Arama

Popüler aramalar

‘’Bütün suçlu biziz!‘’

Türkiye’nin en çok sevinen, fakat bir konuda kahrolan taraftarı... Üzülüyor musunuz, bilmiyorum. Ama gördüğüm kadarıyla artık umursamıyorsunuz bile... Ağrınıza gidiyor mu? Hiç zannetmem. Fenerbahçeli dostlarınızın takımınızla alay etmesini siz de gülerek karşılıyorsunuz. Garip ama gerçek. İşte, cumartesi akşamından bu yana gözlemlediğim dramatik tablo. Aslında şu dakikadan itibaren dramatik de diyemeyiz. Bu 7 senedir, sonu başından belli, resmen bir tragedya.

Polat köpürdü
Adnan Polat, maçtan sonra Kalli’yi eleştirenlere köpürdü, hâlâ da köpürüyor. Bak sen! Suçlu biz olmuşuz. Sabri’yi bütün maç Alex’in peşinde koşturan, Hakan Şükür ile Ümit Karan’ı yanında oturtan, derbi tecrübesi olmayan gençleri sahaya süren sanki bizdik! Hatta şöyle de diyebiliriz: İster antrenman olsun, ister maçlarda, futbolcuların zırt-pırt sakatlanmasını biz sağladık. Çünkü biz onlara gereken antrenmanı yaptırmıyorduk. Maç öncesi kamplarda bulunmayan da bizdik! Futbolcularla arasına bazı kişileri sokan da bizdik! Önüne geleni deviren bir takım varken, sezon ortasında hiç yeri yokken Hakan Şükür polemiğini de biz çıkardık. Yaaa... Biz ne kadar suçluymuşuz da, haberimiz yokmuş!

Hepimiz bıktık
Evet... Perşembe günü yeni stadın temeli atılıyor. Tabii ki hem Türkiye hem de Galatasaray adına sevindirici, ama artık ben de ultrAslan’a hak veriyorum. Bu acı manzarayı gören taraftar, o yeni stadı nasıl dolduracak? Artık birilerinin düğmeye basma zamanı geldi. Geçen sezon Gerets, bu sene de Kalli’nin Fenerbahçe maçlarında kumar oynamasından hepimiz bıktık, usandık.

Başkan’a çağrı
Sayın Başkan; size sesleniyorum... Taraftarın üzerinde yıllardır oluşan Fenerbahçe kompleksini nasıl ortadan kaldıracaksınız? Bu işin formülü bizi eleştirmekten geçmiyor, ya da sürekli yalanlamaktan. En kötü günlerinizde yaptığınız transferleri alkışladık, arkanızda durduk. Ama nedense, hatalarınızı yüzünüze vurunca birden tavrınız değişiyor. Galatasaray Yönetimi ve idari kadro, artık kapalı kapılar ardına saklanmayı bırakın. Bu müthiş taraftar sizlerden Fenerbahçe zaferi bekliyor.
Hak etmiyorlar mı?
Yoksa, başarısızlığın faturasını bize çıkarmak elbette çok kolay...

12 Aralık 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yazık değil mi!‘’

Dünyanın 1. derbisiymiş, palavra... Bu kadar kötü futbol, hiçbir şekilde zirveye gidemez. Galatasaray mı, yazıklar olsun... Kalli’nin ilk 11’ini gören herhangi bir takım, Galatasaray karşısında maça 1-0 galip başlar. Nonda’yı tek santrafor, geri kalanının hepsi defansa... Yazıklar olsun... Üzerlerindeki formanın kıymetini bilmeyen, değerini anlamayan bu takımdan ancak bu sonuç çıkar. Ön liberon yok, santrafor yok, kalecin zaten yok, sen ne yapacaksın Kadıköy’de?
Saçma sapan bir 11, ne yapacağını bilmeyen bir hoca, eli ayağı tutmayan kramponlar... Daha ne olsun ki... Evet, Galatasaray namağlup unvanını yitirdi ama karakterini de yitirdi, şahsiyetini de... Birileri Galatasaraylı futbolculara, Fenerbahçe maçının önemini anlatmalı. Bu taraftarı üzmeye hakkınız yok. Hakan Şükür’le probleminiz varsa, gönderin. Ümit Karan’la probleminiz varsa, konuşun.
Saklı duvarlarla hiçbir yere gidemezsiniz. Ne namağlupluğunuz kalır ne de liderliğiniz, anca Haydar Dümen’in kitaplarına konu olursunuz. Yazık değil mi...
Fenerbahçe’yi canı gönülden tebrik ediyorum. Hem stadıyla hem misafirperverliğiyle... Eskiden buraya gelirken ne yalan söyleyim korkardık, ama şimdi her şey değişmiş, güzellikler hakim. İlk defa Fenerbahçe’ye yenilmenin üzüntüsünü yaşamıyorum. Bir yanda terbiyesizler, yan tarafta misafirperverler. Biraz örnek alın ya.. 3 puan gitti, namağlupluk da gitti, artık ne kaldı Kalli? Sizi terbiyeye ve üzerinizdeki taşıdığınız renklerin kıymetini bilmeye davet ediyorum...

09 Aralık 2007, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’ultrAslan...‘’

Geçen haftaki maç yazımda seyircinin ilgisizliğinden söz etmiş, “ultrAslan mısınız, yoksa ultrApalavra mı?” diye de eklemiştim... Kıyamet koptu adeta! Anlaşılamadığım o kadar açık ki...
Önce şunu belirtmek isterim; hakaret, tarzım değildir. Ayrıca bir oluşum üzerinden prim yapmaya hiç ihtiyacım yok. Takdir edersiniz ki, şöhrete de öyle...
Oysa anlatmak istediğim şuydu: Bu takım her türlü kaynamalara rağmen ligde ağır bir yara almamış ve rakiplerinin üzerinde zirveye demir atmıştır. Üstelik 5 maçında sizlerden mahrum kalarak! Buna rağmen seyircili oynanan maçlarda da öbek öbek boşluklar göze çarpıyor.
Kara kara düşünürken, ultrAslan Genel Koordinatoru Alpaslan Dikmen’in telefonu yetişti imdadıma. Dikmen’in sözlerinden kısa bir pasaj: “Son haftalarda maça gelenlerin tamamı kemikleşmiş taraftardır. Yani hani o aşağılanan, statlara gelmesi istenmeyen, ama Galatasaray aşığı insanlar. Statlarda görülmek istenen tiplerse; yağmurda maça gelmez, kar yağar evde oturur, maç gündüzse yataktan çıkmaz. Örnekleri çoğaltabiliriz de. Ama stadın dolmasını engelleyen bir değil, birçok neden var. Ancak ultrAslan her şartta, her yerde ve her branşta Galatasaray’ın yanındadır.”
Evet, doğru söze ne denir? Ama yine de değinmeden geçemeyeceğim. Bildiğim kadarıyla kendini Galatasaray heyecanına kaptıran herkes bu grubun üyesidir. Peki en az 25 milyon taraftarı olan bu takımın Ali Sami Yen’i doldurması bu kadar zor mudur? Öyleyse, kemikleşen taraftar sayısını artırmak da sizin elinizde. Kavgasız, küfürsüz, pet şişesiz ve sevgiyle ellerinizi açın!.. Şimdi anlatabildim mi ultrAslan?

05 Aralık 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’ULTRA palavra‘’

Artık bunun bahanesi yok. Gündüz maçı, hava hafiften ısırmasına rağmen oldukça güzel. Üstelik takım da lider. Bakıyoruz, seyirci yok denilecek kadar az. Lafa gelince maşallah pabuç kadar dil. Siz UltrAslan mısınız, yoksa Ultrapalavra mı...
Avrupa dönüşü zor geçecekti Belediye maçı. Erken yenilen gol, erkenden Lincoln’nün sakatlanıp yerini Sabri’ye bırakması, Cim Bom’un tüm kimyasını bozdu. Hasan ile Arda orta alanı kalabalık tutan Belediye’ye karşı, Lincoln’ün görevine soyundular. Serkan da bu bölgeye yakın oynamak zorunda kalınca, Şükür forvette yalnızları oynadı. Aslında Lincoln’nün yerine Nonda’yı alsaydı bu kadar eziyet çekilmeyecekti. Ve bir gol daha yenildi, ayıkla pirincin taşını. Sonrası mı? Başta Şaş olmak üzere, oyunu kurtarmak adına insan üstü bir mücadele. Engelleyen rakip mi, asla... Bu konuda hakem Hüseyin Göçek’in eline kimse su dökemez. Bir tanesi yüzde yüz, iki penaltıyı es geçen beyefendi maçı çığrından çıkarttı.
2. yarıdaki mükemmel oyun, üç puanı almaya yetmedi. Ama Kalli’nin zamanlaması yanlış olmak üzere yaptığı oyuncu değişiklerini kamufle etmeye yetti. Konuk ekibe de iki çift lafım var. Başta Abdullah Avcı, futbolculardan Hasagiç, İlyas ve Nascimento alkışı diğer arkadaşlarından daha fazla hak ettiler. 2 puanı kaybeden Galatasaray oldu. Fark eriyor, bu takımın sizlere ihtiyacı var. UltrAslan’sanız yaparsınız, diğeri iseniz gerisi size kalmış...

03 Aralık 2007, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şimdi oldu...‘’

Maçın telafisi yok, affıda. UEFA’da dün akşama kadar saçma sapan skorlara imza atan Galatasaray, Atina deplasmanında. 2.5 puan bile yetmiyor, hedef mutlak 3 puan.
Kadro değişik görünüyor gözümüze. Arkadaşları çok yakından tanıyoruz da, hiç o sokaklarda karşılaşmadığımız için biraz garibimize gidiyor. Mesela Linderoth, Barış’ın yokluğunda sağ tarafta. Yerini yadırgaması hadi bir nebze. Ama arkasında oynayan Uğur’un da kimyasını bozdu.
Bu kulvarda yolunu kaybeden takımımız, nedense sola hiç müraacat etmedi. Bu sayede Volkan ve Hasan Şaş, koskoca bir devreyi arkadaşlarını izleyerek geçirdiler. Lincoln yine bildiğiniz gibi olunca, Arda orta sahayı toparlamaya çalıştı. Bu kez de Serkan yalnızları oynadı. Böyle gitmezdi. Neyse ki Kalli inadından vazgeçti, yanında oturttuğu üç forvetten Hakan’ı sahaya sürdü. Böylece herkes alıştığı arabayı sürmeye başladı. Başta Hasan ve Arda rahatladı. Lincoln titredi, biraz olsun kendine geldi. Ayrıca şunu da ekleyelim; bunun nefis bir gol atmasına rağmen Hakan’la ilgisi yok. Galatasaray çift santrfor oynar, iki kere iki dört. İsimler çok önemli değil, sistem başrolde. Tahmin edersiniz ki, yazımdaki güzel sözler peş peşe gelince, Galatasaray’da güzelleşmeye başladı. Haftalardır herkese ve her şeye rağmen yine mükemmele kucak açtı.
Hepsine artı, Serkan’a tebrikler. Böyle bir galibiyet gerekiyordu. Üzerinizdeki kara bulutları dağıttınız. Biz, Galatasaray’ın yine eski günlerini yaşayacağını biliyoruz. Her şey buna bağlıydı. Hayırlı olsun...

30 Kasım 2007, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Karl Heinz Feldkamp‘’

Alman panzeri Kalli’nin kulaklarını sık sık çınlatıyoruz sütunlarımızda. Karşılığında bazen alkış, bazen de hakaretler yağıyor mail adresime. Alkışları bir yana koyalım... Bilmukabele diyerek, eleştirileri değerlendirelim. Sizlere verilecek en güzel cevap ya da bir anlamda savunma, Feldkamp’ın artı ve eksilerini çıkarmak.
Artılar:
1- Hazırlık kampından bugüne kadar büyük küçük isim ayırt etmedi. Onun için Ümit Karan ile Serkan arasında fark yoktu. Aynen Hasan ile Barış’ta olduğu gibi. Gençlere her an şans vereceğini hissettirerek, onları hiç küstürmedi. Mehmet Topal ve Serkan bunun baş örneği.
2- Florya’ya ilk kez adım atan kramponlara en güzel şekilde, ‘Hoşgeldin’ dedi. Öyle ki, ilk 11’de 8 yeni ismi yan yana oynatarak sadece ülkemizde değil, dünyada görülmemiş bir olaya imza attı.
3- Alman futbolunun en önemli özelliğini, ‘şartlar ne olursa olsun asla kaybetme’ felsefesini öğrencilerine sonuna kadar aşıladı. Ve bu sayede takımını yenilgisiz lider olarak bugünlere getirdi.
Ve eksiler:
1- Disiplinini alkışladıkça, o abartmaya başladı. Teknik direktörlük ile başöğretmenliği karıştırdı. Futbolcularla kendi arasına devamlı birilerini soktu. Bu sayede hem ispiyon had safhaya yükseldi hem de grupların oluşmasına engel olamadı. Adnan Polat her ne kadar, “Lincoln, Kalli’ye babam diyor” dediyse de, bu bana pek inandırıcı gelmiyor. Beşiktaş derbisinden önce verilen ceza yüzünden mi bilinmez ama, Brezilyalı o tarihten beri adeta topa vurmuyor. Keza Şükür, keza Karan...
2- Her fırsatta hâlâ bir kaleci, stoper ve santrfora ihtiyacı olduğunu söylerken, başta Aykut, Orkun ve diğerlerini moral olarak bitirdiğini hesap etmiyor. Ya da Emre Aşık’ın kiralanmasında yanlış yaptığını kabul etmeyip, hâlâ bu mevkiye futbolcu aramasını nasıl değerlendirirsiniz?
3- Tereciye tere satmayalım. Fakat bu takımdaki sakat sayısının bu kadar fazla olması sadece kötü bir tesadüf mü?
Bence bu işte bir yanlış var...

28 Kasım 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Camdan kramponlar‘’

Trabzonspor için olmak veya olmamak akşamı... Durum sıkıntılı... Galatasaray’da da stres var, ama dert farklı... Koltuk ve yenilmezlik unvanlarını nasıl korurum düşüncesinde. Bu duyguları not edip, uzanalım Avni Aker’e...
Sakatlıkları hesap edip, nasıl bir takım kuracağını merak ettiğimiz Kalli yoktan var etmiş bir ekip görüntüsü verdi. Serkan’ı tek forvet rolüne soyundurduğuna bakmayın. Arda ve zaman zaman Hasan genç arkadaşını hiç yalnız bırakmadılar. Mehmet Topal’ın oyunu mükemmel yönlendirmesiyle Galatasaray, genellikle rakip sahada daha fazla göründü. Takımda herkes görevini her türlü olumsuzluğa rağmen mükemmele yakın yaptı. Bir isim hariç: Onun da adı Lincoln... Brezilyalı git gide düşüyor, dikkat! Florya-Reina hattını biraz trafiğe kapatmak gerekiyor herhalde.
Galatasaray son saniyede Serkan’ın mucizevi golüyle galip gelmesine rağmen, Alman panzeri Kalli koskoca bir ilk yarı takımı 10 kişi oynattı. Maçın başında sakatlanan Barış’ı oyundan ancak devrenin sonunda alabildi. Sarı-Kırmızılılar yendi ya, bu skandal da unutulur gider.
Galibiyete rağmen bir eleştiri daha: Bu takım sakatlıklardan belini doğrultamıyor. Kramponlar adeta cam oldu. Bu işte bir yanlış var. Acil şifalar dilerim.
Sonuçta Galatasaray, eksiklerine rağmen isteği ve arzusuyla bütün kara bulutlara rağmen Trabzonspor’u geçmesini bildi. Şimdi Yunanistan seferi başlıyor. Bir de onu hallederlerse, biliyorum ki tüm camia mutlu olacak. Aman aman o da son dakikaya kalmasın da...

26 Kasım 2007, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Aslan'ı terk et Hakan!‘’

Aziz Yıldırım’ın teklifini reddedince olanları hatırla... Ne demişlerdi!
Bir Fener maçı sonrasında omzumda, “Bitirdiler bizi!” diye niye ağladığını unutma!
Bırak artık Hakan, bırak. Onlar kovmadan sen bırak... Bırak da alem rahat etsin!

Bu yazıyı yazmak için 48 saat düşündüm, uykuya savaş açtım ve karar verdim... Önce FANATİK’te çalışanım, sonra Hakan’la arkadaşım. Bazı yaşananları saklamak, konuşmamak, önce gazeteme sonra da sana zarar verir golcü. Bırak Hakan! Futbolunu bilemem ama, Galatasaray’ı terk et! Evet... Bunu sana söyleyen benim. İnanması zor değil mi?

Galler maçı sonrası olanlar...
Bursa’dan yeni gelmiştin; numaralı tribünde tanışmış ve beraber maç izlemiştik. “Abi” demenle başlayan tanışıklığımız arkadaşlığa ve sonrasında kardeşliğe dönüştü. Kavga ettik, tartıştık. Seni eleştirdiğim için bazen günlerce konuşmadık... Galler maçında yine bir 48 saat yaşadık; senin 4 golünle sonuçlanan. Kimsenin reddedemeyeceği teklifi Peugeot bayinde yaşamıştık, Gökhan’a araba alırken. Sayın Aziz Yıldırım çıktı karşına. Bakışmalarımızı hatırla! Teşekkür edip reddettin. O teklifi yapanlar, 2 gün sonra sana “Şaban” dediler TV programlarında.

Sabin İlie’yi kurtarmak için!
Kadıköy’de çok zor günler geçiren Sabin İlie’nin kurtuluş maçıydı; bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisi... Onun bu durumuna en çok üzülen ise Florya’daki vatandaşlarıydı!.. İşte o akşam Bülent Korkmaz’la maça çıkarken birbirinize ne dediğinizi, maç sonrası omzumda ağladığın geceyi hatırlıyor musun? “Bitirdiler bizi” diye hıçkırıyordun; aynı dili konuşmadığın, aynı rengi taşıdığın arkadaşların için! Şimdi ben hıçkırıyorum Hakan; haksızlığa, nankörlüğe...

İzmir’de yine yakışanı yaptın
Evin soyulmuştu Şükür... Bir takım şeylerin de gitmişti; tesislerin karşısındaki ilk evinde. Kitlendim, anlatamıyorum! Neyse... Gidecek halin yoktu bir sonraki İzmir deplasmanına. Ama gittin. İki golün adı yine sendin ve şampiyonluğa imza attın. Adnan Abi’ye sorun iyi hatırlar...

Ersun Yanal’la niye düşmansın?
Ersun Yanal’la düşman ilan ettiler seni... Halbuki, sakat sakat kaldığın odaya hoca geldiğinde, yatağından kalkamadığın için ipin çekilmişti. Bence kravat da takmalıydın!

Gece yarısı gelen sesler...
Gece yarısı garip sesler duyardım odanda. “Ne oluyor?” diye girdiğimde, şınav ve mekikleri sıralıyordun; ay, yerini güneşe terk ederken. “Aman kimseye söyleme” diye başımın etini yerdin. İşte böyle çalışıyordun golcü sen.

Bir numara büyük krampon
Gelelim zamanımıza... Kortizon tedavileri görüp, ‘bir numara büyük’ kramponla oynadın takımını yalnız bırakmamak adına. Nermin Teyze’nin rahatsızlığını, gazetecilik adına ‘marifet’ diye yazdıklarında (Doğan Grubu hariç), bizler o acıyı aylardır yaşıyorduk. Oysa sen ne yaptın? Hep oynadın, hep çalıştın canından çok sevdiğin Sarı-Kırmızılı forma adına...

Ben demiyorum, öyle diyorlar!
Eee... Artık gitme vaktiymiş. Bunu ben demiyorum, diyorlar. Futbolu bırakmış bizim Hakan, başka şeylerle uğraşıyormuş! Yine onlar diyor. Dinle şimdi; sen Galatasaray’ın menfaatlerine ters düşüyor muşsun! Ne ağır, değil mi? Bırak golcü, bırak! Herkes “Bırak” derken, “Bırakma” diye sana yalvaran adam bunu söylüyor. Bırak da, alem rahat etsin. Değişimin ‘Kral’ını yaşasın Galatasaray!
Çocukken Galatasaray için kafamıza yediğimiz taşların izi her zaman kalacak. Ama seni istemeyenlerin izi hiçbir zaman olmayacak. Boşver be!.. Taraftar yine, “Re re re ra ra ra” desin. Bu kulübün gerçek sahibi taraftardır. Sen onlar için Hakan Şükür olmadın mı?

21 Kasım 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI