‘’Kaygan zemin kayar!‘’
İlk 10 dakikayı Atiba destekli sol kanadı kullanarak başlayan takım rakibini paralize etmeye çok yakınken ‘kaygan zemin’ nedeniyle bunu başaramadı ama sağdan gelen ilk Gökhan Töre ortasında golü bulunca bu haliyle ligde kalması zor görünen
Konya çözüldü...
Ancak ikinci devre başta Gökhan Töre olmak üzere Beşiktaş orta saha oyuncuları da Bozhan Memiş gibi düşünmüş olsalar gerek ki, Konya oyunu dengeye getirdi. Oynadığından değil rakibi oynamak istemediğini açık seçik belli ettiğinden. Töre kendisine servis edilen toplarla öyle şeyler yaptı ki, Slaven Bilic’in yerinde kimse olmak istemezdi. Sonunda Töre oyundan alınıp Necip ve Holosko’nun dahil edilmesiyle maç yeniden dengeye geldi de Beşiktaş taraftarları gol değilse de, pozisyon izlediler.
Bu arada son bir not... Konya takımı bile hemen hemen tüm korner ve duran toplarda tehlike yaratmışken Egemen, Alves, Webo, Kuyt gibi yüksek toplara hakim fazlasıyla oyuncusu bulunan Fenerbahçe karşısında bu savunma düzeninin işi zor görünüyor. Yedek kulübesi farkı da düşünüldüğünde Bilic’in neredeyse tüm hafta müdafaayı bu kenar toplara çalıştırması gerekecek sanırım. Sınırdaki 4 oyuncunun sarı kart almadan oyunu tamamlamış olmaları elbetteki olumluluk ancak bu aynı zamanda Konya’nın rakibinin ciddi anlamda zorlayamadığının da göstergesi olarak okunmalı...
‘’Kazanmaya oynadı‘’
* Acaba, hakemi ikna için yemin etkili bir yöntem olabilir mi? Gökhan Gönül - ülkenin en iyi sağ arka oyuncusu- penaltı itirazında öyle bir yemin ediyor ki, eğer iddiası doğru değilse mazallah insan çarpılır! Bu tür işlere tevessül etmemek gerek değil mi?
* Tamam hiç şüphem yok, Didier Drogba büyük bir futbolcu... Ancak ilk serbest vuruşunda o uzaklıktan golü Volkan Demirel değil ancak bu hayattan fazlaca yaş almış olan Cem Dizdar ile muadili yaş ve kilodaki insanlar yer. Orada başkaca bir oyun tasarlamak takım için daha faydalıdır.
* Çok açık Wesley Sneijder olmadan Galatasaray'ın bu halde orta sahayı derleyip toparlayabilmesi çok müşkül. Selçuk ki, ülkenin en iyi orta alan oyuncularından biri, o bölgede oyunu çekip çevirme konusunda Sneijder beceri ve bilgisine yaklaşması için biraz daha yolu var.
* Penaltı pozisyonunda Chedjou acaba neye itiraz ediyordu, anlayan var mı?
* Mehmet Topal çok dayanıklı, Baroni sinmiş, zamanını kolluyor. Sanki ikinci yarı o bölgeden ortak bir iş çıkaracaklar gibi.
* İlk yarı sonu.. Fenerbahçe iştahlı ve arıyor. Galatasaray temkinli ve pusuda bekliyor..
* Galatasaray ikinci yarıya arzulu başladı ancak Burak, burnunun dibindeki Drogba'dan oyun içinde kalma konusunda belli ki bir şey öğrenmek istemiyor. Top taca çıkmıyor, ama Burak için konu kapanmış! O kadar emin ki takımı lehine o 'mühim tac atışı'nı kazandığına topu bırakıyor ve o dışarı çıkmayan top Fenerbahçe hücumuna dönüşüyor.
* Didier Drogba 'olmaz topları olur yapmak' için çırpınararak oynarken takım arkadaşları onu 'uzaktan izliyor.' Düşünüyorum, acaba memlekette kaç futbolcu bu arzu, ısrar ve disiplini taklit etmeye çalışıyordur?
* Dakika 58. Semih Kaya neden gittikçe daha iyi bir futbolcu olacağını topa müdahale için kayarak giderken kolunu arkaya saklamasıyla bir kez daha gösteriyor. O pozisyonda hakem Süleyman Abay'a itiraz eden Fenerbahçeli oyuncunun olmayan pozisyon için 'yemin eden' Gökhan Gönül olması da ayrıca enteresan!!
* 66. dakikada Baroni golü attı ama bu golün mimarı pas arası yapıp topu kapan ve o topu en doğru yere kullanan Emre Belözoğlu'dur. Baroni için devre sonunda ne demiştim; "Baroni sinmiş, zamanını kolluyor.." Hakikaten arka direğe sinmiş Baroni...
* Galatasaray oyunu çevirmek için umutsuzca saldırıyor, daha doğrusu çırpınıyor. Çünkü, oyuna akıl koyamıyorlar. Koyabildikleri tek şey, inatçı bir arzu. O da 'akıl' olmayınca işe yaramıyor.
* Galatasaray orta sahası müdafaası öne hamlelenince müdafaalarıyla araları açılıyor. Dakika 74'te Gökhan Gönül topu sağ arkadan sarkan Musa Sow'un önüne geçirebilse maç kopup gidecek, yapamıyor.
* Fenerbahçe tribünü Sabri Sarıoğlu ile ilgili sarkastik bir tezahürata başlamıştı ki penaltı geldi. Ancak Melo'nun laubali vuruşu tribünün coşkusunu yaniden ateşledi.
* Fenerbahçe kazanmaya oynadı, kazandı. Galatasaray kaybetmemeye oynadı, kaybetti. Bir derbi de böylece bitti...
‘’Tolga olmasa...‘’
Kayseri ilk yarı boyunca hemen hemen tüm hücumlarını onun üzerinden yaptı ve ba∫arılı da oldu. Yapamadıkları sadece ‘gol’dü. Burada da aslan payını ülkenin en iyi kalecilerinden Tolga’ya vermek gerekiyor.
Atiba’nın sağ beke hapsedilmesi, Kayserispor’un, tek direnci Veli olan Be∫ikta∫ orta sahasını kolayca a∫ması gibi tahmin edilebilir bir durumu ortaya çıkardı.
Fernandes’in oyun kurduğu, Oğuzhan’ın ise daha çok ‘aradığı’ Be∫ikta∫ ilk yarıda sadece ‘tartışmalı bir gol’ bulduysa bunda Almeida’nın topla buluştuğu anda yakınında topu paylaşacağı bir kaç arkadaşının olamayışının etkisi çok büyük. Bu maçta önceki maçlara göre biraz daha gayretli oluşu biraz da Kayseri’nin sol tarafının bu denli aksaması Olcay’ı görünür kıldı. Gökhan Töre de benzeri katkıyı verebilse oyun ilk yarı çözülürdü.İkinci yarıya daha iyi başlayan Kayseri 60. dakikalara kadar oyunu öne taşıma konusunda ne kadar iştahlıysa takım savunması konusunda o denli dağınıktı. Biliç de bundan yararlanmayı bildi. Etkisiz Gökhan ile Necip’i değiştirerek önce ‘güvenlik duvarı’nı yükseltti.
Biliyorsunuz bizim ligin gerçek mottosu, “Yenemiyorsan yenilmeyeceksin” değil de “Kaybetme, belki kazanırsın”dır. Robert Prosinecki’nin takımının bu haliyle işi çok zor. Biliç, bu ülkedeki düzeni anlamış görünüyor ancak buna rağmen önlem alamıyor. Öyle ki dün akşam Kayseri, içeri kesilen duran-durmayan topların nerdeyse tümüne vurmayı başardı. Bu durum sezon başında, “Bu takım gol atıyoruz. Öncelikle savunmayı agresifleştirmeliyiz” diyen bir hocanın takımının idmanlarda ne çalıştığını sormamıza neden oluyor doğrusu...
‘’'Ruh üfleyen'lerin olmayışı‘’
Bir tek oyunu süsleyemedi. Bunda da en önemli faktör Fernandes/Oğuzhan ağırlık merkezli orta sahanın oyunu iki kanat üzerinden rakip alana taşımış olmasıydı. Evet, Oğuzhan kritik final işlerini yapamadı ancak oyunu taraftarları adına süsleyen en önemli isimdi. Eksiği, gücü... Almeida takımdan mesafe olarak bu kadar uzak kalınca potansiyelini de ortaya çıkaramıyor.
Devrenin ilk 15 dakikasında Karabük oyunu dengeye getirip Beşiktaş’ın ilk devre işleyen organizasyonuna çomak sokunca Bilic çözüm aramaya başladı. Temel sorun ‘oyun hızı düşüklüğü’ ise bunun kaynağı da takımlar arasındaki mali uçuruma bağlı oyuncu varlığı.
‘Düşük bütçe’ kapandıkça oynamaya çalışan da izlemeye çalışan da zorlanıyor. Dün akşamda ikinci yarı bu formülle geçti. Kapanan Karabük oyunu kilitleyip sürpriz aradıkça maç kalite olarak ‘memleket vasat’ını aşamadı.
Karabük 87’de aradığından fazlasını bulduysa da İlhan Parlak ‘yarı penaltı’yı dışarı attınca Tolunay Kafkas’ın planı da bozuldu.
Bu haliyle Beşiktaş’ın çok çalışması gerek ama belki de temel sorunu en çok ihtiyacı olduğu zamanlarda
takıma ‘ruh üfleyen’ taraftarından bu denli uzak oluşu. Eksik olan bu; ruh!
‘’Kartal'ın sırrı kulübede‘’
Fenerbahçe derbisine kadar Beşiktaş’ın karşısına yenebileceği takımlar çıkacak. Gökhan ve Olcay, ritmini yakalarsa, Beşiktaş, peş peşe 3 maçı da kazanır
Siyah-Beyazlılar henüz ritmini bulamadı. Özellikle yedek kulübesinin katkısına ihtiyaç duyuluyor. Kenardan gelenlerden yalnızca Ömer Şişmanoğlu, tabelaya etki eder
1) Fernandes ve Almeida’nın sözleşmeleri sona erecek. Bu iki futbolcuyla yeniden anlaşılmak isteniyor ancak istedikleri ücretler nedeniyle yeni sözleşme çıkmaza girdi. Fernandes ve Almeida’ya istedikleri paralar verilmeli mi, yoksa takımdan gönderilmeli mi? Fernandes’in boşluğunu Oğuzhan doldurabilir mi?
Haberlere göre Fernandes 4 milyon Euro dolayında ücret talep ediyormuş. Elbette bunun ne kadarı yıllık garanti para ne kadarı yeni moda olan ‘imza parası’ bilemiyorum. Almeida için de 2-2.5 milyon Euro’dan söz edildiğini okuyoruz. İki oyuncu da Beşiktaş takım formasyonu açısından kilit önemde oyuncular. Özellikle Almeida’nın takımdan yeterli katkıyı alamadığını düşünüyorum. Fernandes ise Beşiktaş’ın oyununu süsleyen bir oyuncu. Hele Oğuzhan desteği aldığında bu durum daha da netleşiyor. Oğuzhan, mevcut fiziksel düzeyiyle Fernandes’in yerini dolduramaz ancak takıma farklı bağlamlarda çok önemli katkılar verir. Fernandes ve Oğuzhan’lı orta saha, pas merkezini çoğalttığı için hücum varyasyonlarını artırıp oyun hızına da önemli derecede etki ediyor. Bu durum ikilinin oynadığı her maçta açıkca kendini gösteriyor zaten. Haliyle Fernandes ve Almeida’nın takımda kalmaları önemli. Beri yandan talep ettikleri ücretleri bu ligde verebilecek takım da yok gibi. Bu bağlamda kulübün eli güçlü. Makul ve kulüp tarafından kabul edilebilir bir seviyede anlaşılması iki tarafın da menfaatine.
2) Stat konusunda her geçen gün yeni bir tarih belirtiliyor. 2014’ün Ekim ayında bitmesi planlanan yeni stat için önce 2015 Ocak ayı, ardından da 2015 yılının Şubat ayı hedef tarih olarak gösterildi. Stat belirtilen tarihte tamamlanabilir mi?
Bu sorunun yanıtını bulabilmek için öncelikle finansman kaynağı ya da kaynaklarının bilinmesi gerekiyor. Ki, bunu henüz öğrenemedik. Önümüzde TT Arena örneği varken açıklanan sponsor parasının yapım için yeterli olmadığını belirtiyor bu işin uzmanları. Stadın yıkımı bile öngörülen tarihi aşmışken ve inşaata başlama tarihi de hâlâ belirsizken bir tahminde bulunmak benim açımdan zor. Bitiş tarihi sürekli ötelenirken ve Fikret Orman yönetiminin başlangıç tarihini belirlemek için bir ‘Ankara seferi’ne daha çıkacağı haberleri dolaşımdayken her Beşiktaşlı gibi ben de sürecin nasıl sonlanacağını hararetle merak ediyorum.
3) Beşiktaş geride kalan 5 maçta 1 galibiyet alabildi. Şimdi Fenerbahçe derbisine kadar önünde 3 önemli maç var. Siyah-Beyazlılar, Karabükspor, Kayserispor ve Konyaspor karşılaşmalarından 9 puan çıkarabilir mi?
Soru böyle sorulunca yanıtın “Evet” olması pek şaşırtıcı olmasa gerek. Teorik olarak bu üçlü arasında Beşiktaş’ın yenemeyeceği bir takım yok gibi görünüyor. Lakin, bu sadece ‘teorik olarak’ mümkün. Bu takımlar ağırlıklı olarak ligin ‘büyük takım’larına karşı hakim oynama biçimi olan katı savunmacı yapıdalar. Haliyle bu savunma hattını açmak için örneğin Oğuzhan Özyakup gibi bir ‘ekstra yaratıcı oyuncu’ya çok ihtiyaç duyacak Beşiktaş. Gökhan Töre ve Olcay Şahan’ın tahmin edilemez performansları ise en büyük handikap. Sanırım Slaven Bilic’in de en büyük sıkıntısı orta saha hücum arkası oyuncularının bu ‘belirsiz performasları’. Olcay Şahan ve Gökhan Töre, ilk haftadan bu yana tahmin edilemez bir performans ortaya koyuyor. İki futbolcunun da her maçtaki oyunu, bir diğer haftayı tutmuyor. Hal böyle olunca da Bilic’in kadroda rotasyona gitme konusunda kafasında soru işaretleri ortaya çıkıyor. Buradaki sorun çözülebilirse Beşiktaş’ın, Fenerbahçe derbisine 3 maçın ardından 9 puanla çıkması pek de zor olmaz.
4) Sezon başında 11 yeni isim kadroya dahil edildi. Ancak bu isimlerden Eneramo, Pedro Franco, Kerim Frei ve Ömer Şişmanoğlu fazla şans bulamıyor. Slaven Bilic, elindeki kadrodan yeteri kadar verim alabiliyor mu? Kulübenin takıma katkısı ne kadar?
İlk 4 maç ile son Akhisar Belediyespor karşılaşmasının belirli bölümleri Beşiktaşlılar’ı yanıltmasın. Takım henüz kendi dengesini ve ritmini bulabilmiş değil. Haliyle özellikle ‘yedek kulübesi katkısı’na fena halde muhtaç görünüyorlar. Gelin görün ki, ben adını zikrettiğiniz dört oyuncudan sadece sıhhatli bir Ömer Şişmanoğlu’nun tabelaya etki edebileceğini düşünüyorum. Eneramo, Sivasspor’daki formunun uzağında. Beşiktaş’ta şu ana kadar kendisini gösteremedi. Teknik direktör Slaven Bilic, bu kadroyla yapabileceğini yapıyor ancak özellikle müdafaa hattındaki geçen yıllardan kalan sıkıntı devam ettikçe yakın gelecekte gerek oyuncu, gerekse takım performansını yükseltmek beklenen kadar kolay olmayacak gibi görünüyor. Sivok’un sakatlığının ardından takımın yaşadığı sorunlar, buna en büyük örnek.
Cem Dizdar
‘’Mahalle maçı!‘’
Ancak kimse ilk yarı boyunca Sivok’un yokluğunun bu kadar hissedileceğini tahmin etmemiştir. Neredeyse her yüksek topta Çağdaş Atan’ın eşleştiği Veli Kavlak’a üstünlük sağlaması, Bruno’nun ilk golde unutulup ikincisinde ise kolayca içeriye döndürülmüş olması Sivok’un o mevkiideki yakıcı önemini bir kez daha gösterdi.
Oysa Akhisar’ın savunma dörtlüsü ile onların önünde oynayan ikilisi arasında ‘koca bir havuz’ bomboştu. Beşiktaş gerek Olcay’ın golünde, gerek Fernandes-Almeida işbirliğinde kaleci Oğuz’a takıldığında gerekse de Oğuzhan’ın golünde hep bu ‘havuz’dan yararlandı ancak devamını getiremedi.
İlk yarı temposu ve pozisyonu yüksek görünen maçta iki takım açısından da en büyük sorun bu tempoya uygun takım müdafaası problemiydi. Topu alanın elini kolunu sallayarak orta sahayı geçtiği pozisyonların maç boyu devam etmiş olması ‘izlenirlik açısından’ kuşkusuz ki olumlu ancak futbolun matematiği böylesi denklemleri kaldırmaz.
İkinci golün ardından paralize olup üçüncü golü yiyen Beşiktaş’ın ciddi bir odaklanma sorunu olduğu açık. Resmen o dakikalarda kopup gittiler. Bilal Kısa golündeki takip eksikliği de ayrıca not edilmeli. Akhisar’ın bu kadar duran top kullandığı ayrıca neredeyse her duran topun ceza sahası içinde sıkıntı yarattığı düşünülürse ‘göbekteki uzun’ların iyi ders çalıştıkları söylenemez.
Serdar Kurtuluş’un nasıl olupta Roberto Hilbert yerine tercih edilmiş olmasını anlayabilen varsa, dinlemek isterim. Ramon Motta’nın ofansif silikliği, Gökhan Töre’nin sürekli doğaçlama arayışları, Olcay’ın orta saha aksiyonlarından kopuk tarzının Fernandes/Oğuzhan ikilisinin de ikinci yarıyı süslemelerini engelledi. Kuşkusuz ki bunda başta Bruno/Merter Yüce faktörü de devreye girdi ancak maç boyunca neredeyse sahanın her yanının ‘topla oynayıcı’lara terk edildiği bir maçta Beşiktaş’ın daha etkili olması beklenirdi, en azından bonservis ve yıllık ücretler bakımından.
Netice itibarıyle gollü ve pozisyonlu bir maç izlemekten şikayet etmemekle birlikte, ‘futbol ve direnç denklemi’ içerisinde düşünüldüğünde ‘mahalle maçı’ formatında geçen karşılaşmanın ardından “İki takım da çokça alan bilgisi çalışması gerekir” diye düşünüyor insan.
Öte yandan geçen sezon ligde kalmayı başaran Akhisar belli ki, adı ‘Süper’ olan ligde kendilerinden daha güçlü takımlar olmadığı fikrini kafasında iyice pekiştirmiş. Oyunlarını biraz daha geliştirmeleri durumunda ligdeki bir çok teknik direktöre ciddi ilhamlar vereceklerdir, ki bu da hepimizin menfaatinedir.
‘’Baskı işi çözdü‘’
* Bu planın - artık buna bir plan denebilir mi, bilemiyorum- en büyük bonusu da 'kontratak'tır. 13. dakikada Cenk Tosun bu plan dahilinde arzu edilen fırsatı bulduysa da biraz utangaç epey çekingen ve hayli ürkek bir vuruşla pozisyonu zayi etti...
* 14'te Alper Potuk, bu 'temas et ve geriye kapan' planına son veren bir hamle yapıp baskıyla topu kapıyor ve Eminike'nin kafasına bırakıyor. O da geçen hafta son dakikada kullandığı kafasını bir kez daha kullanıyor.
* Maçı anlatan arkadaşlardan biri de o esnada şöyle bir şeyler söylüyor; "Emenike müthiş bir özgüven depoladı!" Ben de düşünüyorum, bu 'depo' bünyede nereye tekabül ediyor acaba? Çözemiyorum!.. Elbette devamında insan depolanan özgüven miktarını da merak etmeden duramıyor. Tahmin edersiniz ki, depolanan miktara dair ipucu verilmiyor.
* Fenerbahçe arka oyuncularını - Mehmet Topuz ve Caner Erkin- oyuna sokamadıkça yük iyice Alper Potuk'a biniyor. Baroni de fazla çıtkırıldım havada oynayınca Alper'in yükü arttıkça artıyor. Ancak bazı futbolcular da bu yükü seviyor. Alper de 'top seven' bir oyuncu olarak 'yük'le coşuyor.
* Fenerbahçe baskıyla oyun alanının boyunu kısaltıp Antep'i geri ittikçe Bülent Uygun'un takımı kaptığı topları bile kullanamaz hale geliyor. 39. dakikada gelen golde Baroni merkezli paslaşmalardan Sow'un bir 'antrenman golü' çıkarmış olmasında Antep'in baskı karşısında paralize olmasının etkisi de çok büyük. Antep herhangi bir reaksiyon göstermiyor devre boyunca...
* İlk devre boyunca sahada varlık gösteremeyen, hatta ilk 7-8 dakikadaki 'temas oyunu'nu bile uygulayamayan Gaziantep ilk golün ardından 30'lara doğru 3-5 dakikalık 'kafa kaldırır' gibi olduysa da Fenerbahçe baskısı bunun devamına izin vermemişti.. İkinci devre de 'film değişecek' gibi görünmüyor.
* Fenerbahçe ikinci yarıda da kaptığı toplarda rakip alana tüm varlığıyla inmeye çalışıyor. Öyle ki bazen Gaziantep cezasahası içi çevresinde 6-7 adam atmayı başarıyorlar.
* Ancak Gaziantep de 75'te tıpkı Fenerbahçe gibi yani tam da yapılması gerektiği gibi 5-6 adamla baskına kalkıyorlar. Belli ki onlar da ilk yarı boyunca oynadıkları düzenden hem sıkıldılar hem de bir işe yaramadığına ikna oldular. Hayli dengesiz yakalanan Fenerbahçe müdafaası Stiliç'in şık vuruşunu tıpkı bizim gibi hayranlıkla izliyor! İnsan, "Peki ama bizim 'Anadolu takımları' neden bu aksiyonları daha sık denemiyor" diye düşünmeden edemiyor.
* 84'te yine çok adamlı bir saldırı başlatıyor Gaziantep kendi solundan. Ofsaytla sonuçlanmış olsa da topu kaleye sokabilmiş olmaları Fenerbahçelileri fazlasıyla tedirgin etmiş olmalı. Ama...
* Sow ile yer değiştiren Salih Uçan, Caner'in baskısı sonucu kaptığı topla şahane bir 'solo' yapıyor Gaziantep sol kanadında. Sonra da sağ ayağının dışıyla Emenike'nin hazır ayağına 'topu çarptırıp' golü atıyor! Bu pozisyonda resmi kayıtlar golü Emenike'ye ben de 'aslan payı'nı Salih'e yazıyorum.
* Gaziantep kısa erimli başkaldırısını uzun kılabilir miydi emin değilim ama kılabilmeli.
* Fenerbahçe oyun içinde zaman zaman ritmini kaybediyor. Bu tip maçlarda sorun olmuyor ama 'zorluk derecesi yüksek' maçlarda bu tip kopuşlar telafisi mümkün olmayan sıkıntılar doğurur.
* Son olarak... Takım iyi oynayıp üç gol atmış. Futbolcular soyunma odasına kuvvetli bir alkışla gitmeyi hak ediyor ama maraton tribünü bir iki dakika içinde boşalıyor. Takım da tüm maç boyunca onlarla birlikte oynayan 'kale arkaları'nı, 'kale arkaları' da onları selamlıyor... Yani.. Her zaman olan oluyor...
‘’Fernandes'i durdurunca!‘’
Bu ülkede futbol bu kadar ‘temasa’ dayalı oynandıkça, sahada olan biten üzerine bir şeyler söylemek de güçleşiyor. Çünkü, ‘temas’ önce oyunun en önemli yanını, ritmi düşürüyor. Temel amaç bu zaten; “Önce ritmi yok et sonra kazanabilirsen maçı kazan.” Rize başlardaki 5-6 dakikayı çıkarırsak tüm ilk yarıyı bu formüle dayalı oynadı. Ritmi ve oyun zevkini düşürebileceği kadar düşürdü. Hal böyle olunca zaten tek merkezli Manuel Fernandes- pas trafiğine mahkum olan Beşiktaş’ın tempo yapabilmesi de mümkün olamadı. Çünkü Fernandes her yerde baskı altındaydı ve bu merkezi çeşitleyecek Necip, Veli, Gökhan Töre ve özellikle Olcay’ın silik oyunları tempo için yeterli değildi.
Maçın ikinci yarısının hemen başındaki Beşiktaş’ın 10-15 dakikalık arzulu oyun sanki ilk yarıdaki olumsuzluğu tekzip eder türdendi. Topu oynatan ve onu boş alana taşıyan Beşiktaş böylece ‘temas’tan da kurtuldu ancak bu bahar havası uzun sürmedi. Rize’ye gelince... Fernandes’in orta saha tarafından etkisiz hale getirilmesi onlar adına işleri kolaylaştırdıysa da bu durumu avantaja çevirememiş olmaları, ülkedeki ‘muhafazakar oynama’ biçiminin doğal sonucu! Oysaki ikinci yarıda iki üç dişe dokunur hücum organizasyonu yapan bir takım atak sayısını neden çoğultamaz işte o da anlaşılır gibi değil.
Beşiktaş maçı kazanacak kadar oynamadı kuşkusuz ancak bu ülkede maç kazanmaya yetecek kadar pozisyon bulduğu da bir gerçek. İlk dört haftadaki galibiyetler aldatıcı olabilirdi, oldu da. Bu takımın olgunlaşıp, devamlılık sağlayabilmesi için daha zamana ihtiyacı var. Ancak daha ivedilikle ihtiyacı olan ise oyuna hız ve tempo katacak oyuncu sayısını bir biçimde artırmak. Bu haldeki Olcay, her koşulda topu bu kadar seven Gökhan, başladığı günden bu yana çok küçük gelişme gösteren Necip’le bu olgunlaşmanın kısa sürede gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor.
Töre ‘duran top’ aramalı
Gökhan Töre, bu ülkedeki ‘kapalı müdafaa anlayışı’na karşı Beşiktaş’a alınmış bir oyuncu. En azından Önder Özen transferi böyle tarif ediyordu. İlk devre sadece bir kez sağda buluştuğu topla içeri dripling yaparak şut attı. Oysa ondan beklenen bu olduğu gibi, ceza sahası çevresinde duran top kazandıracak kadar top saklaması da... Çünkü, duran toplar da - ki elinizde Fernandes gibi bir vuruş ustası var- hücuma dahildir ve Beşiktaş bu sayede çok gol bulmuştur. Gökhan’ın biraz daha işin bu yönüne kafa yorması gerekir.
Dentinho ne yapabilirdi?
Bu denli durağan bir Beşiktaş izlemiş olmamızın en büyük nedeni, kuşkusuz top kapıp onu top yapıcıya servis eden Atiba ile Fernandes'in daha efektif oynamasını sağlayan Oğuzhan Özyakup'un yokluğudur. Ancak ben kendi adıma Dentinho'nun hangi plan dahilinde Peketemek ya da Ömer Şişmanoğlu'ndan önce oyuna dahil edildiğini anlayamadım. Açıkça görüldü ki, Dentinho'nun girişiyle Beşiktaş süratle ritim yitirdi ve 'doğuçlamaya savruldu.' Oysa baskı gereken son 10 dakikada en çok gereken şey sakinlik ve 'akıl'dı ve ilk terk edilen de onlar oldu.