‘’Futbol cinayetleri‘’
Sene 2009... Türk futbolunun oynandığı koşullara, statlara, zeminlere bir bakın; taş devri zihniyetini görün. Buz tutan, çamurlaşan, çoraklaşan zeminler değil, beyinler.
Hep görmezden, bilmezden gelindi, hep ‘eyvallah’ çekildi. Hatır uğruna, satırlar indi kafalara, ama nafile... Aman o alınır, belki şu darılır, diye suspus herkes.
İlla birilerinin ölmesi lâzım, hatta katliam beklemek lâzım. Akıllanır mıyız peki; sanmam! İki ‘ah’, bir ‘vah’ unutulur gider. Her şey tekrar başlangıca döner ve bıktırıncaya kadar kendini tekrar eder.
Futbol cinayeti işleniyor resmen. Hem oyunun kendisi katlediliyor, hem futbolcular, hem taraftarlar hem de futbolun keyfi. Buzda dans, çamur güreşi, su topu, kum kayağı ne ararsan var da; futbol firarda... Bu şartlarda nasıl olmasın ki? Ayıptan değil, suçtan bahsediyoruz artık. Futbolu, futbolcuyu ve futbolseveri öldürmeye, yok etmeye tam teşebbüs bu suçun adı.
Tuvalete gidilemeyen, güvenlik koşulları sıfırlanmış ya da tamamen Allah’a havale edilmiş statlarda maça gidenler, kendini çoban zannedenlerce sığır muamelesi görürken... Dilsizlerin dili olacağına, bunları sorgulayacağına, konuşmaktan başka hiçbir şey yapmayan uzun dillilere yardakçılık, yancılık yapan medya... ‘Tribünler neden boş’muuşşş? Futbolsever dediğin, taraftar dediğin sado-mazohist midir? İşkence görmek, acı çekmek, sıra dayağı yemek ve aşağılanmak için bir de üste para mı versinler? Bazen de fahiş tarifeden...
Geçen sene bu aylarda ilk kez itiraz eder gibi oldu medya, açılmayan göz, verilmeyen söz kalmadı. Sonra Avrupa Şampiyonası hafızayı sıfırladı. Yine perde indi, mil çekildi gözlere... Geldik dayandık gene zurnanın ‘zırt’, hatta ‘zort’ dediği yerlere... Millet buz üzerine medeniyet kurmuş, Ukrayna’da, İsveç’te, İzlanda’da yeşil çimlerde top oynuyor. İklim zengini ülkenin göbeğinde suni zeminin bile hakkını veremiyoruz.
Kupa maçları ile ekranlara yansıyan saçmalığı görüyorsunuz. Federasyon nerede peki geçen yıldan beri? Dayatamıyorlar mı çim zemini, milyonlarca doları havaya saçan kulüplere? Asla! Hatır gönül şikesi yapmak, dengesizliğin dengelerini koruyup kollamak varken, kurallar niye uygulansın ki! Ezeli rehavetin sonucu da ebedi rezalet işte.
Stat yenilemek uzun ve meşakkatli bir iş. Tamam da kısa vadede zeminleri halletseydiniz bari. Her ilin iklimine göre drenajı, çimi ve ısıtması olan zemin nedir ki? Yapmayanı men et gitsin yarışmadan! Bakteri çapında bir zekâ ve dirayet bile bin kere üstesinden gelirdi bunun! Ama niye rahatını bozsun, niye fikir üretsin ki ‘titr’imin ince gülü?
İyi uykular!
‘’Yeter mi?‘’
Fenerbahçe, Bursaspor ile oynadığı kupa maçında, ligin ilk yarısına nazaran biraz daha diriydi. İstediğini aldı ama yetmez, çünkü sıkıntılar hâlâ sürüyor.
Takım gol pozisyonu üretmekte çok zorlanıyor. Hızlı atağa çıkmakta, oyununu rakibine kabul ettirmekte ciddi sancı çekiyor. Kanatlarda da problem sürüyor. Bütün bunlara bir de Güiza’nın bitmeyen yalnızlığı ekleniyor...
Şu ana kadar gerçekleşen iki transfere bakıldığında, Gökhan Emreciksin hazır bir oyuncu. Sağ kanada getireceği rekabetin bile takıma sağlayacağı fayda tartışılmaz. Ancak adaptasyon ve verimlilik konusu şimdilik muamma.
Abdülkadir ise geleceğe yönelik bir transfer. Umalım ve dileyelim ki diğerlerinin kaderini paylaşmasın, unutulmasın, murdar olmasın. Çünkü Fenerbahçe’nin şu andaki gerçekleri ve takım üzerindeki baskı, genç futbolcuları kazandırma hatta bunu deneme girişimlerine izin verecek gibi değil. Hele hele yarışın tam anlamıyla kızışacağı ikinci yarıda böyle cesur çıkışlarda bulunmak, o çocukları başlamadan bitirebilir. Ancak her iki transfer de Fenerbahçe’nin yaşadığı sorunlara merhem değil.
Yönetimin resmi siteden yaptığı “yabancı transferi yapılmayacak” açıklaması, taraftarlarda hayal kırıklığı yarattı. Herkes bunun bir ‘şaşırtmaca’ olduğuna inanma eğiliminde... Tamam ekonomik kriz var ve her transfer de risk demek. En azından önlibero için Maldonado yerine oyunu iki yönlü oynayabilen, takımın mücadele ve hamle gücünü, paslaşma becerisini, enerjisini yukarı çekebilecek hazır bir oyuncu kiralanabilirdi. Biraz pahalı bir yöntem olsa da, Avrupa’dan kulüplerine uyum sağlayamamış ya da ikinci plana düşmüş kariyerli bir futbolcu alınabilirdi. Ya da ligi biten ülkelerden tercih edilebilirdi. Hâlâ daha geç kalınmış değil.
Peki bu riski almaya değer mi? Evet değer. Milyonlarca Fenerbahçe taraftarı da -mutlak eminim ki- benden farklı düşünmüyor. Kiralık gelen Nobre’nin, bir sezonun kaderini nasıl değiştirdiğini kimse unutmamalı. İkinci bir istisna neden olmasın?
Bu yıl lig şampiyonu Devler Ligi’ne ön eleme oymadan doğrudan katılacak. Oradan gelecek ‘ayakbastı parası’ bile, yapılacak harcamayı amorti etmeye yeter.
Elbette yönetim ve Aragones bu konular üzerinde ıcığına cıcığına kadar kafa yoruyorlardır. Fakat Aragones’in futbol prensipleri ile Fenerbahçe’nin realitesi ve mecburiyetleri arasında tercih farklılıklarının oluşması da kaçınılmaz.
Mevcut kadro geçen seneki kimliğinin ve performansının yarısını bile ortaya koyabilseydi, bu yazdıklarımı rakip takım yazarları tartışıyor olurdu. Ama burası Fenerbahçe; yani Kaos Cumhuriyeti!
‘’Zemin ayıbı!‘’
Kendi kendinin en amansız rakibi olmaktan bir türlü kurtulamayan Fenerbahçe, durduk yerde bir rakip daha üretti kendine; Saracoğlu’nun zemini...
Sahip olduğu teknik ayakları kendi evinde etkisizleştiren tuzaktan farksızdı yanıltıcı yeşillik. Top yuvarlanmıyor da, sanki sürükleniyor. Zemin değil de, oyunu ağırlaştıran top mıknatısı... Bu gidişle kış aylarında kumsala döner. UEFA Finali’ne kadar ‘ele güne karşı’ mutlaka fiyakalı hale getirilir de, o fiyaka Fenerbahçe’nin şampiyonluğundan daha mı önemli?
Neyse, geçelim. İkinci yarı öncesinde 10 günde oynanacak ‘resmi hazırlık maçı’ üçlemesinin ilk halkasıydı bu. Fenerbahçe’nin kupayı ne kadar önemsediği, sahaya tam kadro çıkmasından belliydi; Babacan hamlesi istisna...
Alex gibi ürkütücü ve etkili silahı geride prangalayıp, kendi elinle imha etmek, rakibe verilebilecek en büyük avans olsa gerek. Sarı-Lacivertliler hâlâ çok göstere göstere ve durarak paslaşıyor. Hal böyle olunca da oyun kendiliğinden ve gereksiz yere sıkışıyor. Güiza’nın hatları kopuk. Kazım kontrol ve kontör sorunu yaşıyor. Uğur mükemmeli üretmek için kendisiyle boğuşurken, güzeli ıskalıyor. Basit futbol ile yavan futbol arasındaki fark da ortaya çıkıyor. Gökhan çok iyi, Carlos en dinamik adam, ‘öndirek golcüsü’ Selçuk yine formunda, yarım Deivid bile iki kişilik işler beceriyor.
Gecenin mest eden hareketler zincirini Alex de Sonsuza çekiyor. Carlos da ona nazire yapar gibi orta sahadan kopuyor ve oyunu koparan mükemmel golü atıyor. Takımda biraz toparlanma var, ancak mücadele, yardımlaşma ve pozisyon kısırlığı hâlâ sürüyor.
‘’Özür diliyoruz!‘’
Madem yeni bir yıl başladı, madem bu yeni bir sayfa, madem Türkiye’nin en antipatik renkleri ve kulübü, madem en özverili taraftara sahip, madem diktatörlükle yönetiliyor, madem her türlü gerginliğin ve dibe vuruşun nedeni bu anlamsız direniş, madem ki 2010 planları bir sene öne çekilmiş, o halde bütün Fenerbahçeliler için arınma ve yüzleşme zamanı...
Boşverin çim meselelerini, lağım kokulu çağ dışı ilkel statları, ekonomik krizleri, ergonomik kerizleri, ittifakları, müttefikleri, düdükleri, güdükleri, hödükleri, güdümleri, ödünleri, düzenleri, düzenekleri, yemekleri, gaza toplantılarını...
Fenerbahçeliler de ‘www.özürdiliyoruz.cok’ diye bir kampanya başlatıp modaya uysunlar derim. Hatta hemen başlasınlar. Utanmadan ‘kimden ve niye’ diye aklından geçiren ‘çıkıntı’ tipler varsa hâlâ, dişimizi sıkıp ‘lâ havle’ çekerek, bir kez açıklayalım. Ülkenin ve futbolun yüksek çıkarları kimlerden özür dilemeyi gerektiriyor mesela;
Öncelikle Haluk Ulusoy’dan, Bülent Yavuz’dan, Hıncal Uluç ve müridlerinden, Şansal ve Erman’dan, Fetullah Gülen ve misyonerlerinden, Serhat Ulueren ve akla ziyan avânesinden, sahte pasaport-vize olayının sorumlusu Sinan Engin’den, şike konuşmaları dosyaya girmiş, rücu uzmanı Sergen Yalçın’dan... Yayıncıdan, sazancıdan...
Mesut Yılmaz’dan, Mehmet Ağar’dan, Fatih Terim’den, Aksu’lardan, Hayali’lerden, Oskay’lardan, dopingçilerden, tetikçilerden, tribünlerde rantı kesilenlerden, doping şaşırtmacalı Akman ve Şaş Bey’lerden, Florya’lardan, Fulya’lardan, siyasetten, sirayetten, şikayetten...
Proje takımın başarısı için yıllardır varını yoğunu ortaya koyan Beşiktaş, Trabzonspor ve diğerlerinden, taraftarlarından, başkanlarından ve yönetimlerinden...
Spor medyasından, köşe yazarlarından, bildiklerini susup, bilmediklerini söyleyenlerden, bir şey söylemek için değil de örtmek ve gizlemek için yazıp konuşanlardan...
Mafyalardan, çetelerden, mafyozlardan, yancılardan, hancılardan, sancılardan, etikçilerden, tetikçilerden, etekçilerden, bıyıklılardan, bıyıkçılardan, tesbihçilerden, teşbihçilerden... Kutsayanlardan, kutlayanlardan, atlayanlardan, zıplayanlardan...
Saran’dan, Kıran’dan, Kutlualp’ten, Peker’den, Rüştü’den, Özat’tan, Şükür’den, Telekom’dan, TOKİ’den, Seyran’dan Tepe’den, Kenan Evren’den, cemaatten, cemiyetten, Başbakan’dan...
İtirafçıdan, iftiracıdan, itirazcıdan, müfteriden, müşteriden, difteriden, gruplardan, ağalardan, merhum Şambaba’dan ve O saltanatı özleyenlerden, öykünenlerden...
Hadi ne duruyorsunuz? Ülke futbolunun kurtuluşu için öncelikle bu şart. Fenerium’lara kilit vurulsun, kombine satışları da yasaklansın hatta bir süreliğine. Belki kulübün de kapısına aynı gerekçeyle kilit vurulabilir yine bir süreliğine... Ne yaparsanız yapın, ‘ ‘olağan şüpheli’ olarak üvey veya üveyik muamelesi göreceksiniz. Değmez mi yani?
Hadi diyelim yine olmadı, teokrasilerde çare tükenir mi? O zaman da kulüp kurumsal olarak ‘www.biatediyoruz.net’ diye bir site açsın, bir de oradan deneyelim!
Ne dersiniz, değmez mi?
‘’Alex de Sonsuza‘’
Bütün Fenerbahçeliler, Alex’in bir gün arayla yaptığı uçurum dolu iki çelişkili açıklamayla şoke oldu. Önce medyaya “Kulübüm istesin 40 yaşına kadar kalırım” açıklaması yapan Sambacı, bu haber daha gazetelerde okunurken, kendi sitesinde çok net ama küskün ‘kopma noktasında’ olduğunu dile getirdi.
Artık Türk futbolunda ‘ölçü birimi’, ‘kıyas mekanizması’ hatta neredeyse saplantı, kompleks ve takıntı haline gelen Alex’in ‘illallah’ noktasına nasıl geldiği/getirildiği tam bir muamma...
Kolay kolay sakatlanmayan, asla kapris yapmayan, her yönüyle profesyonel yaşayan, kimseye tepeden bakmayan, şımarmayan, hiçbir saygısızlık yapmayan, forma namusu denilen şeyin hakkını veren, yakaladığı insanüstü istatistikle ülkenin futbol literatürünü harmanlayan ‘çok özel bir adam’dan söz ediyoruz. Islıklara rağmen ayakta kalabilen, ‘duran top’ kavramıyla ‘vuran top’ kavramını eşitleyen, ‘serbest atış’ ile ‘derdest atış’ kelimelerini lugatte denkleştiren sıradışı bir adam.
Kulübün gerçekleri, doğruları ve dengeleri bir kez daha karşı karşıya gelmiş olabilir. İki taraf arasında ciddi fark da olabilir ki; bunlar anlaşılabilir şeyler. Ancak ‘yürüye yürüye şampiyon olmak’ gibi aşağılayıcı bir medya söylemine saplanmak ile aynı dolmuşa gelip Alex’i ıslıklamak arasında hiçbir fark yok. Umarız ‘adam daraltan’ yorucu yorumların gazı değildir bu durum. Aksi takdirde tartışılmayacak bir yeteneği, taammüden tartışılır hale getirenlerin zaferi olacaktır bu.
Alex, birilerinin rüyası oldu, birilerinin kâbusu... O’nun bu formadan kopmasını avuçları patlayıncaya kadar alkışlayanlar da olacaktır, ekranlardan ve köşelerden methiye düzenler de... Bu gürültülü çoğunluğun içinde kesinlikle Fenerbahçeliler olmayacak. Tabii futbolu gerçekten sevenler de...
Fenerbahçe’de oynuyorsan medya, ucuzlatmak, hedef göstermek, erozyona uğratmak için üzerine çalışır. Gittikten sonra da dünyanın en kıymetli futbolcusu ilan eder. Bir taşla iki kuş vurulur. Tomas, Servet, Daum, Aurelio, Zico ve Tuncay örneği hafızalarda taptaze henüz.
Bu sokak çocuğu görünümlü entelektüel adam futbolun sevimli, sıcak ve gülümseyen yüzüdür. Çocukların üzerindeki lisanslı ya da ‘çakma’ formaların sırtında yazan isme bakın, bu katıksız gerçeği göreceksiniz.
Kulüpler ile kişileri ne karıştırırım ne de karşılaştırırım. Tabii ki aslolan kurumlardır. Fenerbahçe yerinde dursun da kim nereye gidiyorsa gitsin. Ancak ayrılık olacaksa bile emeğe aykırılık olmamalı.
Bence, Fenerbahçe’de jübile yapması gereken bir adam Alex. Gidecekse de murdar edilmeden, ona ve giydiği formaya yakışır şekilde uğurlanmak annesinin ak sütü kadar helâl. Nokta!
‘’En kötüsü buysa!‘’
Yazarımız Hasan Ali Atasoy, 4 soru 4 cevapta Fenerbahçe’yi değerlendirdi:
1 Fenerbahçe kötü başladığı sezonda ilk yarıyı liderin 2 puan gerisinde tamamladı. Bu tabloyu nasıl yorumluyorsunuz
-Fenerbahçe kötü değil, çok çok kötü hatta felaket başladığı bir sezonu 2 puan geride 4. sırada tamamladı. Bir takımın ancak bir kaç sezon toplamında yaşayabileceği bütün melanetler yan yanaydı, üst üste, alt altaydı. Hoca ve sistem değişikliği, gidenler, gelenler, uyumsuzluklar, uygunsuzluklar, oyunsuzluklar, tribünlerdeki gerilim... Bunların hepsi bir aradaydı... Mücadele, oyun zekası, yardımlaşma, paslaşma dibe vurmuştu. İlk 6 altı haftada 4 mağlubiyet de olabilecek en kötü senaryoydu. Gerilim ve özgüven kaybı tavan yapınca, koca ilk yarı bıçak sırtında geçti. Ligden tamamen kopmayı engelleyen de derbi galibiyetleri oldu. Bütün olumsuzluklara rağmen ilk yarıyı 2 puan geride tamamlamak, çok akıllıca değerlendirilmesi gereken büyük bir avantajdır. Bu sıralama, Fenerbahçe için değil rakipler açısından büyük şanstır. Çünkü Fenerbahçe geçen sezondaki performansının yarısını bile ortaya koyabilse, hiç tartışmasız en az 10 puan farkla zirvede olurdu.
2 Teknik Direktör Aragones ısrarla ve üstüne basa basa transfer istemediğini dile getirirken, yönetim ayrı telden çaldı. Hangisi doğru? Transfere ihtiyaç var mı? Var ise hangi bölgelere
-Bütün itirazım yıllardır sabırla oluşturulup oturtulan orta saha saltanatının lağvedilmesine hatta tedavülden kaldırılmasına... Bu durum hem defansı çökertti hem de forveti... Takımın direnç noktaları çökertildi, tüm dengeler allak bullak oldu. Kendi oyununu kabul ettiren inatçı Fenerbahçe gitti, rakibi koşulsuz kabul eden korkak, kırılgan ve hatta neredeyse ‘kaderci’ bir Fenerbahçe geldi. Rakip oyuncular artık ‘terk edilmiş bölge’ haline gelen Fenerbahçe orta sahasını elini kolunu sallaya sallaya geçip, defans ya da kaleciyle burun buruna gelmeye başladı. İlk planda orta sahaya, oyunun her iki yönünü de oynayabilen kalitesi ve kariyeri tartışılmaz bir yabancı takviyesi acilen şart! Ayrıca takımın mücadele gücünü, enerjisini, oyun zekasını, kanat akınlarını ve pas trafiğini sıçratacak en az 2 yerli futbolcuya da ihtiyaç var.
3 Peki sizce ilk yarının sonlarına doğru Fenerbahçe’de bir toparlanma ve iyiye gidiş süreci sözkonusu mu? Alex kalmalı mı?
-Bence takım hâlâ dengesini, balansını bulabilmiş değil. İçeride ve dışarıda her maçı her sonuca açık görünüyor Fenerbahçe’nin.. Deivid’in takıma girmesiyle pas trafiğinde ve hücum gücünde bir rahatlama olduğu gerçek ama hâlâ kırılgan bir zemin üzerinde duruyor. Mücadele ve oyun gücü kesinlikle yükseltilmeli. Alex’e gelince, bu forma altında jübile yapması gereken özel ve örnek bir adam...
4 Aziz Yıldırım federasyona hakaretten 2 yıl men cezası almıştı. MHK Başkanı’na Federasyon Başkanı’nın yanında küfreden Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören ise 90 gün. Ne diyorsunuz?
- ‘Fenerasyon’ uygulamaları işte; alışılmış ve kanıksanmış! Beşiktaşlı köşe yazarları yorumlasın bunu... Demirören veya Bilgili kamuoyundan özür dilemek yerine, maddi ve manevi mirasını hoyratça çarçur ettikleri Süleyman Seba’dan özür dileyip elini öpsünler.
‘’Allah'ın sopası!‘’
Olan biteni izleyen Fenerbahçeliler’in eminim içlerinin yağı eriyordur. Kulüplerini, taraftarlarını ve misyonlarını inkâr edip, yıllardır kendilerini Galatasaray’ı şampiyon yapmaya adayanların başına gelenler ilahi komedya gibi...
Bu Demirören, “Amacımız Fenerbahçe’yi 100. yılında şampiyon yapmamak” diye sezon başında ‘büyük ve ulvi’ hedefler koyan başkan değil miydi?
Şampiyonun belli olacağı kritik Beşiktaş-Galatasaray maçı öncesi Adnan Polat ile sofraya oturup, sonrasında “Galatasaray şampiyon olsun, biz de kupayı alalım” açıklamasıyla, maçın uluslararası bahis sitelerinden çıkarılması gibi bir utanca imza atan da yine kendisi değil miydi?
Şike konuşmaları hafızalarda taptaze duran Sergen’in, o derbi maçta gole giderken aniden topa basıp geri dönme nedeni de başkanının estirdiği rüzgardan olmasın sakın!
Ya Fenerbahçe ve Kayseri Erciyesspor ile oynanan kupa finallerinde yaşanan ama hak görülen hakem rezaletleri ve ardından hastanelere taşınan kupa?
Baroş geldiğinden beri kaç sarı kart gördü elle oynama yüzünden? Kaç golünde ve pozisyonunda el-kol imzası var? Anelka faulle atınca ‘üçüz pankart’ yaptırıp Galatasaray ve Trabzonspor’un da eline tutuşturan Beşiktaş Yönetimi’nin neden gıkı çıkmaz?
Galatasaray’ın hazırladığı bildirinin rengini değiştirip, eşzamanlı olarak resmi sitesine koyanların, hemen ertesi günü nasıl suçüstü ve suspus olduklarını biliyorsunuz. Peki bu maçtan sonra neden “Perşembe günü açıklama yapacağım” diyor? Bilmediğimiz bir özel anlamı mı var perşembenin?
Tabii bir de onlarla aynı dramatik kaderi paylaşan Trabzonspor var; varlığını, tarihini ve misyonunu Galatasaray’ın kıyısında, yamacında, yörüngesinde arayan. Kendini onların mutluluğuna adayan, kapalı tribününün ortasında Sarı-Kırmızı bayrak açılan. Şampiyonluk duygusunu Fenerbahçe’nin mutsuzluğu ya da onu yenmek zanneden.
Fenerbahçe tarafından futbolcularına teşvik primi gönderildiği karalamalarına ve aşağılamalarına bile sırf aynı nedenle sessiz kalan... Ali Sami Yen’de loca sahibi fanatik Galatasaraylı Ulusoy tarafından, hemşehricilik zokasıyla yıllarca ‘iktidar aracı’ olarak kullanılan...
Kıyakçılığın sonu işte! İşbirlikçiliğine soyundukları ‘gazâ’ düzeni ve düzeneği onları kendileriyle de böyle yüzleştiriyor. Galatasaraylı Ali Aydın’ın ipini hangi kulüp çektiyse, renktaşı Kuddusi Müftüoğlu’nun ipini de yine o kulüp çekecektir göreceksiniz.
Hem maçın skoru, hem sonrası tribündeki Haluk Bey’i çocuk gibi sevindirmiştir eminim! ‘Nostalji’ yemeğinin üzerine ısmarlanan nefis bir kahve gibi gelmiştir çünkü!
‘’Patinaj‘’
Yine Konya, yine sezona damgasını vuracak bir gol. Anelka’nın faullü golüne bilinçli bir ittifakla ‘el’ damgası vuranlara kaderin naziresiydi sanki. Üstelik de Kuddusi Müftüoğlu yönetiminde...
Konyaspor dersine daha iyi çalışmıştı belli ki. Hem yapışık oynadılar, hem de daha dikkatli ve organize... Fenerbahçeli futbolcuları hem soğuk çarpmıştı, hem de zemin. Patinaj yapmaktan, oyuna uzun süre ısınamadılar. Koordinasyon ve za-manlama göstergeleri bir anda sıfırlanmıştı sanki. Söke söke değil, seke seke oynuyorlardı.
Lugano-Edu ikilisinin yerine oynayacak Önder-Yasin ne yapacak sorusu biraz yüreğini ürpertmekteydi Fenerbahçeliler’in bir haftadır. Onlar biraz tedirgin başlasalar da son derece uyumlu göründüler. Taa ki Veysel’in elini kolunu sallayarak attığı, filelerin bile itiraz ettiği tarihi gole kadar. Kelimenin tam anlamıyla 5 maçtır gol atamayan rakiplerine jest yaparcasına... Kolayı hatta kolaylaştırdığını zora sokmak, durduk yerde kurdeşen döküp döktürmek Fenerbahçe’nin en kötü alışkanlığı...
Güiza, Deivid’e yaptığı olağanüstü incelik ve güzellikteki asistle, sanki kendisinin özlemini çektiği pasları uygulamalı olarak tarif eder gibiydi. Kim ne düşünürse düşünsün de bir Fenerbahçeli oyuncunun ‘vakit çalma’ yüzünden kart görmesini oldu bitti aşağılayıcı bulmuşumdur. Alex, Carlos, Gökhan ve biraz da Deivid dışında inisiyatif alan futbolcu yoktu.
Kör dövüşünden beter berbat bir maçtı ama bu zemine bu kadar futbol çok bile. Türk futbolunu buna lâyık gören kafalar utansın!