‘’Bravo‘’
Alex, Selçuk, Volkan ve Carlos hariç takımı tam kadro Tokat’a götürüp asları oynatan Aragones’e bravo. Rakibi Tokatlı futbolseverleri ciddiye alması İspanyol hoca açısından önemli bir artı puan. İlk yarıda bazı deplasman maçlarına gitmeyen sayın Aziz Yıldırım’ın, protokol tribünününde yer alması futbolun dostluk, kardeşlik, seyir zevki veren bir aktivite olduğunu göstermesi bağlamında ciddi bir adımdır.
Olumsuz hava koşulları ve bilet fiyatlarının yüksek tutulmasına aldırmayarak stada gelen Tokatlılar’ı kutlamadan geçmek olmaz. Futbolun oynanması için hava ve zemin olumsuzluğunu umursamayıp, iyi niyetle tribünlere futbolun sıcaklığını göndermeye çalışan her iki takım da övgüyü hak etti. Tokatspor, Bank Asya’ya yükselme mücadelesi veriyor. Kadrosu Fenerbahçe’ye oranla çok zayıf ve tecrübesiz. Sarı-Lacivertli oyuncular bu avantajlara rağmen rakibi küçümsemedi. Orta sahada çabuk pas yapıp Kazım, Gökhan ve Uğur’la kanatları sıkça kullandılar. Ceza alanında beklenen çoğalmayı başaramadıkları için, kesilen ortalar genelde Tokatspor’da kaldı. Volkan Babacan bir vize sınavını daha iyi dereceyle geçerken, Guiza gol kapısının anahtarını bulamadı. Taner, Gökalp, Adem, Şamil ise ev sahibinin öne çıkanlarıydı.
Bir üst turu garantileyen Fenerbahçe kupada 3’te 3 yaptı. Ağır zeminden dolayı ciddi sakatlıklar yaşanmaması her iki takımın şansıydı. Uzun aradan sonra Fenerbahçe maçına verilen hakem Selçuk Dereli, Uğur’un şutunda kaleye giden topun açık kola çarpmasını penaltı olarak değerlendirmezken, yardımcısı Ömer Faruk Yeşil ise bariz ofsaytı kaçırdı.
‘’İyi prova‘’
Her iki takım içinde lig öncesi iyi bir prova oldu. Fenerbahçe ve Bursaspor, belirli bölümlerde, pas trafiğinde üstünlük kurdular. Aragones, yine tek forvet ısrarını sürdürürken, Ertuğrul hoca ise, Sercan-Gökhan ikilisini hücum bölgesinde kullandı. Ama ne Güiza ne de Yeşil-Beyazlı gol ayakları, ilk bölümde pozisyon bulamadı. Aslında iki taraf da üretkenlik sorununu çözemedi. İlk 45’in pozisyonsuz kapanmasının ana nedenide buydu.
Sakatlık arasından sonra, Selçuk kendini toparlamış, duran topların öndirek çalışmasını da hiç aksatmadığını attığı golle gösterdi. Alex tatili iyi değerlendirenler arasındaydı. Güiza soğuk hava gibi donuktu. Kazım, çizgi oyuncularının isteksiz kanadıydı. Bursaspor ise, Bekir, Volkan, Mustafa Sarp ile Romaschenko yenilgiyi çevirmek amacıyla, çok efor harcadılar. Savunma ve orta sahada iyi çıkışlar yapan Yeşil-Beyazlılar, ne yazık ki, tehlike hattında aynı beceriyi gösteremediler. Fenerbahçe’nin ısrarla istediği Sercan’ın kumaşı iyi ama, 90 dakikalık performansı tatminkar değildi.
Bursaspor, Saracoğlu’nu 6 puanla geldiği için rahattı. Fenerbahçe de skor üstünlüğüyle 6’yı bulduğundan stres yaşamadı. İki taraf da bu yüzden fazla sıkmadı desek daha doğru olur. İkinci yarıda karşılıklı birer gol pozisyonu çıkması da bu tespitle örtüşüyor. Mustafa Sarp kaçırdı, tecrübeli Carlos ise skoru 2-0 yaptı. Fenerbahçe ile Burasspor, 6’şar puanla Fortis Kupası’nda gruptan çıkmayı şimdiden garantiledi.
‘’Amaç hizmetse‘’
Fenerbahçe gibi büyük camiaların tepe noktasında bulunanlar, çok zorda kalmadıkça ilişkileri bıçak gibi kesip atma lüksüne sahip değildir. Birleştiricilik, camiayı kucaklama, eleştiriye tahammül etme, fanatizmi eritme gibi misyonları herşeyden önce gelmelidir.
Sayın Aziz Yıldırım, Fenerbahçe’nin büyümesi için kolları sıvadığında, Efsane Başkan Ali Şen, Aziz Yılmaz ve Vefa Küçük gibi kulübün ileri gelenleri ile Altyapı Derneği, ona muhalifti. Ama daha sonra hepsi, Aziz Yıldırım’a destek verdi. Üstelik hafife alınmayacak söylemler ve suçlamalara rağmen... Doğru olan buydu. Amaç, Fenerbahçe’nin büyümesi ise, çıkar ilişkisi yoksa, yönetenler ile yönetilenlerin kavgaya tutuşması, abesle iştigal olur.
Fenerbahçe Dergisi’nin son sayısında Sayın Aziz Yıldırım, bazı çevrelere, “hain” göndermesi yaptı. Keşke Aziz Başkan, bu söyleme yer vermeseydi. Gerçekten Fenerbahçe’ye ihanet edenler varsa, onları eylemleri ile birlikte açıklamak gerekir. Bence, Fenerbahçe’yi dünya devleri arasına sokmak için uğraş veren Aziz Yıldırım, böyle bir cephe açmaktan uzak durmalı. Mayıs ayında yapılacak olan Genel Kurul’da, Şadan Kalkavan başkan adayı olacağını söyledi. Camiada, Sayın Aziz Yıldırım’ın Kalkavan’ın çıkışından rahatsızlık duyduğu konuşuluyor. Hatta, dergideki ifadeleri, Şadan Kalkavan’ın adaylığına bağlayanlar bile var.
Yıldırım’a ilk kez rakip çıkıyor. Bunu başta Fenerbahçe Yönetimi olmak üzere, tüm camia olgunlukla karşılamalı. Gerekirse, kulübün kitle iletişim birimlerinden Şadan Kalkavan’ın proje ve programını açıklamasına izin verilmeli. İşte o zaman, kurumsallaşmanın varlığı ortaya çıkar. Kimse, Aziz Yıldırım ve arkadaşlarını “diktatör” olarak suçlayamaz. Sayın Şadan Kalkavan, iyi bir Fenerbahçeli. Camiada saygınlığı olan, ender insanlardan. Güçlü bir yönetim kadrosu oluşturacağını herkes konuşuyor. Sayın Kalkavan, program ve proje çalışmalarını bitirdikten sonra, bunu Fenerbahçe camiası ve spor kamuoyu ile paylaşacaktır. Amaç Fenerbahçe’ye hizmetse, bunu en iyi yapacak olana Genel Kurul Üyeleri, hakkını teslim eder.
‘’Titanik'i batırmayın‘’
Torba gibi, insanların ağzını büzme konusunda tıp bilimi mucize bir buluş gerçekleştiremediği için, maşallah çeneler hiç durmuyor. Kulüp başkanları, yöneticiler, futbolcular, teknik adamlar, hakem hocaları, usta yorumcular(!), taraftar, MHK, federasyon üyeleri... Herkes laf cambazlığı yapıyor. Yarın siyasiler de konuşmaya başlarsa, şaşırmayın... Nedense, konu futbol olduğunda bilirkişiler(!) mangalda kül bırakmıyor, evelallah...
Ey suyun başını tutanlar... Memleket mağma gibi kaynıyor. İşsizlik hergün büyüyor. Çalışanların geçim sıkıntısı had safhada. Terör, yerel seçim cambazlıkları, yolsuzluklar almış başını gidiyor. Kendine aydın(!) rütbesi takan emperyalizmin yeni savunucuları, Ermeniler’e özür borcu zırvası ile toplumu germekten geri kalmıyor... Yurdum insanı bir patlarsa, Vezüv Yanardağı yanında cüce kalır. Bunu hiç düşünmüyorlar.
Futbol, halkımızın avuntu kaynağı. Belli bir zaman da olsa, insanlar dertlerini askıya alıyor. Bu sporu her türlü kirlilikten uzak tutmak gerekirken, kovana çomak sokmak niye... Futbolcu sahada iyi niyetli değil. Hakemler kararlarıyla, adeta futbol katliamı yaptı. Yöneticiler, yem gibi hakemleri taraftarın önüne atıyor. Kimse, ‘acaba benim malım mı kötü’ deyip, şapkasını önüne koymuyor. Ligin ilk yarısı bitti, şahibeler, senaryolar başladı. Herkes kendi penceresinden gördüğü için şampiyonun belli olduğunu söylüyor. Trabzonspor, Sivasspor, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş... 5’i de şampiyon adayı. Bakalım lig sonunda hangi senaryo, film yapılıp, vizyona girecek...
Beşiktaş Başkanı Sayın Yıldırım Demirören, gösterimli bir basın toplantısı yaptı. 20 yıl geriden başlayıp, Beşiktaş’ın, sürekli hakkının yendiğini söyledi. El insaf be Yıldırım Başkan... “100. yılda Beşiktaş nasıl şampiyon oldu” diye sorsalar, nasıl cevap vereceksin? İzmir’de oynanan kupa finalinde Beşiktaş, kupayı nasıl kazandı. “Şampiyonluk bizim, Kupa Galatasaray’ın” diyen kim. Ronaldo, Fenerbahçe’ye 2 ofsayt golü atmadı mı!.. Fenerbahçe’nin, “Kutsal İttifak” kararı ile UEFA’ya gitmesinin elgellendiğini hatırlar mısın!.. Bunlar ilk anda aklıma gelenler...
Futbolun federasyonu var, Kulüpler Birliği var. MHK’si, spordan sorumlu bakanı var. Yapılması gereken çok basit. Lig tatilde iken bir araya gelip, bu fırtınaya ‘dur’ demek. Kimsenin uzak durma lüksü yok. Titanik batarsa, herkesin zarar göreceği unutulmasın!.. Yok eğer taşın altına elini koymayı düşünmez, “kaos daha iyi” derseniz, faturanın en ağırını ödersiniz...
‘’Futbol yine yok‘’
Şampiyonluğu kovalayan, mutlak kazanması gereken bir takım, Fenerbahçe gibi oynarsa, ancak tesadüflerle sonuca giderdi... Öyle de oldu. İlk şutunu 32.dakikada kullanan Sarı-Lacivertliler, herkesin şaşırdığı Önder’in şans golüyle öne geçti. Maç içinde çoğu zaman tartışmalı kararlar veren hakem Kuddusi Müftüoğlu, ne olduğunu anlayamadığı için, önce golü vermedi. Yardımcısı uyarınca, santraya koştu. Güiza’nın 3 Konyaspor savunmasını teğet geçen pasıyla buluşan Deivid, acemice yapılan savunma hatasını affetmedi. İlk bölümde Fenerbahçe’nin futbol özeti böyleydi. Fenerbahçe sanki, orta sahasızdı. Emre kaçak güreşirken, Alex devamlı defansın önüne gelerek, pas istedi. Konyaspor ataklarında Josico yalnız kaldı. Yasin ile Önder ise, her topa koşma zorunluluğundan kurtulamadı.
Altın tepside 2 gol bulan Fenerbahçe, ikinci bölümde de rakip kaleye gitme engelliydi. Konyaspor’un tüm hatlarıyla saldıracağını tahmin etmek için medyum olmaya gerek yoktu ama, Aragones bunun önlemini almadı, ya da oyuncular, İspanyol çalıştırıcının verdiği taktiği soyunma odasında unuttular. Saldıran rakip karşısında iyi kapanıp, tempoyu düşürdükten sonra kontratağa çıkmak, Fenerbahçe için zor değildi ancak arka arkaya 3 pas yapamadılar. Vederson, Deniz, Josico, Alex orta alanı paylaşamadı.
Veysel, Ferdi ve Fahri’nin ateşlediği Konyaspor, ikinci yarıyı Fenerbahçe’nin sahasında geçirdi ama, bu sadece 1 gol getirdi. Fenerbahçe kötü oynayıp, kazandığı maçlara bir yenisini daha ekledi.
‘’Fenerbahçe bildiğiniz gibi‘’
Ne Güiza bu oyun anlayışıyla gol atabilirdi ne de Fenerbahçe anlaşılmaz sistem kurgusuyla. Uğur, Kazım, bazen Emre topla buluştuklarında dripling hastalığının pençesine düştüler. Dolayısıyla fazla top ezdiler. Kolayı seçip, yakındaki arkadaşlarına tek pas düşünseler, Sarı-Lacivertliler’in hücum girişimleri kesinlikle rakip kale için tehlike olurdu.
Güiza’nın neden gol atamayacağına gelirsek... İspanyol futbolcu, top nereye yönelirse, oraya koşuyor. Pozisyona girdiğinde ise, bir türlü çerçeveyi bulamıyor. Tribüne oynamayıp diri kalsa, gol vuruşlarını daha konsantre yapacak. Fenerbahçe’yi kendini ve tribünleri rahatlatacaktır. Güiza’ının attığı gol ise, ‘Armut piş ağzıma düş’ deyimiyle örtüştü.
Volkan Arslan’ın kırmızı kart görmesinin ardından, Fenerbahçe alan daralttı. Çabuk oynama isteiği ile birlikte kısa süreli de olsa fırtına kopardılar. Sonra taarruz durdu, Sarı-Lacivertliler geriye yaslandı. Antalyaspor Zitouni, Abdullah, Djiemova ve sakatlanana kadar Ertuğrul’la daha etkili geldi. Djiemova öyle bir gol kaçırdı ki, tribünler onu yürekten alkışladı. Duran top şansı, yüzde yüze dayanan Fenerbahçe, Lugano ile 2 farkı buldu. Sarı-Lacivertliler, Antalya karşısında da bilinenin dışına çıkmadı. 3 puanı kazandılar ama, 10 kişi kalan Antalya karşısında yine tat vermediler. Deivid ile Vederson’un oyuna girmesi az da olsa, tribünleri canlandırdı. Vederson sol çizgide, Deivid ise, orta alandan başlattığı atak organizasyonlarıyla üçüncü gol için uğraş verdiler ama, başta Güiza olmak üzere Sarı-Lacivertli oyuncuların son vuruşları isabetsiz olunca, skor 2-0’da kaldı.
‘’Neredesiniz?‘’
Bayramın son günü Faruk Ilgaz Tesisleri’nde bayramlaşma vardı. Ertesi gün gazetelerde “buruk bayramlaşma” başlıkları öne çıkmıştı. Bahardan kalma bir hava olmasına rağmen bayramlaşmaya kongre üyeleri fazla ilgi duymadı. Oysa desteğin, birliğin, kenetlenmenin tam zamanıydı. Takım, Avrupa’ya veda etmişti. Başkan Aziz Yıldırım başta olmak üzere yönetimin morale ihtiyacı vardı. Yıldırım’ın bunca hizmetini, çabasını Divan’da, kongrelerde övenler neredeydi acaba. Her şey yolundayken iyi günde omuz vermek kolaydır. Sıkıntıların yoğunlaştığı dönemde gösterilen ilgi, destek gerçek sevgidir. Gerisi sadece göz boyamadan öte gitmez. “Eski dost düşman olmaz” söyleminin doğruluğunu kanıtlarcasına sayın Aziz Yıldırım’ın yanında yine eski bir dost Köksal Özbek vardı.
Fenerbahçe’de sportif başarısızlık öne çıktığında, çıkar destekçileri kenara çekilip sütre gerisinde sipere yatarlar. Çünkü koku almışlardır; “Mayısta kongre var. Ne olur ne olmaz, bakarsın Aziz Yıldırım gider, başkası gelir. Yeni gelen bizi Yıldırımcı sanıp dışlarsa, işimiz bozulur.” Bu tipleri iyi tanırım. Mayıs kongresinin ardından gizlendikleri yerden süratle fırlar ve “Büyük Başkan” sloganlarına eşlik ederler. Tabii, bir sonraki kongreye kadar.
Aziz Yıldırım, neredeyse 18 yıldır Fenerbahçe’nin içinde. Havayı iyi koklayanlardan biridir. Kızsa da, içerlese de bayramda böyle bir ortamla karşılaşacağını tahmin etmeliydi. Sayın Yıldırım, Fenerbahçe’de çok önemli projelere imza attı. Fenerbahçe’nin, ezeli rakiplerine 10 yıl fark yapmasının mimarıdır. Ama ne yazık ki, kimin gerçek dost, kimin iyi gün şakşakçısı olduğunun hesabını tutamadı. Bugün yaşanan kötü gidişin en önemli nedenlerinden biri de budur.
‘’Mucize gerçekleşmedi‘’
FANATİK’in dünkü başlığı ‘Ya Kadıköy’e ya tribüne’ şeklinde atılmıştı. Yani, Fenerbahçe, Kiev’i yenerse Saraçoğlu’nda oynanacak 2009 UEFA finali için umutlanacak, aksi takdirde ise kendi sahasındaki finali tribünden izleyecekti. Tabii ki gönlüm ilk şıktan yanaydı ama ne yazık ki olmadı... Olamazdı, çünkü Fenerbahçe mutlak kazanması gereken takım havasında değildi. Gökhan’ın çabası, Lugano’nun savaşçı ruhu Josico’nun ise sadece defansı düşünmesi ilk bölümde Sarı-Lacivert cephenin iyi görünen tarafıydı. Volkan Demirel de var tabii; yine buram buram hata kokan bir gol yemeden duramadı.
Fenerbahçe çok adamla kendi sahasında kalma anlayışını, yenik durumda olmasına rağmen ikinci yarıda da bırakmadı. Bu taktik düşünce, Kiev’in ekmeğine yağ sürmekti. Çünkü beraberlik bile Ukrayna ekibini, Avrupa’da tutmaya yetiyordu. Milevskiy’nin önderliğinde Kiev, maç boyunca tempoyu istediği gibi idare etti. Alex, Deivid, Uğur hücum organizasyonlarında etkisiz kaldı. Kazanmaktan başka çaresi olmayan Fenerbahçe 90 dakika içinde elle tutulur, biraz olsun heyecan verecek pozisyon yaratamadı. Zaten Maldonado, Josico, Selçuk gibi çoğunluğu defansif olan orta saha kurgusundan üretkenlik beklemek fazlaca hayalcilik olurdu.
Geçen yılın Devler Ligi çeyrek finalisti Fenerbahçe bu sezon UEFA’yı bile göremedi. Sarı-Lacivertli yönetim ara transferde orta alan ve forvet hattına gereken takviyeleri yapmak zorunda. Yoksa Avrupa’da yaşanan hüsran ligde de Fenerbahçe’nin kapısını çalabilir.