‘’Vicdansızlar!‘’
Hakan Şükür, bu ülkenin son yıllardaki en büyük starı. Tabii bunun yanında en çok uğraşılanı da. Bu ülkede herkes eleştirildi. Ama kimse Hakan gibi çarpılıp-bölünmedi. Ona yapılanın dünyada örneği yok. Nedir bu kin, nefret. Saçının telinden, ayak parmağına kadar, özelinden geneline ona futbol oynatırmamak için elinden ne geliyorsa yapanlara sesleniyorum.
İnancını masaya yatırdınız... Namazı, orucu rahatsız etti. Yabancı filmlerdeki kilise sahnelerini imrenerek izlediğiniz halde. Dışarıdaki maçları izliyoruz. Elin oğlu maça girerken istavroz çıkarıyor. Oh! bravo ne güzel. Hakan, dua ediyor. Aaaaa..! Tu kaka... Elinde su şişesiyle maça çıkıyor... Okunmuş su! Yazık... Pardon... Terbiyesizlik. Milletvekili olacakmış diye laf çıkardınız. Ben şahidim; AKP ve DYP parti yetkililerinin Hakan’a yaptığı tekliflere Hepsini kibarca ret ettiğini hatta ileri gittiklerinde telefonunu kapatığına. Dudaklarından dökülen sadece ve sadece “Ben Galatasaray’da oynamak istiyorum” olduğunu biliyor muydunuz?. Olsa ne olur. Ama bizde Hamza Yerlikaya’ya alkış, Hakan Şükür’e yuhh... Şimdiki moda da Hakan’ı yönetim istemiyormuş, Kalli ile problemleri varmış, arkadaşlarını ayarlayıp grupçuluk yapıyormuş. Afedersiniz tutamayacağım kendimi: “Çüşşş” diyebilir miyim? Bordeaux maçından sonra Adnan Polat’ın, ‘Hakan bu takımda istediği kadar oynayabilir’ dediğini unutmadım. Bu belki de 5. baskıydı. Kalli meselesi mi? Yaşandı, bitti saygısızca. Unutuldu. Unutturmamak isteyenler utansın. Gelelim grupçuluğuna; son Gençlerbirliği maçındaki futbolcuların gol sevinci böyle düşünenlere güzel bir cevap sanırım.
Son olarak; bana yüzlerce mail atıp, ‘Hakan’nın avukatı mısın?’ diyenlere... Asla. Onu çok ağır bir şekilde eleştirdiğim o kadar çok yazım var ki. Dileyen arşive bakabilir. Ama kabahat sizde değil. Yıllar evvel Aziz Yıldırım’ın bembeyaz çekini kabul etmeyen bizimkinde...
‘’Bitte lesen sie!‘’
Galatasaray’ın son maçındaki sonuç sportif anlamda bir nebze olsun rahatlatsa da, yapılan bazı hataları kamufle etmeye yetmiyor. Bitte lesen sie! (Lütfen okur musunuz!) Başlangıçta birçok kalem yaşını diline dolamışken, biz Kalli’ye tam destek verdik. Kalli’ye güvendik, tecrübe, bilgisini ve geçmişini hesap ederek. Gerets’in bıraktığı enkazı çabuk toparlar dedik. Alman ekolünün camiaya her daim deva olduğunu bildiğimiz için. Allah için de yönetim, zor şartlarda yoku var ederek süper transferler (geçen sezona göre) yapmış, Kalli’nin işini gerçekten kolaylaştırmıştı. Evet, herşey güzeldi. Hatta ikinci UEFA zaferi naraları atılmaya başlanmıştı bile. Taa ki Beşiktaş maçına kadar.
Evet, Herr Feldkamp, Galatasaray’ı yatılı okul tarzı gibi yönetirsen, futbolcu ayırır, nabza göre şerbet dağıtırsan sonuç bugünkü tablodan farklı olmaz.
Ümit evladını getirecek, Hakan’a hayır. Ne demek bu? Çifte standartın babası. Ailelerine neredeyse tüm bir sezon hasret kalan kramponların, çocuklarını görmesinde ne yanlış var. Sayın Kalli, size bir ipucu. Galatasaray bu ülke de bir ilki gerçekleştirerek, Avrupa’daki en büyük başarıyı yaşatmıştır. 2000 yılına kadar Fatih Terim dönemindeki, dört senelik antrenman resimlerini isterseniz size gönderebilirim. Çoluk çocuk hepsi idmanda. Sevgi, mutluluk ve başarı... Hedefe giden üç kelime. Hepsini bu fotoğraflarda görmeniz mümkün.
Bu başarı sadece Fatih hocanın değil, futbolcu eşlerini bir araya getiren saha içi ve dışını ayırt etmeden tek bir resimde toplayan Fulya Terim’e de aittir. Amaç, gruplaşmayı engelleyip, sonuçta takım haline gelmek. Peki siz ne yaptınız?
Öğrencilerinizi adam yerine koymayarak, adeta kramponlarınızı kilitlediniz. Linderoth’u maç sonrası tek suçlu ilan ettiniz, kendi kabahatlarinizi hiçe saymadan. Adnan Polat’ı devre arası soyunma odasına indirecek kadar çıldırttınız. 102 yıllık anene bir anda çöpe gitti. Aslında bu hareket Adnan Polat’a da yakışmadı. Galatasaray’ın diğer takımlardan ayıran ne fark kaldı söyler misiniz?
‘’Made in Polat‘’
Galatasaray’daki bu radikal değişikliği görünce, ben de fikir değiştirdim; ön söz yok... Gol yenildi, soğuk duş mu? Hayır... Seyirci kaale bile almadı, bu maç alınmalıydı. On iki puanlık kazanç dile kolaydı. Beyazlar içinde Galatasaray, beyaz bir sayfa açıyor. Song kaptan, şık, yakıştı. Serkan, Nonda’nın yanında sevimli. Onun adı umut. Biliyorum herkes bugün Ümit Karan ya da Hakan Şükür niye yok, diyecek. Deyin kardeşim, deyin... O, sizlere bu cevabı verecek derken, verdi galiba. Bu kardeşim her zaman işe yarar. Kah santraforun yardımcısı, kah çizgi. Geç bile kalındı.
İçimden gelmiyor ama Kalli 90 derece bir dönüşle doğruları nihayet yakalamış. Mehmet Topal önliberoda adeta iki tane Linderoth. Hakan Balta’nın önünde Arda, Uğur’un Barış, taşlar oturmuş. Manzara böyle olunca beş haftanın yorgun savaşçıları Song ve Servet çok rahat. Gelelim son haftanın suskun starına. Evet Lincoln... Gençlerle daha güzel. Demek ki liderlik böyle bir şey. Oyunu okuyor, arkadaşlarına yardımcı oluyor, takımı da oynatıyor. Maçtan önce Adnan Sezgin ve Haldun Üstünel ile selamlaşıyoruz. Garip bir şekilde yüzleri gülüyor. Bunun nedenini Galatasaray’ı görünce daha iyi anlıyoruz. İnatlaşmak, takımla kumar oynamanın kimseye bir yarar getirmeyeceğini kabul eden bir teknik adam. ‘Adnan Polat’ın dediği oldu’ diyeceğim, ayıp olur. Tavsiyelerine uydu, daha doğru. ‘Arkandayız Kalli’ masalları kimseyi inandırmadı. Sonuçta Adnan Polat’ın dediği oldu. Bu kramponlarla gördük ki hızlı, kademeli, topu ayağa oynayan ve en önemlisi kolej takımı hüvviyetinde bir Galatasaray.
Gelelim Gençlerbirliği’ne. Bülent Korkmaz’la bir sezon içinde ikinci randevu. Hocam, bu sefer işin Bursa’dan zor. Bu kadar negatif bir futbol ne sana ne de üç büyüklere korku dolu anlar yaşatan Gençlerbirliği ismine yakışmıyor. Ne diyelim, Allah kolaylık versin.
Sonuçta başta da dediğim gibi 12 altın puan, kötü gidişe dur diyecek yeni bir takım ve Adnan Polat’ın imzası. Bir de bunu deniyelim, hayırlısı...
‘’Yazıklar olsun‘’
Galatasaray’da, ya devam ya da hüsran olabilecek bir maç. Aslında Helsinborg çantada keklik gibi. Ama son haftalardaki görüntünün flu ve rakibin İsveç etiketli olması tedirgin etmiyor değil. Endişelerimiz malesef daha ilk dakikada kendini gösteriyor. Geçen hafta tam anlamıyla iyileşmeden sahaya sürülen Lincoln modelini, bu sefer Sabri de yaşıyoruz. Şak, 0-2... Yuhalanarak sahadan çıkan bir yetenek. Kim suçlu, ben değilim herhalde. Kalli bu mantıkla devam ederse, çok ıslıklanacak krampon görürüz ilerleyen günlerde. Alman panzeri hesabını herzamanki gibi yapmış. Sadece fiziği kuvvetli konuk takımı düşünerek, Nonda’nın yanına Hakan Şükür’ü koymuş. Mantıklı, fakat onlara kimin topu taşıyacağının hesabını yapmamış. Neyin hesabını yapmış ki!
Merkezi alan tam anlamıyla evlere şenlik. Eski Lincoln’ü ara ki bulasın. Keza Linderoth’un da farkı yok. İstanbul havası yaramış ki, yaramış arkadaşlara. Oyuna girdikten sonra Arda, biraz da Nonda dışında hiçbir çaba yok. Defans mı? O da, Allah’lık Ali bey... Misafir takımın iki futbolcusu Omotoyossi ve Makondele kelimenin tam anlamıyla bizimkileri paçavra etti. Hiçbir kademe yok, önlem yok bütün kontralar Aykut’la burun buruna.
Bütün bir 90 dakika ikinci sınıf Türk filmlerinden bile daha beter bir Galatasaray. İlklerin patenti sadece ve sadace Galatasaray’a ait olsa bile, siz bu basiretsiz futbolunuz ve ne yapmaya çalıştığı anlaşılamayan hocanızla daha kimleri konuşturursunuz, Allah bilir. Daha ne söyleyelim, 2000 yılından beri bir serveti yok ettiniz. İlk Tromso, sonra da dün geceki Helsingborg, daha var mı? Yazıklar olsun... Kimseyi bu kadar üzmeye hakkınız yok.
‘’Beyaz saçlarından sen suçlusun‘’
Rakiplerinin nefesini ensesinde hissetmemek adına mutlak galibiyet hedefleyen Galatasaray ile gün geçtikçe kendini bulan bir Gaziantep... Maçtan önce tribünler hoş, küfür yok, sevgi ve coşku var. Ne yalan söyleyeyim özlemişiz ki, özlemişiz. Hadi bakalım geçtik maça...
Kalli şaşırtmaya devam ediyor. Bugüne kadar takımını mutlak önliberolu oynatan, hatta rakibinin zorluk derecesine göre bu mevkiyi iki kişiyle görevlendiren Alman panzeri, bu sefer burayı es geçmişti. Bakmayın siz Bouzid’in orada durduğuna, sadece fotoğraf diyelim... İsmael’e de kızamıyorum. Her maç başka bir görevde. Adam ambale oldu, kimse farkında değil. Durum böyle olunca defansla orta alan arasında tabiri caizse, şebeke meşgul. Buna bir de ‘ben hazırım, oynamak istiyorum hocam’ demesine rağmen, adeta misafir oyuncu rolüne soyunan Lincoln eklenince konuk takım hiçbir varlık gösteremedi. Öyle ki Ümit ve Nonda top alabilmek için bütün maç kendi 18’ine kadar geldiler. Hasan arkayı düşünmekten, Arda da merkezdeki boşlukları doldurmak adına Antep kalesini unuttular. Açalım; unutmak zorunda kaldılar. Ben bugüne kadar böyle bir Galatasaray izlemedim. Ne yapacağını bilemeyen, eli ayağı birbirine karışan, amacı anlaşılmayan bir Galatasaray. Faturayı salt futbolculara çıkartmak da haksızlık olur. Koskoca bir ilk yarı kornerin bile yok. En ciddi atağın maçın 3’te 2’sinden sonra. Kulübeden oyunu değiştirecek varyasyonu ara ki bulasın. Yahu düşünsenize yenik durumdasın Lincoln çıkıyor, Uğur giriyor. Tamam haklısın Kalli, amaç Hasan’ı rahatlatmak. Ama bunu maçın başında düşünemez miydin? Galatasaray son bir aydır kan kaybetmekte. Bunu futbolu biraz anlayan çocuk bile çözer. Florya’da neler oluyor, biri bize anlatsın.
Son olarak Antep ve hakemden bahsetmek istiyorum. Mesut Bakkal ve öğrencileri beraberliği hiç mi hiç haketmediler. Son 10 dakikadaki paniklemeleri ve hakemin yanlış kararları, galibiyeti kaçırmalarına neden oldu. Hepsini gönülden tebrik ediyorum, futbol adına, güzellik adına...
‘’Hasan Şaş...‘’
Ara sıra internet sitelerine girip, Galatasaray’ın mucizevi sayılan nam-ı diğer 20.45 etiketli şampiyonluk görüntülerine bakarım... Bunun sayesinde bambaşka duygular içine girer, bir anlamda günün stresini atmış olurum.
İmdadıma yetişen kareler
Bugün, yine böyle bir hâl içindeyim. İmdadıma her zaman olduğu gibi yine bu kareler yetişti. Fakat bir başka şekilde baktım unutulmaz anlara... O görüntülerde Hasan Şaş’ın hırsını, forma aşkını ve sevincini görünce tekrar düşündüm. Acaba çok mu ağır eleştirmiştim bu deli dolu kardeşimi? Evet...
Özeleştiri zamanı...
Sonuçta işiniz eleştirmenlik olunca, açığını yakaladığınız zaman acımasızca eleştirebiliyorsunuz. Hasan da sağolsun, hepimize oldukça ‘açık’ verdi. Ben de, çok iyi tanımama rağmen üzerine üzerine gittim, bel ağrılarının acımasızca kramponlarını kitlemesine rağmen... Adamlığını, delikanlılığını geri plana atıp, kavgacılığını ön plana çıkartmak işime geldi doğrusu. Bunu da bir özeleştiri olarak sayalım gitsin. Ya da bir anlam da günah çıkartma...
Hasan da sütten çıkma ak kaşık değil tabii. Bazı jest ve mimikleri, elinde tesbihi, kısaca imajı birilerine, dolayısıyla bana da antipatik geliyordu. Ama kalbini biliyordum, yardımseverliğini de.
Size izletmediler mi!
Takım arkadaşları içinde hiçbir zaman mikser olmadığını, hatta mikserlere açtığı savaşı da...
Şimdi ağrıları geçmiş bir Hasan Şaş var, gün geçtikçe yıldızı tekrar parlayan. Ben derim ki; destek olalım, kaybetmeyelim bu deli yüreği. Hem Milli Takım hem de Galatasaray için... Kalli’ye de tavsiyem; Hasan’a formayı vermesi. Duyuyoruz ki Lincoln, Linderoth ve Sabri bugün ilk onbirde yer alacakmış... Hasan’a da yer arıyormuş, hatta çaresiz kalmış. Geçiniz... Siz Alman ekolünden ve disiplininden geliyorsunuz Herr Kalli! Formayı kapmak, sadece star isimlere mahsus bir olay değildir. Kaldı ki, Hasan da bir star. Yoksa size 20.45 bandını izletmediler mi?
‘’Sıkmadılar...‘’
Beklenen ilgi yok, seyirci yok denecek kadar az. Oysa Adnan Polat’ın çağrısı ne kadar da anlamlıydı. Kimseyi suçlayamayız, hakkımız da yok. Ama başladığı işi bitirmeyi ilke edinen Polat’a bir görev daha düşüyor. Stat doluymuş gibi kabul edip, hasılatı bu şekilde bağışlamak yakışır size. Hem de çok...
Geçelim maça: 5 gün içinde ikinci randevu. Kalli fazla gün yüzüne çıkmayan kramponları serpiştirmiş. Sigorta olarak da Song, Barış, Arda ve Ümit Kara’ı görevlendirmiş. İyi de etmiş, fırsat bu fırsat. Gözüm Serkan’da. Antrenmanlardaki performansı anlatıla anlatıla bitirilmeyen bu futbolcunun göstereceği oyunu hepimiz merak ediyorduk. Çaylak futbolcu zaman zaman efsane oyuncu Rıdvan’dan enstanteneler verdi adeta... Hızı mükemmel, kıvraklığı tadından yenmez... Sonuçta ‘Ufacık boyu var, türlü türlü huyu var’ demek en doğrusu... Aslında Bouzid dışında hepsi bu şansı iyi değerlendirdiler. İlk defa gerçek mevkiinde oynayan İsmail, inanılmaz açıklara neden oldu. Bu açıkları kapatmak için Song ve maçın yıldızı kaleci Aykut’un canı çıktı desek abartmayız sanırım.
Bir de Carrusca’nın şık golü de kötü performansının kamufulesiydi adeta. Neyse bu kadar değişikliğe rağmen diğer büyüklerin maçları kadar keyifsiz olmadı dün akşam. Burada da oyunu çirkinleştirmeyen Denizlispor’un katkısı büyüktü.
Bu organizeyi boşlamak gibi bir lüksü olmayan Galatasaray’ı kutluyorum. Nedeni çok basit: Sadece bu kupa değil, başında Türkiye yazılı olan her şey hem camia hem de taraftar için çok önemlidir. İsteyen istatistiklere baksın...
‘’Adını siz koyun‘’
Her şey güzel başlamıştı. Fransa’nın şirin kenti Bordeaux’da, maçtan bir önceki gece Adnan Polat ve her dönem camiaya büyük katkılar sağlamış Mehmet Ağar ile uzun ve hararetli bir sohbet imkanı buldum. Her ikisi de Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın aldığı neticelerden son derecede memnun olduklarını belirtiyor ve ‘sıra bizde’ diyorlardı. Bu dönem başarılara ülkemizin aşırı şekilde ihtiyacının olduğunu söylerken, adeta sesleri titriyordu her ikisininde. Ortam böyleydi...
İlk 45’te her şey yolundaydı. Tabii Nonda ve Ümit Karan’ın hovardalığını saymazsak. Bu kadar gol kaçar mı! Oysa Lincoln ve Şükür’ün yokluğunu hiç hissettirmeyen ve Brezilyalı’nın rolünü mükemmel oynayan Barış ve Linderoth göz kamaştırıyordu. Birbirlerinin açıklarını kapatırken gösterdikleri mücadeleden, başım döndü. Ama ikinci yarıda rüzgâr tersine döndü. Ne olmuştu da Galatasaray sahada yoktu. Hasan’ın ve Arda’nın kramponlarına kilit mi vurulmuştu! Kalli’nin 3 maçlık durgunluğuna ya da tabiri caizse ‘pısırıklığına’ bir 90 dakika daha eklendi. Sezona fırtına gibi başlayan takıma gölge düştü. Alman panzeri Kalli’nin artık şapkasını önüne koyup, biraz düşünmesi gerekmez mi? Oysa ki deplasmanda olmasına rağmen öyle bir taraftar desteği vardı ki, sarı ve kırmızının yanına beyazı da ekleten bu seyirciyi arkasına alıp, oyunu başladığı gibi bitirmesi işten bile değildi. Bunun adını ben koyamıyorum. Aptallık desem spor etiğine, enayilik desek bana yakışmaz. Olsa olsa bunun adı şımarıklık. Yine de adını siz koyun...