‘’Paris'te daha kötüsü olmaz‘’
Çok çabuk tuzağa düştük. Arnavutlar küçük çaplı gerginliklerin fitilini çabuk ateşledi. Merih başta olmak üzere hiç kimse sinirlerine hakim olamadı. Skorborda yansımasa da ilk golü Arnavutluk attı. Gerginliğin dozu artınca, oyun aklımızı da yitirdik.
Sakin düşünüp, basit şeyleri yapamadık. Sert ve çok katı bir savunma duvarı ile karşılaşmak her şeyi daha da zorlaştırdı. Futbolun temel prensiplerinden birini yapmalıydık. Topu dolaştırıp, rakip savunma dengesini bozmaya çalışmalıydık. Maalesef pas trafiğimiz çok ağırdı. Rakibin değil dengesi, dizilişini bile bozamadık. Sahadaki 11’in yapısı da zor dakikalarda işleri kolaylaştırmadı. Adam eksiltecek, driplingle rakibi geçecek ayaklar aradık.
Cengiz Ünder gibi yeteneklerin yokluğunu hissettiğimiz zamanlardı. Üstelik rakibin handikapları da ortaya çıkmaya başlamıştı. Geriye dönüşlerinin sıkıntılı olduğunu bildiğimiz halde nadir kontra fırsatlarını değenlendiremedik. Bulduğumuz tek fırsatta da Hakan Çalhanoğlu’nun kötü ötesi pası tüm milli takım kariyerinin özeti gibiydi! Yaratıcılıktan yoksun geçirdiğimiz 90 dakikanın finalinde büyük bir ikramla kazanmayı başardık. Fransa’da daha kötü oynamayacağımıza eminim. Mucizelere izin vermezsek finallere gidiyoruz. Mental olarak bu kadar rahatlamışken, bir dünya şampiyonuna ikinci kez meydan okumak tam da bizim yapacağımız türden bir iş. Dibi gördükten sonra tekrar sıçrayacağımız kıvamdayız. Paris’te hiçbir sonuç sürpriz değil.
‘’Yanal futbolu dönüyor‘’
Fenerbahçe, fiziksel bir güç gösterisi ile başladı maça. Ersun Yanal'ın eski günlerini hatırladığı, ileride oynamayı planladığı bir meydan okuma ile... Fenerbahçe'nin bu baskını, mental olarak tüm atmosfere yayıldı. Fenerbahçe son yıllarda hiç olmadığı bir özgüvenle ezeli rakibinin sahasında oynamaya başladı.
Bu başkaldırı, Galatasaray'ın tribünüyle birleşip yapacağı şok presi de nötrledi. Ev sahibi, orta sahanın merkezini alan rakibini ileride tutamadı. Her ne kadar Fenerbahçe çok net pozisyon bulamasa da sürekli hücum etme çabası ile çok başarılı bir savunma da yaptı. Galatasaray'ın beklemediği bu kontra plan zaten durağan oynayan yıldızları çok atıl bıraktı. Nzonzi çok rahat pozisyonlarda bile pas alışverişi yapacağı ikinci bir ekip arkadaşı bulamadı. Lemina'nın uzak kalışı, Belhanda'nın Feghouli gibi hareketsiz şekilde topu ayağına bekleyişi Galatasaray'ı efektif bir takım olmaktan uzaklaştırdı.
Yanal'ın kadro tercihinin bir başka sonucu da Babel'in eriyip gitmesi oldu. İsla-Ozan ile Hollandalı'nın yaşam alanını kararttılar! Galatasaray'ın driplingle adam eksiltebilen iki adamından biri de bu şekilde etkisizleşince ev sahibi için her şey daha da zorlaştı.
İlk yarıdaki kadar cesur olmasa da oyunun son bölümünde ipleri Fenerbahçe'nin eline veren şey ise Emre ve Gustavo'nun kalitesi oldu. İki büyük tecrübe ile merkezi tamamen alan Fenerbahçe, her şeyi istediği gibi yaptı. Bu ikili çevresine dizilen Fenerbahçe bloğu hep birlikte hareket ederek, Galatasaray'a çıkış alanı bırakmadı. Bu hapsoluş Galatasaray'ı uzun toplarla çıkma çaresizliğine itti.
Bu çaresizlikten bir sonuç çıkmadı. Fenerbahçe de daha fazla risk almadan oyun üstünlüğüyle derbiyi tamamladı.
‘’Maçlar sahada kazanılıyor‘’
Galatasaray'da bu sezon kronikleşen en büyük tehlike, rakibini cesaretlendiriyor oluşu. Dün özelinde en ciddi problem ise maçtan önceki aşırı özgüven. Falcao ve diğerlerinden yoksun olarak Malatyaspor karşısına çıkmanın izahı yok.
Fatih Terim hafta içerisinde "Maçlar masada kazanılmıyor, sahada kazanılıyor" demişken, bu rotasyonun anlaşılır tarafı yok. Oyuncularınızı puan kaybetmeden dinlendirebiliyorsanız, kazanım sağlarsınız. Aksi takdirde her şey birbirine girer, kafanız karışır. Dün akşamdan sonra Terim'in kafasında bir derbi 11'i var mı mesela? Hiç sanmıyorum.
Büyük takımlar, öne geçtiklerinde mental olarak da maçın gerisini daha iyi götürebilme avantajı sağlar. Eriyen her dakika rakibin direncini kırar, sizi yukarı çeker. Ama o konsantrasyonu muhafaza edebilmeniz gerekir. Galatasaray'da görünen ise bu değil. Çok fazla faul ve oyunu soğutmaya çalışmak, rakibiniz savaşıyorsa netice vermez. Önceki haftalardaki gibi sakarlıklar yaptığınızda da cezayı keserler.
Galatasaray başta olmak üzere 'büyük' dediğimiz takımların belki de hala kabullenemedikleri bir şey var. O da diğerlerinin artık daha cesur olduğu ve bilgiye daha kolay ulaşabildiği. Onlar da maç öncesinde, devre arasında ve hatta oyun akıp giderken analizler yapabiliyor, sizin hatalarınızı görebiliyor.
Yani artık formayı sahaya koysan, kazanamıyor. Fenerbahçe önceki akşam Ankaragücü karşısında böyle kazandı. Sonuna kadar kovaladı, rakibini cesaretlendirmedi, sonunu getirdi. Galatasaray ise öne geçtiği dakikadan itibaren her dakika maçı kazanmış gibiydi.
Terim'in dediği gibi; maçlar sahada kazanılıyor. Masadakiler masada kalıyor.
‘’Ersun Yanal‘’
Fenerbahçe bu acı tecrübeyi Audi Cup'ta yaşamıştı. Rakip kaleden uzak kalıp, kendi sahasında kaldıkça tehdit yaşıyor.
Fenerbahçe'nin hücumcuları ile savunmacıları arasında uçurum var. Vedat, Kruse, Rodrigues, Moses/Türünç topla ne kadar iyi ise geridekiler o kadar kötü. Rakip baskısı görmediğinde biraz Zanka'yı ayrı tutmak lazım. Hepsi bu. Kaldı ki, yüzde 75'i savunma tandanslı olmayan bir dörtlüsü var Fenerbahçe'nin. Hal böyle olunca hem geriden oyunu kurmak mümkün olmuyor, hem de kaleyi gerektiği gibi savunmak.
Ersun Yanal, Audi Cup'tan bu yana stoperlerinin, özellikle Jailson'un topu alıp oyun kurmasını arzuluyor. Ama olmuyor işte. Jailson topla buluşacak ama ikinci pası kime verecek? Xavi, Iniesta, Busquets? Kim var merkezde? Hiçbiri. Emre de yok. Sırtı dönük Tolga Ciğerci ya da Alper Potuk'a topu atamıyorsun, sonra da ileri vuruyorsun. O zaman da olmuyor. Üstelik Gustavo'yu da savunma merkezine çekmişken, saçmalıklar başlıyor.
Top ileri gitmedikçe Vedat ve arkasındakiler de atıl kalıyor. Kruse de Kruse olmuyor o zaman, diğerleri de..
Fenerbahçe bu sezon en görkemli oyununu Trabzonspor'a karşı oynamıştı. Sürekli rakip yarı sahada, sürekli rakip ceza alanındaydı. Takım halinde geriye doğru adım attıkça, önce gol yemiş sonra beraberliğe razı olmuştu.
Fenerbahçe'nin rakip yarı alanda iyi alan paylaşıp, baskılı oynayabilecek bir kadrosu mevcut. Yeter ki buna niyeti olsun. Fenerbahçe'nin tek ve en sağlıklı planı bu. Sürekli ileride oynamalı sürekli rakip yarı alanda kalmalılar. Fenerbahçe rakibinin kendisini geri itmesine izin vermemeli.
Bir kez daha anlatmaya çalışmıştım. Ersun Yanal, yıllar önce neler yaptığını hatırlamalı. Nasıl gözü kara bir planı olduğunu.. Yanal'ın planı pas oyunu olmamalı. Olmuyor zira!
Bir soruyla bitirelim; Alper Potuk mu, Mehmet Ekici mi?
‘’Falcao ve skor‘’
Kemal Özdeş geçtiğimiz sezon Kasımpaşa'dan yollanırken, lider Galatasaray'ın 3 puan gerisindeydi. 7. haftada Trabzonspor'a 4-2 kaybedince, başarısız bulunmuştu!
Kasımpaşa'nın o dönemki sıralamasından ziyade, oynadığı oyun tat veriyordu. Özdeş o oyunu tekrarlamakta kararlı.
Elbette, Galatasaray deplasmanı daha motive edici ve oynama isteği uyandıran bir adres. Çoğu takımın süre kazanmak için oyalandığı bir deplasmanda 5-6 adamla rakip kaleye gittiler. Takdir edilesi bir gövde gösterisiydi.
Galatasaray cephesinde ise ilk haftalardan farklı bir durum yok. 15-20 dakikalık tempolu oyunların ardından bitkin ve enerjisiz bir ekipten ibaretler. Ligin ilk üç haftasında da 10 kişi kalmaları ayrı bir refleks yaratmıştı ama dünkü sakinlik, kabul edilir değil. Bu içe kapanış ya da tedirginlik, teknik sorunlardan daha önemli. Galatasaray, Türk Telekom'da deplasman takımını cesaretlendiriyorsa, orada fazlaca düşünmeli!
Teknik problemler ise çok göz önünde. Galatasaray, hücuma kalabalık gidemediği, savunmacısı ile hücumcusunun arasını açtığı zaman sorun yaşar. Bir de Kasımpaşa gibi tüm takımı geriye koşturan bir rakip olduğunda, oyunun sonu böylesi zor bir hal alır.
Galatasaray, Mariano ve Nagatomo'nun da rakip alana yerleştiği, oyunun yönünü çok hızlı çevirebildiği, ceza alanına topu aktarabildiği kadar tehlikeli olacak. Üstelik Diagne'den çok daha hareketli ve arayan bir santrforları var artık. Bunları yapamadığı ve dün akşamki ikinci 45'i oynadığı sürece Galatasaray bu ligde hiçbir maçın favorisi olamaz.
Problem çok, kazanım az. Galatasaray adına gecenin tek güzelliği 3 puan ve Falcao'nun aşırı iştahlı hali.
‘’Transfer mevsimi‘’
Çoğunlukla siyah-beyaz, finalinde renkli bir transfer mevsimi yaşadık. Borçlarını devlet desteğiyle yapılandıran, UEFA ile finansal anlaşmaları olan kulüplerimiz önemli birer sınav daha verdi.
Kulüplerin finans bilgisi yüksek profesyonellerinin ve avukatların hazırladığı sıra dışı sözleşmelerle kadrolara takviyeler yapıldı. Ya da elden çıkarılması planlanan isimlerin ayrılığı kolaylaştırıldı!
Bu mali tablolarla kısa dönemli, panik çareler anlaşılabilir. Anlayamayacağımız ya da anlamamamız gereken şey kulüplerin politikaları. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın, başka kulüplerin transfer politikalarına tabi olmaları.
Fenerbahçe'den başlayalım. Tam 3 ay öncesinden sol bek ihtiyaçları vardı ve tüm bu dönemi Kolarov hayaliyle geçirdiler. Roma'nın kararlarını beklediler. Üstelik Hasan Ali'nin sakat olduğu dönemde, sol bek alamadan transferi kapadılar. İsmail Köybaşı ve Cebrail'i yolladıkları bir dönemde gösterdiler bu cesareti!
Beşiktaş'ın politikası var mıydı yok muydu onu bile bilmiyoruz. Forvet transferi yapmadılar. Altını çiziyorum, Burak Yılmaz'ın ciddi sakatlığında..
Galatasaray ise Monaco'lu patronların keyfini bekledi. Bu bekleyiş esnasında bir de Diagne baskısı/stresi yaşadılar. İçeriği tartışılır bir kontratla elden çıkarmayı başardılar ki, 1 fazla yabancı ile transfer sezonunu kapadılar. En zayıf halka Martin Linnes görünüyor. Yeni kontratında yıllık garanti ücreti 1.4 milyon Euro. Yani yaklaşık 9 milyon TL!
Finaldeki Taylan Antalyalı transferi ise derslik. Erzurumspor 3 ay önce lige veda etti. Alınması planlanıyorsa neden son saatler beklendi. İmza parası olarak gösterilen ve Erzurum'a gideceği bilinen 4 milyon TL neden daha önce ödenmedi. En basiti Taylan hazırlık kampında neden Galatasaray ile değildi.
Taylan; Nzonzi, Seri, Lemina, Belhanda, Selçuk ve Donk'un yer aldığı Galatasaray merkezinde forma kovalayacak! Terim'in Babel, Adem, Emre Mor ve Feghouli'yi de kullanmaktan çekinmeyeceği bir mevkiden bahsediyoruz. Galatasaray, 'imza parası' denen bonservisi ile birlikte Taylan'a dört yıl için minimum 13 milyon 700 bin TL'lik bir yatırım yaptı! Noktayı burada koymalı.
BDDK ile anlaşma, Finansal Fair Play, mali disiplin vs.. Hepsi havada kalıyor. Neresinden tutarsan tut olmuyor.
‘’Transfer mevsimi‘’
Çoğunlukla siyah-beyaz, finalinde renkli bir transfer mevsimi yaşadık. Borçlarını devlet desteğiyle yapılandıran, UEFA ile finansal anlaşmaları olan kulüplerimiz önemli birer sınav daha verdi.
Kulüplerin finans bilgisi yüksek profesyonellerinin ve avukatların hazırladığı sıra dışı sözleşmelerle kadrolara takviyeler yapıldı. Ya da elden çıkarılması planlanan isimlerin ayrılığı kolaylaştırıldı!
Bu mali tablolarla kısa dönemli, panik çareler anlaşılabilir. Anlayamayacağımız ya da anlamamamız gereken şey kulüplerin politikaları. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın, başka kulüplerin transfer politikalarına tabi olmaları.
Fenerbahçe'den başlayalım. Tam 3 ay öncesinden sol bek ihtiyaçları vardı ve tüm bu dönemi Kolarov hayaliyle geçirdiler. Roma'nın kararlarını beklediler. Üstelik Hasan Ali'nin sakat olduğu dönemde, sol bek alamadan transferi kapadılar. İsmail Köybaşı ve Cebrail'i yolladıkları bir dönemde gösterdiler bu cesareti!
Beşiktaş'ın politikası var mıydı yok muydu onu bile bilmiyoruz. Forvet transferi yapmadılar. Altını çiziyorum, Burak Yılmaz'ın ciddi sakatlığında..
Galatasaray ise Monaco'lu patronların keyfini bekledi. Bu bekleyiş esnasında bir de Diagne baskısı/stresi yaşadılar. İçeriği tartışılır bir kontratla elden çıkarmayı başardılar ki, 1 fazla yabancı ile transfer sezonunu kapadılar. En zayıf halka Martin Linnes görünüyor. Yeni kontratında yıllık garanti ücreti 1.4 milyon Euro. Yani yaklaşık 9 milyon TL!
Finaldeki Taylan Antalyalı transferi ise derslik. Erzurumspor 3 ay önce lige veda etti. Alınması planlanıyorsa neden son saatler beklendi. İmza parası olarak gösterilen ve Erzurum'a gideceği bilinen 4 milyon TL neden daha önce ödenmedi. En basiti Taylan hazırlık kampında neden Galatasaray ile değildi.
Taylan; Nzonzi, Seri, Lemina, Belhanda, Selçuk ve Donk'un yer aldığı Galatasaray merkezinde forma kovalayacak! Terim'in Babel, Adem, Emre Mor ve Feghouli'yi de kullanmaktan çekinmeyeceği bir mevkiden bahsediyoruz. Galatasaray, 'imza parası' denen bonservisi ile birlikte Taylan'a dört yıl için minimum 13 milyon 700 bin TL'lik bir yatırım yaptı! Noktayı burada koymalı.
BDDK ile anlaşma, Finansal Fair Play, mali disiplin vs.. Hepsi havada kalıyor. Neresinden tutarsan tut olmuyor.
‘’Kalene yakın oynarsan...‘’
Beklenmeyen, Konyaspor'un başlangıcıydı. Henüz oyunun başında böylesi bir başkaldırı elbette beklenmiyordu. Nitekim, tek solukluk bir hücum mesaisi yapıp, kendilerine döndüler!
Konya'nın top rakipteyken kendi alanında alan daraltma çabası, oyunu Galatasaray'a verdi. Bu rahatlık ve Nzonzi'nin hiçbir baskı görmeden pas merkezi olması, Galatasaray'ın rakip yarı alana demir atmasını sağladı.
Bu yığılmaya rağmen Konya kalesine yaklaşamadılar. Konya beklerinin kolay orta imkanı vermemesi ilk duvardı. İkincisi, Belhanda'nın yokluğunda kalabalık savunmayı oyundan düşürecek bir ayak olmamasıydı. Konya'nın elbette çok doğru dizilişi ve tüm pas alanlarını kapatması, pozisyon vermedi Galatasaray'a.
İkinci yarı ise tam olması gerektiği gibi başladı. İlk yarı çok top ezen Emre Mor'un kenara gelişi sonrası, oyunun yönünü çok hızlı çevirdiler. Özellikle Mariano-Feghouli ikisinin geçen seneki seviyesine yaklaşması, her şeyi kolaylaştırdı. Galatasaray geri koşmadan, tüm ribaundları alarak hücumda devamlılık sağladı. Oyunun çok önemli bir bölümünü Konya sahasında oynayıp, pozisyonlar buldular. Nzonzi'nin kendisini daha ileri atması da Galatasaray'da pas istasyonlarını artırıp, uygun pozisyonlarda ortalar yapılmasını sağladı. Tam bu bölümde Konyaspor'un bu kadar teslim olması ise tarif edilebilir gibi değil. Peki ya o Konya'dan böyle bir geri dönüş beklemek mümkün müydü? Elbette değil. Orada da Galatasaray'ın gol sonrası düşen gardı ve Seri'nin kırmızısı belirleyici oldu.
Galatasaray, final dakikalarında Gomis'i mumla aradı adeta! Topu ileride tutamayan santrforunuz olmadığında, takımı ileri atmanız mümkün olmuyor. Her vurduğunuz duvara çarpıp geri geliyor. Kalenize yakın kaldığınızda da ya pozisyon veriyorsunuz rakibe ya da bir sakarlık yaşıyorsunuz. Önce Konya'nın, sonrasında Galatasaray'ın yaşadığı tam da buydu.