Arama

Popüler aramalar

‘’Bir çileli maç daha!‘’

Gerek ‘Beşiktaş’ın iş bitirici yöneticileri’ gerek onlara kulak veren İl Güvenlik Kurulu bir maçı daha zehir etti bize, sağ olsunlar! İçeri girmek için stat kapısında bir o kapıya bir bu kapıya koşturanlar, “Yaz bunları yaz” diye bağırıyordu. Duymamazlık olmaz, yazıyorum...

Sezon başında parayı ödeyip kombine alırken bir şeyi göz önünde bulundurdum, bu stata geldiğimde sahada olan biteni görebileceğim bir yerde oturmak. O nedenle de Doğu tribünü alt tarafı seçtim.

Dün Kavacık’tan Salih, Gökhan Kamil ve Harun’la neşe içinde geldik Olimpiyat’a ama orada koptuk. Çünkü Gökhan Kamil’le Harun biletle alt tribüne, Salih’le ben de kombinelerle bu gözlerle sahayı göremeyeceğim üst tribüne! Üst tribüne ‘kovulan’ “Büyük Beşiktaş’ın büyük taraftarı”nın çoğu tıpkı benim gibi ‘yer mağduru!’

Parmağında gösterişli bir Türk bayrağı kakmalı yüzük bulunan eli telsizli görevliye anlatıyorum derdimizi, ama o çözüm üretmek yerine ‘sorunun bizzat kaynağı’nı adres göstererek bana akıl veriyor; “Sağır sultan bile duydu kombinelerin G kapısından gireceğini! Kulübe şikayet dilekçesi yazın!!” İyi de G kapısının üst tribün olduğunu biz ‘sağır sultanlara’ kim söyledi ki! O zaman bana niye alt tribün kombinesi sattı bu kulüp?

Batı üst tribünde herkes üst üste alt alta. Orta ve alt tribün ne halde bilmiyorum. Bu da statlarda devlet değil ama ‘insan güvenliği’ne ne denli önem verildiğinin açık göstergesi!.. Ha bir de ‘vatandaşlık numarası’ vererek alınan bilet komedisi var ki, onu yazmaya sayfalar yetmez!..

17 Şubat 2014, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sağlam ve güvenli!‘’

Öyle ki; bu nedenle ilk yarı boyunca toplam 28 faul yapıldı ve bu nedenle de oyun sık sık durdu. Haliyle ‘lig alışkanlığı’na uygun pozisyonlar açısından durağan bir maç izliyordu ki, Beşiktaş’ın ‘sağlam kolonu’ Veli Kavlak sahne aldı. Almeida’nın gol vuruşuyla biten pozisyonda defansın arkasına sinmiş Olcay’a muazzam bir pas atarak gerektiğinde marifetli bir orta saha oyuncusuna da dönüşebileceğini gösterdi. Bu gol düğümlü maçın da çözümü oldu. Beşiktaş az ve öz gittiği Kasımpaşa ceza sahası içinde ilk yarı bitmeden iki gol daha bularak işini kolaylaştırdı.

Lakin takım Beşiktaş olunca temkinli olmakta her zaman fayda olduğunu bir kez daha kanıtladı üçüncü gole ciddi katkı koyan Serdar Kurtuluş. Yersiz bi’ faulle kendini attırarak esasen direnci kırılan Kasımpaşa’ya yeniden umut ve cesaret verdi.

Beşiktaş bu sağlam ve güvenli düzende bir iki maç daha oynayabilirse ilk gerçekçi hedefi olması gereken Şampiyonlar Ligi için epeyce yol alır. Samet Aybaba’nın geçen sezon söz ettiği ‘gizli hedef’ için ise oyununu biraz daha olgunlaştırması gerekir. Kuşkusuz ki, öndeki rakiplerini gözlemeyi de ihmal etmeyecektir.
Maç bitimi yazıyı tamamlarken NTV’den dostum Emek Ege, nükteli bir soru sordu; “Fernandes acaba Beşiktaş’ın el freni miydi?” Fernandes’in yokluğunda Beşiktaş’ın daha ‘dayanışmacı’ daha ‘sosyalist’ bir takıma dönüştüğünden söz etmek için bence biraz erken. Bilic sezon sonuna kadar sıkışan oyunlarda ondan yararlanacaktır kuşkusuz. Fernandes’in Beşiktaş’taki geleceği de daha çok bu ‘ihtiyaç anları’nda yapacaklarına bağlı görünüyor.

12 Şubat 2014, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fernandessiz iş bölümü‘’

Maçın 10. dakikasına kadar ‘rakibi tartan’ ardından da oyuna tüm ilk yarı boyunca hükmeden Beşiktaş bunu neye borçluydu? Kuşkusuz ki, basit ve işlevsel oynama ısrar ve disiplinine. Bunda da Manuel Fernandes gibi topla kreatif ancak yine ‘topa tutkuyla bağlı’ olduğu için takım hızını düşüren bir oyuncunun kenarda oluşunun büyük etkisi vardı. Fernandes’in olmadığı orta saha topu paylaşma, oyunu hızlandırma konusunda hayli marifetli göründü. Rakip müdafaayı bol pasla savurup topu kenarlara indirme konusunda sıkıntı yaşamayan Beşiktaş golü de böyle buldu. Oğuzhan merkezli bir baskın anında sağ kanattaki boşluğu Atiba’dan daha hızlı kat eden Gökhan Töre, tıpkı geçen hafta Fernandes’e attırdığı goldeki gibi topu yine sol ayak dışıyla bu kez Olcay’ın kafasına servis etti.

Merak edilen Beşiktaş’ın çoğu maçta olduğu gibi ikinci yarı yine el frenini çekip çekmeyeceğiydi! Öyle olmadı. Topu ilk devreye göre bir parça daha az paylaşma başarısı gösterdilerse de rakiplerinin kullanmasına da izin vermediler. Ömer’in golüyle de zaten iştahsız rakiplerine oyunlarını iyice dikte edip, maça uzun süre hakim oldular.

Başta orta sahada Atiba/Veli seti, arkada oynadıkça güvenleri gelen Pedro Franco/Ramon Motta hattı maçın en göze batan ikilileriydi. Merkez oyuncu Oğuzhan’ı beslediği iki kenar Olcay/Gökhan ise hücum üstünlüğünü hep Beşiktaş’ta tutmayı başardı. Ta ki Sapara’nın golüne kadar. O andan sonra yaşanan paralize olma hali Beşiktaş’ta çözülmesi gereken en temel sorunun ‘gol yeme paniği’ olduğunu bir kez daha gösterdi. Çünkü, oyunu olgunlaşmış takımlar güven sorunu yaşamadıklarından böylesi durumlara en azından Beşiktaş’ın düştüğü sıklıkta düşmezler.

08 Şubat 2014, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Düşme potasına diş geçirmek!‘’

Hayır, “Rakibi tarttı” diyeceğim ama Hikmet Karaman takımının kalburüstü sayılacak tüm oyuncularını yanında oturtmayı tercih etmişti! Haliyle ‘tartacak’ bir Erciyes yoktu ortalıkta.

Neyse ki, önce ilk yarının sonunda ‘slalomsever Gökhan Töre’nin pası, ardından ikinci yarıda yine aynı oyuncunun dikine koşusu sonuç verince maçın dengesi Beşiktaş’a döndü. Üstüne bir de o ana kadar ortalıkta görünmeme konusunda özel çaba sarfeden Fernandes/Oğuzhan ikilisinden küçük olanı, bir göründü pir göründü ve maç kopar gibi oldu.

Lakin 70’ten sonra yine tipik bir Beşiktaş vardı sahada. Sadece ligin dibindeki takımları yenebilen Beşiktaş, oyunun son bölümünde topa sahip olma konusunda yaşadığı paralize olma halini bir kez daha yaşadı. ‘Şampiyonlar Ligi’ adayı kalesini savunmaya gayret ettikçe hem beceremedi hem oyunla ilgisi koptu.

Elinizde Almeida gibi yüksek bir oyuncu var ve ceza sahası içine kenardan top taşıyacak kanadınız yok... Bu duruma rağmen bir ‘ön libero’ daha alıyorsunuz. Amacınız Atiba’yı sağ bek yaparak kanat oynatmaksa, biri kalkıp “Peki bu Hilbert/Serdar değiş tokuşu kimin fikriydi?” diye sorsa, ne yanıt verirsiniz!

Erciyes gibi hayli ‘kırılgan bir takım’ karşısında son 10 dakikayı berabere kalma riskiyle oynayan bir takım için fazla iyimser şeyler yazabilmek mümkün olamıyor ne yazık ki...

Bir de sormak gerek... Başkanı’nın 15. dakikada gelebildiği ve ikinci yarısında ortalıkta görünmediği bir stada o takımın taraftarı hem de bu ‘düşük yoğunluklu oyun’ ortadayken hangi motivasyonla gelsin. Hasılı, bu yıl ‘Gezi direnişi’ sonrası ‘taraftarsız tribün’ düşleniyordu. Bu, hem manasız cezalar hem düşük seviyeli oyunlar hem de sürekli değiştirilen statlar yüzünden gerçeğe dönüştü. Hayırlı olsun!

01 Şubat 2014, Cumartesi 09:00
YAZININ DEVAMI

‘’Önümüzdeki maçlara‘’

Müdafaada gerek sakatlık gerek oyuncu yetersizliği nedeniyle oluşan gedikleri kapatmak için Atiba’yı her derde deva merhem haline getirince de, mevkisinde devamlılık gösterebilecek yegane oyuncusundan da yararlanamıyor..

Ve haliyle ‘takım omurgası’nı da dik tutmak mümkün olamıyor. Maçın ilk beş dakikasındaki Trabzon ataklarında Atiba iki kez stoper olmak zorunda kalıyorsa Ersan/Necip ikilisinin mevkii dağınıklığı üzerine ne söylense boş. Haliyle yük iyiden iyiye müdafaaya binince orta sahada Oğuzhan/Fernades ikilisinin oyunu derleyip toparlaması da mümkün olamıyor. Beşiktaş topu ileri taşımayıp resmen ‘sürüklüyor.’ O da bir düzen içinde değil ancak kişisel gayretle... O zaman da, ‘Hugo ne yapsın?’ değil mi?

Trabzon, Mustafa Reşit Akçay’ın geçen haftalarda sözünü ettiği, ‘iyi müdafaa’yı en azından ilk yarı boyunca doğru uyguladı. İkinci yarı Trabzon’un kontrol oyunuyla biraz daha öne taşan Beşiktaş Almeida’ya cılız toplar indirirken aynı anda geride Atiba, stoper bölgesini onarmaya yardıma gittikçe, sağ kanat yırtıldıkça yırtıldı.

Malouda/Tolga karşılaşması onlardan sadece biriydi. İki takımda da kenardan gelerek oyuna ‘can verecek’ oyuncu olmayınca iş mecburen yine eskilere kalmıştı ki, Fernandes’den gelen korner Atiba/Onur/Hugo sarmalıyla maç berabere geldi. Nihayetinde ‘düşük tempo, aksak ritm’ şeklinde özetlenebilecek memleket vasatını aşamayan, izlemekten gına geldiğimiz maçlardan birini daha geride bıraktık. Daha iyileri önümüzdeki maçlarda inşallah!..

26 Ocak 2014, Pazar 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Türküleri yakanlar kanunları yapanlar‘’

Ergenekon’la başlayıp 17 Aralık operasyonlarına kadar devam eden süreç de esasen, ‘tarihin bügun şekillendirilmesi çabası’ndan başka bir şey değildir. Başbakan Erdoğan’ın yanı sıra Ergenekon sürecinin bir çok ideoloğu bugün düşünsel olarak rota değiştirmek için var güçleriyle sözcük üretmeye çabalıyor. Çünkü, ‘yanılsama dönemi’ bitti, bitiyor... Bu döneme elbette 3 Temmuz süreci de dahildi. Ancak davanın ötekilerden bir farkı oldu. Aziz Yıldırım’ın adı çevresinde sembolleşen bu dava, sıkça duyduğumuz bir futbol deyimini kullanmak gerekirse, belki de Ergenekon’la başlayan sürecin en önemli ‘kırılma anı’ydı.

Bu denli itiraz olmamıştı

Hükümet ile iktidarı oluşturan bloğun müttefiklerinden Gülen cemaatinin, PKK ile yürütülen Oslo görüşmeleri bahanesiyle MİT Başkanı Hakan Fidan’a yönelik taarruzu bile toplumda bu denli yüksek ve görünür bir itiraza neden olmamıştı.

3 Temmuz’un ardından ise duruma müdahale eden Fenerbahçeli yığınların gerek sokağa taşan gerekse toplum içerisinde dolaşıma giren sert tepkisi, o ana kadar itiraz edilmesine rağmen iktidarca kulak ardı edilen ‘Özel Yetkili Mahkemeler’ probleminin de su yüzüne çıkmasına vesile oldu. Devamını süreci takip edenler biliyordur... Önceki gün Yargıtay’ın onadığı davada da durum fazlasıyla 17 Aralık sonrası yaşanan iktidar bloğundaki gerilimin uzantısı olarak görünüyor. Gerçi Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 12 Eylül referandumuyla şekillenen adli yapıdaki değişimleri, “Allahım verdikçe veriyor” diyerek keyif ve coşkuyla karşılıyordu. Ne var ki, bugün gelinen noktada “Paralel devlet”, “Milli orduya kumpas”, “Milli iradeye darbe” türünden retorikler sevincin fazla uzun sürmediğini gösteriyor. Yerel seçimler yaklaşırken yolsuzluk operasyonlarının üzerine bir de Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım merkezli Yargıtay kararı hükümet açısından sıkıntının tuzu biberi oldu diyebiliriz. Ligin ikinci yarısının başlama düdüğüyle birlikte başta ilk Fenerbahçe maçı olmak üzere statlarda neler olacağını bende herkes kadar merak ediyorum doğrusu. Çünkü, yargı/polis ile hükümet arasındaki iktidar gerilimine bu kez tıpkı 3 Temmuz süreci ve Gezi direnişinde olduğu gibi yeni bir kitlesel müdahale söz konusu olabilir. Böylece 3 Temmuz sürecinden bu yana ajite haldeki Fenerbahçe kitlesi, toplumun diğer adelet arayan kesimlerinin aktif ucu haline gelebilir ve kendi tarihlerini kendileri yazmak için kolları sıvayabilir.

Evrensel hukukun yolu açılır

Çünkü... Kiminin Thales’e kiminin Shakespeare’e atfettiği özlü sözde dendiği gibi; ‘Bir ülkenin türkülerini yakanlar o ülkenin kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür.’ Eğer Fenerbahçe kitlesi, Vamos Bien’in tüylerimizi diken diken eden marşı, “Daha 19 yaşında, düşlerinde özgür dünya/Öptüğü çubuklu forma yaşayacak anısında/Ali İsmail Korkmaz Fenerbahçe yıkılmaz”ı hep birlikte söylemeye başlarsa, ülkedeki tüm katmanların iradesi ve itirazına rağmen tesis edilmeye çalışılan her tür düzenleme buharlaşabilir. Birimizin akli itirazı hepimizin itirazı haline gelebildiğinde hukuk da içinden çıkılmaz bir denklem olmaktan uzaklaşır. Ve böylece aralarından ‘şike davası’nın da bulunduğu onca davanın evrensel hukuk normları içinde ele alınmasının yolu açılır. Sonuçta, herkes gibi bizim de düşümüz adil ve eşit bir dünyada yaşamak değil mi? Futbol buna bir pencere açıyorsa, bırakalım ışık içeri dolsun...

19 Ocak 2014, Pazar 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’İyi Beşiktaşlı hakkını arayandır‘’

Bilinir, transfer haberleri taraftarın ‘gözbağı’dır. Bu tür haberler onu gelecek için umut vaat eden tatlı rüyalara daldırırken gözüne/zihnine çekilen perde nedeniyle gerçek gündemi algılaması da engellenir. Ve akabinde yöneticiler kolları sıvar!.. Gecikmiş de olsa federasyon tarafından tekrar kararı verilen Kasımpaşa maçıyla ilgili iki takım yöneticisi arasında yaşanan ‘kayıkçı kavgası’ hafızalardadır. O dönemde Beşiktaş yönetiminden bazı isimlerin bu ‘kayıkçı kavgasından bir fırsat yaratır mıyız acaba?’ diye düşünerek “Bu durumda biz de maçlarımızı başka statlarda oynayabiliriz” mealindeki sözleri hafızalardadır. Gerçi olası seçenekler ‘satılmış kombine biletler’ nedeniyle hukuken mümkün görünmese de kimsenin bu durumu umursamayacağını düşünen Beşiktaş yöneticileri tartışmayı bir süre yüksek perdeden sürdürdüler. Sonrasında beklenen ve olması gereken karar çıktı; “Maçlarımızı ligin ikinci yarısında Kasımpaşa Recep Tayyip Erdoğan Stadı’nda oynayacağız” Ancak ifadenin ekini atlamamak gerek; “Maçlar için tek bilet satılmayacak...”

Gidilemeyen maçın güzel yanı olur mu?

Bir yandan “Stat gelirimiz yok” derken tek bilet satmamak... Tuhaf!.. Bir tuhaflıkta böylesi bir uygulamaya “Oyunun güzel yanlarından konuşalım”ı dillerinden düşürmeyen federasyon yetkililerinin sesini çıkarmaması. Gidilemeyen maçın hangi güzel yanı konuşulacak ki?! Ve yine bir başka ve esas tuhaflık böylesi bir durum karşısında, “Ronaldinho gelecek dertler bitecek” diye ‘yağmur duası’na çıkan Beşiktaş taraftarından çıt çıkmaması. Yahu, diyelim buldular parayı getirdiler Ronaldinho’yu, Robinho’yu, Ronaldo’yu... Sen gidip izleyemeyeceksin ki kombinen olmadığı için! Tepebaşı’nda kendine yeni bir Beleştepe uydurup o yüksekten izleyeceksin canın gibi hatta ondan fazla sevdiğini iddia ettiğin takımını...

Bu tiyatroyu kim sahneliyor?

Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, bir önceki başkan Sadri Şener’in 2010-11 sezonundaki ‘kupa iadesi mücadelesi’ni yetersiz bulmuş ve hayli radikal bir söylemin ardından koltuğu devralmıştı. Doğrusu, Hacıosmanoğlu ilk günden yakın zamana kadar bu konudaki politikasını tutarlılıkla sürdürdü. Hatta, Hacıosmanoğlu’nun spor/siyaset ilişkisine dair teamüllere karşı AKP mitinglerinde Başbakan Erdoğan’ın hemen arkasında boy göstermesi çoğu kişide ‘kupanın iadesi mücadelesi’nin bir parçası olduğu fikrine yol açtı. Ta ki, Başbakan Erdoğan 17 Aralık operasyonlarını ‘hükümete darbe’ olarak niteleyene kadar. Böylece 17 Aralık’ta değişen politik paradigma Trabzonspor’un kupa mücadelesini de akamete uğratmış oldu. Öyle ya, artık aralarında ‘şike operasyonu’nun da bulunduğu bir çok dava bizzat Başbakan’ın açıklamalarının ardından tartışılır hale geldi hatta bazıları ‘kumpas’ olarak nitelendirildi. Bu davaların ‘paralel devlet’, ‘devlet içindeki bir çete’ tarafından kurgulandığı bile dile getirildi. Netice itibarıyla Trabzonspor Başkanı’nın ‘politik tercihi’ de ister istemez ayağına dolaşmış oldu. Öyle olduğu için Başkan Hacıosmanoğlu son olarak; “Bu konuda tek bir şey söyleyeceğim, başka da bir şey Ronaldinho sizleri tatlı rüyalara götürürken, asıl meseleyi engelledi. Diyelim para bulundu yıldızlar geldi. Sen gidip izleyemeyeceksin ki kombinen olmadığı için! Tepebaşı'nda kendine yeni bir Beleştepe uydurup o yüksekten izleyeceksin, canın gibi hatta ondan fazla sevdiğini iddia ettiğin takımını...

konuşmayacağım. Tiyatroyu bekleyelim, izleyelim, ondan sonra konuşuruz ” dedi ve çekildi!.. Acaba Başkan Hacıosmanoğlu bu kez de ‘tiyatro’ derken neyi kast etmiş olabilir? Ve acaba bu tiyatroyu kim sahnelemektedir? Merak işte!..

Sanma ki iyi Beşiktaşlısın...

Farkında değil misin? Anayasal hakkını elinden alıyorlar. Özgür seyahat, kültürel sanatsal faaliyetlerden eşit yararlanma hakkını gasp ediyorlar. Sen hala “Olsun büyüklerimiz öyle uygun gördüyse, para biriktirip tek maça gitmemizi istemiyorlarsa, gitmeyiz” diyorsan sanma ki iyi bir Beşiktaşlısın... Değilsin benim güzel kardeşim, değilsin...

Yönetime uygun olur değil mi!

Ha bu arada unutmadan! Ligin ikinci yarısında muhtemelen Olimpiyat Stadı’nda oynanacak Beşiktaş-Fenerbahçe maçına da sadece kombine biletleri olanlar mı - ki yanlarında bir kişi daha götürebiliyorlar- gidebilecek? Öyle ya, Kasımpaşa Stadı’ndaki maçlara tek bilet satılmayıp o maçta satılırsa hayli tuhaf ama bir o kadar da Beşiktaş yönetim tarzına uygun bir davranış olur değil mi!...

Hakemler taş değil onlar da konuşsun!


Kasımpaşa-Beşiktaş maçı için TFF’nin aldığı “Kural hatası var tekrar oynatılmalı” kararı Tahkim sürecini bekliyor malum. Bu davanın böylesi kanamalı hale gelmesinde kuşkusuz ki, Merkez Hakem Kurulu Başkanı Zekeriya Alp’in hakeme sahip çıkma saikiyle yaptığı alelacele açıklamaların da önemli payı oldu. MHK Başkanı olarak Alp’in bu aceleceğini doğru bulmamakla birlikte anlayabiliyorum. Fakat şunu anlayamıyorum... Cüneyt Çakır, Bahattin Duran ve Tarık Ongun bu ülkenin gidemediği Dünya Kupası için görev aldılar. “Ülkemizi temsil edecekler, bizi gururlandıracaklar” türünden sözcükler aklımın ucundan bile geçmez. Hiçbir zaman, bu ülke sınırları dışına taşan etkinliklerden kendime bir ‘milli gurur’ çıkarma hevesinde olmadım hatta bu bakış açısına da hep şüpheyle yaklaştım. Diyeceğim şu; eğer Zekeriya Alp hem hakemleri korumak hem de onların doğru anlaşılmasını istiyorsa bıraksın da şu insanlar hangi duygular içinde bunu onların ağzından, kendi ses tonlarından duyalım.
Onların da duyguları var

Biz maça gidenler hakemleri hep, duygusuz insanlar olarak algılıyoruz. Öyle ya, bizim takım gol atınca futbolcu sevinçten çıldırıyor ya da gol yediğinde üzüntüden kahroluyor. Biz de öyle. Koca statta olan biten karşısında duygularını belli etmeyenler belki de sadece hakemler! Bırakın da bari böylesi tarihi anlarda -ki Bahattin Duran ve Tarık Ongun bir Dünya Kupası’nda yardımcı (yan) hakem olarak bu ülkeden görev alan ilk kişiler - onların sesini duyabilelim. Böylece onların da bizim gibi sevinen üzülen, coşan tükenen birileri olduğunun farkına varabilelim. Ve yine böylece bundan sonraki maçlarda onlara tribünlerden hürmet edilmesinin kapısını aralayalım. Yani artık bu işleri ‘idare etmeyi’ bırakıp ‘yönetmeye başlayalım...”

17 Ocak 2014, Cuma 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol bize hayatı öğretiyor‘’

Ama tıpkı hayatta olduğu gibi bu mesele de görüldüğü kadar basit değildir. Tam da bu nedenle olsa gerek, tuttuğumuz takım ‘güçlü’ bile olsa çoğumuzun kalbi her daim ‘güçsüz görünen’den yana atar.

Dün akşam iki ayrı ‘gelir grubundan’ takım karşılaştı TT Arena’da. Selçuk/Sneijder merkezli Galatasaray Burak/Umut ikilisine top taşımaya uğraşırken Tokatlı futbolcular da geçit vermemek için didiniyorlardı. Onlar açısından maçın 4. dakikasında Galatasaray’ın üçlü müdafaasının sol tarafı açık verdiğinde 3-4 pasla oraya inip Melo ’nun kayarak müdahale ettiği pozisyon ve 85. dakikada eveleyip geveledikleri dışında dişe dokunur pozisyon bulamamaları şaşırtıcı olmasa gerek. Ki, iki pozisyon da ‘dişe dokunurdu’. Sonuçta geçen yıl Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynamış bu yıl da gruplardan çıkmayı başarmış Galatasaray ’a karşı oynayan 2. Lig Beyaz Grup takımının oyuncularıydı hepsi. Başta kalecileri Mehmet Dönmezdemir ki, dün geceki performansıyla bu ülkedeki en zengin oyuncu varlığının kaleciler olduğunun kanıtıydı adeta- tüm futbolcular şimdiye dek yaptıklarının katbekat üstüne çıktıklarını hissettiren bir oyun oynadılar.

Galatasaray maç boyunca olanca baskısına, tüm arayışına, her tür çeşitlemeyi yapmasına rağmen uzun süre golü bulamadı. Burak’ın yaptırıp Selçuk’un gole çevirdiği penaltıya kadar her şeyi denedi ama kaleci Mehmet tüm arayışları boşa çıkardı.

Şunu söylemek yanlış olmaz, gerek tıkanıklık anlarında çözüm üretme gerekse bireysel oyunla takım oyununu birleştirme konusunda hala ciddi sıkıntıları var Mancini ’nin takımının. Bir de müdafaa üzerine daha çok çalışmaları gerektiği ortaya çıktı. Onlar açısından bu karşılaşma iyi bir ‘röntgen’ oldu diyebiliriz.
Unutmadan bir de; şu ‘bakan adam’/’duran adam’/’bakıpduran adam’ fotoğrafına bir son mu verilse artık! Fazla tekrar, mizahı da içeriği de bayağılaştırıyor çünkü...

16 Ocak 2014, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI