Arama

Popüler aramalar

‘’Korkarsan yanarsın‘’

Acı ve tatsız bir gece. Nasıl tatlı olsun ki, kapkara bir pankart Ankaraspor’dan, ‘Mehmetçiğiz’ sloganlı ve siyah formalı Galatasaray. Nasıl bir atmosfer bu, nasıl... Hakan Şükür milli marşımızda elini kalbine koyuyor, saygı duruşunda hakemi futbolcusu tek yürek duruyor. Boğazımız kilitleniyor ve görevimiz gereği maça geçiyoruz.
Maç mı? Barış ve diğerleri diyelim. Bu krampondan başka ‘canı futbol çeken yoktu’ ibaresini de ekleyelim. Biraz da Linderoth.
Kalli her zamanki planını yapmış, ‘kenarlardan imha’ demişti. Ama Arda’nın dün bu kadar kifayetsiz olacağını tahmin edememişti. Şirketlere bir tavsiyem, Carlos banka reklamında oynuyor, bence Hakan Şükür ve Ümit’i de ikram bisküvilerinde görelim. Bir de Lincoln’ü kendinize benzettiğiniz için onu da ekleyelim. En az Carlos kadar sükse yapar. Bu kadar cömertlik kimseye has değil. Bu kadar korkaklık da. Alman panzeri ligin dibine vuran rakibi karşısında Hakan Şükür’ü çıkartıp Nonda’yı koyuyor. Üçü bir arada olmaz mı! Hadi yine reklam yaptık, es geçelim.
Hikmet Karaman ‘geçit yok’ demiş. Vur-kır-parçala düşüncesini de öğrencilerinin beynine işlemiş. Babaannemden kalma bu taktik, onlara bir puan getirdi ama ilerisi karanlık. Bir de hakem, her eve zarar. Bir sürü hataya imza atan Demiray, Lincoln’e ikinci sarı kartı göstermeyerek Sami Yen’deki ikinci pısırık adam olarak, sahne aldı.
5’te 5 olacaktı, olamadı. Sakın aklımız Bordeaux’da diye mazeretlere girmeyin. Dün geceye ‘hayır’ diyen tek ekip olacaktınız, fırsat kaçtı. Yahu sporla siyaseti karıştırdık. Ülkemiz bu, ne karışmıyor ki...

22 Ekim 2007, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray Efendileri!‘’

Günlerdir içim yanıyor... Televizyonda ana haber bültenlerini izleyemiyor, gazetelere bakamıyorum. Güneydoğu’da yaşanan dram bu sefer kurşun gibi deldi yüreğimizi. Ama geçmedi, geçmeyecek de... Türkiye, bayramı gözyaşı ve ağıtlarla geçirdi. Milli maçtaki seremoni hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Bir şeyler yapılmalıydı. Ve bazı kahraman isimler, acılara bir nebze merhem olmak adına yardım kampanyaları gerçekleştirdi...
Kulüplerimiz de, insanlık adına olması gereken bu seferberliğe anında katıldılar. Başta Aziz Yıldırım başkanlığındaki Fenerbahçe Spor Kulübü, 1 milyon dolar vererek siftahı yaptı. Ayrıca kulübün resmi internet sitesinden de yeni bir yardım kampanyasına hazırlanıldığı duyuruldu. Ellerinize sağlık. Ama beni gerçekten duygulandıran, bir Güneydoğu takımının muhteşem jestiydi... Mütavazı bütçesine rağmen, bu acıları her zaman nefesinde hisseden Mardinspor 50 bin YTL bağışladı. Şaşırmayın, ayağa kalkıp alkışlayın.
Ve Galatasarayımız... Şu ana kadar ses yok. 102 senelik herkese örnek bir tarih, sayı olarak en fazla taraftar, fakat ses yok. Neden? Aman; Efsane Başkan Selahattin Beyazıt’ın bağışladığı 1 milyon Dolar’ı kulübe mâl etmeyin, skandal olur!.. Selahattin Bey bu güzelliği kendi adına yapmıştır ve bağış listesinde isminin yanında Galatasaray sözü ‘geçmemektedir’. Sayın Beyazıt’ı ve adını yazamadığım diğer altın kalpleri avuçlarım kızarana kadar alkışlıyorum.
Gelelim bizimkilere... Sadece sportif anlamda rakiplerinle mücadele seni büyük yapmıyor. Kimseyi suçlamıyorum, eminim sizler de elinizden gelen çabayı gösterip bu duyarlılığa imza atacaksınız. Ama geç kalmanız hiç mi hiç yakışmadı. Böyle bir olayda önder olmak, bu camiaya gönül verenlerin hakkı değil mi?
Lütfen bugün bu yazı çıktığında beni utandırın. Ben utanmaya, hatta özür dilemeye razıyım. Yardım listesinde en başta adınızı görmek, bizlerden çok, bir anlamda ‘Güneydoğu’nun penceresi’ olan Galatasaraylılar’ı mutlu edecektir. Bilmem; anlatabildim mi, Galatasaray’ın Efendileri!..

17 Ekim 2007, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fatih Gökşen‘’

Yurdaşen Karahasan, Ergun Gürsoy, Bülent Tulun ve son olarak Fatih Gökşen. Hepsinin ortak özelliği aynı. Galatasaray için varını yoğunu koyan, işini ve hatta zamanı geldiğinde ailesini bile ikinci plana atan isimler. Peki ya şimdi; yağmur yağdı böyle mi oldu... Vefasızlık mı, nankörlük mü adını ben koyamıyorum. Koyan varsa söylesin. Futbolcusundan idarecisine son yıllarda yaşanan ve yakışmayan tablo Fatih Gökşen olayında yine hortladı.
Dilerseniz yaşananların şöyle bir içine girelim... Fitil geçtiğimiz yıl oynanan Galatasaray-Fenerbahçe basketbol maçında ateşlenmişti. İdareci kimliği ile salona adım atan Gökşen’in başına gelmeyen kalmadı. Suçlandı, her türlü ağıza alınmayacak lafları yedi. Üstüne üstlük tartaklandı. Başarısızlığın faturası adeta ona kesilmişti. Tansiyonun düşmesi için elinden geleni yapan Gökşen, bambaşka bir fotoğrafla gazete sütunlarına düştü. İtiraz etmeyin, oradaydım bizzat şahit oldum. İstenmeyen adam olduğunu anlamak için falcı olmaya gerek yoktu. Sadece gözlerine bakmanız yeterliydi. Anlaşılmamak, üzüntü, pişmanlık... Neydi suçu, herkes tarafından başarılı bulunan bu yöneticinin. Avanta bileti önlemesi, futbolculara iyi bir ortam hazırlayıp her türlü olumsuzluğa rağmen mucizevi şampiyonluğu yakalatması mı? Açalım; ‘parayla, pulla değil. Alnımızın akıyla’ sloganının baş aktörlerinden biri de Fatih Gökşen değil miydi... Utanıp, sıkılmayın. Bir zahmet itiraf edin.
Coştum bir kere, konuya iyice girelim... Galatasaray’ın salt menfaatini düşünüp, Gerets - minibüs olayının gün yüzüne çıkmasını kim engelledi söylesenize bana; burada frene basmam lazım, yeter!.. İşler kötü giderken hep biz suçluyuzdur. Yani basın. Alıştık geçiniz. Ama ya şimdi, yeni kurulmuş kadrosu ile takımda her şey güllük gülistanlık iken nedir bu sorumsuzluk. Tabiri caizse mikserlik. Hiç şüpheniz olmasın; Galatasaray’da yaşanan bu sıkıntının sorumlusu yine biz olacağız. Yalanlama modasını sigorta olarak her zaman kullanıyorsunuz. Biz yazalım da siz yalanlayın. Canınız sağolsun... Neyin doğru olduğunu bilen biliyor.
Sevgili Özhan Ağabey; kötü niyetli olsam şöyle düşünmek zorunda kalacağım. Hepimizi üzen rahatsızlığından dolayı meydanın boş kalması... Kin ve nefretin ayyuka çıkması... Menfaatlerin çatışması... Siz hiç merak etmeyin Sayın Başkan rahat olun. Bu kulübün 6 bin küsür kongre üyesi, milyonlarca taraftarı var. Biz Galatasaraylılığı sizlerden öğrendik. Her zaman şunu söylersiniz; Batı’ya açılan pencere. Ama artık ben anlıyorum ki; Batı ile Bizans’ı karıştıranlar var. Maalesef başarı bazı olumsuzlukları ya da skandalları gölgeleyemiyor. Şunu da unutmamak gerekir. Zaman çabuk geçiyor. Önümüz Mart, dert ayı. Sadece kapıdan baktırmasın da...

13 Ekim 2007, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Artık kardeş değiliz‘’

‘O günler mazide kaldı...’
İsmi akreditasyon listesinde yer almadığı için maçlarda soyunma odaları ve koridorlara girmesi engellenen Fatih Gökşen, FANATİK’e çok çarpıcı açıklamalarda bulundu. Gökşen, kulüp içerisinde, kendisini istemeyen yöneticilerin olduğunu iddia ederek, “Eski günler geride kaldı. Ne Adnan Polat ne de Adnan Sezgin’le artık abi-kardeş değiliz. Profesyonel olmuşlar!.. Görünce, “Merhaba” deyip geçiyorlar. Dostluk kalmadı, hiç aramız yok” diye konuştu.

‘Suçumuz çalışmak mıydı?’
Gökşen, zehir-zemberek sözlerine şöyle devam etti: “Stada alınmamam konusuyla ilgili polemik çıkarıldı. Bu nasıl iştir, anlamadım. Ben stadımıza gideceğim ve beni almayacaklar, öyle mi! Ben kapıya geldiğimde, insanlar ayağa kalkar, önünü inikler. Biz Galatasaray’dan başka bir şey düşünmedik. Bu mu suçumuz? Ancak... İçeriden, dışarıdan; ne yaparlarsa yapsınlar, beni asla Galatasaray’dan koparamayacaklar. Herkes bunu böyle bilsin.”

‘Göreve her zaman hazırım’
Kırmızı akreditasyon kartının 9 kişiyle sınırlı olduğunu bir kez daha yineleyen Gökşen, “Bana kart gönderilmedi. Doğaldır... Yine de, bu demek değildir ki, ben artık Galatasaray için çalışmayacağım. Pasif de olsa, göreve her zaman hazırım” diye görüş bildirdi. Fatih Gökşen, bu yaşanan gelişmelerin kendisini son derece üzdüğünü sözlerine ekleyip, yöneticiler arasında samimiyet olması gerektiğini ifade etti.

Yalçın DÜMER

12 Ekim 2007, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Son imparator‘’

Hedefe bir adım. Rakip Sion. İsmi dile kolay. Cenevre’deki ilk 10 dakikayı düşününce tabi ki sinir bozucu. Aman aman bir terslik çıkmasın cinsinden bir gece kıssadan hisse.
İlk 20 dakika tanışma merasimi. Ne yaptığını bilen, sindire sindire gelen ev sahibi, kaderine adeta başlama vuruşundan razı misafir. Kalli çok bilmişlerin deyimiyle ‘Baş öğretmen’ sahaya ideal bir ilk onbir sürmüş. Arda ve Barış asansör, Lincoln ve Linderoth göbekten delici rolünde. Hakan ile Ümit nihayet mutlu mu mutlu... Nazar boncuğu... Diğerleri mi? Pres ki pres... İşte panzerin yıkım planının şifresi: Tek kelimeyle pres. Rakibe bırakın koşmayı, yürümeyi bile izin vermeyen Galatasaray.
Manzara böyle olunca, resim çala kalem olur mu? Eşyanın tabiyatına aykırı. Daha ilk 45’te fotofinish Ümit Karan’ın performansı bir anlamda ekmek kadayıfı hem de kaymaklı. Sonrası mı akıllara zarar. O ne gol Yarabbi.. Yıllar önce Viyana’da aynı imzayı Hagi’den yaşamıştık. Bu daha mı şık? Bilemem siz karar verin. Fatih Terim’e tavsiyem; kavuğunu artık Lincoln’e versin. Bence Lincoln, Galatasaray’ın son imparatoru. Topla flört mü ediyor, dans mı anlamak zor. Ama itiraf edeyim o kadar yakışıyorlar ki... Değme keyfine...
Geriye ne mi kaldı? Stadı tıklım tıklım doldurmuş taraftarın çığlıklarının gökyüzüyle öpüşmesi, Arda’nın Lincoln’e nazire yapacak golü, Bouzid’e de hoş geldin, amacına ulaşan kramponların bir anlamda vites küçültmesi. Haklılar maraton yeni başlıyor... Hiç kimse şaşırmasın dün gecenin heyecanına kapılıp, söylemiyorum Galatasaray her geçen gün kat ettiği yolla finallere adını yazdırabilir. Kusura bakmayın, bugün taraftar gibi yazmak istedim. Galatasaraylı olan anlar...

05 Ekim 2007, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kalli böyle istedi‘’

Böyle kişiliksiz bir derbi görmedim. Seyirci yok, bu bir. Onu biliyoruz, geçiniz. Hakan Şükür ve Lincoln ‘panzer’ kararıyla kızak... Bu futbolcular adeta derbinin önüne geçmek için, Kalli’nin tam arkasında. Bu da iki... Tek kelimeyle skandal. İki takımın da Özhan abinin ismini taçlandıran pankartlarla sahaya çıkması bile, bu basitliği gölgeleyemedi. 102 senelik çınara, böyle Bizans entrikaları yakışmıyor.
Geçelim oyuna... Lincoln ve Ayhan’ın yokluğunu doldurmak dört futbolcuya düştü. Linderoth, Arda, Barış ve zaman zaman Hakan Balta bu görevi yapmak için canlarını dişlerine taktılar. Çok çalıştılar, orta sahayı rakiplerine zindan ettiler. Özellikle Hakan Balta, sahanın her yerini harmanladı. Defansif isimlerden kurulu Galatasaray, buna rağmen geriye çekilmedi. Ve çizdiği tabloda pek fazla gol pozisyonu bulmamasına rağmen, baskılı manzara ev sahibinin lehine idi. Üç puanı aşırı şekilde isteyen Cim Bom, mahkum oynayan Kartal’dı. Buna rağmen bir çok pozisyon heba edildi. Ara sıra kontralar yenildi. Song’un dili çıktı, pes etmedi, arkadaşlarını toparladı. Hakan Balta ve Orkun golle tanıştı. Biri attı, diğeri yedi. Nonda son noktayı koydu.
Ev sahibinde Song’un dışında Hakan Balta, Volkan, Arda, Barış ve Nonda diğerlerinden daha fazla sükse yaptılar.
Son olarak... Kalli istedi, böyle oldu. Sakın aldığı radikal kararlar bu sonucu getirdi sanmayın. Galatasaray takım olmuş, kim oynarsa oynasın, tek hedef galibiyet. Gerisi mi? Bilmem... Kadro dışı kalanlara sorun.

30 Eylül 2007, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Rüzgâr gibi geçti‘’

Biri doğduğum Kasımpaşa, diğeri büyüdüğüm, formasını giydiğim Galatasaray. Karmakarışık duygular... Neyse, biz maça geçelim.
Cenevre’deki yenilgiye rağmen, her baba yiğidin harcı olmayan 90 dakika tempolu futboldan sonra, dün akşam Galatasaray’ın nasıl bir performans göstereceği merak konusuydu. Acaba bir kaza daha olacak mıydı?
Kalli, defansif önlemini almış yorgun Servet yerine Bouzid, form sıkıntısı yaşayan Volkan’ın kulvarına Hakan Balta. Bir de Barış’ın defansa dönük yeni görevini sayarsak, taşların yerinden oynatıldığını söyleyebiliriz. Bu değişim Bouzid dışında olumlu yöndeydi. Diğer futbolcular sırıtmadılar ve görevlerini yerine getirdiler. Sanıyorum Bouzid’e zaman gerek. Biz tribünde, Song sahada partnerini aradı. Şaşırmayın, bu isim Servet idi...
İlk yarı saçma sapan toplarla geçti. Aklım ermiyor profesyonel futbolcusun, Olimpiyat Stadı’nda oynuyorsun. ‘Bu stadın nesi meşhur?’ diye sokaktaki çocuğa sorsan, söyler. Ayağının küreğini rüzgâra göre ayarlasana! Dağlar taşlar meşin yuvarlak doldu, ama Galatasaraylı kramponlar bir türlü kısa paslarla sonuca gidebileceklerini düşünemediler.
İkinci 45’te de tablo değişmedi. Sadece kaçan penaltının mimarı Ümit, bu sefer jeneriklere vesile olunca, skor da belli olmuş oldu. Hep şov yaparak galibiyet alamazsınız. Bu da büyük takım farkının resmidir.
Kasımpaşa’ya gelince, ‘beraberliği öp de başına koy’ düşüncesiyle maça başlarsan, üç puan sadece rüyalarını süsler. Bu kadar kötü gününde olan bir Galatasaray’ı bir daha böyle yakalama şansın yok. Belki 43 yıl sonra.
Rüzgârı bol, futbolu kıt bir maçı devirdik. Ne diyelim; iki komşu takımı, adeta İstanbul sınırında, bu şartlarda oynatanlar utansın.

24 Eylül 2007, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çocuklar şımarık!‘’

Tanıdık bir rakip, aşina bir kulvar... Ülkesinde toz duman bırakmayan Galatasaray, yine büyük umutlara cevap vermek adına Cenevre’de. Beklentiler böyle, ama ya maç... İlkonbir afilli, buram buram gol kokuyor. Kaleci Orkun hariç, neredeyse tüm takım rakip sahada kamp kurmuşlar ama çakılı. Gitmek var, dönmek yok. Uyarmıştık; Sion Ayhan’sız olmaz diye. Açalım: Ayhan yoksa klişeleşmiş dar alanda kısa paslaşma(ma) geyiği, ağızlarda sakız olur. Nitekim bu futbolcu antre yaptığında, skor 3-1... Herhalde Kalli’nin canı biraz heyecan çekti, macera yaşamak istedi. Ya da mahalle hesabı, avans verdi.
Bu sezon Carrusca’ya futbolcu olduğunu hatırlatan tilki hoca, Arjantinli’yi oyuna sürmüş fakat gün geçtikçe form grafiği dibe vuran bir Volkan ve sakat sakat oynayan Servet’i heseba katmamış. Sol kulvar koridor oldu desem, ayıp etmiş olur muyum! Aslında dün gece Linderoth, Lincoln ve oyuna girdiği andan itibaren Ayhan dışında, tek bir Sarı-Kırmızılı krampon görmedim. Görsem de, biraz fluydu galiba.
Galatasaray bütün bunlara rağmen nüfus kağıdında ‘Avrupalı’ yazmaya devam ediyor. Fark yemişsin panik yok, moral bozukluğu sıfır. Adeta görüntü ‘şımarık çocuk’ edasında. İşte bu şımarık çocukluk, turu getirecek oyunu göstermese de, gruplara katılacak avantajı İstanbul’a taşıdı.
Yol uzun, arada sırada böyle kazalar, böyle saçmalıklar, böyle lüksler olur. İnanıyorum ki, dün gece kulaklara küpe, camiaya ders olsun. Hayırlısı...

21 Eylül 2007, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI