uzak düşmek de değil. Takımının sergilediği itici ve inkarcı tablo; umudu kurşuna dizen, kendi kalesini yıkmaya çalışan acemi mangası görüntüsü... Rakip kim olursa olsun sahada baskıya boyun eğen, bırakın oyununu, kendi varlığını kabul ettiremeyen, zaten buna da inancı olmayan güçsüzlük, bezmişlik, yılgınlık hâli... Diriliş diye bakılan her maçta tükenişe bir adım daha yaklaştıran panik atak savurganlık.
Öyle bir garabet ki, geçici hafıza kaybı gibi. Mesela alfabeyi, konuşmayı, yazmayı ve okumayı unutmak gibi. Nerden baksan akıldışı!
Futbolu, futbolculuğu, futbolun en basit kurallarını, en temel alfabesini, takım oyununu, takım ruhunu, formasını, kulübünü, yeteneğini, rakibini, mesleğini, kariyerini külliyen inkar eden başıboş bir güruhtan farksızlar. Ancak sadece rakipleri ve felakettten medet uman rant cambazlarını güldürüyor.
Sabır, sabır diyerek dişlerini, yumruklarını sıkanların, bugünlerini gururla erteleyebilenlerin, şu hayat şartlarında evlerinde forma koleksiyonu biriktirenlerin, Fenerbahçe’nin kurtuluş mücadelesine cepheden destek verenlerin, zamandan, durumdan bağımsız olarak katıksız sevenlerin dilini konuşuyoruz. Onların öfkelerini, ıstıraplarını, hayal kırıklıklarını manüple etmek, kişisel intikamları için kullanmak isteyen yağmacıların veya taşaronların değil.
Ligin daha 6. haftasında havlu atma noktasına gelmek Fenerbahçeliler’in yabancı olduğu bir kavram değil. Ancak kendini sürekli tekrarlayan o hastalıklı yapıyı ortadan kaldırma iddiasındaki bu Fenerbahçe için kabul edilebilir bir manzara da değil.
Taraftarlar bunu bile geçmiş de, artık Şampiyonlar Ligi grup maçlarında “ağır bir hezimet yaşar mıyız?” korkusuyla boğuşuyor. Ve tabii seneye orada olamamak gibi bir olasılığı içine sindiremiyor.
Psikolojik danışmanlar, öncelikle şu telkinde bulunurlar: “Sorun yoktur, durum vardır!”
Şu halde yeteneklerin, şöhretlerin, karizmaların, kıdemlerin, yakın geçmişin, dünün, bugünün, formanın, mazeretlerin arkasına sığınmadan önce durum tespitini doğru yapmak, sonra soğukkanlı bir biçimde keskin bir kararlılıkla üzerine gitmek gerekiyor.
Yaşananlar ‘durum komedisi’ne dönüşmeden!

07 Ekim 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şuur kapalı‘’

Maç öncesinde teröre gösterilen Ay-Yıldızlı tepki ne kadar anlamlıysa, Fenerbahçe’nin hâl-i pür melâli o kadar anlamsızdı.
Ligde daha 29 hafta var yani toplam 87 puan. Şampiyonlar Ligi’nde de 4 maç; yani 12 puan. Ancak futbolcuların mecâli yok, inancı yok, özgüveni yok. Bildiklerini bile unutmuşlar, sahada hem acı çekiyorlar hem de acı çektiriyorlar. Silkelenme, dirilme bekleyenler yine auta çıktı. Ligin en az gol atan takımı, antrenmanda atamayacağı rahatlıkta goller buluyor; Sarı-Lacivertliler hipnozda seyir halinde...
Fenerbahçe’de mesele adale sakatlıklarında değil, beyinlerdeki sakatlıklarda. Eksiklik sahada değil, beyinlerde. Geçen sene, yuhları, ıslıkları aşıp, Devler Ligi’nde kılpayı yarı finalin eşiğinden dönen takımın, nasıl olup da böyle bir enkaza dönüştüğü sorusu, akademik kariyer yaptıracak bir tez konusudur.
Birinci toplarda yoksun, ikinci topların hiçbirinde yoksun, mücadelede yine yoksun. Tek pasta yapman gerekeni, 3-4 pasta ancak yapabiliyorsun. Böyle olunca, sahada varlığın ya da yokluğun, hiçbir şey ifade etmiyor rakip için.
Sözün özü; Fenerbahçe dün akşam derin komaya girmiştir. Şuur tamamen kapanmıştır, bitkisel ve bitiksel hayattadır. Rakipler ve belaltı muhalifler dışında, umut veren en küçük bir belirtisi yoktur.
Öldükten sonra dirilmeye inananlar için de iş tamamen Allah’a kalmıştır...

06 Ekim 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Engizisyon‘’

Fenerbahçe, dışarıdan ve içeriden ağır kuşatma altında... Yoğun bir psikolojik harekâtın, bel altı muhalefetin her türlüsüyle, en çirkini en pespayesi ile baş başa... Hem de yıllardır. Bu koşullar altında şampiyon olmaması değil, son haftalara kadar yarıştan kopmaması, mutlu sona ulaşmasıdır aslında anormal olan.
Yönetim gitsin, Daum gitsin, Zico gitsin, futbolcular gitsin! Yıllardır değişmeyen terane, bitmek bilmeyen kelle avcılığı... Hem de engizisyonun en rezili, en aymazı, en arsızı, en acımasızı ile abluka altına alınmışken... Pekii, istenen kelleler, bu seslere kulak verenler tarafından teslim edildiğinde ne olmuş? Bakın yakın tarihe görürsünüz.
Pekii, kelle isteyenler haksız çıktıklarında ne yapmışlar? Hiç. En küçük bir özeleştiride bulunmuşlar mı? Kulübe nasıl bir darbe vurduklarını, kaç yılını heba ettiklerini düşünmüşler mi? Bu görüntüleriyle kimleri üzüp, kimleri güldürdüklerini hesaba katmışlar mı? Nereleriyle güldüklerine dikkat etmişler mi? En küçük bir sorumluluk üstlenmişler mi? Yoksa kendilerinin dışında herkes potansiyel sahtekâr mı? Kovulan teknik direktörleri, yıkılan yönetimleri, ‘ruhsuz’ ilân edilen futbolcuların başarılarını ve kariyerlerini gördüklerinde, duyduklarında neler hissediyorlar?
Bazıları da içeriğini bilmeden, sığ algılamalarla ya da kulaktan dolmalarla geviş getiriyor. Yumruğu çakıp kaşıyor, yangına benzin taşıyor, birilerinin eline çakmak kibrit tutuşturup gaz veriyor.
Buyurun! Madem futbol futbolcuyla, teknik direktörle, teknikle, taktikle, yetenekle değil de taraftarla oynanıyor, madem maçlar desibel oranıyla, fon müziğiyle kazanılıyor, hadi kurtarın takımı! Madem yönetimler tribünlerin isteği üzerine gelip gidecek, hadi kurtarın kulübü. Hadi şu gidişatı düzeltin! Öyle ya, siz olmasanız ne şampiyonluklar olurdu, ne de Devler Ligi’nde çeyrek final! Kim ki onlar sizin yanınızda?
Bağırarak, çağırarak, ıslıklayarak, yuhlayarak, eğlenerek, göbek atarak, ses tellerinizi yırtarak, tribünde kendi maçınızı oynayarak, gereğinde de tehdit ederek motive edin futbolcuları! Yönetimi titretin ve kendine döndürün ya da dönüştürün! Herkes Fenerbahçe ile uğraşırken, siz de Fenerbahçeli ile uğraşın. Fenerbahçelilik ile değil Fenerbahçe siyaseti ile uğraşın. Size benzemeyenleri, biat etmeyenleri aşağılayın, itham edin, yıldırın!
Ne demişti Süleyman Seba; “Bazen herkesi kandırabilirsiniz, bazılarını da her zaman kandırabilirsiniz ama her zaman herkesi kandıramazsınız!”
Atatürk’ten, Cumhuriyet’ten ve devrimlerinden bile intikam almaya çalışanların ülkeyi ele geçirmeye başladığı bir dönemde, Aziz Yıldırım da neyin nesi ki? Ve-ga’nın şarkısındaki gibi: “Bir gün gelir bir gün geçer, bazı şeyler hiç ama hiç değişmez.”
İnsan yaşadığı ‘an’a miyoptur ve gözün en büyük zaafı da kendi kendini görememesidir!

04 Ekim 2008, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI