‘’Bu takım ilham verir!‘’
Bursa’nın şaşırtıcı biçimdeki dağınıklığı da Beşiktaş’ın Oğuzhan/Fernandes merkezli orta sahasının işini iyiden iyiye kolaylaştırdı.
Tüm maç boyunca bir an olsun “Oyun Bursa’ya döner” denecek tek hamleye izin vermemenin sırrı ‘akıl’, ‘cesaret’ ve ‘dayanışma’ olarak özetlenebilir.
Düşünün koca maç boyunca herhangi bir, hatta bir an bile konsantrasyon kaybı olmadı. Öyle ki, kaleci Tolga Zengin bu kadar zorlu bir rakip karşısında kariyerinin en rahat maçlarından birini oynadı.
Her hattıyla dengeli, ne yaptığını dahası ne yapacağını bilen bir takım olarak Beşiktaş çok kısa süre sonra daha olgun bir takım haline dönecek gibi görünüyor. Şu haliyle bile lig ortalamasının hayli üzerinde oynayan bir takım olarak gelecek için taraftarını heyecanlandıran bu takım, basit oyununu geliştirdikçe bu ülkedeki oynama biçimine de çok önemli ilhamlar verecektir.
Beri yandan Slaven Biliç/Önder Özen işbirliğindeki teori ve pratik arasındaki bağı da gözden kaçırmamak gerekir...
‘’Ya 'Çarşı' parayı verip eski yerine oturursa?‘’
Orman, yıkımı süren İnönü Stadı için yerleşim düzenini de şimdiden ayarlamış görünüyor. Stat inşaatı proje yönetimi ve müşavirlik hizmetleri için verilen ilanda adı ‘Vodafone Arena’ olarak belirtilen ancak taahhüt edilen ‘İnönü’ adının bu ibarede nereye yerleştirileceği henüz belli olmayan yeni stadyumda Çarşı’ya - artık kimse bu insanlar - ‘yeni açık’ı uygun görmüş Orman. Diyor ki; “Eski statta Gazhane tarafında kalan ‘yeni açık’ tribünü ayırdık onlara.”
Şimdi bu durumda bir kaç “Acaba” sıralasam yanlış mı yapmış olurum!..
Acaba, “Hamili Çarşı üyesidir” ibareli tanıtım kartları dağıtıldı da birilerine benim mi haberim olmadı?
Acaba, ‘Çarşı’lı misafirlere ‘yeni açık’ ayrıldığına göre biletleri de kulüp tarafından şimdiden ücretsiz olarak hazırlandı mı?
Acaba, kendisine “Çarşılıyım” diyen Beşiktaşlılar şimdiki ‘kapalı tribüne’ denk gelen eski yerlerinden kombine ya da bilet almak istediklerinde tiplerine ya da güvenlik kamerası kayıtlarına bakılarak satış yapılmayacak mı?
Acaba, şimdiki ‘kapalı tribüne’ denk gelen o bölümdeki kombineler ya da biletler şimdiden ‘koltuk sahipleri’ için rezerve mi edildi?
Acaba, ‘Çarşı’ için ayrıldığı belirtilen tribün için “Emriniz olur, siz istedikten sonra elbette gider paşa paşa otururuz” diyen birileriyle mi konuşuldu?
Acaba, ‘Gezi Parkı direnişi’ ardından durduk yerde ilan edilen ‘1453 Kartalları’ için stadın hangi mevkiinde yer ayırdı Fikret Orman?
Acaba, geçmişte “Statın en değerli yeri” denilen kapalı tribün biletleri sponsorlar için ayrıldı ve önemli maçlarda orada sponsor şirketlerle yakın ilişki kurabilen diğer takım taraftarlarının da orada ‘huzur içinde maç izlemesini’ sağlamak için mi bu uygulamaya gidildi?
Acaba, ‘Çarşı’ kalabalığı çıkıp “Hooopp! Burası Beşiktaş alayına gider. Parasını veren istediği yere çöker” derse, ki uzak ihtimal değil, bunu engellemek için ne tür önlemler geliştiriyor Orman yönetimi?
Acaba, onca yıldır kapalı tribün kombinesi alan ben ve hayli kalabalık olan onca yıllık tribün dostlarımız için Orman’ın bir yer önerisi var mı?
Bu ‘acaba’lar uzar gider...
Hatırlanırsa Serdar Bilgili’nin başkanlık döneminde de benzeri bir uygulamaya gidilmiş, sonunda ‘Çarşı’nın dediği olmuştu.
‘Gezi Parkı’ süreci hiçbir şey öğretmediyse, insanların katılımcısı oldukları süreçlerde dikkate alınmadıklarında sonucun hiç de öngörülemeyeceğini bir kez daha öğretti çoğumuza.
Ancak, ‘mühendis Fikret Orman’ memlekette olan biteni sanki hala doğru okuyamıyor gibi görünüyor.
Bu kalem o anda ne yapıyor?
Tuhaf bir ülkede yaşıyoruz! En basit durumu bile muammaya çevirme konusunda elimize şu gezegende su dökecek birileri var mı, bilemiyorum. Fatih Terim milli takımla iki maça çıkıyor ve biz hala federasyonla bir sözleşme imzalayıp imzalamadığını öğrenemiyoruz. Ne var yani ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ olarak açıklansa... Kıyamet mi kopacak?
Galatasaray Başkanı ünal Aysal, ‘belirsizlikten’ doğan gerilimi ‘düşük yoğunluklu’ seviyeye çekerken hafif kinaye içerdiğini düşündüğüm bir tonda şunları söylüyordu: “Fatih Terim ile TFF arasında bir mukavele olsaydı, bize verilirdi. Bizim buradan çıkardığımız netice, ortada bir mukavele olmadığı yönündedir.”
Bu durumda yukarıdaki fotoğraf için rahatlıkla şu ihtimalleri sıralayabiliriz..
A - Terim, o anda karikatür çiziyor ya da ‘karalama sanatı’yla uğraşıyor.
B - Milli takımla çıkacağı Andorra maçının planlamasını yapıyor.
C - TFF Başkanı Demirören’e gideceği yer için yol tarifi veriyor.
D - Hiç biri. - Ya da hepsi.-
Ha bir de şu soru geldi aklıma! Teknik ekipteki Hamza Hamzaoğlu, Alper Boğuşlu ile Julen Masach acaba hangi tür kalem kullanmayı tercih ediyorlar?
‘’Atı olan el atına biner mi?‘’
Bu coğrafyada yaşayanların ağırlıklı çoğunluğu ‘birinin gelip kendilerini kurtaracağı inancıyla’ verir son nefesini. Büyük çoğunluk geleceğini bir kişinin mucizevi formülleri ve haliyle onun iki dudağının arasından çıkacak sözcüklere terk ettiği coğrafyalarda ne futbol, ne basketbol, ne bilim, ne de herhangi bir alanda hayatın ‘mutluluk’ ve ‘ilerleme ekseni’nde gelişmesi mümkün olabilir mi? Bu, hayatın da, futbolun da en sevmediği durumdur!
Sonu da böyle olur işte, geleceğin başkalarının yaptıklarına ya da yapamadıklarına bağlı kalır. Yani türküde söylendiği gibi, “Atı olan el atına biner mi?”
Kuşkusuz ki Fatih Terim bu ülkenin ‘notları en yüksek hocası’dır. Lakin sorun burada olamaz? Bu takımın -ya da basketbol milli takımının- oyuncu kadrosu gündelik yaşamları da dahil ‘mucizevi lidere’ ve onun motivasyonuna ihtiyaç duyarak oynamaya alışık olduğundan takım olmayı başaramıyorlar ve bu eksiklikleri dolayısıyla çoğunun ülke sınırları dışında hiçbir hükmü yok.
Ne garip ülkede yaşıyoruz değil mi? Olacağı iddia edilen her şey kısa sürede aslına rücu ediyor ve hiçbirimiz buna şaşırmıyoruz. “Şerbetli olmak” deniyor buna eski dilde..
Peki dün akşam ne oldu? Biz Andorra’yı yendik, Romanya ise Macaristan’ı. Demek ki neymiş mucize gerçekleşebilirmiş! Mucizeler olmazsa şu hayat yaşanır mı?
Peki “Maçın güzel hiç bir yanı mı yoktu” diye sorulacak olursa şunu söylerim; her golden sonra golü atan da, pası veren de, golü gören de çocuklar gibi şendi. Futbol da başka ne ki, o anlık mutluluk... Sonrası..
“Zaman en iyi güreşçidir..”
‘’Al Sana Altıncı hakem!‘’
Kaldı ki pozisyonun faul olup olmadığı bile tartışılır. Ama ‘kusursuzluk arayışı’nda olan futbolun muktedirleri sahada karar alıcıların gücünü paylaştırınca ortaya işte bu ‘parodi’ çıktı.
Tromsö maçının ardından “Beşiktaş bu tip oynayan takımlara karşı hazır olmalı” demştim. Dün akşam da öyle oldu. Top Beşiktaş’a her geçişinde Gaziantep, ceza sahasının önüne Cenk Tosun hariç tüm takımı yığıyordu. Ancak ikinci yarıda Tromsö maçında kilidi açan Fernandes ve Oğuzhan bu kez aynı anda sahadaydı. Biri, Oğuzhan, tek ve garanti toplarla oyuna hız verdi. Diğeri, Fernandes, hızlanmış oyunda yaratıcı ve imha edici paslarla Beşiktaş’ı skora taşıdı. Atiba’nın zorunlu ‘şark görevi’ nedeniyle orta sahada ‘kesici’ olarak tek kalan Veli Kavlak çok gayret saf etti ama ‘toplayıcı’ değil de daha çok ‘rakibi dağıtıcı’ rolündeydi. Gerçi oyundan çıkana kadar Antep’in tek hücum planı Cenk Tosun’la gol aramak olduğu için orta sahada dağıtılacak aman aman bir rakip de yoktu ya!..
‘Top aşığı’ Fernandes ve Gökhan Töre daha basit ve işlevsel oynayabilse Almeida, Olcay, Oğuzhan ve Pektemek de oyuna biraz daha dahil olur ve birçok maç da bu kadar efor harcamadan kopar gider. Beşiktaş, oyunun bazı bölümlerinde iyiden iyiye olgunlaştırdığı ‘baskın hücum planlarını’nın sayısını ve süresini artırabilirse geçen yıl olduğu gibi yine ligin en izlenesi maçlarının takımı olacağını bir kez daha gösterdi.
‘’Gerek yok, CAS'ılmayalım‘’
Ceza sahası önüne dört müdafaacı, onların yaklaşık 8-10 metre önüne de bir orta saha dörtlüsü dizen Tromsö tanıdık bir orta halli ‘Süper Lig’ ekibi tertibindeydi. Başlarda sağ taraftan içeri driplinglerle akan Gökhan’dan gayrı bir de aralara sızan Fernandes ile bu iki kat müdafaa aşındırılmaya çalışıldı. Veli ve Atiba tüm çıkışları kapatıp gelen tüm
topları topladı toplamasına ancak mesele topu kapmak değil ‘topu yapmaktı.’ Tromsö, Fernandes/Gökhan problemine yakın oynayarak çözüm bulunca iki kanat Serdar/Ersan devreye sokuldu ancak kalabalık savunmayı aşmak mümkün olmadı. Veli’nin önce
Almeida sonra Fernandes’e geçirdiği iki işlevsel pas da gole dönüşmeyince problemi çözmek ikinci derse kaldı.
Ve ilk çözüm... Atiba, ileri doğru işlemeyen sol beke, Erciyes maçında farkı yaratan Oğuzhan orta sahaya... Peki sonuç; biraz formasyon değişikliği biraz futbolun cilvesi biraz da rakibin ani ‘hava değişimi’ne ayak uyduramaması ve tabii Oğuzhan’la daha etkin hale gelen orta
saha yaratıcılığı ve takım hızı. Önce Almeida sonra bu maçın kilidine de el atan Oğuzhan. Durum bir anda 2-0. Demek ki, kapalı müdafaaları aşmak için denenmiş ve geçen sezon işe
yaramış Fernandes ve Oğuzhan’lı hücum merkezi işe yarıyor. Oğuzhan’ı biraz koşacak seviyeye getirmek hücumda sıkıntıları aşmak için el altında tutulması gereken ilk formül hala..
Fenerbahçe kararını düşününce CAS’tan kaçılmaz gibi görünüyor ama unutmayalım bu oyun ‘iktidar saplantılı yöneticiler’in değil bizim oyunumuz. Biz çıkıp oynayalım yenelim ya da yenilelim ve Nazan Öncel’in o güzel şarkıdaki sözlerinden bir an olsun ayrılmayalım;
“Bize bişey olmaz hiçbirşey olmaz/Biz aşkımıza bakalım...”
‘’İki farklı Beşiktaş‘’
Gayreti olsa da yeterlilik düzeyi düşük oyuncularla müdafaa gibi hata kaldırmayacak bir yere topu getirmemeye gayret etmek gerekiyor. Ancak... Topu öne taşıyacak yegane oyuncu Manuel Fernandes olunca ve rakipler de ister istemez bu zaafiyeti tespit edince iş sarpa sarıyor. Gerek Atiba’nın neden olduğu pozisyonda gerek Yasin Öztekin’in golünde bu zaafiyet ayan beyan ortaya çıktı. Koca ilk yarı boyunca Almeida’ya top indirememe sorununun temelinde kanımca bu ‘müdafaa kaygısının yarattığı dağınıklık’ yatıyor.
İkinci yarıya zorunlu kaleci değişikliği ancak aynı planla çıkmış olmasına rağmen Kayseri Erciyes müdafaasının Gökhan Töre’yi gole buyur etmesiyle rüzgar da yön değiştirdi. Oyun bu bölümde Erciyes’in davetiyle Beşiktaş tarafından öne taşınınca ilk yarı ortalarda görünmeyen Almeida da görünür hale geldi. Maçın 3-2’ye geldiği bölümün ardından biri biraz da zorunluluktan gelen iki değişiklik Erciyes’in düştüğü tuzak oldu. Beşiktaş topu Erciyes’e bıraktı ama Fernandes çekilip Oğuzhan/Almeida ile kenarda Muhammet oyuna hız verince geçen yıldan kalma hızlı hücum organizasyonu maçı bitirecek süreyi buldu ve iş bitti. Kim ne derse desin Atiba ve Veli Kavlak seti bu yıl Beşiktaş’ın en büyük gücü olacak gibi duruyor. Bu setin kaptığı toplarda orta sahada Fernandes/Oğuzhan gibi yaratıcı ikili seçenek yaratılabilirse Beşiktaş yine ligin en izlenesi takımlarından biri olur. Ancak şu sağ/sol bek sorununa acil çözüm gerekiyor ki, tüm takım bir bölgeye sıkışma yerine cesaret ve coşkuyla daha yaratıcı oynayabilsin...
‘’'Kağıt üzerinde favori' olamak yetmez!‘’
Haliyle ‘ders süresi’nce oyunun hücum yanının geçen yıla göre ‘düşük yoğunluklu’ kalacak olması anlaşılır bir durumdu. Escude gibi ‘deneyimli göbek müdafası’nın ilk onbirde yer bulmasını da fiziksel yeterlilikten çok son dönemin gözde kavramı ‘parselasyon bilgisi’ bağlamında okumak gerek sanırım. Ancak o oyuncu da kendi yeterlilik seviyesini bilmesi gerek değil mi? Beşiktaş, Trabzon maçında olduğu gibi Tromsö karşısında da denge/temkin/fırsat üçgenine oturttuğu maçı ikinci devrenin başında bir ara elden kaçırır gibi oldu. Ve ardından penaltı golü geldi. Umut verici olan yenilen golün ardından dağılmak yerine tüm takımın süratle toparlanabilmesiydi. Ne var ki, futbol ‘fantezi’ kaldırmıyor. Escude, basit oynamak yerine ‘işçilik’ arayışına girince dengeye getirilmiş oyunun ritminin bir kez daha takımı aleyhine bozulmasına önayak oldu. İnsan düşünmeden edemiyor, ‘yatırım yapılmış’ bir Pedro Franco’nun bu maçlarda oynatılması ‘gelişimine katkı’ sağlamaz mıydı?
Rakip Tromsö ise, günlük yaşamdaki zorlu coğrafi koşulların dayattığı hayat bilgisi derslerinin doğal sonucu olarak dayanışma merkezli basit/pratik/işlevsel oynadı. Bu da onlar açısından işe yaradı.
Kağıt üzerinde Beşiktaş ağır basıyordu, ancak futbol ‘bizim kağıt’larla pek ilgilenmiyor. Ligdeki Trabzon galibiyetine aldanmamak gerek. ‘Galatasaray sendromu’ yaşamamak için Beşiktaş’ın oyununu hızla geliştirmesi gerekiyor. Çünkü biliyorsunuz, futbol ‘kağıt üzeri favorileri’nden pek hoşlanmıyor. Görülüyor ki, Samet Aybaba döneminin kazanımları -Fernandes/Oğuzhan Özyakup orta ikilisine- bir kez daha göz atmakta fayda var.
‘’Alınacak çok yol var‘’
Saat 19.30’da başladığımız maç yolculuğumuz maçın 20. dakikasında stada girince tamamlandı. Bakalım saat kaçta evde olacağız?! Devlet manevi şahsını korumanın derdine düşmüş olmalı ki, vatandaşın derdiyle ilgiyi kesmiş. Park yerleri bomboş ama yol boyları çift sıra park. Ne gelinebiliyor belli ki ne de geri dönebileceğiz. Yol nizamı sıfır. Girdik girmesine ama bu kez de içeride yer yok. Doğu tribünü tıklım tıklım. Ne merdiven boşluğu ne koltuk. E-biletimiz yok ama kombinemiz var. Sıkıysa git yerine otur! Stadın yarısı boş ama Doğu Tribünü’nde herkes ayakta ve üst üste maç izliyor. Bu arada Biletix’ten kredi kartıyla bilet alanların bazıları biletleri basılmadığı için kapıda kalmış. Kimileri de çözümü bulmuş, cep telefonundaki mesajı gösterip turnikeden iki kişi olarak içeri sızmış. Şu anda onlardan biri olan Murat yanıbaşımda. Öğreniyorum ki uyarı ve kombine sözleşmelerindeki tehdite rağmen maçın başında Taksim direnişine bütün stat bir selam çakmış. Bir selam da 34. dakikada patladı... Acaba hepimizin kombineleri bir sonraki maçta işlemez hale mi geldi?
Gelelim maça... 75. dakikaya kadar ‘Bunca yolu bunun için mi geldik?’ dedirten maç, Hugo Almeida ve Gökhan Töre’nin oyuna dahil oldukları anda çehre değiştirdi. Beşiktaş, geriye kümelenmiş Trabzon müdafaasını tam da Önder Özen’in Gökhan Töre transferinin nedenini açıkladığı gibi aştı. İçeriye topla dripling yaparken yaratılan boş alana adam indirip kısa ve emin paslarla altı pasa inmek... Olcay’ın da Gökhan’ın da golleri benzer işçiliklerin sonucu geldi. Gol sonrası Trabzon kenarlardan nafile saldırılar yaptıysa da başta Tolga Zengin olmak üzere Beşiktaş müdafaası durumun değişmesine izin vermedi. İki takım için de şu söylenebilir, daha alınacak çok yolları var...