Arama

Popüler aramalar

‘’Çocukça oynuyoruz‘’

Abdullah Avcı’nın toplu oyunda iyiyiz fakat topsuz alanda kötüyüz analizi hayatta bildiğimiz şeylerde bir tanesi. Hâlâ çocukça oynadığımız için, top bizdeyken iyi ama top rakibe geçtiğinde organize olma, saha parselasyonu, oyuncuların arasındaki mesafelerin korunması, alanların daraltılması gibi temel futbol prensiplerinden uzağa düştüğümüz için bütün bu durumlar yaşanmaktadır. Çünkü, oyunu bir tür çocukluk meselesi gibi algılıyoruz. Profesyonel oyunun içinde bulunan başka dinamikler bambaşka metrik değerler olan bir şeyken biz sadece top ve gol peşine düşüyoruz. Oyunun en derinlikli iki kanadı olan sağ ve sol bek, oyunun gidaşatı hakkında etkin bir rol üstleniyorlar. Ülkede fark ediliyorsa bu iki tip oyuncudan neredeyse hiç yok. Sağ tarafta Gökhan Gönül dışında, sol tarafa en iyisi dediğimiz Hasan Ali Kaldırım veya İsmail Köybaşı gibi oyuncularda vasat seviyesini bir türlü aşmayı beceremeyen yapı durumuna geliyorlar. Oyunu takip etmek, oyunu gözlemlemek, yer bilgisi, bir oyuncuda, fandimental denilen altyapıdan, bu kadar uzağa düşmüş oyuncu kalabalığı olan bir ülkede; milli takımın yukarıya doğru çıkmasını beklemek durumu çok fazla idealleştirme olur. Sanıyorum Romanya maçı kilit maç olacak, eğer orda kaybedilecek bir ‘Dünya Kupası’ hedefi, herhelde milli takıma yeni bir hoca yeni bir taz, yeni bir bakış açısı aranacaktır.

16 Ağustos 2013, Cuma 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’Daha vasat olan kaybetti‘’

Ülkenin en encamlı iki takımı adı ‘Süper’ olan bir kupa için karşı karşıya geliyor ve iki takım da koca bir ilk yarı boyunca eli yüzü düzgün tek organize atak yapmayı beceremiyorsa bu problemin nedenini nerde aramalı? Oyuncularda mı, hocalarda mı? Yoksa konu ne olursa olsun mangalda kül bırakmayan ancak iş, ‘düşünce, bilgi ve haliyle insan geliştirme’ye gelince daha ilk sınıfı geçemeyen ülke kültüründe mi?

Oyun kurma kararlılığı ve ısrarı göstermek yerine rakip oyuncuların hatalarını kovalayıp böylece avantaj yakalama üzerinden işledi iki takımın da planı.

İkinci yarı Galatasaray ‘arzu’ faktörünü devreye soktu da bu sayede oyuna orta sahası sayesinde, bir parça yetenek ve ‘bilinç’ yüklendi. Bruno Alves’in iki dakika içinde kendini oyundan attırmayı başarmış olması da bu ‘bilinç’in daha işler hale gelmesine yol açtı. Ancak eksik Fenerbahçe, Kadlec sayesinde en azından maçı uzatmaya taşımayı başardı. Ne var ki, hücum etmeyi beceremeyince kaçınılmaz olandan da kaçamadı. Ülkede farkı yaratacak mevkii olan sağ sol beklerden biri işleyince -Hakan Balta- Drogba da klasına yakışır bir gol atıp, vasat oyununun takımı lehine tamamlanmasını sağladı.

Ve son sözlerden ilki... Bu maçtan da belli oldu ki, kendilerini geliştirme konusunda hayli cimri olan futbolcular iş hakeme itiraza gelince; bu yıl da ‘bonkör’lüğü elden bırakmayacaklar. Eğer ülkede, ‘futbolda şiddet’ten söz edilecekse buna ‘hakemlere şiddet’e karşı durmaktan başlamak gerekmiyor mu?

İkincisi... Maçtan önce polisin başta, ‘alkol kontrolü’ olmak üzere olağanüstü önlemler alacağını okumuştuk gazetelerde. Yapılmış da! Acaba kaç promil içeri giremeyecekti, bilen var mı? Herhalde bu keyfi ‘nefes avcılığı’ uygulamasına dalmış olmalı ki polisler, gerçek tehlike olan meşale girişlerini yine gözden kaçırmışlar!

12 Ağustos 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kapıdaki 'görünen' tehlike‘’

Son örnek, Beşiktaş. Eleştiri geçirmez, dar görüşlü ‘paralı yöneticileri’nin yerle yeksan etmeye uğraştığı Beşiktaş, bu saldırıları tarihsel derinliği, dayanıklı genleri ve tüm bunların vücut bulduğu taraftarıyla her dönem aşmayı becermiş bir kulüptür. Böyle olsa bile işleyiş yine de can sıkıcıdır.
Son olarak Slaven Bilic’i takımın başına getiren yönetim görülüyor ki ‘transfer politikası’nda başta belirlendiği açıklanan ilkelerden sapmış durumda.
‘Alternatif oyuncu’ diye kadroya dahil edilen oyunculara -hadi örnek Sezer Öztürk olsun- asıl oyunculardan -bunlarda Oğuzhan Özyakup, Olcay Şahan, Veli Kavlak olsun- daha fazla yıllık ücret ödemek nasıl bir politikadır?
Peki ya, Önder Özen’in altını çizmiş olmasına rağmen kamp alanında cirit atan menacerler için yönetici Ahmet Kavalcı’nın savunmasına ne demeli; “O menacer başkanımız ile birlikte geldi. Koyduğumuz kural hala devam ediyor.” Böyle kural mı olur? Ya da Fikret Orman başkan değil de yanında menacer gezdiren bir kral mı?
Demirören döneminde menacerlerin çevresinde fink attığı Beşiktaş’ı, ardından gelinen noktayı ve yapılan tartışmaları bir hatırlayın bakalım!.. Madem başkan yanında menacer gezdirecek, o zaman ‘kurumsallık’, “Önder Özen tam yetkilidir” sözlerini nasıl okuyalım?.. Beri yandan böyle bir şeyi söyleyecekse de bunu Önder Özen söylemeliydi, her fırsatta herkesten rol çalmaya çalışan yöneticiler değil.
Birbirimizi kandırmayalım, para ve güç sahibinin çok konuştuğu yerde akıl/bilgi bacadan uçar gider.
Gelelim transferlere... Şu anda Hilbert’siz kalacağı tahmin edilen sağ kanatla ‘kimsesiz kalmış’ sol kanat dururken bu Michael Eneramo işini anlayan varsa lütfen anlatsın. Eğer Bilic o mevkiileri ‘no name’ oyuncularla doldurabileceği iddiasındaysa büyük ihtimalle geldiği ülkeyi sadece futbolcu değil, büyük sporcuların da yetiştiği kendi büyüdüğü coğrafyayla karıştırıyor. Geçen sezonu ilk ikide bitiren iki hocadan biri, Fatih Terim iki sezondur sol bek arıyor. Aykut Kocaman geçen sezonun ortasında gördü ki, milli takım sol beki Hasan Ali Kaldırım hala yeterli seviyede değil o nedenle vazgeçtiği plan olan Reto Ziegler’e döndü.
Eğer Bilic bu transfer politikasıyla bu ülkedeki oynama halllerini hafife alıyorsa “Eyvah”... Hafife almıyor bunu doğru biliyorsa daha büyük bir “Eyvah”... Haaa iki ‘eyvah’ da değilse geriye üçüncü “Eyvah” kalıyor ki, işte o zaman işler en azından transfer/hoca/menacer hattında sanıldığından kötü gidecek demektir.
Futbolun her ülkede farklı işleyiş mantığı vardır ve buna yol açan da bir çok parametre. Beşiktaş’ta tüm bu süreç Önder Özen’in bilgisi, tavrı ve perspektifinden uzak sürdürülmeye çalışılırsa, emin olun sonuç bundan önceki hayal kırıklıklarından daha ağır olur. Bir örnek yeter; geçen sezon başı İbrahim Altınsay benzer gerekçelerle ilk adımlarda yolu ayırmıştı. Ondan da geriye kala kala Oğuzhan Özyakup kalmıştı.. Dileyelim aynı şeyler Önder Özen’e yaşatılmasın ve geriye o kültürden sadece Pedro Franco kalmasın!

10 Temmuz 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Çarşı tabuları yıktı‘’

Beşiktaş’ın taraftar grubu Çarşı, Gezi Parkı protestolarında adeta yeni bir akım oluşturdu. Bir sürecin eğlenerek ve eğlenceyi herkese bulaştırarak nasıl olumlu bir tabloya çevrilmesi gerektiğinin en iyi örneğini gösterdi Beşiktaş taraftarı.

1-Gezi Parkı olaylarında Çarşı Grubu yeni bir akım oluşturdu. Diğer kulüplerin taraftar gruplarının da desteğini alarak direnişin sembolü oldu. Toplumsal olaylarda Çarşı’nın bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gezi Parkı direnişiyle ortaya çıkan tablo bu zamana kadar aralarında futbolun da olduğu ‘sosyal yaşam alanları’nı tarif ederken devlet tarafından kullanılan ‘güvenlik kodlaması’nı da berhava etti. Şimdiye değin ‘tribün eşittir holiganizm’ biçiminde tarif edilen ve ne yazık ki geniş kitleler tarafından da kabul gören bu inancın boşa çıktığı bir deneyim oldu Gezi Parkı direnişi. Görüldü ki, insanlar eşit bireyler olarak bir araya gelebildikleri alanlarda birbirlerini fark ediyorlar ve ortak sorunlarına birlikte sahip çıkabiliyorlar. Devletin belki de en rahatsız olduğu şey bu oldu, ‘en benzemez denilenler’ bir araya geldi. Gezi Parkı’yla oluşan bu gelişkin ruh halinin yükseltilmesinde kuşkusuz ki Beşiktaş semtinin özellikle 1 Mayıs’tan bu yana çeşitli kereler yaşadığı polis şiddetine gösterdiği toplumsal reaksiyonun da payı var.

Gezi Parkı sürecinde taraftarlar arasında kendiliğinden oluşan ‘toplumsal barış’ın ülkenin diğer alanlarına da yansıyabilmesinin önü açılabilirse, daha birbirini anlayan, daha özgür, daha yaşanır bir Türkiye’yi hep birlikte tahayyül edip, birlikte kurabiliriz.

Beri yandan Beşiktaş denildiğinde neredeyse akla ilk gelen şey ‘Çarşı’ oluyor. Bütün bu fikrin vücut bulmasında tüm farklılıklarını ‘Çarşı’ pankartı arkasına toplanarak çözümlemeye gayret eden Beşiktaş taraftarlarının önemli katkısı oldu, bundan sonra da olacaktır. Bir sürecin hem de eğlenerek ve eğlenceyi herkese bulaştırarak olumluya nasıl çevrilmesi gerektiğinin iyi bir örneğini sergiledi Beşiktaş taraftarı.
Yarışta Orman bir adım önde

2-Pazar günü yapılacak Genel Kurul öncesi Beşiktaş’taki tabloyu nasıl görüyorsunuz?

Fikret Orman, yönetimden gelen gücüyle bir adım önde gibi görünüyor. Elbette sıkıntılı geçen yılda elini taşın altına koyma cesareti de onu avantajlı kılıyor. Ayrıca Serdal Adalı ve UEFA süreci de Orman’ın elini güçlendiren faktörlerden biri olacaktır. Adalı’nın sürekli ‘yıldız transferi’ söyleminin, daha gerçekçi politikalar önerdiği izlenimi veren Fikret Orman’a yaradığını da düşünüyorum.

3-Beşiktaş’ın çözmesi gereken bir de antrenör olayı var. Adalı başka, Orman başka isimler öne sürüyor. Hoca arayışlarını nasıl yorumluyorsunuz?

Sportif direktörlüğe Önder Özen gibi, bu ülkede heybesi en dolu futbol adamlarından birinin getirilmesi Beşiktaş’ın ve haliyle Fikret Orman’ın attığı en doğru adım belki de. Özen’in planlamasının orta ve uzun vadede Beşiktaş’ı çok farklı bir takım haline getireceğini düşünüyorum. Tabii Beşiktaş kamuoyu bu planlamaya sabır gösterip destek verirse!.. Haliyle bence başkan adaylarının değil Önder Özen’in tercihleri sonuca daha olumlu yansıyacak. Önce bir takım omurgası ve kurgusu ardından o takımı oynatacak yeterlilikte bir hoca... Önünde UEFA gibi sorunlu bir süreç olan Beşiktaş için aceleye gerek yok.
Futbol transferden mi ibarettir?

4-Beşiktaş’ın transfer politikası da tıkanmış durumda. Her şey Genel Kurul’a endekslenmiş gibi görünüyor. Sadece Gökhan Töre kiralandı, gidecekler de belli değil. Bu belirsizliği nasıl okumak gerek?

Bu transfer meselesi bizim ülkede, ‘Futbol bundan ibaretmiş’ gibi algılanır öteden beri. Ve acele edildikçe de sürekli yanlış yapılır. Ben Önder Özen’in, ‘ince eleyip sık dokuyan biri’ olduğunu bildiğimden transfer konusunda kaygılı değilim doğrusu. Genel Kurul’un ardından -ki önce mali kongre var- olanaklar ortaya dökülür ve zaten elinde gelişme potansiyeli olan bir takım bulunduğundan gerekli yerlere gerekli onarımlar yapılır.

5-Beşiktaş’ta belli ki bir kaleci sorunu olacak. Zira McGregor takımdan ayrıldı sadece Cenk kaldı. Tolga Zengin ve Sinan Bolat görüşmelerinden yola çıkarak Beşiktaş’ın kaleci politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bana sorulursa Cenk Gönen bu ligin iyi kalecilerinden biri. Elbette gelişmesi gerek ancak bunun için daha fazla oyunda kalmaya ihtiyacı var. Altyapısı iyi ve gördüğüm kadarıyla öğrenmeye çok açık bir futbolcu Cenk. Geçen yıl Samet Aybaba’nın ‘kıyıcı/delici üslubu’na rağmen ayakta kalmayı becerebildiğine göre dayanıklı da! Elbette, Sinan Bolat’ı bilmem ama Tolga Zengin gibi tecrübeli ve iyi bir kaleci her takımın işine yarar. Ancak ben elde Cenk varken kaleci sorununun ‘tali problem’ olduğunu düşünüyorum.

13 Haziran 2013, Perşembe 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’Revizyon şart!‘’

Ne var ki bu durum, sadece milli takım değil ülke futbolunun genel gidişatıyla doğrudan ilgili ve en çok ihmal edilen de işin bu yanı. Gerek oyuncu yetiştirme konusu gerek futbola yeni perspektifler kazandıracak teknik direktör/antrenör sayısının sınırlılığı gerek taraftarların oyuna bakışı gerekse da ‘sonuç odaklı’ medya dili sorunların hallini güçleştiren önemli etkiler.

Yine de milli takım özelinde düşünmeyi sürdürürsek, ben Abdullah Avcı’nın teorik olarak eksik olduğunu düşünmüyorum. Yine de bu kadar ‘kazaya uğramış bir takım’ için revizyon şart görünüyor. Sorun daha çok ülke futbolunun ahvaliyle ilgili olduğu kadar bir parça da Avcı’nın ekibinde gibi. Sanki kısa vadede Avcı’nın ‘dünya futbolunu da yakından izleyen daha yetkin bir yardımcı kadroyla yola devam etmesi en azından milli takım için ‘umut verici’ bir perspektifin yakalanmasını sağlayabilir. Yoksa “O gitsin, bu gelsin”le bu mesele eski ve bilinenin tekrarından öte bir anlam taşımaz...

03 Haziran 2013, Pazartesi 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’O dozerle yıkılmaz!‘’

Ancak, sorumluluğa ortak olması gerekenler -ki bu noktada başta Beşiktaş olmak üzere tüm taraftarlar- ‘izleyici koltukları’ndan kalkıp sahnelenen oyuna müdahil olmaya karar verdiklerinde bu süreçler emin olun, daha sağlıklı bir rotada ilerleyecektir.

‘Ne olacağı belirsiz’
Son ‘oldu bitti’lerden biri de yıkılacağı vaaz olunan İnönü Statı ile ilgili gelişmelerde açık seçik kendini gösteriyor. Fikret Orman yönetimi, ‘Beşiktaş’ın geleceği’ demagojisiyle bir ‘oldu bitti’ye kalkışmış görünüyor.

Düşünün, önce Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan, “Stadın yıkım izni çıkmadı. İzin çıkmadan İnönü Stadı yıkılamaz” diyor. Ardından Gençlik Ve Spor Bakanı Suat Kılıç, “İnönü Stadı’nın yıkılabilmesi için, yerine inşa edilecek stadın yapım ihalesinin bitmiş ve ortaya çıkmış olması lazım. Resmi evrak olmadan ‘devletin malı’nı yıkıp, yarın ne olacağı belirsiz bir atmosfere bu olayı sürükleyemeyiz” diyor ve devam ediyor; “Çünkü stadyumun inşaat ihalesi henüz yapılmadı!..”

Beri yandan Fikret Orman, inşaat ruhsatı alma konusundaki hünerlerine güveniyor olmalı ki ‘oldu bitti’de hayli kararlı görünüyor ve bu nedenle statta bir ‘yıkım kokteyli’ düzenliyor.

Esasen, “Gençlebirliği maçı son maçtır” dedikten sonra İnönü’de ‘hatıra yağması’nın yolunu açarak yıkımı ‘meşru göstermeye çalışmıştı Orman yönetimi. Ancak ‘mızrak çuvala sığmadı!’ Stat yapımından sorumlu yönetim kurulu üyesi Umut Güner’in Hürriyet’ten Kenan Başaran’a söyledikleri durumun pervasızlığını açık seçik ortaya koyuyor.

Stat mı olur AVM mi?Bir soru sormuş Umut Güner, diyor ki; “Şayet Bakanlıktan onay almasaydık belediye avan projeyi onaylar mıydı?” Peki, Bakan Kılıç ne diyor; “Resmi evrak olmadan ‘devletin malı’nı yıktırmayız..” Yani ya ben okuma yazma bilmiyorum ya da okuduğumu anlamıyorum? Ya da Umut Güner, benim okuduklarımı başka bir dilde okuyor ve başka sonuçlara ulaşıyor?

Devam ediyor Güner; “Biz bu stadın yıkım ve yapımı konusunda bakanlığa gerekli taahhütleri verdik. Engel yok..” Eee peki ama ülkenin spordan sorumlu bakanı “Resmi evrak da yok, yapılmış stat ihalesi de” diyorsa kim doğruyu söylüyor?. Şu ihtimal de yok değil tabii! Acaba, Umut bey ve ekibi evrakları örneğin Tarım Ve Köyişleri Bakanlığı’na teslim etmiş olmasın! Öyle ya sonuçta işin içinde ‘çim’ ve ‘toprak’ var!..

Ancak ‘oldu bitti’nin sözcülerinden Umut bey, devamında sürecin nasıl planlandığını, neyin ne olduğunu bilerek ya da bilmeyerek(!) itiraf ediyor... Dinleyin; “Yıkım bittikten sonra projemizin detayları belli olacak ve bunlar onaya sunulacak. İhale işlemleri de buna paralel yürür.”

Siz de Bakan Kılıç, Genel Müdür Baykan ve benim gibi anladınız değil mi söylenenleri? Tamamlanmış bir proje yok. Yani arkadaşların İnönü Statı projesi aynen şu; “Hele bir statı yıkalım da inşaatı kim yapar, yapacak olan stat mı yapar, otel mi, yoksa Gezi Parkı projesinde söylendiği gibi AVM ya da rezidans mı? Yoksa düz bir arazi olarak mı kalır, ona da o zaman bakarız!”

Sonuçta devlet malı
İnönü Statı bu zamana kadar belletilmeye çalışıldığı gibi ‘Beşiktaş’ın değil’ Bakan Kılıç’ın yerli yerinde söylediği gibi ‘devletin malı’dır. Yani bu ülkenin Ağrı’sından Edirne’sine, Sinop’un da Mersin’ine kadar tüm vatandaşlarının hakkının olduğu bir yer.

Bir ‘oldu bitti’ ile yıkılmaya çalışılan ve yerine henüz neyin nasıl konacağını ‘yıkıcılarının’ bile bilmediğini itiraf ettikleri İnönü Statı, gözünü rant bürümüş müteahhitlere bırakılmayacak kadar kıymetli bir tarihsel varlıktır.
Bir de şu var... Bu kadar muğlak bir projenin Beşiktaş seçimi öncesi aceleye getirilmeye çalışılmasının nedeni ne olabilir?.. Düşünün bakalım yanıtlarınız sizi nereye götürücek?

Cem Dizdar

03 Haziran 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Gerçek ihtiyaç!‘’

“Feda projesini biz değil basın ortaya attı” dedi... “Ben varken Samet Aybaba kulübe giremez” diye konuştu, ardından Aybaba’yı teknik direktör yaptı... “Beşiktaş’ta her yıl değişen hoca devri bitti” dedikten sonra sezon sonu hocayı gönderdi... Yola çıktığı arkadaşlarının yarısını ‘silkeledi..’ Tüzük öncesi “Başkan iki dönem kalacak” dedi, tüzükle üçe çıkarttı.. Stadı harabeye çevirtti ama hala takımın nerede oynayacağı konusunda netlik sağlayamadı... Adımları arasındaki belki de tek doğru en sondaki Önder Özen tercihi oldu.

Bunca savruluş da ister istemez ‘Nereye gidiyoruz?’ sorularını beraberinde getirdi. ‘Eski tanıdık’ Serdal Adalı biraz da çevresine ‘eskileri’ toplayarak aday oldu ama mevcut durumda kazanabilmesi zor görünüyor.

Çünkü, şu andaki sıkıntılı durumun oluşmasında hatırı sayılır bir katkısı var. Bu unutulmaz! Yani, ‘Hesap sorsana’ sloganının adreslerinden biri ister istemez Adalı’yı da kapsıyor. Evet, 3 Temmuz sürecinin sıkıntılarını yaşayan Beşiktaşlılar’dan biriyse de onun adıyla anılan ‘sihirli transferler’in neredeyse tamamı -Fernandes de dahil- süreç içinde bekleneni veremedi. Çoğu adı var kendi yok karakterlerdi. Sonuçta takıma dair elle tutulur ve gelişmeye açık bir kavrayışı olduğunu düşünmüyorum. Daha çok ‘paralı, transferci başkan portresi’ni çağrıştırıyor bana ve bunun acı tecrübelerini çok yakın zamanda yaşadı Beşiktaş.

Bir de ‘gerçek ihtiyaç’ anlarında ortaya çıkmama gerekçelerini doğrusu çok merak ediyorum...

25 Mayıs 2013, Cumartesi 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’Marka değeri!‘’

Bu öylesine derinlikli bir kültür ki, düşünün Fikret Orman ve Samet Aybaba gibi yakın zamana kadar ciddiye alınmayan özneleri bile kısa sürede ‘özel biri’ haline getirmeyi başardı.

Kuşkusuz Orman’ın da Aybaba’nın da önemli katkıları oldu takımın bu mertebeye ulaşmasında. Ancak kendi adıma ikinci önemli belirleyicinin ‘ligin kalite parametresi’ olduğunu düşünüyorum.

Aybaba, takıma ‘bilgi/kalite’ kazandıramadıysa da ligin işleyişini bilen/belirleyen hocalardan biri olarak ‘sonuç odaklı’ planlamalarıyla ligi olabilecek en iyi yerde tamamlattı takımına. Hepimiz gibi onun da eleştirilecek çok yanı var kuşkusuz ancak sadece sonuçtan bakıldığında bile Samet Aybaba’ya karşı tutturulan dili fazlaca insafsız bulanlardanım.

Beri yandan insan düşünmeden edemiyor; eğer söylendiği gibi yönetim kurulunun önemli bölümü değişecekse... Yine söylendiği gibi teknik direktör de değiştirilecekse... Tüm bu kararların altında imzası olan başkanı ‘başarı skalası’ içinde nereye konumlamak gerekecek?

Bir de şu var... Beşiktaş’ın eldeki kadrosu içinde tahtaya ismi ilk yazılacak oyuncular açıkça belli. Sol beki olmayan, Gökhan Gönül’ü aşabilecek bir sağ bek de yetiştiremeyen bu futbol ikliminde Roberto Hilbert gibi ‘garanti oyuncu’nun gönderileceğinden söz ediliyor. Size de tuhaf gelmiyor mu? Fenerbahçe’nin Reto Ziegler’e dönüşü de hala kafa açmıyorsa, bu ülkede takım planlaması konusunda söylenecek fazla şey kalmıyor doğrusu.

Gelelim dün akşam oynanan maça... Kayseri hak ettiği galibiyeti alırken, bizi ‘tutucu futbol’a esir eden onlarca hocanın olduğu bu ligde gençleri olgunlarla iyi harmanlayıp, öne oynayan kaliteli bir takım yaratan Robert Prosinecki’den öğrenilecek çok şey olduğu açık değil mi?

20 Mayıs 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI