‘’3 puan ilaç!‘’
Jaja’nın 10, Umut’un 9 golü var. Burak 13 gol atmış, Alex’in oldukça gerisinde ama en azından ülkenin en çok gol atan yerli oyuncusu. Golcüler de egoist olur ayrıca!
Hadi “takım menfaati” için Batuhan’ın sözünü geçtik, en azından diğerleri, o pozisyonda topu kaleye gönderme çabasında olsa, Burak’a “gerekçe” olabilecek faktörler. Ama o haftalardır “100’ler kulübü” sendromu yaşayan ve sadece bu maçta ilk beş dakikada mutlak iki gol kaçıran Umut’a boş kaleye yuvarlaması için topu vererek, onlarca gol atmış kadar alkış aldı. Anasının ak sütü gibi hak etti de...
Ligde artık zor kolay takım ayırımının yapılmaması gerektiği bir dönemdeyiz. Konyaspor, kümede kalma umutlarını ilerleyen haftalara taşımak için, tıpkı Trabzonspor gibi mutlak kazanmak zorunda olduğundan, ortaya seyir zevki yüksek, ilk yarıda çoğunluğu ev sahibi ekip adına olmak üzere bol pozisyonlu maç çıktı. Ama ikinci yarıda, Jaja Ceyhun değişikliğiyle orta alanda daha kalabalık adamla oynamasına rağmen Trabzonspor’a net üstünlük kuran, oyunu forse eden ve “bu da kaçar mı?” dedirtecek cinsten olmasa da pozisyonlar bulan taraf Konyaspor oldu.
Rakip kalede varlığını ancak 80’li dakikalarda, o da rakibin risk düzeyini artırmasıyla hissettirebilen ve kötü oyununa karşın kendini rahatlatacak 2 net pozisyonu değerlendiremedikten sonra garip biçimde panikleyen Trabzonspor için, abartılı verilen 5 dakikalık uzatma bölümleri bitmek bilmedi. Bittiğinde ise Konyaspor bunca emeğin karşılığını alamamanın hüznünü sürerken Bordo Mavililer, 2. yarıda Avni Aker’deki ilk galibiyetin ve ilaç gibi 3 puanın sahibi olmanın sevincini, tribünleriyle birlikte adeta şampiyon olmuş gibi yaşadı.
‘’Sarı Öküz hikayesi!‘’
Konumuz Jaja...
“Maç arifesinde Jaja ne alaka!” diye yakınanlar elbette olacak ama, bu duruma da bir son nokta koymak gerek.
Olayda kadın unsurunu geçtik, izin günüdür falan diye, takıldığımız nokta trafikteki alkol durumu. “İzinli gününde kadına da gider, içkisini de içer, yeter ki işini iyi yapsın!” anlayışı da, “Nedir bu konuyu temcit pilavı gibi önümüze getirip duruyorsunuz!” yakınmaları da kötü. İşini iyi yapmak onun görevi. Biz, alkollü çıktığı trafikte başka canlara vereceği zarardan korkuyoruz. Buna hakkı yok.
İzinsiz giderken, buna rağmen geç dönerken vukuatları, “Sarı öküzlük” tam.
“Büyük bir yarışın önemli maçlarından birinin öncesindeyiz ama!” denilerek kapatılacak konu değil yani. Meramımız budur.
“Ama yarıştayız”
Her gün bir Selçuk haberi. Fransa’ya gitmiş, ertesi gün Almanya, İspanya derken, Avrupa’yı dolaştırıyor adama medya.
Ancaaak! Satır aralarından çıkıp manşetlere abone olan haber şu: Selçuk Fenerbahçe’de.
Bedava bonservis nedeniyle yıllık 3.5 milyon Euro gözden çıkarılmış.
Bedava bonservis ne demek anlatalım:
Sadri Şener: “Selçuk devre arasında imzayı atacak.”
Selçuk: “Başkan devam ederse imzayı atarım.”
Yalanlanmadı bu açıklamalar. Genel Kurulu öncesi iki olası aday da “Yarıştayız. Ortamı bulandırmayın” söylemleriyle geri çekildi.
Devre arası imza mimza yok Selçuk’tan. Arada Egemen de kaynadı.
Şu sıralar Selçuk üzerine spekülasyon çok. Yarın Egemen için başlar, “bilmem hangi takımda!” diye.
“Ama yarıştayız, kapatın bu konuyu” sözünü dinlemiyor eloğlu.
İlginç rekora çeyrek kala!
Trabzonspor ile maçları, bazı teknik adamlar için nedense çok önemli! Örneğin Aykut Kocaman, son 3 penaltıya dikkat çekti, odur budur Trabzonspor penaltı kullanamıyor... Hadi Trabzonspor Kocaman’ın rakibi diyelim. Ya diğerleri? Abdullah Avcı, Trabzon maçında takımının aleyhine penaltı verildi diye yaygarayı kopardı: 63 haftadır penaltı atmıyoruz. O günden sonra da her hafta lehine penaltı veriliyormuş gibi sustu hemen.
Yılmaz Vural da, Trabzon maçı öncesi hakem feryadında. 1990-91 sezonunda çalıştırdığı Karşıyaka ve Adanaspor aynı sezonda birlikte küme düşmüştü. Şimdi de kendi rekorunu egaleye çeyrek kala -tesadüf Trabzonspor’a denk düştü- isyanlarda. İlginç değil mi?
Vur abalıya!
Önüne gelen kendi hatasını kapatmak için suçu başkalarının üzerine atıyor. Hakemler tabi ki hata yapıyor, yapacaklar da. Tek suçlu onlar ve onlar üzerinden hedef alınan federasyonmuş gibi, başkanlar, teknik adamlar “abalıya” vuruyor. Seçimlere 2.5 ay kala Ankara’dan bir yerlerden işaret bekleyenler, hakemleri bahane edip, esiyor, gürlüyorlar. 3 yıllık döneminde neler yapıp yapmadığından çok, hakem hatalarına kurban edilmeye çalışılan Mahmut Özgener ve ekibinin, henüz misyonunu tamamlamadığı gerçeğine karşın o “malum işareti bekleyenler” pusu atmışlar. 2012 UEFA Kongresi, 2013 Ümitler Dünya Şampiyonası gibi bir zamanlar hayal dahi edilemeyen organizasyonları üstlendiler. Sporda Şiddet Yasası’nı revize edilmesini sağladılar. Tahkim kararlarına yargı yolunun kapanması çabaları ortada. Federasyon talimatlarının FİFA ve UEFA Standardına kavuşturulması gerçekleştirildi. 2016 Avrupa Şampiyonası organizasyonu bir oyla kaybedildi ama 2020 için hummalı bir çalışma sürdürüyorlar. 5. şampiyon onların döneminde çıktı.
En önemlisi kulüp yönetimlerine nefes aldıran ve gelirleri iki katına çıkaran yayın ihalesi. Bu paralarla yanlış transferler yapacaksın, işler kötü gidince de sana bu olanakları sağlayanları hakemler üzerinden hedef yapacaksın. Oooldu canım!
‘’Futbola uzanan eller!‘’
Aralarında yönetici, teknik adam ve futbolcu eş ya da yakınları da bulunan “pembe” kimlik sahibi diğer konuklarla kulübün profesyonel bayan görevlisine, “kamusal alan” gerekçesiyle verilmeyen vize, bu seyahatte nelerle karşılaşılacağının sinyali gibiydi aslında. Orada gördük ki, gayet normal bu vize engeli. Kamusal alanda “yok sayılan”, otomobilin direksiyonu bırakın, ön koltuğunda bulunabilme hakkını daha yeni elde edebilen kadının maçla, sportif organizasyonla ne işi vardı sahi!
Bazı Kuzey Afrika Ülkeleri’nde yaşanan ve Türkiye’de malum makamlarca, “kulak verilmesi gereken ses” diye nitelenen ancak, Bahreyn’de terörist faaliyet olarak algılanan halk yığınlarının özgürlük ve demokrasi isyanı, malum olduğu üzere, Suudi Arabistan tanklarının desteğiyle bastırıldı. İşte bu nedenle duyulan güvenlik sorunu, karşılıklı yazışmalarla giderildikten sonra gerçekleşen seyahatte gördük ki; burada güvenlik gibi bir sorun gerçekten yok. Malum önlemlerle çevresindeki tüm etkilerden özenle korunuyor Arap halkı. Ama tez canlı biz Türk’leri çileden çıkaran bir anlayışları var. 2 saat süren pasaport kontrolü, kötü niyetten ya da özellikle yapılmış değil. Tek nedeni bu anlayış yani ehlikeyiflik!
Mekke ziyareti, geziye katılanların kişisel durumları, özelleri yani, maça geçelim. 150-200 dolayındaki bölümü Türk, 22 bini aşkın “Erkek” futbolsever için farklı bir gece oldu. Cidde’nin adeta simgesi olan ve dünyanın en yükseğe su fışkırtan (ki 312 metre olduğu söyleniyor) Kızıldeniz’deki su fıskiyesinin çevresindeki lazer görüntülerini andıran gösterilerden sonra geçilen Ahmet Cemila’nın jübile maçı, bizler için, yüksek desibelli Arap müziği eşliğinde “Allahım ne zaman bitecek bu işkence” dedirten bir ortamda gerçekleşti. Al İttihad takımında, 4 kaleci değişikliği, kulübeyle saha arasında en fazla 5 dakikada gerçekleşen oyuncu takası, eskiden kadroda yer almışlar, direkt oynayanlar ve ara sıra şans bulanlarla toplam 35 oyuncunun kullanıldığı maça ne kadar yoğunlaşabilirse insan, ise biz de o kadar yoğunlaştık.
Gel de böyle bir ortamda, maçı 3-1 kaybeden ve milli takımın maç arasından yararlanıp böyle bir şansı bekleyen, bulunca da, çok istemesine rağmen değerlendiremeyen yedek oyuncuları eleştir.
Onlara yazık, bu teklifi kabul edip, binlerce kilometre yola giderek, başta iklim koşulları olmak üzere yaşadığı ortamla her anlamda birbirine tam zıt bir ülkede, üstelik çok ciddi bir yarışın içindeyken 3 gün geçiren takımın, idari ve teknik yöneticilerine de ders oldu bu seyahat. Bize de tabi ki!
Geriye söylenecek tek söz kalıyor: Futbola uzanan eller... Durum o kadar vahimdi yani!
‘’Ne geceydi!‘’
Kötü başlayan seyahatin ikinci gününün erken saatlerinde, “hazır buraya kadar gelmişken” yani sadece 45 dakikalık bir karayolculuğu mesafesindeyken, insanların, “vicdan muhasebesi”, yapma şansı buldukları Müslüman aleminin en kutsalındaydık dün. İsteyen gözlem yapmış, isteyen de dini vecibelerini yerine getirmiş, sıcak, pislik ve her an bir yankesiciye çarpılma korkusu gibi faktörlere karşın özünde huzurlu bir ruh haliyle stadyumun yolunu tutmuştu.
Binlerce kilometre uzaktan gerçekleştirilen seyahatin finalinin yapılacağı, daha doğrusu gereğinin yerine getirileceği Prens Abdullah Alfaisal Bin Abdulaziz Stadı’nda, maç öncesi gösteriler ne kadar keyifliyse de, sonrası o kadar zehir oldu. Trabzonspor genelde gereksiz gibi duran bu maçta her şeye karşın işin ciddiyetini korumaya, Cidde Havalimani girişinden maçın son düdüğüne değin ne kadar çaba sarfetmişse, karşı tarafın gayri ciddiliği de o kadar had safhadaydı.
Adı; Ahmet Cemil’in jübile maçı. Kaleci Bora ve hadi Brozek kardeşleri de ekleyelim, kalanında, Süper Lig’de şampiyonluk yarışını Fenerbahçe’yle sürdüren oyuncularına şans veren Şenol Güneş’i çileden çıkaran pasaport kontrolünde yaşananları neredeyse “masum” kılan uygulamalara tanıklık ettik. Stat hoparlörlerinden maç boyu susmayan sinir bozucu müzik, muhtelif tarihlerde takımın formasını giymiş eski futbolcularla mevcut kadrodakilerden karma bir takım. Ahmed Cemila çıktıktan sonra 5 dakikada bir oyuncu değişiklikleri. Rakibin 90 dakikasında 35 oyuncuyu kullandığı maça yoğunlaşmak bir yana sabrın sınırlarını zorlayan bir gece oldu. Ama iyi direndi tanıdığımız Güneş, bravo!
14 takımlı ligde Al Hilal’in 6 puan gerisinde, 20 maçta 40 puan toplamış Al İttihad takımının, asıl kadrosuyla çıktığı 2. yarıda Trabzonspor bu kez yedek ağırlıklı kadroyu tercih etti. Öne geçmesine karşın 3-1 kaybettiği maçta bordo mavililer için tek farklı not, Pawel Brozek’in A takım formasıyla ilk golü oldu.
‘’Araştırmacı Gazetecilik!‘’
Maç sonrası medyadan: Trabzonlu olmayan Burak, Trabzonlu olan rakip oyunculara, “Niye asılıyorsunuz köpekler” demiş.
Bazılarına göre durum çok daha vahim! Bir grup Trabzonsporlu, soyunma odalarını basmış! İyi de güvenlik ne iş yapar? Neyse!
Gençlerbirliği Kulübü’nden resmi açıklama: Gençlerbirliği satılık değildir.
Bize göre de...
Sezon 1972-73, 2. ligde Trabzon ve Kayseri şampiyonluk için çekişiyor. Son maç Trabzon’da Gençlerbirliği’yle. 4 farkla kazanırsa Trabzon, yoksa Kayseri şampiyon. Gençlerbirliği nedense (!) maça çıkmadı, Trabzonspor 3-0 hükmen kazandı ama Kayserispor bir gol averajla birinci lige çıktı.
“Araştırmacı Gazeteciliğin gereği” araştırdık. Tarih böyle yazıyor, ne yaparsın!
Negatif polemikler!
“Maksat polemik olsun”, yapalım... Trabzonlu Abdulah Yılmaz, Konya Antalya maçını yönetti. Polemik şu: Konyasporlu kaç futbolcuya kart gösterecek de, Trabzon maçında cezalı duruma düşürecek! Sonuç: Negatif.
Tıpkı, Gençlerbirliği’nin Trabzonlu oyuncularının Trabzonspor’a yatması gibi... Bir polemik konusu daha: Galatasaray taraftarları, sırf Trabzon maçında takımları cezalı olsun diye sahaya rakı şişesi fırlatmış.
Sezon 2003-2004: Trabzon, Fenerbahçe ile şampiyonluk yarışında. Galatasaray’ın, Trabzonlu Asbaşkanı Ergun Gürsoy ile referandumda bir partinin Diyarbakır kozu olan şimdiki milletvekili aday adayı oyuncusu da gönlünün Trabzonspor’un şampiyonluğundan yana olduğunu beyan etti. Skor: Trabzonspor 2- Galatasaray 4, şampiyon Fenerbahçe.
Rahatlatın istatistikleri
Sıra istatistiklerde: Bir “Araştırmacı Gazetecilik” olayı daha: Trabzonspor’un aleyhine 63 haftadır penaltı verilmiyor.
Haydi aslanlar! 3 penaltıya “Kocaman” bir dikkat çekildi, hak etti-etmedi, vardı ya da yoktu ama 9 haftadır “tıkı” yok Trabzon’un.
Bari Konya maçında çalın da aleyhine, istatistikler rahatlasın bee!
Peki Aydınlar ne olacak?
Aziz Yıldırım, “Geçen sezon da lig sözde şaibeliydi. Ama son haftada Bursa şampiyon, lig de temiz oldu” dedi. Altına tartışmasız imza atılacak söz.
“Maksat polemik olsun!” ya devam edelim:
Mehmet Ali Aydınlar Federasyon Yönetim Kurulu üyesi. Tarafsız! Ama Fenerbahçe’nin futbol ve voleybol bayanlarda şampiyon olacağını açıkladı. Bir görüş! Süleyman Atal da Federasyon Yönetim Kurulu üyesi. Aziz Yıldırım yerinde değil de, tesadüfen 4 sıra önünde oturunca bazı çevreler Atal’ın istifasını istedi. Almanya’ya eski Asbaşkanla gitti diye resmi siteden de kulüp aynı talepte bulundu. Trabzonspor’dan Aydınlar’a “eyvallah”, Atal’a “istifa.” Maksat hasıl oldu!
Arabistan işi ve bir kaç soru
Bugün bir seyahati var Trabzonspor’un. Al İttihad takımıyla özel maç yapacak. Gereksizliği bir yana, Bahreyn-Suudi Arabistan ve hatta Kuzey Afrika gerçekleri, daha doğrusu “bölgedeki savaş hali” nedeniyle riski de var. Yetmedi, anlayışları gereği, “Ne işi var kadınların futbolla” sonucunu doğuracak kararla, bazı futbolcularla yöneticilerin eş ya da yakınlarını geçtik, kendileriyle yazışmaları yapan bayan kulüp görevlisine bile vize vermemiş. Alsınlar vizelerini! Fahri Doktora unvanı kalsın ama! O, kendi insanına zulmettiği için dünyanın savaş açtığı Kaddafi’nin verdiği “İnsan Hakları Ödülü” kadar önemli! Maksat “Aykırılık” olsun.
Hayır hayır, “Maksat polemik olsun”, sorularla devam:
- Açıklama yapacağız diye açıklama yapılır da, açıklama yapmaktan vazgeçilir mi?
- Kayserispor, Volkan Babacan’ı göndermiş. Eee, Sadri Şener’e niye kızdık o zaman!
- Pardon, Fenerbahçe ile Federasyon’un arasındaki buzları, kim, kimin talimatıyla aracı olup eritti?
‘’Sabrın sonu!‘’
Zira yağmurun ağırlaştırdığı sahada rakipleri gibi topla çok oynamanın anlamsızlığının farkında oldular. Top yeter ki kaleye doğru gönderilsin, yere çarpar hız kazanır, rakibe çarpar yön değiştirir, kaleci gafil avlanır falan. Her neyse nitekim oldu.
Trabzonspor golü yiyene kadar ne bu duruma önlem alabildi, ne de, Burak gibi, Umut gibi oyuncularını savunmanın arkasında topla buluşturabilecek hamleleri yapmadı, yapamadı.
“Stresi yiyeceği ilk gole kadardır” diye düşündüğümüz Tolga’nın, 10 dakika içinde uzaktan gelen iki topa müdahale edemeyerek belki de kaybettiği özgüvenini, Mustafa’nın bir metreden kafa vuruşunu çıkararak yeniden sağlamasının ardından Trabzonspor da oyunda dengeyi kurdu. Ağır sahada oynamanın gereklerini yerine getirip, birkaç dakika içinde de kontrolü ele aldı. Çok ciddi pozisyonlar ardı sıra gelmeye başladı. Bu durum ilk yarının ardından Alanzinho takviyesiyle çıkılan 2. yarıda da, her an gerçekleşebileceği hissi oluşan gol gelinceye kadar sürdü.
Eşitlik golüne kadar oyunu Trabzonspor’un baskısıyla yarı alanında kabul edip, umudunu ileride bıraktığı Hurşud’un çabukluğuna bağlayan Gençlerbirliği, gol sonrası Ermin Zec’i sahaya sürüp, ani çıkışlarda üçüncü bölgede çoğalmayı hedefledi.
Bu durum Trabzonspor’un rakip kaleye oyun disiplininden kopmadan kontrollü gitmesine neden oldu. Galibiyet golünü panik yapmadan, sabırla son düdüğe kadar kovaladı. Yakalama şansını erken de buldu bir kaç kez ve kaçırdı ama biri vardı ki, Umut’un iki yani! Bu kadarına da “pes” dedirtmişti. 2 puan kaçıyor muydu ne? “Hayır” dedi Alanzinho. Hem de Gençlerbirliği’nin silahıyla... Uzaktan, her şeyiyle teknik kokan bir vuruşla...
‘’Yeniden doğmak‘’
Futbol da hayat gibidir. Hiç beklemediğiniz anda sürprizlerle karşılaşırsınız. Çok kolay dediğiniz maçı çok zor, çok zor dediğiniz maçı da çok kolay kazanabilirsiniz. Nedeni ne olursa olsun bunlar yaşanır.
Geçmişte, “Nasıl olsa hoca beni oynatmaz” yargısına varan futbolcuların umudunu yitirmiş, tatilde balık yerken bir anda kendini sahada bulduğuna çok tanık olmuşuzdur. Formayı bir daha bırakmamak üzere aldığına da... Tam tersi; yeteneklerinden ötürü sürekli şans verilen bazı oyuncuların, sırtındaki formayı son kez çıkarıp malzemeciye teslim ettiğini de az görmedik.
Bunlar futbolda olağan gelişmelerdir. Tıpkı Onur’un sakatlanıp, forma şansının Tolga’ya gelmesi gibi...
İlginçtir hesapsız gelen forma şansı, birçok kahraman doğurmuştur. Belki de, “Sana güveniyorum” deyip forma vermenin getirdiği sorumluluk oyuncunun omzuna yük bindiriyor. Aşırı gerginlik verimini azaltıyor. Oysa hiç kimsenin çok fazla şey beklemediği bir ortamda kendini göstermek daha kolay oluyor. Hatta çevre de destek veriyor böyle zamanlarda. Onur’un sakatlanmasının ardından kalenin teslim edileceği Tolga ile ilgili çok şey yazıldı, söylendi. Sanki ilk kez böyle bir sorumluluk üstlenecekmiş gibi, sözde güven belirtici ama özünde bilinçaltındaki güvensizliği içeren ifadeler kullanıldı. Evet; Rüştü’nün veliaht tayin ettiği Tolga, kendisinden çok şey beklendiği dönemlerde istenilen performansı gösteremedi. Elbette bu dönemlerde şanssızlıklar da yaşadı ve istediği çıkışı yapamadı. Tolga’nın kalecilik becerisi ve fiziksel özellikleri üst düzeyde. Zaten bu yönde fazla eleştiri almadı. Daha çok özgüven problemi yaşadı.
Kaldı ki Şenol Güneş eski bir kaleci ve bu yönde Trabzonsporlu oyunculara kattıkları ortada. Kaybolmaya yüz tutmuş birçok oyuncuyu yeniden Türk futboluna kazandırdı. Tolga’nın da bunlardan biri olmaması için hiçbir neden yok.
‘’Futbolcunun havası!‘’
“Saha olayları ve sonuçları dışındaki gündem futbolcuyu etkiliyor mu?” sorusunun tek yanıtı var: Hayır, bunu net gözledik. Umurlarında değil, ki çok doğru.
Bildiri savaşları, Kulüpler Birliği toplantısına kimlerin katıldığı, kimlerin neden katılmadığı, Aziz Yıldırım’ın Kulüpler Birliği Başkanlığı’na katılanların oybirliğiyle devamı durumu vs. Yüksel Okçuoğlu’nun istifası.
Oğuz Sarvan’ın salvoları.
Futbolcuyu hiç ilgilendirmiyor. Kendi dünyalarında onlar. Umut’un, Giray’ın doğum günleri, ortak pasta, söndürülmek için paylaşılan mumlar, sonra saha içinde bir toplantı, Teknik direktör Şenol Güneş’in antrenmanla ilgili son direktifleri ve neşeli bir çalışma.
İzlenimlerimiz:
Onur’un neden olduğu demoralize durum atlatılmış. Tolga, beklediğimiz gibi, teslim ettiği emaneti geri almanın rutin ruhalitesinde. Bora ve genç Mücahit, Tolga’nın yanında sorumlulukları artmış olmanın bilincinde.
Kamuoyunda kendisiyle ilgili oluşan “ağır yük” yakıştırmalarının etkisinde değil deneyimli file bekçisi. Doğal olanı da bu. Milli takım kalesini bile korumuş isim, başka ne olacaktı? Belki hatalı gol de yiyecek. Onur yemedi mi?
Merak edenler için: Tolga da bizim gibi düşünüyor.
Şenol Güneş’in cezası Gençlerbirliği maçıyla doluyor. Açıkçası biz bir maç bekledik, PFDK iki layık görmüş. Neyse konumuz, Güneş’in Beşiktaş maçı sonrası açıklamaları: “Sahaya iner miyim bilemem, değerlendireceğim!”
Değerlendirip değerlendirmediğini biz de henüz bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki o da taraftardan yöneticiye, yardımcılarından futbolcularına kadar hemen herkesin, “Bu yarış daha da kızışacak ve mutlaka kulübede olmalı.” şeklindeki görüşü.
Bak işte; futbolcuyu bu durum çok ilgilendiriyor. Teknik Direktörlerine direkt soramadıkları bu sorunun yanıtını olanakları ölçüsünde arıyorlar. Kendi görüşlerini de direkt söylüyorlar: “O bizim sadece teknik direktörümüz değil, her şeyimiz.”
Merak edenler için: O açıklamayı zaten pek onaylamamıştık, Güneş’in daha yapacak işi var.
Galatasaray Fenerbahçe maçıyla ilgili görüşlerini sorulduğunda verdikleri yanıt aynı: O sorunun muhatabı değiliz, bizim maçımız Gençlerbirliği’yle.
Merak edenler için: Onlar da bizim gibi en zor maçın ilk oynanacak maç olduğunu düşünüyorlar.